Öfkeli Ali

1940 Words
Diğer taraftaki adamı tek el ateşle anında indirdim. Öfkeden gözüm dönmüştü. Düşünebildiğim tek bir şey vardı: Efsun’un yüzüne inen eli kırmaktı. Adam, Efsun’a doğru adımladı; onu rehin alacaktı. Tam, adam iyice yaklaşırken benim yer elması, bacak arasına sert bir tekme attı. "Senin Allah’ına kurban," dedim içimden. Adam acı içinde iki büklüm olurken bir anda kendini toparladı. Efsun’a hamle yapacaktı ama ben yetişmiştim bile. Bir yumrukla adamı yere sererken üstüne çıkmıştım. Tam o an ayak seslerini duyup başımı çevirdim; iki kişinin daha geldiğini gördüm. Yerimden kalkmadan ikisini de iki el atışla indirdim. Önümdeki adama döndüm. "Sen az önce kime vurdun lan?! Kırarım o elini!" diye bağırdım. Adamın elini ters çevirirken acı içinde inlerken onu zerre umursamıyordum. Önce bileğini, ardından Efsun’a tokat atan elinin tüm parmaklarını tek tek kırdım. Adam hâlâ acı içinde bağırırken bizim tim gelmiş olmalıydı ki Salih’in, "Efsun, iyi misin?" dediğini duyuyordum. Ama ben öfke kontrolü olmayan biriydim ve şu an çok öfkeliydim. Kimseye bakamıyordum. Yumruklarım adamın yüzüne büyük bir küfür kombosu eşliğinde inerken elimdeki adam bayılmıştı… ya da ölüydü, bilmiyorum. Aras ve Salih beni tutmaya çalışıyordu. Sanırım ittirdim onları. Onlar alışmıştı bu halime. Şu an beni kimse durduramazdı; bunu bilirler ve genelde karışmazlardı. Şimdi ise neden böyle bir şey yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışmıyordum bile. Öfkem gözümü kör etmişti. Hâlâ adama vuruyordum. Ta ki Efsun’un acı çeker gibi çıkan sesiyle haykırdığını duyana kadar: "ALİ! YETER!!!" Kanlı yumruğum havada kaldı. Başımı hafifçe çevirdim. Efsun’un gözlerinden yaşlar akarken dizlerinin üzerine çökmüştü. Ellerini kulaklarına kapatmış, korku ve şokla bana bakıyordu. Kahretsin. Şiddetten korkmuştu… ve ben bunu düşünememiştim. Salih’e baktım. Efsun’u sakinleştirmeye çalışırken gözleriyle bana küfür ediyordu. Koşarak yanına gittim, Efsun’un önünde diz çöktüm. "Tamam… tamam, geçti Efsun. Özür dilerim… özür dilerim," dedim. Ellerimi ona uzattığımda ellerimdeki kana baktı. Sonra sendeleyip sürünerek geri geri gitti. Salih de yanına çökmüştü. "Efsun, ben düşünemedim… Adam sana vurunca… gözüm döndü," dedim. Kulaklarını hâlâ elleriyle tutuyordu. Duyuyor muydu acaba? Yaşlı ela gözlerini bana dikmiş, korkuyla bakıyordu. Salih ona sarılınca, Efsun bir an gözlerini kapatıp sakinleşti. Tim, otobüs şoförünü ve yolcuları işlemleri halledip yollamıştı sanırım. Bizden başka kimse yoktu. Bir süre öyle kaldı Efsun. Ardından ellerini kulaklarından çekince Salih, ellerini Efsun’un yüzüne koydu. "İyi misin?" Efsun başını yukarı aşağı salladı. Ayağa kalktı. Bana baktı. Ardından kendini azıcık toparlamıştı. Tim ise onu anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Aslında Efsun’un bir şiddet mağduru olduğunu anlamışlardı; her haliyle belli ediyordu. Normal bir insan bile anlayabilirken bunlar Bordo Bereliydi, tabiki anlamışlardı. Ama düşünmek istemiyorlardı. İnanmak istemiyorlardı… sadece. "Abi… beni eve bırakabilir misin?" dedi Salih’e, kısık bir sesle. "Efsun, ben bırakırım. Aynı yere gidiyoruz, hadi gel," dedim. Başını çevirip bana baktı ama hiç iyi görünmüyordu. Yaşadığı korku ve şok fazla gelmişti. Ağzından tek kelime çıkmadan gözlerinin kaydığını gördüm. Hızlı bir refleksle onu yere düşmeden Salih’ten önce tuttum. Kollarımın arasında küçücük bedeniyle kalmıştı. Aras koşarak geldi. "Ali! O iyi mi?" diye sordu. Bozkurt da yetişmişti. "Ali, eve götür. Korkudan olmuş olmalı," dedi. Hepsinin yüzünde öfkeyle karışık bir hüzün vardı. Efsun’u gerçekten sevmişlerdi. Narin bedenini kucağıma alıp arabama yerleştirdim. Salih yanıma geldi. "Şu kızın yanında biraz dikkatli olsaydın ya lan! Nasıl tahmin etmezsin?" diye azarladı. "Aklıma gelmedi Salih… O adam ona vurunca aklım başımdan gitti," dedim. "Bir daha gitmesin. Efsun’un yanında gitmesin," dedi; sesinde tehdit eder gibi bir ton vardı… sanki kardeşini korumaya çalışan bir abi gibi. "Öfke sorunun olduğunu biliyoruz hepimiz, Ali. Eğer onun yanında kendine engel olamayacaksan bir daha yaklaştırmam seni ona," dedi. Öfkeyle üstüne yürüdüm. "Ne demek lan bu?! Bana emanet o! Ben tanıştırdım sizi! Onu benden mi koruyacaksın?" "Ali!" dedi sert bir sesle. "İstemiyordun zaten sahip çıkmak. Değiştin sen, farkına var bunun. Ona fazla sahiplenici davranmaya başladın. Bak o senin öfkeni kaldıramaz. Ya kendine gel ya da uzak dur. İlk ve son uyarım sana." Ne dediğini anladım ama onu sadece annem bana emanet ettiği için koruyordum… ve çocukluk anılarımdan hatırlıyordum. İnsan olarak değer veriyordum. Ayrıca abisi yüzünden de üzülüyordum. "Başka bir duygum yok Salih! Git işine! Bir daha da işime karışma!" dedim ve arabanın direksiyon tarafına yürüdüm. "Ben diyeceğimi dedim, Ali. Bir daha uyarmam," dedi. Öfkeyle arabaya oturdum. Çalıştırıp hızla sürdüm. Evin önüne gelince inip Efsun’u kucağıma aldım. Kuş kadar narin bedenini yukarı çıkardım. Onun evine girmek olmaz diye düşünüp kendi evime girdim. Salondaki koltuğa kibarca yatırdım. İçeriden ince bir örtü getirip üstüne örttüm, bir de yastık getirip başının altına koydum. Banyoya gidip ellerimdeki kanları temizledim. Üstüm başım kan içindeydi. Böyle olmayacak diye düşünüp duşa girdim. Üzerimi giyinip içeri geçtiğimde Efsun yeni ayılmıştı sanırım. "Ne işim var benim burada?" sesi uykulu çıkıyordu. Hâlâ biraz kötü hissediyordu. Karşısına geçip oturdum. "Bayıldın, ben de seni buraya getirdim. Şimdi daha iyi misin?" dedim. Bakışları ellerime kaydı; her yeri yara olmuştu. Başını aşağı yukarı salladı. "Ben… şey… teşekkür ederim Yüzbaşı," dedi. "Önemli değil Efsun. Sadece bir daha bu saate kalma, biraz söz dinle," dedim. Başını yine salladı. Bu hâllerine hiç alışık değildim. Kızın travması tetiklendi muhtemelen; kendini toparlayana kadar böyle olacak. "Efsun… ben özür dilerim. Yani… benim öfke sorunum var da… biraz kendime hâkim olamadım," dedim. Bakışlarını yüzüme getirdi. "Sen eskiden daha sakin biriydin. Böyle bir sorunun yoktu. Ben ilk kez seni öyle gördüm," dedi. Başımı salladım. "Abimden sonra…" devam edemedim. "Neyse… şimdi daha iyisin." "İyiyim," dedi. "Bir şeyler yedin mi?" diye sordum. "Evet, dışarıda yedim," dedi. "Ben gideyim." "Tamam," dedim. "Bir şey olursa ara." Tam dışarı çıkacaktı ki kapı alacaklı gibi çalındı. Efsun biraz irkildi. "Sakin ol," dedim. Kapıyı açtım. Endişeli bir şekilde Korkut duruyordu karşımda. Gözleri direkt Efsun’u buldu. "Yenge iyi misin? Bir şey yaptılar mı sana?" dedi. Söyledikleri güzel olsa da sesi yüksekti ve gerçekten iri bir adamdı. Efsun’un üstüne gelince kız biraz geriledi ve hafifçe arkama geçti. "İyiyim Korkut, bir sorun yok," dedi Efsun. "Yenge… sen bir yere giderken ben de geleyim seninle. Bir daha tek gitme." "Korkut, gerek yok aslanım. Efsun da iyi zaten. Hadi git evine," dedim. O da gitmek üzere döndü. Efsun’a baktı. "Tamam… ama bir şey olursa arayın." "Ararız aslanım, hadi git," dedim. Korkut gidince Efsun da çıktı. Onu evine götürüp geri döndüm ve içeri geçtim. Bu kız neden benim böyle canımı sıkıyordu? Arkadaş… dokunan tüm elleri kırmak istiyordum. Onun o abisini de… Yüzümü sertçe ovaladım. Nereden geldin girdin hayatıma, yer elması? Nereden altüst oldu hayatım, aklım? Anam duysa bugün Efsun’un başına gelenleri, vallahi durmaz oralarda. Sırf bir anne terliği için gelir buralara. Şu yaşımda yerim anne terliği… hak da ettim. Evet, hak ettim. Emanetine sahip çıkamadım. Bir süre dönüp durdum evin içinde. Ardından odama gidip uyudum. Sabah uyandığımda aklıma gelen şeyle evden çıktım. Umarım hâlâ seviyordur… eskiden morali bozuk olunca iyi gelirdi. Bir süre aradıktan sonra aradığım şeyi bularak geri döndüm. Efsun’un evinin anahtarını alıp içeri girdim. Umarım kış günü düzgün giyinmiştir… Eskisi gibi uyandırmak istedim. Biz de bazen yorgunluktan uyuya kalırdı morali bozuk olunca da ben genelde böyle uyandırırdım. O da hep mutlu olurdu. “En büyük moral bozukluklarına iyi gelir,” derdi. Tahmin ettiğim gibi… öylece kıyafetleriyle koltukta, üstüne bir şey bile almadan uyumuş. Bacaklarını kendine çekmiş, kollarını göğsüne hapsetmişti. Tam karşısındaki orta sehpaya oturdum. Gözlerinin altı kızarmış… ağlamış belli. Yumruklarım anında sıkılırken kendime içimden afilli bir küfür savurdum. Ben de dikkat etmemiştim. Kendime hâkim olabilirdim… ya da bu yer elmasını tek göndermemeliydim. Elimdeki kese kâğıdını burnunun ucuna götürdüm. Kısa bir süre bekledim. Sonra Efsun derin derin koklamaya başladı. Dudaklarımın kenarı anında kıvrılırken bücür, uykuyla uyanıklık arasında “Ali…” dedi. Adımı uzun zamandır söylememişti. Hatırladı oda hatırladı o anıları… Gözlerini usul usul açtı. Bana bakmadı, direkt kese kâğıdını aldı. “Ali… Ali… kestanemi aldın?” dedi. Sesindeki mutluluk öyle belliydi ki… demek ki hâlâ seviyordu. “Evet. İyi gelirdi hep sana. Yine iyi gelsin istedim,” dedim. Bakışlarını gözlerime çıkardı. Derin bakıyordu. “Çok sağ ol,” dedi. Sonra hiç beklemeden saldırdı kestanelere. “Hâlâ canavar gibi saldırıyorsun! Dur dur, güzelce soyalım,” derken gülüyordum. Ne ara soydu, görmedim. Ağzına doldurmuş hepsini. Sincap gibi şişirmiş yanaklarını… zor çiğniyordu. Kestanelerin hepsini bitirmeden kalkmadı. Ona gülümsedim. “Teşekkür ederim. İyi geldi… hatırlıyor olman da şaşırttı,” dedi. Aslında bu beni de şaşırtmıştı ama çaktırmadım. “Efsun, hazırlan. İşe git. Çıkışta da hep beraber yemek yiyelim. Şu evin arkasındaki restorana gideriz.” “Nasıl hep beraber?” dedi. “İşte biz tim… Alya, çocuklar… senin hastane ekibi falan işte.” “Bilmem ki Yüzbaşı… yorgunum ben. Siz gidin.” Hayda… döndü yine yüzbaşına. “Kızım sen bana niye ‘Yüzbaşı’ deyip duruyorsun?” dedim kaşlarım çatık. “Sen bana niye kızım diyorsun? Düzgün konuş, Yüzbaşı.” Hah… döndü fabrika ayarlarına. “Bana bak bücür, itiraz istemiyorum. Ayarladım ben. Herkes beraber olacak akşam.” “Emir mi veriyorsun bana?” dedi minik burnunu dikerek. “Ne anlarsan… geleceksin akşam. Hazırlan. Alacağım seni,” dedim. Sesim itiraz kabul etmiyordu ama bu yer elması da inat etmiş gibiydi. İşte o inatsa ben de inattım. Akşam hep beraber olmalıyız. Evde kendi kendini yemesine izin veremem. Vallahi anam öldürür beni. “Gel…me…ye…ce…ğim,” diye hece hece söyledi. Üstüne yürüdüm. Geri kaçtı. Ben gittim, o gitti. Sırtı duvara gelince durmak zorunda kaldı. İşaret parmağımı sallayarak konuştum: “Bana bak bücür. Ya hazırlanır kendi ayağınla tıpış tıpış gelirsin ya da…” Sustum. İyice yaklaştım. “Ya da?” dedi. “Ya da seni nasıl sırtıma atıp götürürüm, görürsün,” dedim. Ne biçim panikledi… Çok yakın olduğumuzu anlayınca bir anda geri gitti. “Tamam… geliriz. Yeriz,” dedi. “İyi. Akşam alırım hastaneden seni,” deyip çıktım. Ben şimdi bu kızın can sıkıntısını giderdim mi, yenisini mi ekledim… bilemedim. Ben de buyum işte. Akşam üzeri restorana yer ayırmıştım. Kalabalık sofraları severdim; hepsi sevdiğim insanlarsa daha çok severdim. Tim restorana geçmişti. Yaren biraz üşütmüş, Alya çocuklarla gelememişti. Salih ise Efsun için gelecekti. Efsun’u hastanenin çıkışında bekliyordum. Sonunda çıkınca yüzünü inceledim. Daha iyi görünüyordu. Beni görünce nasıl da tıpış tıpış geldi… Öyle olur işte bücür hanım. Ben ne dersem o. Bunu ona söylemedim elbette. Arabaya geçtik. Restorana kadar pek konuşmadı. Ne yani? Seni sırtıma atar zorla getiririm, dedim diyemi. Bütün tribi… “Sen bana kızgın mısın bücür?” dedim, restorana yaklaşırken. Omuz silkti. “Yoo… niye kızgın olayım ki?” “Bilmem,” dedim ben de omuz silkerek. Güldü. Ona gerçekten gülmek yakışıyordu. Nihayet restorana geldik. Ondan önce inip kapısını açtım. Sabahtan bildiği için şık giyinmişti. Üzerinde yüksek bel, bol paça kahverengi bir pantolon vardı. Üstüne aynı renkte kısa bir ceket giymişti. İçinde siyah bir büstiyer… Belinde siyah bir kemer, elinde küçük siyah bir çanta. Bir de üzerine uzun bir trençkot almıştı. İçeriye girince herkes buradaydı. Hastane ekibini Ahmet Bey getirmişti, bizden önce gelmişlerdi. Herkesle selamlaşıp oturduk. Benim yer elmasını yanıma oturtmuştum; diğer tarafına ise Salih. Herkes Efsun’a çaktırmadan bakıp iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Efsun ise bunu anlıyor ve bu ona iyi geliyordu. Korkut, “Yenge biraz zayıfladın sen! Allah aşkına ye biraz daha,” derken Efsun’un tabağına yemek ekliyordu. Efsun itiraz ettikçe Salih kızıyor, Aras esprileriyle onu güldürüyordu. Bir süre sonra bütün dert tasa gitmiş, eski neşesi yerine gelmişti. Kızlar ona katılıyor, kahkahaları dolduruyordu etrafı. Gül bücür… sen hep gül. Bir süre sonra lavaboya kalktı. Biz sohbete devam ettik. Yer elmasının morali düzelince Salih’in ve timin de düzelmişti. Kısa bir süre sonra kapıdan göründü. Bücür garip bakıyordu bana. Belki de “İyi ki gelmişiz… zorlamışsın” diyordu içinden. Çünkü ona da iyi gelmişti bu yemek, bize de. O büyük, güzel mutlulukla gelirken kapının açılmasıyla oraya döndü. Ardından hemen bize döndü. Ama az önce ne gördüyse… Başını tekrar kaldırdı. Şok ve korku içinde o tarafa baktı. İlerleyemedi… gelmedi… geriye de gitmedi. Sanki nefes bile almıyordu. Salih de fark etmişti. İkimiz de aynı anda onun baktığı tarafa döndük. O… abisi. Toprak. Birkaç kez görmüştüm onu… annesiyle Efsun’u bizden almaya geldiğinde. Unutamadım it herifin yüzünü. Ne işi vardı burada? Tekrar Efsun’a döndüm. Hâlâ şokla bakıyordu. Dizleri tutmuyor gibiydi. Yine çökmüştü… geçmişin karanlığı… ama bu kez kanlı canlı karşındaydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD