Jiyan Dilşad
Korkunun ne demek olduğunu İlk kez bugün iliklerime kadar hissettim. Çünkü ben Korkusuz Jiyan’dım, Asabi Jiyan’dım.
Ama Aslan Miroğlu’nun konak kapısını döven yumrukları beni olduğum yerde sıçratmıştı ve tüm korkusuzluğumu yerle bir etmişti.
“Aç kapıyı Zerdeşt Ağa! Yoksa korkar mısınız ecelinizden?”
Öyle öfkeliydi ki sesi, niye bu kadar öfkelendiğini deli gibi merak ediyor olsam da aynı zamanda korkuyordum da. Aslan Miroğlu öfkeli bir adamdı, herkes korkardı onun öfkesinden nasibini almaktan.
Kimse düşman olarak onu karşısına alamazdı çünkü, onun öfkesi adamı yerin dibine sokardı. Şimdi ise neden bizim kapımıza dayandığını ve böyle öfkeli olduğunu merak etsem bile sormaya dilim varmazdı.
“Allah Allah! Ne oldu yahu? Aslan Miroğlu’nu bizim kapımıza getirtecek kadar büyük ne olmuş olabilir?” annemin endişeli sesiyle birlikte tırnaklarını yemeye başladığını gördüğümde durumun gerçekten çok ciddi olduğunu anladım. Çünkü annem kolay kolay tırnaklarını yemezdi. Ya çok gergin olduğunda ya da korktuğunda yerdi ve şu an ikisini bir yaşıyor olmalıydı artık tıpkı benim gibi.
Abim Cihan en sonunda öfkelenip kapıya yöneldi. O da en az Aslan kadar öfkeli bir adamdır ve abimi hiç sevmezdi. Annem ile Kardelen’in annesi iyi anlaşırdı ve sık sık birbirlerine misafirliğe giderdi. Babamla babası da iyi anlaşırdı onlarla bir problemleri yoktu ama biz çocuklar olarak pek sevilmezdik.
Bizim konağın şu anki ağası abim Cihan’dı, herkes onun ağzının içine bakıyordu... En büyük o olduğu için. Babam zaten sakin bir adam olduğundan hiç karışmazdı öyle şeylere. Ağalık falan da bilmezdi. Kendi halinde takılırdı.
“Cihan! Açın lan kapıyı!” diye tekrardan bağırdı Aslan Miroğlu, neredeyse kapıyı kıracaktı.
En sonunda abim konağın kapıların sonuna kadar açtığında; kalbim sanki duracaktı. Mutfak camından onun heybetli vücuduna bakarken bayılacak gibiydim. Yüzünü özlemiştim, sevdiğim adamın gözlerine bakmayı özlemiştim ama şu an o gözler o kadar öfkeliydi ki, bakılamaz olmuştu.
Heybetli cüssesi ile abimin karşısında dikilirken, ellerimi ağzıma götürdüm korkuyla. “Ne oldu Miroğlu? Ne diye kuyruğuna basılmış dana gibi bağırır durursun?” diyerek diklendi abim. Oysa onun yanında bir çocuk gibi duruyordu... Abimden oldukça uzundu.
Annem korkuyla bir “Hii!” çekti. “Aslan Miroğlu’na hiç öyle laflar edilir mi? Canına mı susadı bu oğlan?”
Aslan Miroğlu daha da öfkelendi. Aniden abimin yakasında yapışıp onu konağın taş duvarını yapıştırmasıyla hepimizin ağzından ufak bir çığlık koptu. “Bana bak Dilşad veledi, benimle nasıl konuşman gerektiğini sana öyle güzel öğretirim ki bir daha konuşamaz olursun! önce bana yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz! Önce benim kanımın hesabını bana vereceksiniz!”
Ne dediğini bir türlü anlamıyordum.
Babam endişeli bir şekilde Aslan Miroğlu’nun yanına gidip koluna dokundu. “Aslan oğlum durasın hele, ne olmuştur? Anlat bize de biz de bilelim.”
Aslanın gözleri anında babama döndü. Bu esnada bu abimi sertçe yere doğru savurdu ve yere düşmesine neden oldu. Abim şaşkınlıktan tepki bile veremiyordu. “Bilmezsiniz yani öyle mi? Dalga mı geçersiniz lan benimle? Bütün Mardin bununla çalkalanır da, sizin haberiniz yoktur öyle mi?”
Ne haberinden bahsediyordu bu ya? Onu bu kadar öfkelendirecek kadar büyük bir haber olan şey neydi? Hem de bizim konağımızla ilgili...
“Yemin billah bilmem Aslan oğlum, bir sakinleş hele de konuşalım!”
Aniden Aslan Miroğlu’nun gözleri avluda dolaştı. “Nerede kızın? O kızına söyle çıksın ortaya!”
Gözlerim irice açıldı. Benden mi bahsediyordu?
“Hangi kızım?”
“Kız kardeşim Kardelen’in, arkadaşı olan kızın! Onun hayatını kaydıran kızın!”
Duyduklarım karşısında şok olurken ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. O nasıl laftı öyle? Ne yapmıştım ki ben? Ne yapmıştım da hayatını kaydırmıştım kız kardeşinin?
Kardelen'e bir şey mi olmuştu? Annem arkadan aniden sırtıma bir tane yapıştırdı. “Kız ne yaptın da bu adamı düşman ettin bize? Kötü bir şey varsa var ya, seni burada mahvederim bilesin! Senin yüzünden dostluğumuzda bozulacak!”
Sırtımın acısı ile yüzüm buruşurken, bu aileye zaten çocukluğumdan beridir yük olduğumun farkındaydım. Annem oldum olası beni sevmezdi nedenini bilmediğim bir şekilde. Ağabeyim desen keza öyle... Bir babam bir de anneannem severdi. Babaannem ve dedem de sevmezdi. Ha bir de kız kardeşim Elif tabii...
Koskoca konağa sığdıramadılar beni. Hele yengelerim sağ olsunlar adımı çıkarmışlardı! Sağda solda millete veriyor diye adımı çıkardıklarını bilmiyorum zannediyorlardı ama biliyorum ben her şeyi. Zaten bu söylentilerden sonra Kardelen’in annesi Havin hanım beni bir daha konağı kabul etmemişti. Ondan öncesinde hep gelirdim konağa, ses etmezlerdi aile dostlarının kızıyım diye. Kardelen ile olan arkadaşlığımı da yasaklamışlardı ama biz gizli gizli buluşuyorduk işte.
“Ben bir şey yapmadım ana! Ne oluyor anlamış değilim!”
Ama içimdeki sıkıntı bir türlü dinmek bilmiyordu. Elim göğsüme giderken üzerimdeki fistanı sertçe kavradım.
“Ne yapmıştır da kızıma böyle düşman kesilerek geldin bu konağa?”
Artık babamın da sesi birazcık sertleşmişti çünkü ben kırmızı çizgisiydim onun. Bana edilen laflar zoruna giderdi hep.
“Getir de soralım ne ettiğini!” diye adeta kükredi. “Getir de vereyim cezasını!”
Sonra da asla duymayı beklemediğim cümleleri sarf etti. “Benim kız kardeşimin sonu olduğu gibi, bende onun sonu olacağım!”
“Oğlum ne dersin sen?”
Babam da korku dolu bir şekilde ona bakıyordu. Ben ise ağlamaya başlamıştım artık ne olduğunu kavrayamadığım için. Kardelenin sonu nasıl olmuş olabilirdim ki? Ne diyordu bu adam böyle?
“Ne yaptın Kardelen’e kız?” diye bağırdı annem mutfakta çok da sesini dışarı çıkarmamaya çalışarak.
Ellerim titrerken ona cevap veremedim.
Gözlerim heybetli adamın üzerindeydi.
“O kız bugün ölecek Zerdeşt Ağa!” diye gür sesiyle bağıran adam ile dudaklarım titremeye başladı. Gözlerimden dökülen yaşların haddi hesabı yoktu.
Ben bitmiştim.
Ben mahvolmuştum.
Ölmemi isteyeceği kadar büyük ne yapmış olabilirdim ki?
“Ağam, gözünü seveyim sakin ol. Ne etmiştir benim kızım da böyle dersin?”
“Kendisi ne ettiğini gayet iyi bilir. Getirin onu buraya yoksa bu konağı da, Dilşad aşiretini de yerle bir ederim!”
Bedenim baştan aşağı buz kesti.
“Jiyan! Buraya gel!” Diye bağırdı babam yüksek sesiyle. Korka korka mutfaktan çıkarken başımı kaldırmaya cesaretim bile yoktu.
“Ne yaptın?” dediğinde sessiz kaldım, diyecek çok şeyim varken hiçbir şey diyemeyecek kadar korku doluydum.
Karşımda ki adam alayla konuştu dişlerinin arasından, “Demeye yüzü var mıdır ki desin?” dedikten sonra jilet gibi olan siyah ayakkabılarının ucu önümde belirdi. Çenemi sertçe tutup yüzümü havaya kaldırdı.
Bu tanıdık gözler artık çok yabancıydı. “Desene Jiyan,” dedi aile dostumuz olan, aynı zamanda delicesine sevdiğim adam. “Desene, benim elim kana bulandı!”
Dudaklarım titredi, eli sıkılaştı. Göz yaşlarım ellerinin üzerine döküldü. “Desene ben katil oldum!”
Sanki tüm kemiklerim kırıldı. “Desene, ben en yakın arkadaşımı, Aslan Miroğlunun kardeşini öldürdüm!”
Konakta bir uğultu koptu, gece karanlığı üzerimize kar gibi yağdı.
Duyduklarım sanki beynime mızraklar saplamıştı. Ne diyordu bu adam böyle? Ne demek kardeşini öldürdüm?
Bizim ailelerimiz dosttu her ne kadar çok sık buluşmasak da. Bana gıcık olsalar da ailemle bir sorunları yoktu.
Şimdi geçmiş karşıma hem en yakın arkadaşımı, hem de aile dostumuzun kızını öldürdüğümü söylüyordu öyle mi?
“Ne dersin sen Aslan abi? Dediklerini kulağın duyar mı hiç?”
Ona mecburen abi diyordum çünkü öyle söylemem söylenmişti. Kimsede hislerimi anlamasın diye hep abi demiştim.
Aslan Miroğlu hiç beklemediğim bir şey yaparak aniden elini boğazıma doladı ve sertçe sıktı. Ardından tıpkı abime yaptığı gibi beni de taş duvara sertçe yasladı.
Nefes alamıyordum. Nefes almak dünyanın en zor şeyiydi şu anda. Hala daha duyduklarımı idrak edememiş haldeydim.
Umarım benimle dalga geçiyorlardır.
Umarım Kardelen’e hiçbir şey olmamıştır.
“Anlat Jiyan anlat! Kardeşime nasıl kıydığını anlat! Anlat ki; son nefeslerini alırken seni daha büyük bir zevkle öldüreyim.”
Hayır hayır bu olamazdı.
Yalan söylüyordu.
Kardelen’im ölmüş olamazdı.