1-Mızrak Timi

1863 Words
NİLÜFER, Gece ilerlemiş ama genç kadın uyuyamamıştı bir türlü. Yaz sonu, sıcak bir geceydi. Ama uyuyamaması sıcaktan değildi. İçindeki derin yalnızlık ve sevgisizlik hissi giderek büyüyen bir uçurum gibiydi ve oraya yuvarlanmamak için küçük çocuğunun varlığına tutunuyordu Nilüfer. Yanında mışıl mışıl uyuyan küçük bedene baktı. Gece karanlığına alışan gözleri oğlunun bedenini yeterince görüyordu. Çocuğun temas bağımlılığı hala geçmemişti. Annesine dokunarak uyuyordu. Nilüfer onun küçük, dolgun elini, minik parmaklarını okşadı. Teninin sıcaklığına, düzenli nefes alıp verişlerine şükretti. Çünkü bu dünyadaki en değerli varlığı oydu. Yutkundu, nefes almaya çalıştı. Yatakta oturup kafasını ellerinin arasına aldı. Kocası yine geç gelmişti ve yorgunum, deyip her zaman yattığı küçük odaya geçmişti. Ama uyumuyordu tabii, Nilüfer onun o kadınla mesajlaştığını biliyordu. Sedat da zaten saklamıyordu başkasına aşık olduğunu. Hiçbir zaman Nilüfer’i sevmemiş, o hep diğer kadını sevmişti. Kadın başkasıyla evlendiği için de ona inat Nilüfer’i seçmişti. Nilüfer ilçenin en güzel kızlarındandı ve kimseyle adı çıkmamıştı. Konuştuğu kadınsa aşüftenin tekiydi ama Sedat bir türlü kopamıyordu ondan. Kadına, bak, senden daha güzelini, iyisini buldum, demek için de Nilüfer’i gözüne kestirmiş ve kız isteme olayından sonra kısa sürede evlenmişlerdi. Nilüfer de Sedat’a aşık değildi ama babasının evdeki baskıları artık dayanılmaz hale gelmeye başlamıştı. Üniversiteyi bile zorla okumuş ama ağzından burnundan gelmişti. Sedat eli yüzü düzgün, işi de olan bir adamdı ve Nilüfer toyluktan olsa gerek, kendisini bir yangından kurtarayım derken daha büyüğüne sürüklendiğinden bir haber kabul etmişti evlenmeyi. Ama Sedat, Nilüfer’le evlenmeye gayret ettiği gibi, onu sevmek için bir gayret içinde olmamıştı. Hem de hiçbir zaman. Genç kadının onurunu zedeleyecek sınırlı ve zoraki cinsel hayatları da bitmişti çoktan. Nilüfer, Bertuğ’a gebe kaldığında artık ikisi yatmayı bırakmıştı. Zaten Sedat’tan tiksiniyordu genç kadın ve onun kendisine bir seks eşyası gibi dokunmasını istemiyordu. Ve bu kötü evliliğe, bu insanı yavaş yavaş çürüten sevgiden yoksun işkenceye ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Yandaki odadan kahkaha sesi geldiğinde içine oturdu. Yatak odasının kapısını usulca açtı ve diğer kapıya yürüdü. Sedat biriyle konuşuyordu. Kadın boşanmış, bir çocuğuyla ve annesiyle yaşamaya başlamıştı. Gece de Sedat’la rahatça konuşabiliyordu bu yüzden. Sedat da Nilüfer’den utanmadan, çekinmeden konuşuyordu işte. Evli olması bir şeyi değiştirmiyordu. O an, aniden kararını verdi Nilüfer. Bu haysiyet kırıcı, çürüten kötülüğe daha fazla katlanmayacaktı. Babası onu eve almasa bile sığınacak bir yer bulacak ama bu pisliğin evinde kalmayacaktı. Birden Sedat’ın yattığı odanın kapısını açtı ve onu elindeki telefonda o kadınla görüntülü konuşurken gördü. Kadının üzerinde gecelik vardı. Sedat birden içeri giren Nilüfer’i görünce anlık bir şaşkınlık yaşasa da hemen telefonu ters kapatıp yatağa bıraktı ve ayağa fırladı. ‘’Ne var kızım? Ne giriyorsun benim odama sen baskın yapar gibi?’’ diye gürledi. Aralarında fazla boy farkı yoktu, Sedat minyon bir adamdı ama öfkelenince gözü dönüyor, çok iğrenç bir varlığa dönüşüyordu. ‘’Ben boşanacağım. Sen de bu süprüntüyle özgürce konuşup eğlen.’’ dedi Nilüfer yerinden kımıldamadan kocasının gözlerinin içine bakarak. Sedat aniden Niüfer’e bir tokat attı ve, ‘’Sen kime süprüntü diyon lan! Sensin süprüntü. Kaltak! Evimde rahat mı battı sana? Babanın evinde gıgın çıkmıyordu, burada dilin uzadı yüz verince!’’ ‘’Şerefsiz seni! Boşanacaksın benden. Sonra kimin orospusuyla ne yaparsan yap. Pislikler sizi!’’ Sedat’ın gözü dönmüştü. Nilüfer’i yakalayıp bir tane daha vurdu ve sonra onu yatağa yatırıp üzerine çıktı. İki eliyle boğazına sarıldı genç kadının ve sıkmaya başladı. ‘’Sen karar veremezsin lan boşanmaya! Ben veririm!’’ Hem söyleniyor hem sıkıyordu boğazını. Nilüfer giderek sıkışan nefesi yüzünden çırpınıyor ve kurtulmaya çalışıyordu ama Sedat durmuyordu. ‘’Kaltağa bak! Siktirip gideceksin lan sabah bu evden! Ben de size meraklı değilim. Al piçini de git!’’ Nilüfer’in boğazını bıraktı ve onu yataktan kaldırıp odadan dışarı fırlattı. Nilüfer hem nefes almaya çalışıyor hem de yatak odasına geçip kapıyı kilitlemek için acele ediyordu. Kendi oğluna piç, demişti! Sabah o şerefsiz işe gittiğinde çıkacaktı bu evden ve bir daha babası bile onu bu eve geri gönderemeyecekti. GÖKDENİZ, 31 Ocak 2020, Libya, Bingazi açıkları, Libya saatiyle 02.00. Gecenin karanlığında denizi sessizce yarıp yüzeye çıkan denizaltından çıkan komandolar kendilerine has hız ve çalışma prensipleriyle hücum botlarını hazırlayıp denize indirdiler. Sıcaklık havada 4, denizde 1 dereceydi ama bugün yüzmeyeceklerdi, yani muhtemelen. İki bot denize indikten sonra tim komutanı Yüzbaşı Gökdeniz Kılıç ekibine bakıp, ‘’Hazır mısınız Mızrak timi?’’ diye sordu anlaşılır bir sesle. ‘’Hazırız komutanım!’’ 9 kişi aynı anda onay verince, ‘’O halde gazamız mübarek ola. Botlara binin!’’ diye komut verdi Yüzbaşı Kılıç. Onlar botlara bindiğinde denizaltı suyun altında yeniden görünmez oldu. Hücum botları üç deniz mili mesafeyi hızla kat edip gece hala koyuluğunu korurken sahile vardılar. Botları kumlu arazinin kıyısındaki çalılıkların yanına çekerek görünürlüğünü engelledikten sonra Yüzbaşı Kılıç time döndü. Yüzünü koyu yeşil ve siyaha boyamıştı ama açık gecenin hafif ay ışığında bile parlak mavi gözlerinin pırıltısı fark ediliyordu. ‘’Hafter’in bölgesindeyiz ve bir kilometre içeri girmek zorundayız. Çok dikkatli olacağız ve hava üssüne sızıp hedef İHA’ları kullanım dışı bırakacağız. Hava üssü Ruslar’dan destek alıyor ve Wagner’le ( Rus paralı askerleri ) karşılaşma ihtimalimiz var. O yüzden her an çatışmaya hazır olmanızı istiyorum beyler. Anlaşıldı mı?’’ ‘’Anlaşıldı komutanım!’’ Onaylarından sonra sızma harekatı başladı. Türk Sat komandolarından oluşan tim Libya’nın Bingazi şehrine çok yakın bir hava üssüne çok gizli bir operasyon yapacaklardı. Türkiye’nin desteklediği yerel yönetime ait bir askeri okulda 4 Ocak akşamı bir füze saldırısı olmuş ve okul bahçesinde talim yürüyüşü yapan, yaşları 20 den küçük 26 subay adayı genç bu saldırıda öldürülmüştü. Söz konusu saldırının bir İHA ile yapılmış olduğu ve İHA’nın menşei öğrenilince oklar bu hava üssünü göstermişti. Alınan bir duyuma göre İHA’lar iki gün içerisinde başka bir hava üssüne taşınacaktı ve 11 adet olan bu İHA’ların yerel güçlere yine ölümcül saldırılar yapması muhtemeldi. Türkiye desteklediği Libya güçlerini ve kendisinin de oradaki varlığını tehdit eden bu İHA’ları devre dışı bırakmak için gizli bir operasyon düzenleme kararı almıştı. Bu operasyon iç savaşın seyrini de değiştirecek bir adım olabilirdi. Okul saldırısından sonra gerekli planlama yapılmış ve operasyon için en uygun ana karar verilmişti. Ve tabii en uygun time de. Yüzbaşı Gökdeniz Kılıç’ın ki ona suda ve su dışındaki savaş yetenekleri nedeniyle çevresinde bir süredir Kılıç Balığı diyorlardı, Mızrak timi, üslendikleri birçok gizli ve tehlikeli görevi başarıyla bitirmiş ve ülke savunmasına büyük katkılarda bulunmuşlardı. ‘’Konumunuzu bildirin.’’ ‘’Hedefe 250 metre uzaklıktayız Merkez. Herhangi bir karşı koyuşla karşılaşmadık. İlerliyoruz.’’ ‘’Dikkatli olun çocuklar. Sizi izliyoruz.’’ ‘’Peki efendim.’’ Muharebe Astsubay Tuğrul merkeze bilgi verirken Yüzbaşı Gökdeniz öncü iz sürücü Astsubay Tezcan’ın hemen gerisinde çok dikkatli şekilde ilerliyordu. Bir kum tepeciğini aştıklarında hedef hava üssünün ışıkları göründü. Yüzbaşı Kılıç gecenin karanlığında el işaretleriyle anlaşamayacakları için sessizce, ‘’Tim, dur!’’ dedi net bir şekilde. Zaten her biri diğerini takip etmeyi giderek daha iyi öğrendikleri için hepsi tren vagonları gibi oldukları yerde durdular. Yüzbaşı gece görüş dürbününü çıkarıp hava üssünü taradı. ‘’Devriye 4 dakika sonra atılacak, sonra 1 saat pek kimse olmayacaktır ortalıkta. Devriye sonrası nöbet kuleleri ilk hedefimiz. Üç nöbet noktası var. Bir tane bile nöbetçi kalmamalı. Ardından içeri sızıp işimizi halledeceğiz. Anlaşıldı mı beyler?’’ ‘’Anlaşıldı Yüzbaşım.’’ ‘’O halde nöbet kulelerini görebilecek şekilde üssün çevresini sarın. Dikkatli olun, Wagner burada, fark edilmeyin.’’ Herkes görevini biliyordu, dağıldılar. Kumların arasında kurulmuş hava üssü, iniş kalkış pisti dışında çok fazla bina barındırmıyordu. Hedef İHA’lar timin geliş yönünde, sağda, binaların biraz uzağında konumlandırılmışlardı. İHA’ların yakınındaki küçük bina görünümlü kutu, uydu veri bağlantı noktası denilen ve bu İHA’ları takip edip, yönlendirmeye yarayan sistemi içeren kısımdı. Gelmeden üssü çok iyi analiz eden Yüzbaşı Kılıç, deyim yerindeyse üssün tuvaletine kadar eliyle koymuş gibi bulabilirdi. ‘’Caner, sağdaki nöbet noktası senin, hadi aslanım. Yerini al.’’ ‘’Emredersiniz komutanım!’’ Teğmen Caner time iki yıl önce girmişti ve keskin nişancılık konusunda giderek kendisini geliştiriyordu. ‘’Devriye başladı. Dikkatli olun ve emrimi bekleyin.’’ Dürbünüyle saniye saniye alanı takip eden Yüzbaşı, bir askerin sırayla nöbet noktalarını kontrol edişini izliyordu. Devriyeyi bitiren asker geldiği yönde ana binaya doğru ilerledi. Onun binaya girdiğini gören Yüzbaşı bir dakika kadar bekledi ve başka kimsenin çıkmadığını görünce, ‘’Nöbetçileri susturun.’’ Emrini verdi. Eylemin tamamlanması 1 dakika sürmedi. ‘’Mızrak 5 tamam.’’ ‘’Mızrak 7 tamam.’’ ‘’Mızrak 4 tamam.’’ ‘’Giriyoruz beyler.’’ Keskin nişancıların dışında kalan 6 kişi Yüzbaşı Kılıç’ın emriyle ve hemen onun gerisinde üsse sızma harekatına başladı. Üs çok bakımlı değildi, basit bir tel duvarla çevrelenmişti ve bu tel duvardan sızmak hiç zor değildi. Elektrik olup olmadığını kontrol ettiler ama temizdi. Teli iki farklı noktadan kesip hızla aktılar alana. Hedef İHA’lar 40 metre ileride yan yana ve karşılıklı dizilmişti. 6 bir tarafta, 5 bir tarafta. Çağrı ve Tuğrul etrafı gözlerken geriye kalanlar hızlıca patlayıcıları yapıştırdılar İHA’ların üzerine. Her biri uzaktan patlatılacaktı, tim yeteri kadar uzaklaştığında yani. ‘’Hepsi tamam mı?’’ ‘’Evet komutanım!’’ ‘’Tim, çekiliyoruz.’’ Geldikleri yönden hızla çekilirken aniden ana binadan dışarıya adamlar çıkmaya ve ateş etmeye başladılar. Yaklaşık 70 metre uzaktaydılar ama sayıları giderek artıyordu. ‘’Siper al! Karşılık vereceğiz!’’ İHA’ların arkasına konumlanıp ateşe karşılık vermeye başladılar. ‘’Caner, Bahadır, biriniz şu kontrol kutusunun üstüne çıksın. Geleni avlayın.’’ ‘’Tamam komutanım!’’ ‘’El bombası!’’ ‘’Bende!’’ dedi Astsubay Galip ve bombayı atabilmek için uygun bir yer seçti. Yaş olarak en kıdemli oydu. Yüzbaşıdan iki yaş büyüktü. Birlikte birçok göreve katılmışlardı. O hep arkasını kollardı komutanının. El bombası patlayınca bir süreliğine silahlar sustu. Kalabalığın içine atılan bomba gelenleri biraz engellemişti. ‘’Bahadır tara!’’ ‘’Emredersiniz efendim.’’ Yüzbaşı Kılıç görüşünü ayarlayıp bir el bombası da kendisi attı hareket gördüğü başka bir noktaya. ‘’Çekiliyoruz beyler! Seri olun!’’ Tim ateş ederek çekilirken karşı taraf hazırlıksız yakalandığı patlamalar yüzünden epey duraksamıştı. İçlerinde Rus paralı askerleri de vardı muhtemelen ama bu Yüzbaşının umurunda değildi. Karşıdan tekrar ateş edilmeye başlarken telin dışına çıkmışlardı. Zaten olan olmuştu, artık haberleri vardı bu sızmadan. Yüzbaşı Gökdeniz Kılıç uzaktan ateşleme kumandasını çıkarıp, ‘’Koşun!’’ diye bağırdı timine. Su altı taarruz timi hızla bölgeden uzaklaşırken Yüzbaşı kendisine doğru gelen pikabı gördü. Arkasında füze vardı. Ama onun planı başkaydı. Pikap İHA’ların yakınından geçerken düğmeye bastı ve patlayıcılar sırayla infilak etmeye başladı. Her patlama diğerini tetikliyor ve çöl gecesini masallardaki şenlik ateşleri gibi aydınlatıyordu. Patlamaların etkisiyle pikabın üzerindeki adam araçtan düşerken sürücü de araç hakimiyetini kaybetti. Muhtemelen o da yaralanmıştı. Mızrak timi sahayı hızla terk ederken geride büyük bir mesaj bırakmıştı: Bir gece ansızın gelebileceklerini… ‘’Görev tamam merkez!’’ ‘’Tebrik ederiz beyler. Denizaltı sizi bekliyor. Dikkatli olun ve varış noktasına geç kalmayın.’’ ''Anlaşıldı efendim!'' ‘’Hadi bakalım beyler, mızrak gibi koşuyoruz! Bakalım kim önce varacak sahile?’’ Yüzbaşı Kılıç’ın sözleriyle kanlarındaki adrenalin daha da yükseldi. ‘’İddiaya giriyor muyuz beyler?’’ Astsubay Tezcan timin en esprili üyesiydi. İki yıldan fazladır timdeydi ve görevlerde iddialaşmaya bayılırdı. Çevik, hızlı ve diğerlerine göre daha inceydi. Ancak zayıflığı aldatıcı bir şeydi, dayanıklılığı ve dövüş yeteneği onu Mızrak timine getirmişti. Lakabı Tazıydı. ‘’Sen koş, biz arkandayız Tezcan. Tazı Tezcan.’’ Tezcan güldü ve en öne geçti. Botlara ilk varan oydu, Yüzbaşı Kılıç kasten geriden gelirdi hep. O timinden kimseyi geride bırakmak istemezdi bu tarz operasyonlarda. O hep en geriden gelir, her birinin önünde ve güvende olduğunu bilmek isterdi. Botlara bindiklerinde denizaltı çoktan onları almaya hazır bekliyordu. Denizaltının içine girmeden son kez geldikleri sahile bakan Yüzbaşı Gökdeniz Kılıç’ın dudakları karanlığın içinde hafifçe kıvrıldı. Ekibi zarar görmeden geri dönmüşlerdi ve ülkesine görevlerini yerine getirmiş olarak dönmenin gururunu hep birlikte yaşayacaklardı. Mızrak timi onun ailesiydi, kaybettiği şeylerin yerini dolduramasa da ona yaşamak için birçok sebep veriyordu her biri. Deniz komandosu olmayı da, timini de seviyordu. Ama denizlerde olmayı kendisini bildi bileli seviyordu Kılıç Balığı. O, mavi vatan için yaratılmıştı; o, mavi bir çelikten yaratılmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD