PROLOG

1441 Words
Adım Helin. Mardin' de yaşıyorum. Hayatım dram benim ama şimdi anlatmak istemiyorum. Bir gün ağlamak istersem anlatırım. O gün gelirse, her şeyi dökerim, izin verin ben o günü seçeyim. Şimdilik kısaca bir özet, tanışmış olalım. Babam ağanın küçük oğluymuş. Anamı sevmiş, kaçırmış; bizimkisi masallardaki gibi romantik değil, daha çok delilikle karışık bir işti. Ne yazık ki erken veda etti hayata. Annemle beni de amcam aldı yanına. Anam garip anam; çilekeş, katmerli bir sabrı vardı. Yerseniz. Babam öldüğünde beş yaşındaydım. O yaşın yarım aklıyla anıların bir çorbası kalıyor; bazen sıcak, bazen ekşi. İki yıl sonra anam, amcamın bir arkadaşı ile evlendi. Adam “çocuğunu kabul etmem” dedi. Dedi ve gitti. Annemde beni amcamda bıraktı. İnsan demek ki bir gün bir yere ait olur, ertesi gün bir eşyanın köşesine konulmuş gibi unutulurmuş. Ne yalan söyleyeyim; benim kulağım keskindir. Evde kim ne yapar, kim kiminle konuşur, hangi kapı gecenin üçünde tıkırdar ben duyarım. Anam gelip gitmeye devam etti; utanmadı yaptığı işten. Yengemle bir sohbet esnasında içinden öyle bir laf kaçırdı ki hala kulağımda çınlar: “25 yaşında seksin tadını almış bir kadın erkeksiz duramazmış.” Yılın sözü gibi, kalıplaşmış bir hakaret. Çocuk yapılır da koca yapılmazmış öyle dedi; bütün dünyayı küçültüp yüzüme savurdu. Sırf benim yüzümden mi hayatın en güzel nimeti seksten mahrum mu kalacaktı?Tövbe tövbe. Azgınıkta nimet oldu. Ben mi güleyim, ben mi ağlayayım bilemedim. Aman neyse ne işte. İnşallah anama çekmemişimdir; düşüncesi bile ürkütüyor. Ay bir de onun gibi azgın olursam, tadını alınca “kocaa kocaa” diye inlersem ne yaparım bilmiyorum kendime bile güvenim yok zaman zaman. Amcam Ağa benim. Ama sakın “ağa” deyince gözünüzde geniş tarlalar, itaat eden insanlar canlanmasın. Bizde Ağa demek daha çok suratsız, her dediği tuttuğunda herkesin gözünü devirttiği bir adam demek. Salak benim amcam. Hem kötü kalpli hem de salak. Kötülük için zeka ister, dürüst olalım. Bizim amcada o zeka yok. Geleceğin züğürt ağası o. Yaptıklarıyla yakında batar gider. Hep birilerini dolandırmak, kandırmak ister ama beceremez. Beceriksizce çabalar, planları tutmaz. Amcama “Mendebur Ağa” derler. Dağları deviren bir adam hayal etmeyin yani. Suratsız olduğu için Mendebur Ağa kendisi. Bir meziyeti yok yani, ya da varsa tek meziyeti çok iyi dayak atmak sayılıyorsa, o var. Yengem arada, “Vurma artık şu kıza aklını oynatacak görmüyor musun?” diye diye onu durdurmaya çalışır; o yorulaana dek vurur. Ben ise genelde başımı eğerim, bakışlarımı yere indiririm; çünkü başka türlü ne yapacağımı bilmiyorum. Zamanında çok yol denedim ama dayak varsa kısmette kaçılmıyormuş öğrendim. Benim kendini üstün zekalı zanneden amcam, benim kulaklarım olduğunu unuttuğu için duydum ki yakında oğluyla evlenecektim. Hem de öyle gizli kapaklı konuşmadılar, resmen evin ortasında, sanki ben duvarın içindeyim. Hani bazı insanlar vardır, her şeyi kendileri planlar, karşısındakini de satranç tahtasındaki piyon sanırlar ya; işte o benim amcam. Ama unuttuğu bir şey var ben o taşların içinden en tehlikelisiyim. Sessizim ama duyarım. Görünmem ama bilirim. Aynı evde büyüdüğüm biriyle evlenecek olmak, ne diyeyim, midenin kaldıracağı bir şey değil. Çocukken aynı sofraya oturmuşsun, aynı ekmeği bölüşmüşsün, şimdi çıkıp “kocan olacak” diyorlar. Sinir bozucu, iğrenç, saçma. Ama kaçıp gidecek bir şansım da yoktu. Çünkü param yoktu. Yine de öylece sineye çekmeye niyetim yoktu. Aslında babam zeki adammış. Öyle derler. “Adamın eli altınmış, tuttuğunu değerlendirirmiş.” Malı da varmış, mülkü de. Tabi hepsi doğal olarak bana kalmış olacaktı, ama işte... o zeki amcam vasi olunca, bütün mallar da onun yutma kapasitesine emanet edilmiş oldu. Miras bana kalmadı, mideye indi. Eee ben on sekiz yaşıma basınca “param, malım, mülküm nerede” deme hakkına sahip olacaktım ya.. o yüzden tek çözümü beni oğluna almakta buldu. Düşünsene, hem mallar elinden gitmeyecek hem de ben sus pus olacağım. Ne kadar zekice, değil mi? Kendince tabii. Hayır salak bir şey kalmadı onu da unutuyor ya da yengemi öyle kandırıyor. On sekiz olmama birkaç ay kalmıştı. Her geçen günün sabahı, amcamın gözündeki o telaşı görüyordum. Yani anlayacağınız, evin içi sessiz bir savaş alanına dönmüştü. Ama sonra bir şey oldu. Her planı alt üst edecek, her hesabı bozacak bir şey. Server Ağa, küçük oğlunu evlendirmeye karar verdi. Şimdi bizim köyde Ağa kelimesi zaten ağırdır; ama Server Ağa’ nın adı başka yankılanırdı. Yine de, hayat ona da acımasız davranmıştı. En büyük oğlu, arkadaşlarıyla yüzerken daha on dört yaşında boğulmuş. İkinci oğlu, askerdeyken şehit düşmüş. Üçüncü oğlu, eh, o Ağa oluncaya kadar hayatta kalmayı başarmış ama kaderin ipi onun da boğazına dolanmış; birkaç ay önce öldürülmüş. Bir ağayı öldürmeye kim cesaret etti bilmiyorum. Bizim köye uzak oldukları için haberler hep yarım gelir, cümleler duydum kiyle başlar ama kesin değille biter. Kim vurdu, neden vurdu, niye o aileye bu kadar kara bulut çöktü kimse bilmiyor. Ama herkesin dilinde aynı söz dönüp duruyordu: “O ailenin üstüne lanet oturdu.” Evlat kaybı büyük acı. Bununla dalga geçemem. Bu yüzden Server Ağa’ yı yargılayamam. Dört erkek çocuğundan geriye bir tek Bahoz kalmış. Ama onun da aklından şüpheleniyorlar. “Aklı kıt,” diyorlar. Kıt ama nasıl bir kıtlık bu, kimse net anlatamıyor. Kimi diyor çocuk gibi saf, kimi diyor bazen delilik sınırında. Kimi de “her şeyi biliyor ama konuşmuyor,” diyor. Hem ailenin adı lanetliye çıktığı için, hem de bu akılsız oğlan dedikoduları yüzünden kimse kız vermeye yanaşmamış. Sonunda onların yolu bizim köye kadar düştü. Aslında Server Ağa, “Ağa ailesinden olacak kız” diye tutturmasa, elbette birini bulurdu. Ama belli ki inadı keçiden beter. “Soyumuza soy alırız.” demiş. Eee, böyle olunca da gözünü bizim tarafa dikmişler. O gün, amcamın yüzündeki sırıtmayı görmeliydin. Sanki kaderle iş birliği yapmıştı. Kendi oğluna vermeye çalıştığı yeğenini, şimdi bir başka Ağa’ ya satacaktı. Üstelik bunu da bir iyilik gibi gösterecekti. Amcam aslında kendi kızı Hatice' yi düşünüyordu ama Hatice " Ben o yarım akıllıya varmam. " dedi. Onu kitaplardaki gibi bir Ağa isteyecek sanıyor. Ah babası kılıklı salak. Seni alacak birini buldun da o kişinin yakışıklı genç güçlü bir ağa olması kaldı geriye. Amcam da tabii yağlı kapıyı kaçırmak ister mi hiç? " Kızım sayılır. " dedi ve beni öne sürdü. Sonuçta Ağa akrabasıyım. Hemde yakından. Amcam gecenin köründe bağıra bağıra, " Bu kız bir erkek doğurur da Bahoz denen herif ölürse hepimizin hayatını kurtarır. Onca yıl baktık elbette karşılığını verir. " diye başlayıp planlar yapınca ben yine öğrenmiş oldum. Sanki bedavaya baktı. Çıkıp mirasımı istemek var da kalmayan şeyin neyini isteyeyim? Donunu mu verecek? Ne yapayım ben onun kokuşmuş donunu. Kızım Helin iyi düşünmen lazım bu işin sonunu. Öyle böyle bu evden kurtuluyorsun. Donunu düşünen kahraman olamaz. Yani en azından şiddet görmekten kurtulurum. Umarım. Ümit ediyorum. Öyle hayal ediyorum falan işte. Umut dünyası bu dünya, kırılgan, kolayca paramparça olan ama insanın elinde kalan tek sıcak şey. Sabahları uyanıp pencereye baktığımda, tarlanın tozunu, uzak tepelerin siluetini görüyorum; her şey olduğu gibi kalsa bile içimde bir şeyin değişmesi mümkün diye kendimi kandırıyorum. Belki de kendime yalan söylüyorum ama bu bile işe yarıyor bazen. Aslında bende köyü yönetecek potansiyel var ama kocam olacak henüz adını bilmediğim adam al buyur Helin köyü sen yönet, senden kıymetli mi, olmazsa batırırsan sana yeni bir köy alırım diyecek kadar saf olabilir mi? Hiç sanmıyorum. O olsa anası babası izin vermez. " Yengem o aptal herif çocuk yapmayı ne bilir. " dedi cevap olacak amcama. Amcam pis pis güldü. " En aptal erkek bile uçkurunu çözmeyi bilir sen onu merak etme. " Alın işte köyü bana verecek kadar saf olsun diye hayal ederken uçkur derdine düşecek kadar akıllı çıktı şimdiden. Amcam pek emin konuştu ki kendisi uçkur konusunda bir uzman. Arada şans eseri para kazandığında hemen uçkurunun peşine takılıp kendini pavyona atar. Uçkur çözmediği pavyon kadını kalmadı. İki tane tarlası bir pavyon sahibine verildi. Borç karşılığı. Beş tane tarla da beş tane kadına gitti. Artık ne hizmet alıyorsa tarla ile ödüyor. Orasına ben karışmam günahı boynuna. Anlayacağınız yengem dünyanın en ilginç koleksiyonlarından birine sahip, boynuz koleksiyonu. Normalde bir kadının aldatılmasıyla dalga geçmem ama amcamın zorla tuttuğu yok. Çocuklar deseniz büyüdü. Yengem zaten aynı köyden çok uzağa gitmeyecek. İstese boşanır yani. Ama o inatla bu kadar kahrını çektim hanımağalıktan vazgeçmem dediği için koleksiyonu gittikçe büyüyor. Hayrını görsün ne diyeyim. Orasına da ben karışmam, günahı boynuna. Yani ben susarım, bakarım, not ederim ama kimseyle kavga etmem. Kendi canımı zor kurtarırım. Evdeki herkesin bir derdi var. Amcamınki para, yengeminki itibar, Hatice ’ninki hayal, benimkisi kurtuluş. Hepsi bir potada eriyor. Ve ben biliyorum, ne kadar sessiz dursam da bu çamur bir gün taşacak. Kırılgan umutlar, biriken öfke, günlük ezen küçük şiddetler; hepsi birikiyor. Dün gece amcam yine bir plan yaptı, yine fısıltılar, yine hesaplar. Dışarıda köyün iki köpeği havlarken içerde ben kendi nefesimi dinledim. Misafir gelecek dediler; Ağa’ nın adamları köy yoluna yaklaşmış. Yengem yüzüme baktı, gözleri doldu ama bir şey diyemedi. O bakış her şeyi anlattı, hem kabulleniş hem de bir kırılma. Bugün beni istemeye geliyorlar.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD