2.Bölüm: Bıçak Darbesi

3037 Words
Ben mutfakta kendi kendime şarkı söylerken bir taraftan da tezgahın üstünde ki kabı aldım ve çırparak karşıda ki dolaba geçtim.  Kabı tezgahın üzerine tekrar koydum ve dolaptan kalp şeklinde ki kek kabını çıkarttım.  Acaba kalp şeklinde ki keki görünce ne tepki verecek Akın? Anlar mı?  Nerede onda o mantık da anlasın acaba. Anlamaz ya. Ben kendi kendime güldüm ve çırpılmış keki kek kabına dökmeye başladım özenle. Bir taraftan da şarkıyı mırıldanıyordum.  Kalp şeklinde ki kaba döktüğüm keki ısınmış fırına attım ve kek pişene kadar etrafı toplamaya koyuldum. Çıkan bulaşıkları elimde yıkarken bir taraftan da saati kontrol ediyordum.  Mutfak temizlenmiş, kek pişmiş ve çay demlenmişti. Babam arkadaşlarıyla kahvede maç izleyeceği için erkenden çıkmıştı. Ayıcık ağabeyim de Kenan ağabeyler ile kahveye gitmişti. Annem ise Sevda teyzelerde gündeydi. Bu yüzden muhtemelen kahvede maçı bekleyen Akın'a mesaj atıp gelip yemesini söylemiştim. Yoldadır büyük ihtimalle.  Ben üzerimde ki unlanmış önlüğü çıkardım ve yukarı çıkıp hazırlanacakken kapı çaldı. Ben dudaklarımı bükerken kaderime yüz buruşturdum.  Dağılmış ev topuzum açık mavi yarım taytım. Yine ağabeyimin siyah tişörtlerinden biri vardı üzerimde. Ayağımda ki kedili pandufları saymıyordum bile.  Uçtu mu yahu bu çocuk, Ben üzerimi değiştirmeden nasıl gelir? Neyse İpek çocuk kapıyı çalıyor git bak kaderinle yüzleş.  Ben bekletmemek için kapıya koştum ve kapıyı açtım. Elleri siyah kotunun cebinde, başı eğik bir adet Akın ile karşı karşıya geldim.  Siyah kotunun üzerinde siyah V yaka tişörtü vardı. Tişörtün üzerine siyah deri bir ceket giymişti ve bileğinde siyah spor bir saat vardı. Ayağında ki siyah sporlar ve dağınık saçları ile maç havasına bürünmüştü.  Bu mahallede ne zaman maç olsa bütün erkekler birlikte kahvehanede izlerdi. Çünkü kadınlar onların dört bir yandan yankılanan bağırtılarını çekemez kapının önüne koyarlardı. Bizimkilerde adet olmuş gibi maç günleri kahvehanede toplanırdı. Neyse işte...  Akın son bir kaç aydır spor yerine sürekli gömlek, kumaş pantolon gibi klasik kıyafetler giyince onu spor bir halde görmem kesinlikle beni şaşırtmıştı. Her iddiasına varım ki Elif Akın'ı etrafında olan salon erkeklerine benzetmeye çalışıyordu. Akın ise onu kırmamak için istediği gibi giyiniyordu.  Kendini bilmez Elif. Bir insanı seviyorsan olduğu gibi kabul etmelisin.  Akın kafasını kaldırdı ve gözlerini üstümde gezdirdi. Ben ne olduğunu anlamadan kahkaha atmaya başladı.  "Ufaklığım savaştan mı çıktın?" Ufaklığım diyen Akın ile bozuldum ve omuz silkip içeriye girdim. Açık kapının kapanma sesi geldi ve daha sonra arkamda adım sesleri duyuldu.  Akın'a kızsamda istemeden gülümsedim. Adamın ayak sesine de düşmezsin be kızım.  Ben mutfağa girdim ve kaynayan çayın altını kapatıp Akın ve benim için annemin kuytuda sakladığı müzelik olan kristal çay bardaklarına çay dökmeye başladım.  Arkamdan sandalyenin çekilme sesi gelince gülmemeye çalışarak dudağımı ısırdım ve ciddileşerek elimde ki bardaklarla arkamı döndüm.  Akın masanın ucunda oturmuş bir elini çenesine koymuş gülümseyerek bana bakıyordu.  Akın'ın önüne ve benim oturacağım yere bardakları koyup geri döndüm tezgaha doğru.  "Küçüğüm kızdın mı?" diye soran Akın'a 'hayır tabi ki ne kızması yiğidim sana kızılır mı' demek istesemde omuz silktim ve arkam dönük konuşmaya başladım.  "Hayır. Yine de dalga geçer gibi şey etmeseydin iyiydi. " dedim bozuntuya vermeden. Ben soğumasın diye fırında bıraktığım keki çıkarıp kalp şeklinde ki tabağa aldım.  Ben kalp şeklinde keki görebilsin diye kesmeden masaya koydum ve sonra tezgahın üzerinde ki bıçağı alıp Akın'ın çaprazına yani yanına oturdum. "Seninle dalga geçmedim. Aksine çok şirinsin böyle. " diyen Akın'a baktım birden. Ben şaşkınlıkla Akınla göz göze geldim. Akın ile bir kaç saniye birbirimize bakarken Akın birden gözlerini keke çevirdi.  "Kalp şeklinde daha güzel görünüyormuş ufaklık." dedi ve elimde ki bıçağı alıp keki dilimlemeye başladı.  Ben ise zorlukla gülümsedim. "Afiyet olsun..." dedim ve önümde ki çaydan içtim.  Akın dilimlediği keklerden bir dilimi bütün bir şekilde ağzına atarken şaşkınlıkla ona baktım. Muhtemelen ağzım şaşkınlıktan açık kaldığı için Akın bu halime güldü ve keki yutup çayında içti.  "Ağabeyinin haberi var mı kekten?" diyen Akın'a hayır anlamında kafamı salladım.  "Çekemezdim onun dilini zaten." diyen Akın'a kıkırdadım ve olumlu anlamda kafamı salladım.  "Eline sağlık ufaklık." Mırıldanan Akın'a mutlulukla baktım. "Afiyet olsun," dedim ve elimi yanağıma koyarak onu izledim. Akın yemediğimi Farketmiş gibi bir bana bir elinde ısırdığı keke baktı ve daha sonra keki bana doğru uzattı ısırmam için. Ben şaşkınlıkla Akın'a bakarken gözleriyle keki işaret etti.  Ben gülümsedim ve tereddüt bile etmeden kekten ısırdım. Gerçekten güzel yapmıştım.  Isırdığım keki Akın geri çekti ve oda ısırdı.  "İğrenmiyor musun benden? Dünde aynı şeyi yaptın. Sonuçta insanlar böyle şeylerden iğrenir." dedim merakla.  Akın bir dilim keki daha yemeye başlarken gözlerini yüzümde gezdirdi.  "Sen benden iğreniyor musun?" diye Soran Akın'a hayretle baktım. "Tabiki hayır, iğrensem niye uzattığın keki ısırayım." dedim yanlış anlamaması için.  "O zaman ben niye iğreneyim ki ufaklık. Hem küçükken bir dondurmayı, bir pamuk şekeri hatta bir salçalı ekmeği bile birlikte yediğimiz olmuştu. " dedi Akın ve çayında bir yudum aldı.  Çocukluğumuz gözümün önüne gelince istemeden gülümsedim.  "Öyle tabi. Ama yine de ne bileyim o zamanlar çok küçüktük şimdi ise büyüdük. " Akın güldü ve kafasını iki yana salladı.  "Sen hala büyümüş değilsin küçüğüm. " diyen Akın ile istemeden yüzüm düştü.  İki dakika mutlu oldum ya hemen bozulsun. Küçük falan değilim on yedi yaşındayım sadece. Ben gözlerimi kaçırdım ve sıkıntılı bir nefes aldım. ❦ Kekin son kırıntısına kadar yiyen Akın maça az bir vakit kaldığı için kapıya doğru gitmeye başladı. Bende onu geçirmek için arkasından gittim. Kapının önünde durduk ve birbirimize gülümsedik. "Sağol ufaklık. Tekrar ellerine sağlık kek harika olmuştu." Diyen Akın'a gülümsedim.  "Lafı bile olmaz. Ne zaman istersen yine yaparım sana." Akın gülümsedi ve kafa salladı. "Ben gideyim artık maç başlar birazdan." ben olumlu anlamda kafa salladım. "Görüşürüz o halde. " dedim.  "Görüşürüz. " diyen Akın bana sarıldı. Benim istemeden gözlerim kapanırken kollarımı beline sardım ve onun kokusunu içime çektim.   "Portakal kokuyorsun küçüğüm, " diye mırıldanan Akın'a kıkırdadım.  İlk geri çekilen taraf ben olmuştum. Sanki biraz daha fazla sarılsam anlayacaktı ona olan sevgimi.  Akın kapıyı açtı ve son bir kere bana bakıp küçükken yaptığı gibi elini topuzuma götürdü ve topuzu çözüp saçlarıma daldırdı elini. Akın saçlarımı dağıtmaya başlayınca kahkaha attım.  "Yaa ama bırak saçlarımı. Nedir bu saçların senden çektiği?" dedim gülerek ve Akın saçlarımı karıştırmayı bıraktı.  "Saçların beni seviyor ufaklık ne yapabilirim?"  Bende seviyorum Akın ama seni...  "Git hadi maç başlayacak. " dedim buruk bir gülümseme ile.  ❦ Annemin günü bitmiş ve eve gelmişti. Birlikte salonda oturmuş babam ve ağabeyimi beklerken bir taraftanda dizi izliyorduk.  Ben derin bir iç çektim ve aşağıdan anneme seslenen Zeynep teyzeyi duyduk. "Banu!"  Akın'ın annesi Zeynep teyzeye bakmak için annem ile birlikte balkona çıktık ve ben aşağıda ki panik ortamına merakla baktım.  Mahallenin bütün kadınları neredeyse aşağıdaydı. Akın'ın annesi Zeynep teyze titreyen sesiyle konuştu.  "Banu, çabuk aşağı gelin."  "Ne oluyor Zeynep?" dedi annem merakla.  "Bizim mahalledekilerle Vefa Mahallesi arasında kavga çıkmış." dedi Zeynep teyze korkuyla.  Ben şok olmuş bir halde gözlerimi kıstım.  Bizimkilerin hepsi kahvehanedeydi. Tüm Atıfet erkekleri.  "Ne diyorsun sen Zeynep, bizimkilerde bir şey var mıymış?" dedi annem telaşla.  "Bilmiyoruz. Karşı taraftan da bizim taraftan da bazıları hastaneye kaldırılmış bazıları karakola götürülmüş. Gidip önce hastaneye bakacağız," dedi Zeynep teyze.  "Tamam geliyoruz Zeynep," dedi annem telaşla.  Bir bu eksikti çünkü... ❦ Hastanede mahallenin yarısı eşlerini, çocuklarını bulurken biz bulamamıştık. Bu yüzden karakola doğru yola çıktık.  Tuttuğumuz taksiler arka arkaya durdu karakolun önünde ve hepimiz aşağı indik. İçeriye girince etrafta ki polislerde göz gezdirdim ve daha sonra annemleri takip ettim. Annemler bir polis masasına doğru ilerledi ve hepsi masanın etrafına dizildi. Polis memuru etrafına dizilen on bilemedin on beş kadına şaşkınlıkla baktı.  Adamcağız öyle bakmakta çok haklı doğrusu. Durmadan konuşan kadınlardan benim bile beynim yanmıştı. Her kafadan ayrı ses.  Nazlı, Zeynep teyze, bakkal Zeliş teyze, Kaan'ın ve Kenan abinin annesi sevda teyze, Kaan'ın ikizi Aslı ve mahallemizin diğer medarı iftarı kadınları durmaksızın konuşan dilleri ile polis memurunun iliğini sömürürken polis memuru en sonda sinirden saçları elektriklenmiş bir halde elini masaya vurdu. "Tamam, tamam yeter ki susun! Göreceksiniz kocalarınızı çocuklarınızı!" dedi sitem dolu sesiyle polis memuru. Ben bıkkın bir nefes aldım ve gülümsemeye çalıştım. Azıcık sessiz olup içimizden bir kişi konuşsaydı herşey daha kolay tatlıya bağlanırdı.  Polis memuru kurtulmak ister gibi hızlıca bizi yollarken bende Nazlı ve Aslı'nın koluna girdim ve istemeden kıkırdadım halimize. "Kızım bizim mahallenin kadınları dilleriyle bile savaşa girerler." ben sessizce söylendim ve kafamı iki yana salladım. "Wonder Woman gibi kadınlar işte kızım, cephede savaşsalar kazanırlar." diyen Aslı'nın elini gülerek vurdu Nazlı.  En sonda demir bir kapı açılmış ve biz topluca içeriye girmiştik. Demir parmaklıklarda tek tek göz gezdirdim ve bizimkileri görünce kızların kolundan çıktım.  İki nezaret ötemde sıra sıra dizilmiş oturan bizimkilere doğru hızlı adımlarla gittim.  Üstü başı dağılmış, bazı yerlerinde ufak tefek yaralar olan Atıfet'in erkekleri bizi görünce ayaklandılar ve demir parmaklıklara yaklaştılar.  Ben Akın'ın dağılmış saçları, dağılmış kıyafetleri ve dudağında ki kana yutkunarak baktım. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla abimin ve babamın yüzünde morluklar vardı ama nasılsa annem ilgileniyordu onlarla.  Şuanda Akın Zeynep Teyze'ye iyi olduğunu anlatmaya çalışırken ben sadece onu izliyordum.  Ben elimi kotumun arka cebine attım ve mendilimi aldım. İçinden bir tane çıkardım ve titreyen ellerimle ona uzattım. Akın ve Zeynep teyzenin gözleri bana dönünce gülümsemeye çalıştım.  "Ben bir babana bakayım oradan ters ters bakıyor." diyen Zeynep teyze onlara kaşları çatık bir halde yüz yara bere içinde olan Ahmet Amca'ya baktı. Evet evet Ahmet amca bayağı karısını oğlundan kıskanıyordu şuan.  Zeynep teyze gidince Akın'la tekrar göz göze geldim. Akın gülümsedi ve elimde ki peçeteyi aldı.  "Sağol Küçüğüm.."  Ben içli bir nefes alırken kafamı iki yana salladım önemli olmadığını belirtmek için. Herkes kendi halinde konuşmaya dalmışken arkamızda ki polis memuru boğazını temizledi. Çok az bir zamanımız kalmıştı sanırım.  "Nasılsın, canın acıyor mu?" dedim Akın'ı incelerken.  "Hayır acımıyor ufak bir yara işte." diyen Akın dudağından akan kana bastırdı peçeteyi.  "Niye çıktı kavga?" dedim merakla. Akın bende olan gözlerini arkama çevirdi. Ben nereye baktığına bakmak için arkamı döndüm ve diğer mahallenin yani Vefa mahallesinin erkeklerini gördüm. Dik dik buraya bakıyorlardı.  "Her zamanki konular. " Diyen Akın ile  gözlerimi tekrar Akın'a çevirdim.  "Tamam." demekle yetindim. Nasılsa Ağabeyimden öğrenirdim evde.  "Dudağın çok kötü olmuş." Akın gözlerini yüzümde gezdirdi ve gülümsedi. "Şöyle bakma." ben demir parmaklılara biraz daha yaklaştım "Nasıl?"  "Ölecekmiş gibiymişim ve sende her an ağlayacakmışsın gibi..." Gülümsedim burukça.  Fatih Suretli Diyor ki; Senin orda canın yansa, Benim burada nefesim Kesilir.   "Bakmam.."  ❦ Akınların bir gece nezarethanede kalmalarının ardından bugün çıkacaklar haberini almıştık. Hastanedekilerde taburcu olunca Mahallenin kadınları sanki erkeklerin yarısı on yıl cezaevinde diğer yarısıda on yıl komadan yeni çıkmış gibi hep birlikte Miso'nun kafesinde yemek yemek yapmış kafenin önüne up uzun masa kurmuşlardı. Tabi bunda Ramazan ayına girmemizin de katkısı vardı. Her Ramazan olduğu gibi bu ramazanda birlikte açılacaktı iftar.  İftar yemekleri yapılırken bir taraftan dua ediyorlardı mahallemizin tontiş teyzeleri.  Biz kızlara getir götür işleri düşsede bende Akın'ın sevdiği Portakallı kekimden ve su böreğimden yaptım tüm mahalleye yetecek kadar. İşlerimizi bitirmiş, sofrayı kurmuş tüm mahallenin kadınları sandalyelerde oturuyorduk.  Sonunda mahallenin girişinde gözüken arabalarla hepimiz ayaklandık. Bizimkiler arabalardan inince herkes birbirine sarılmaya başlamıştı.  Fırsat bu fırsat kızım koş git sarıl Akın'a.  Ben yan yana duran abim ve Akın'a doğru koşarken ağabeyim kollarını iki yana açtı.  Kusura bakma ağabeyicim seni özlemedim.  Ben ağabeyimin yanından geçip Akın'a sarıldım.  Ağabeyimin yüz ifadesi değişmiş olacak ki Akın'ın kıkırdaması kulağıma ve nefesi boynuma çarptı.  Şuan zamanın tam burada durması için her şeyimi verebilirim.  "Nankör! Ağabeyin dururken gidip ilk o şerefsize sarıldın!" diye homurdanan ağabeyime kıkırdadım ve zorda olsa Akın'dan kollarımı ayırdım.  Akın ile kısa bir an göz göze geldik ayrılınca. Gözlerinin içi ışıl ışıldı, gerçek olmayacak kadar güzeldi.  Ben boğazımı temizledim ve ağabeyime döndüm. Ağabeyim ile Nazlı'nın sarıldığını görünce durdum ve sarılmalarının bitmesini bekledim.  Yaklaşık on beş saniyeden fazla süren sarılmaya hayretle tek kaşımı kaldırdım. Tamam herkes sarılıyordu şuan birbiri ile ama kimse bırakmak istemiyor gibi sarılmıyordu. Ben yokum ayrıca bu genellemede, benim Akın'a olan Aşkım istisna.  Peki ya Ağabeyim ve Nazlı niye hala sarılıyor? Ay bunların arasında benim bilmediğim bir şey mi var? "Tamam Nazlıcım bize de bırak birazını." dedim ve Nazlı'yı kolundan tutup ağabeyimden çektim. Ben ise Nazlı'ya nispetle bakıp kollarımı ağabeyimin beline doladım ve kafamı göğsüne yasladım.  Nazlı kıpkırmızı kesilmiş utançla bize bakarken ağabeyimin kıkırdadığını daha sonra ise saçlarıma öpücük kondurduğunu hissettim.  Bu sırada Akın bize gülerek bakarken onunla göz göze geldim yine. Bana sol gözünü kırpıp ıslık çaldı ve yanına gelen annesini kolları arasına aldı.  Bu çocuk nasıl her hareketiyle nefesimi kesebiliyordu biri bana anlatsın?  ❦ Yemekler yenip masalar toplanınca bu sefer çaylar içiliyordu ayrılmış masalarda. Akın, ağabeyim, Fırat ağabey, Kenan ağabey, Enes ve Kaan aralarında konuşup çaylarını içerken ben elimi yanağıma yaslayıp Akın'ı izliyordum. Yanımda oturan Nazlı, Bade abla, Aslı ve Yeşim sessizce kızsal konulardan bahsediyordu.  Bilirsiniz flört olur, saç olur ve hatta highlighter olur klasik kızsal sorunlar.  Biz iki masayı birleştirmiş hep birlikte oturuyorduk yine.  "İbne! Kafayı çaktım, burnunu kırdım ya yeter!" diyen Fırat ağabey ile kendime geldim. Sanırım Vefa mahallesinden yani Onurlardan bahsediyorlardı.  Neden kavga yapmışlardı ki? Henüz ağabeyime soramamıştım ama meraktan da çatlayacaktım. Tamam kendimi bildim bileli bu iki mahalle kavga eder dururdu. Hiç bir zaman iyi anlaştıklarını görmemiştim ki zaten bizde böyle büyüdük.  Hayır bu ailelerimiz yüzünden değildi. Evet onlar tartışırdı ama hiç bir zaman bize o çocuklarla oynamamamız gerektiğini söylemediler aksine her kavga yaptığımızda birbirimizden özür dilettiler.  Şimdi ise ne olduysa her iki mahallenin genci büyüğü hep birlikte birbirine girmişti. Bu ilk kez oluyordu.  Atıfet ve Vefa birbirine benzer anlamlar içeriyor aslında. Atıfet karşılık beklemeden sevgi, sıcaklık anlamına gelirken Vefa sevgi ve bağlılık anlamına geliyordu. Aynı anlamalara çıkan iki mahalle o kadar zıttı ki birbirine.  Bildiğimiz kadarı ile yıllar önce iki mahalle arasında kız alıp verme yüzünden bir sorun çıkmıştı ve sonra o sorun büyümüş bu günlere taşınmıştı. Ama tabi tam olarak bizde bilmiyorduk ne olduğunu gerçekten.  "Neden kavga yaptınız?" benim sorumla Akın'lar bana baktı. Öylece baktılar ve cevap vermediler.  "Hakkettiler çünkü." diyen Kenan ağabey çayından bir yudum aldı.  "Neyse boşverin bunları." diyen Abim konuyu değiştirmeye çalıştı. "Hadi yakan top oynayalım." diyen Yeşim ile erkekler garip garip baktı.  "Eşek kadar oldun kızım ne yakan topu?" diyen Kenan abi Yeşim'e gülüp önünde ki tabaktan kek aldı.  Diğerleride aynı homurtuları çıkarınca Yeşim dudak büktü.  "Hadi ya eski günlerde ki gibi." diyen Yeşim'e ağabeyim güldü. "O eski günlerde on beş yaşındaydık." dedi Ağabeyim.  "Gerçi siz hala çocuksunuz." biz hepimiz çatık kaşarla Ağabeyime bakarken Nazlı elinde çay bardağını bıraktı.  "Haklı Demir, Ağabey! Gidip oynayalım biz çocuğuz ya!" ağabeyime yaptığı imayı Allah'tan Fırat ağabey anlamamış saf saf gülüyordu. Gül tabi gül, bakalım ateş bacayı sarıncada gülebilecek misin Fırat ağabeyicim.  Ağabeyimin yutkunduğunu görünce keyifle güldüm ve çayımdan seslice bir yudum aldım.  "E ne yapalım gidelim bari evden top alalım." dedim mevzuyu uzatarak.  "Şey, yani o kadar kadarda küçük değilsiniz tabi. Koskoca oldunuz hepiniz" dedi ağabeyim ağzında geveleyerek. "Bakayım. Vallahi büyümüşsünüz." diyen ağabeyim hepimizde göz gezdirdi. Ayıcık olan ağabeyimi dize getiren bir Nazlı hoşuma gitmişti. Cidden aralarında ki çekimi bir tek ben mi görüyordum ki herkes saf saf gülüyordu?  "Tamam ya ne mesele yaptınız, oynarız bir tur." dedi Akın ve bana baktı. "O zaman gidip evden top alalım." dedi. Ayy bir dakika kalp atışım yine rekora koşuyor!  Gidelim sevdiğim...  "Olur gidelim." biz Akın'la ayaklandık ve birlikte bizim eve doğru yürümeye başladık. Aslında teknik olarak onların evlerine doğruda yürüyorduk. Akın'lar bizim evin karşısında iki ev uzaklıkta oturuyordu. O iki evlerden birinde de Kaan'lar oturuyorlardı.  Kaan ve Aslı ikiz ama Aslı başka bir okulda okuduğu için gün içinde sık görüşemiyorduk hafta içi. Aslı bayağı ileri zeka olduğu için İstanbul'un en iyi okullarından birinde %100 burs kazanmıştı.  Ağabeyim ve Akın inşaat mühendisliği okuyordu. Fırat ağabeyim gıda mühendisliği ve Kenan ağabeyim ise edebiyat bölümündeydi. Bölümleri farklı olsada aynı kampüsteydiler.  Ben oldum olası Yazarlık istediğim için film tasarım ve yazarlık istiyordum. Enes dijital oyun tasarımı, Kaan psikoloji okumak istiyordu saçma bir şekilde. İleride ne demek istediğimi anlayacaksınız. Kendisi psikoloji okuyamayacak kadar psikolojisi bozuk biridir. Aslı hukuk okumak isterken, Nazlı öğretmen olmak istiyordu.  Yeşim bizden bir yaş büyüktü ama o ailesi bir yıl önce ölünce okulu bıraktı. Mahallece onu ikna etmeye çalışmıştık ama dinlememişti. Zaten çocukluktan beri saçlarla makyajlarla uğraşmayı sevdiği için Bade ablanın yanında ile başladı. Bade abla ona öğretiyordu elinden geldiğince.  "Ağabeyin ile Nazlı'nın arasında bir şey mi var?" diyen Akın ile gözlerim irice açıldı. "Ne?" diye mırıldandım. Anlamış mıydı?  "Masada olanlar ve o sarılma falan garipti." dedi Akın ve düz bir ifade ile yola baktı. "Tek anlayan benim sanıyordum.." diye mırıldandım ve "Bilmiyorum henüz ne olduğunu." dedim.  "Muhtemelen sadece ikimiz anladık. Diğerleri olasılık bile vermemiştir ki bende başta vermemiştim bu yüzden güldüm ama belli ki bu şey ciddi." diyen Akın ile durakladım.  "Şey mi? Aralarında her ne varsa şey diye bir ad koyulacak kadar değersiz olduğunu sanmıyorum. "dedim çatık kaşlarımla. Akın'da benimle durakladı ve artık boş sokakta karşı karşıyaydık.  "İpek, ateşe yürüyorlar. Nazlı Fırat'ın kardeşi ve Fırat için Nazlı'nın ne anlama geldiğini biliyorsun. İkisinin birbirinden başka kimsesi yok. Onlar sizi ve bizi aile bildiler. " diyen Akın ofladı.  Nazlı ve Fırat ağabey çok küçükken anneleri başka bir adamla kaçmış bırakıp gitmişti onları. Babaları ise kumarbazın tekiydi bu yüzden eve bir gün gelirse beş gün gelmezdi. Sonradan hiç gelmemeye başladı ve aylar sonra haber geldi ki kalp krizinden ölmüş. Fırat ağabey ve Nazlı kendilerine bakabilecek yaşa gelene kadar bu mahallenin her evinde sıra sıra kalmışlardır. Hepimiz el birliği ile sahip çıkmıştık onlara.  Fırat ağabey on sekiz yaşına girince çalışmaya başlamış ve kendilerine ait olan, ailelerinden kalan tek şey olan kendi evlerinde oturmaya başlamıştı Nazlı'yı da alıp.  Fırat ağabey ve Nazlı birbirine çok düşkündü. Asla kavga yapmazlar ve birbirleri olmadan yapamazlardı.  "Ne demeye çalışıyorsun?"  "Demem o ki Fırat Demir'i kardeşi bildi. Kardeşini emanet etti. Bu Fırat için ne ifade ediyor farkında mısın? Fırat ailesi gibi gördüğü sizinle bağlarını koparır İpek. Ve emin ol Nazlı'yı da alır gider. Bence iş ciddiye binmeden unutsunlar aralarında ki bu şeyi." Unut demek kolay tabi, birde unut demeyi gelin seven insana sorun siz.  "Ama seviyorlar birbirlerini belli ki. Ağabeyimin Nazlı'ya nasıl baktığını gördüm. Bakarken içi gidiyordu resmen." dedim ikna etmeye çalışarak.  "Ağabeyini de anlamıyorum ki. Onlar birlikte büyüdü. Hepimiz birlikte büyüdük İpek. Nasıl bunca yıl kardeşim dediği kıza o gözle bakabildi anlayamıyorum. Doğrusu anlamakta istemiyorum.."  Bu kadar mı zordu yani? Benim aşkım, ağabeyimlerin aşkı bu kadar mı zor ve imkansızdı? Ya bilse ona aşık olduğumu? Bilse, yüzüme bile bakmaz. "Onlar gerçek kardeş değil ki. Aynı mahallede büyüdük diye kardeş olacak değiller ya. Aşk bu, ne zaman gelip kimin kalbine kim için konacağı belli mi olurmuş?"  Benim sesim istemeden sitem dolu çıkınca Akın kaşların çattı ve etrafına baktı.  "Ne dediğinin farkında mısın İpek? Sen ne düşünürsün bilmem ama benim kitabımda kardeşim dediğine yan gözle bakmak yok!"  Ağızdan çıkan söz öldürücü bir bıçak darbesi ile eş değer olur yeri geldiğinde. Bende o bıçak darbelerinden birini yemiştim göğüs kafesime az önce. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD