3.Bölüm: Yaramızda Kalsın

3102 Words
Yaz başlangıcının gece esintisi açık penceremden sızdı ve saçlarımı savurup geçti. Perdem hafifçe uçuşurken aklımı kurcalayan fikri göz ardı edemedim ve komidinimin üzeride ki telefonumu aldım elime.  WhatsAppa girdim ve Akın'ın adına tıkladım. Bir kaç saniye bekledim ve isminin altında beliren 'çevrimiçi' yazısıyla buruk bir gülümseme belirdi dudaklarımda.  Bu kendime acıyan ruh halimin dalga geçer gibi gülümsemesiydi içimde.  Akın, Elif ile konuşuyordu. Saat gecenin 02:45'i ama Akın başkasıyla konuşuyor, başkasının yazdıklarına gülümsüyor belkide.  Yüreğimde yine ince bir sızı baş gösterirken elimde ki telefonu yastığın altına koyup gözlerimi sıkıca kapadım ve en azından uyumaya çalıştım.  ❦ Yorgunluğumun verdiği tembellikle çantamı kapının önünde bıraktım ve ayağımda ki spor ayakkabıları çekiştire çekiştire çıkardım. "Anne, ben geldim ve çok acıktım bebişim." Mutfağa girdim ve tezgahın başında ki annemi gördüm. Önünde tabaklara aşk dolu bakışlar attım. "Bana börek mi yaptın bebişim?" elimi tabağa uzatacakken annem elime vurunca geri çektim. Benim dudaklarım öne doğru uzayıp büküldü. "Git üzerini değiş, Zeynep teyzenlere gidiyoruz." Benim dudaklarım düz çizgi haline gelirken gözlerimi kaçırdım. "Neden?" "Çağırdı kadın herkesi neden diye mi sorulur." "Ben gelmesem?" "Hayır İpek geliyorsun." annem tehditkar bakışlarını üstümde gezdirirken birden gülümsedi ve yanağımı tutup okşadı. "Hadi kuzum git üzerini değiş." itiraz etmeniz faydasız olacağını düşünerek kafa salladım ve arkamı dönüp odama doğru ilerledim.  ❦ Özensizce saçımı dağınıkça topuz yaptım ve derin bir nefes alıp aynaya baktım. Zeynep teyzelere giderken Akın'ı görme umuduyla özenlice giyinirdim. Hatta saçlarıma bile fön çektiğim olurdu. Şimdi ise halime bak; bakkala gider gibi, o kadar özensiz ve bitik.  Eskimiş ve rengi solmuş siyah yarım taytım. Gri salaş tişörtüm ve beyaz sporlarım vardı üzerimde.  Daha fazla uykusuzluktan morarmış göz altlarıma bakmaya dayanamadım ve hızlıca telefonumu şarja takıp odadan çıktım.  Annem elinde iki tabakla çıktı mutfaktan ve bende göz gezdirdi.  "Hayırdır inşallah. Yavrum sen bakkala giderken bile pantolon giyen kızsın ne oldu sana?" ben anneme cevap verecek bahane bulmaya üşenerek omuz silktim.  "Cevapta vermiyor safinaz." annem kendi kendine homurdanırken bende bıkkın bir nefes aldım.  "Mutfağa git mercimek köftesini al."  Ben mutfağa gittim ve tezgahın üstünde ki tabağı alıp dışarı çıktım.  Biz kapıyı çalmayıp direk bahçeye çıkan yolu takip ettik ve bahçeye kurulmuş uzun masayı gördük.  Neden kuruldu ki bu masa şimdi?  Üstelik hemen hemen herkes çağırılmış. Ne oluyordu?  "Hoşgeldiniz Banu." Zeynep teyze annemle sarıldı ve daha sonra bana doğru gelip elimden tabağı aldı.  Tabağı masaya koyan Zeynep teyze banada sarıldı. Kokusunu annesinden almış Akın'ı çok iyi bildiğim için sıkı sıkı sarıldım Zeynep teyzeye.  "Hoşgeldin boncuk." Zeynep teyze bana gülümsedi ve saçımı sevdi.  Gözlerim kahverengiydi fakat ışıl ışılmış öyle diyordu Zeynep teyze ve boncuğa benzetiyordu gözlerimi.  "Hoşbuldum Zeynep teyze."  "Göz altların niye mosmor bakayım senin?"  Zeynep teyze beni incelerken annem güldü.  "Dün bütün gece matematik sınavına çalıştı Zeyno." annem gurur duyan bir eda ile ona sunduğum bahaneyi söyledi.  Sen kızın sınava çalıştı zannet anne.  ❦ Tüm mahalle yine konuşmaya dalmış ben ise masaya bakıyordum dalgınlıkla.  Nasıl dalmam ki? Akın yine karşımdaydı ve Fırat ağabey ile gülerek konuşuyordu.  Ağabeyim ile uzak gibiydiler sanki. Sanırım Nazlı ile olan durumu konuştular.  Ağabeyim ile Akın yıllardır bu şekilde uzak durmamıştır birbirine. Onlar sürekli arsızlık yaparlar birbirine takılırlardı.  Ama bu gece biri Fırat ağabey ile diğeri Kenan ağabey ile konuşuyorlardı birbirlerini görmezden gelerek.  "Ben bu gece sizi davet ettim çünkü müjdeli bir haberim var."  Zeynep teyze gözlerinde ışıltıyla Akın'a bakarak güldü. O ışıltıların arasında zor tutulan bir kaç damla gözyaşıda vardı sanki.  "Akın uzun zaman önce bir okula başvuruda bulunmuştu. Eğitimi, saygınlığı ve ismi büyük bir okula hemde."  Zeynep teyze hevesle anlatırken ben dikkatlice dinliyordum Zeynep teyzeyi.  "Okul kabul etmiş başvurusunu. Oğluşum %90 bursla o okula gidebilecek." Zeynep teyze gururdan düşündüğüm gözyaşlarıyla ağlarken Akın gülümsedi annesine ve uzanıp elini tuttu annesinin.  "Ailemin bana verdiği destek sayesinde İngiltere'de çok başarılı bir okulda burs şansı kazandım."  Yutkunmam gerek şimdi değil mi? Ama benim boğazımda kaldı o küçücük yutkunma.  Akın gidiyor mu?  "Tabi Elif'te geliyordur değil mi? Kız zengin abi elini sallaya sallaya girer o okula." patavatsızca konuşan Kaan beni hatırlamış olacak ki gülümsemesi yüzünde dondu ve bana çevirdi gözlerini.  Akın hayır bile demedi ve arsızca göz kırpmakla yetindi.  Kaan özür diler gibi bana bakınca bozuntuya vermeden omuz silkmekle yetindim.  Akın'a olan aşkımı bilen nadir insanlardandı Kaan.  Zaten bir bizim kızlar birde Enes ve Kaan ikilisi biliyordu bu gerçeği.  Olmayacak...  Bizden olmayacak bir kez daha anladım.  Vazgeçtim ben artık.  Kalktım yavaşça masadan. "Ben bir lavaboya gideyim." yanımda oturan annem bana kafa salladı ve daha sonra Akın'a dönüp gülmeye devam etti.  Mutluydum ben herşeye rağmen.  Beni sevmiyordu. Benim farkımda değildi. Her gün başka bir kızla oldu. Sonra bir kız sevdi kusursuzundan. Sonra canımı yaktı kardeşim dedi. Ama herşeye rağmen mutluydum. Umutluyum ben, çünkü her sabah kalktığımda onu görebiliyordum okula giderken.  Çünkü aynı gökyüzünü paylaşıyorduk. Çünkü aynı havayı soluyorduk. Çünkü gülümsemesini görüyordum her Allah'ın günü. Çünkü portakallı kek yapabiliyordum ona. Çünkü o her zaman buradaydı, benimleydi.  Ama şimdi Elif'le başka bir gökyüzünün altına gidecek, başka bir havayı soluyacak ve belkide aynı evde kalacaklar.  Ve ben birdaha onu göremeyeceğim...  Banyoya hızlıca girdim ve kapıyı kapatmaya dahi gücüm kalmayıp saldım gözyaşlarımı.  Gitme desem?  Daha mı başarılı olmak için gidiyor yani?  Kapıya doğru döndüm ve alnımı kapıya yasladım. Ben sessizce çığlıklarımı içimde atarken birden sesler yükseldi aşağıdan. "İngiltere'li kardeşimizde oldu!"  Aşağıdan gelen sesin Fırat ağabeye ait olduğunu biliyordum. Başlamışlardı şimdiden işte.  Aşağıdan gülüşme sesleri yükselirken, benim burada ciğerim sökülene kadar ağlamam adalet miydi?  ❦ Ben kendimi biraz olsun toparlayınca yüzümü yıkadım. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu, o kadar belliydi ki ağladığım. Alerjik mi desem acaba? Polenlere alarjim var zaten, yerler herhalde. Ben aynada iki günde çökmüş yüzümü süzdüm ve kendi halime acıyarak göz devirdim. Ben banyodan çıktım ve aşağı inip mutfağa ilerledim su içmek için. Belki biraz olsun daha sakinleşirim.  Tezgahın üzerinde ki sürahiden su doldurdum ve içmeye başladım. Bardağı tezgaha bırakınca arkamdan duyduğum adım sesleri ile arkamı dönmek için hareketlenmiştim ki tanıdık koku ile durdum öylece.  Akın gelmişti öldüğüm kokusuyla.  "Küçüğüm..." Akın'ın sesi kulaklarımda bir çınlama bırakırken Akın yanıma geldi ve tezgaha yaslandı.  "Kızgın mısın bana?"  "Neden kızmalıyım?" umursamamaya çalış İpek. Umursama!  "Sert çıkıştım sanırım biraz dün. " diye mırıldanan Akın'a çevirdim gözlerimi. Kaşlarım havalandı sorgulayıcı bir halde. "Biraz?"  "Tamam bayağı sert çıkıştım kabul ediyorum. Ama ve ağabeyinle aramda olanların sana yansımasını istemiyorum. Sen hep benim Küçüğümsün."  Akın nereden vuracağını iyi bilerek masum masum güldü.  "Seninle Ağabeyim arasında olan bir şey yok. Ağabeyim ile Nazlı arasında olan bir durum var. Senin kabul edemediğin bir durum, benim ise kabul ettiğim bir durum. " İyi konuştun İpek aferin!  "İpek, bak ağabeyin ile yeterince gerildik güzelim. Ben ağabeyin söyleyeceğimi söyledim zaten lütfen şimdi böyle yapma. Hem iki hafta sonra İngiltere'ye gidiyorum böyle mi ayrılacağız. " İki hafta mı?  İki haftacık mı var beni bırakıp Elif'le gitmesine? Ağlama dayan İpek. Senin aşkını hiç bir zaman anlamayacak bir adam için ağlama.  "Evet, Elif ile İngiltere'ye gitmene iki hafta var." mırıldandım. Ağlamasam da ilk defa kendimi saklayamadım, sesime yansıttım içimde ki acıyı.  "Yapma böyle Küçüğüm, seni unutacağımı sanma. Sen benim Küçüğümsün unutur muyum seni hiç." Akın burnuma işaret parmağı ile hafifçe vurdu ve gülümsedi. "Vakit buldukça sık sık geleceğim sizi görmeye küçük hanım ne bu sulu gözlü hallerin? Ağlamışsın resmen."  "Gitmesen?" yine mi gurursuzluk İpek? Nereye kadar gururunu ayaklar altına alacaksın?  "Bu benim için büyük şans İpek. Hayatım çok başka bir şekilde değişecek bunu tepemem."  "Tamam git o zaman."  Ona aşık o kız çocuğunun sesi çığlık çığlığa içimde gitme diye ama ne fayda dudaklarımdan git çıktıktan sonra.  "Gel buraya." Akın gülerek kollarını açtı bana.   Sıkıca doladım kollarımı beline, yasladım kafamı göğsüne.  Akın kollarını bana dolarken ben kokusunu derin derin içime çektim.  Nefret ediyorum bu güçsüz ve zayıf halimden.  ❦ Sabah sıcaklığı yüzüme vururken adımlarımı biraz yavaşlattım ve güneşi biraz daha hissetmek istedim. İklim bakkalın önüne gelince top oynayan mahallenin çocuklarına el salladım. Ben hep bu saatler bakkaldan ekmek alır eve bırakırım daha sonrada okula giderdim. Mahallenin çocukları da okul servisi gelene kadar top oynardı.  Ben içeriye girince hesap yapan Zeliş teyze beni gördü ve gülümsedi.  "Hoşgeldin kuzum." hafifçe tebessüm ettim ve ekmeklere doğru ilerleyip iki ekmek aldım sıcaklardan.  "Günaydın Zeliş sultan."  "Günaydın kuzum." ekmekleri poşete koyan Zeliş teyzeye bir kaç sipariş daha verdim. Zeliş teyze istediklerimi hazırlarken bende cüzdanımdan para çıkartıyordum.  "Bizimkiler bugün sizdeymiş annem dedi?" ben soran gözlerle Zeliş Teyzeye baktım. Zeliş teyzenin yüzünde ki o sevimli gülümse silindi.  "Evet kuzum."  "Bu sefer biz yokuz galiba? Özel bir gün mü bugün?"  Son günlerde sürekli toplanıyorduk bu yüzden özel bir gün olduğunu tahmin ediyordum.  "İklimimin ölüm yıl dönümü bugün."  Benim yüzümde ki gülümseme silindi. İklim bizim çocukluk arkadaşımızdı çok bir anı hatırlamasamda çok iyi anlaştığımızı biliyordum. Gerçi ağabeyim ile daha iyi anlaşırdı çünkü ağabeyimlerden sadece bir iki yaş küçüktü. Biz çocukken yüksek ateş nedeniyle vefat etmişti. İklim'in ölümünden bir kaç yıl sonrada Zeliş teyze ve İbrahim amca bu bakkalı açmış ismini de İklim koymuştu.  Dışarıdan bakılınca Atıfet sıcak göründüğü kadar tasasız bir mahalle gibide görünüyor olabilir belki ama öyle değildi. Bu mahallenin her taşında, her köşesinde yarım kalmış yaşamların, eksik kalmış insanların izleri vardı.  "Anladım.." ben ne diyeceğimi bilemezken gözlerimi kaçırdım. Ne denir? Allah rahmet eylesin mi? Yıllardır bu insanlar bunları duyuyordu zaten bu teselli değildi.  "Allah rahmet eylesin."  "Amin... Sağol kuzum benim. " Zeliş teyze poşeti bana uzattı ve ben poşeti aldım.  Dayanamadım ve diğer elimle elini bir avcumun içine aldım. Elini öptüm ve alnıma koydum.  "Yanındayız Zeliş sultan." dedim zordan gülümseyerek.  "Yavrum benim." Dedi Zeliş teyze saçlarımız okşayarak. "Hadi geç kalma okuluna." diyince  Ben Zeliş teyzeye gülümsedim ve alelacele bakkaldan çıktım ve koşar adı eve gitmeye başladım.  Ekmekleri anneme verince hemen üzerimi değiştirdim ve saçlarımı gevşekçe örüp hızlıca aşağı indim.  Ağabeyim çıkmaya hazırlanıyordu. Babam ve annem ise hâla kahvaltı ediyordu.  "Bu akşam Zeliş teyzelerdesiniz galiba?" ağabeyim ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken bir taraftan da annemle konuşuyordu.  "Bu akşam geç geliriz yanında olmak lazım insanların." ağabeyim anneme kafa salladı. "İyi olur. Bizde zaten bizimkilerle Miso'da oluruz siz bırakmayın insanları."  Annem ağabeyime kafa sallayınca babama döndü ve İklim'i konuşmaya devam ettiler. Ağabeyim kapıdan çıkınca alelacele bende çantamı omzuma taktım.  "Ben çıktım gençler." koştura koştura ağabeyimin arkasından çıktım ve arabasına doğru ilerleyen kolundan yakaladım.  "Benide götür."  "Kızım sen Kaan'lar ile gitsene." ağabeyim arabanın kapısını açınca bende diğer tarafa doğru koştum ve kapıyı açtım.  "Bana ne ya ben seninle gelmek istiyorum. Hem araba babamın sana ne oluyor?"  "Mal!" diyen ağabeyim yan koltuğa otururken ona dil çıkardım sinir etmek için. "Sok o dilini içeriye keserim." Diyen ağabeyime omuz silktim.  Ben mahalleden çıkmamızı beklerken stresten tırnaklarımı avucuma batırıyordum. Sonunda mahalleden çıktık ve benim okuluma bir sokak kalınca derin bir nefes aldım.  "Ağabey bir dursana."  "Ne durması İpek ya okula geç kalacağım."  Dursan ölürsün çünkü! "Nazlı ile aranda ne var?" araba ani bir frenle durunca öne doğru savruldum ve kucağımdan çantam düşünce gözlerim korkuyla açıldı.  "Oha ölecektim yaa!" ben şoktan çıkmaya çalışırken ağabeyimin mavişlerini üstümde hissediyordum. "Ne dedin sen?" ben boğazımı temizledim ve kendimi toparlamaya çalıştım.  "Nazlı ile aranda ne var ağabey? Sakın inkar etme, o bakışlar normal bir insana atılmaz." ağabeyim ifadesizce bana bakmayı sürdürdü. Sanırım ne diyeceğini düşünüyordu.  Ağabeyim daha fazla ifadesizce durmayıp derin bir nefes aldı yanaklarını şişirdi.  "Bilmiyorum." benim kaşlarım hayretle havalandı. Bilmiyorum ne ulan kızı gözleriyle yiyor bilmiyor mu? "Nasıl bilmiyorum ya?" ben sitemle homurdanırken ağabeyim yüzünü buruşturdu.  "Sus ya kedi gibi ciyaklama kulağımın dibinde." ben kollarımı göğsümde bağladım ve sabırsızca söyledim.  "Ya anlatsana neler oluyor? Hem Akın ile ne oldu?"  "Akın asker arkadaşın mı İpek, ağabey nerede?" ben kaşlarımı çattım ve omuz silktim. Hepsi birlik olmuş beni Akın'ın dünya ahiret bacısı yapmaya çalışıyor sanki.  "Bilmiyorum işte, bir anda oldu herşey. Nazlı ile henüz bir isim koyamadık ki."  "Sebep?" nasıl aralarında ki ilişkiye isim koymazlar ya. "Yalnız mı kaldık amına koyayım?" ben sinirle kollarımı çözdüm ve ağabeyimin koluna vurdum hafifçe.  "Terbiyesizlik yapma ya. İsim koymak için illa yalnız mı kalmanız gerekiyor?"  "Koyun sürüsü gibi birlikte geziyorsunuz sürekli. Kızım ne diyeyim sizin yanınızda? Madem bakışıyoruz, birbirimizi düşünüyoruz hatta bayağı kıskanıyorum seni gel sevgili olalım mı? Bir yalnız bırakın amına koyayım kızı."  Ben gözlerimi devirdim ve homurdandım. Ağabeyim ben homurdanırken telefonunu cebinden çıkarıp ekrana baktı.  "Geç kaldım işte in burada. Yalnız gidersin sen okul yakın zaten."  Ben sinirle dudaklarımı büktüm ve eğilip ayaklarımın dibinden çantamı aldım. Çantayı kaldırınca ekranı ters dönmüş telefonumu görünce korkuyla inledim. "Yaa telefonum düşmüş. Ya kırıldıysa?" telefonumu hızla aldım ayaklarımın dibinden ve ekranda ki kocaman çatlağa ağzım açık baktım.  "Bebeğim çatlamış.." benim mırıldanmamın ardından ağabeyimin homurdandığını duydum ama pek kulak asmadım. Şuan acım onu takmayacak kadar büyüktü. Gerçi genel olarak onu takmıyordum pek.  "Yeni telefon istiyorum."  Ben dolu gözlerle ağabeyime bakarken ağabeyim arabayı çalıştırmakla meşguldu. "Git babama söyle.."  "Bana ne ya sen kırdın sen al!"  "Gerizekalı mısın kızım ben öğrenciyim daha. " çocuk haklı yalnız. Ama bu çalıştıklarını zulalıyordur vardır onda.  "Bana ne vardır sende para. Ben seni sömürmek istiyorum belki. Bana telefon al yoksa herkese Nazlı'yı sevdiğini söylerim Fırat ağabey duyar."  Ağabeyim sakinleşmek adına boynunu yana bükerken gözlerimin önünde atan damarları yutkunmama sebep oldu. Fazla mı ileri gittim acaba?  "Söyle ulan! Fırat duyar bende kurtulurum. Nazlı hanımda aman ağabeyim duymasın ayaklarına yatmaz." ben gözlerimi kıstım ve ayıplar gibi baktım ağabeyim.  Korkusu da yok bu ayıcığın. En iyisi babama yalakalık yapmak.  "Akın ile ne oldu peki?" ben dikkatimi ağabeyime verirken bir taraftan da Kaan'a mesaj atıyordum.  "Oldu işte bir şeyler karışma sen." ağabeyimin beni terslemesine gözlerimi devirdim ve Kaan'ın mesajını açtım. ❦ Annemlerin Zeliş teyzelere gitmelerinin ardından ağabeyimle birlikte çocuklarla buluşmak için Miso'ya gittik.  Miso mahallede ki tek kafeydi ve genelde boş vakitlerimizde orada toplanırdık.  Her zaman oturduğumuz yuvarlak masada otururken Miso içiceklerimizi getirmişti.  Nazlı ile ağabeyim bakışmamaya çalışırken onlara gülmemek için kendimi zor tutuyordum ve bir yandan da Akın'ın gelmesini bekliyordum.  "Geldiler." Kenan ağabeyinin sesiyle düşüncelerinden ayrıldım ve gözlerimi masadan kaldırıp önüme baktım. El ele yanımıza gelen Akın ve Elif ile kaşlarımı çattım. Ne zamandan beri Elif arkadaş ortamlarımıza giriyordu? İnce topuklularınu yere vura vura, o mükemmel gülümsemesi ile yanımıza doğru geliyordu emin adımlarla. Akın bize selam verdi ve Elif'in sandalyesini çekti. Aptal gibi hissediyordum kendimi. Ama önce ben sevdim seni. Senden önce, Elif'ten önce, herkesten önce ben sevdim seni. Akın Elif'in yanına otururken göz göze geldik. Bana güzel gülümsemesiyle gülümsedi ve göz kırpıp Fırat ağabeyin sorduğu soruya cevap verdi. Geçen dakikalarda herkes koyu bir sohbete dalmış, benim suskunluğumu farketmemişlerdi bile. Ağabeyim ile Akın eskisi gibi birbirleriyle konuşmasalarda dikkat çekmemek için bir kaç diyalog kuruyorlardı. Hiç bir şey olmamış gibiydi sanki ama ben olduğunu biliyordum değil mi. Sesi güzel olan Fırat ağabey Miso'nun arkadan sazı aldı ve bir türkü söyledi. Fırat ağabeyinin sesi çok güzeldir ve onun türküleri şifa gibidir. Öyle yürekten söyler ki buraya her geldiğimizde muhakkak sazı eline alırdı bizim yüzümüzden. Sanırım bu kadar içten söylemesinin nedeni kalbinde üstünü kapattığı acılarıydı. Ben kimse farketmez umuduyla Akın'a bakarken Akın çevirdi gözlerini bana. Yine geldik göz göze ufak bir gülümse belirdi dudaklarında, ben yutkundum o an. "Küçüğüm, sende söylesene bir şeyler, " dedi Akın ve kolunu Elif'in omzuna attı. Hayır diyemedim, olurda diyemedim. Ben zaten sana hiç bir şey diyemiyorum ki Akın. Mesela; Elif'i değil beni sev diyemiyorum.  Herkesin gözü bana dönmüş bir cevap bekliyorlardı. Ağabeyim hafifçe kolumu dürttü ve ne oldu der gibi yüzüme baktı. Diyemedim o an; ağabey beni  kardeşi gibi gören çocukluk arkadaşımıza aşık oldum, yanıyorum gel kurtar beni.  Sadece "Tamam" diyebildim. O an Akın ile Elif'e baktığımda aklıma gelen tek şarkı Onurcan Özcan'ın naif sesinden dökülen Yaramızda kalsındı. 'İki yalnız bir doğru edebilirdik. Şimdi farklı şiirlerde yaşar gibiyiz. Ben Mecnun, sen Şirin; tesadüf değil. Biz bize kurulmuş tuzak gibiyiz. Söz ettim mavilere, içimdeki yaralardan Gökteki yağdı yine, yerdekinde yakamoz var. ‘Bu bir soygundur ‘der gibi bakan gözlerinden, Artık gider gibiyim.' Elif ve Akın gözleri birbirinden ayırmadan bakışırken hakim olamadım gözlerime. Akın elini Elif'e elini uzatmış dansa kaldırışını izliyordum. Benim onun sevdası için söylediğim şarkıda dans etmek için sevdiğini dansa kaldırıyordu.  İçimde ki kız çocuğu çığlık çığlığa ağlarken ben ise bir deniz sakinliğinde gizliden tırnaklarımı avuç içlerime batırıyordum.  'Bahsetme kimselere, yaramızda kalsın. Sığmadık şehirlere, şiirlere taştık. Unutmadım yine, bir büyüklük bende kaldı. Ah kadehler kırıldılar sana bu gece.'  Ben sustum ama onlar durmadı.  Ah Akın, senin adın bile geçince tüm vücudumu saran o rengarenk kelebeklerin kanatlarını kırdın Gökleri gözlerinde taşıyan adam. Gök'yüzünde adam...  Unutmak istedim ama unutamadım benim suçum muydu? Aklım almıyor, nasıl unutamadım bu çektiğim acıya rağmen.  Elif ve Akın danslarını bitirdi ve yerlerine oturdular. O sırada Elif ile Akın sessizce bir şeyler konuştular ve ben ise gözlerimi kaçırdım.  "Akın ile İngiltere'ye gitmeden ufak bir veda partisi yapmaya karar verdik." Elif'in kusursuz gülümsemesi ile söylediğiyle Akın kafasını iki yana salladı. "Sen verdin Elif ben değil. Hem ne gerek var ki?"  "Ama Akın harika olacak bu parti. Hem herkes partileri sever değil mi İpek?" Elif'in sorduğu soruyla yutkundum. Niye özellikle bana sormuştu ki, bir şey mi anladı tepkilerimden? Elif ve diğerleri bana bakarken omuz silktim ve gülümsemeye çalıştım.  "Siz bilirsiniz."  "Olur olur ben severim partileri yapalım." Herkes Kaan'a dönünce salak bu çocuk der gibi baktılar. Çok haklılar.  "Hayatında kaç kere parti gördün?" ağabeyimin sorusuna Kaan oturduğu yerde dikleşti. "Gördüm tabi!"  Kaan kafasını yukarıya doğru kaldırıp ego yaptı. "Ortaokul mezuniyet partimde."  "Neden zeka seviyesi ortaokulda kaldı belli oldu." ben Nazlı'nın dediğine istemsizce kıkırdayınca elimle ağzımı kapadım.  Ben kafamı kaldırınca Akın ile göz göze geldik. Akın bana anlayamadığım bir ifadeyle güldü ve her zaman yaptığı göz kırpma hareketini yaptı. Ben boğazımı temizledim ve gözlerimi kaçırdım.  Acıyor sevdiğim, seni her Elif ile gördüğüm de binlerce iğnenin aynı anda battığı kalbim acıyor.  ❦ Herkes yavaştan evlere dağılmaya başlayınca Elif'i Akın bırakmasın diye dua etmiştim beş dakika boyunca. Neyseki dualarım gerçek oldu da Elif arabasıyla geldiği için tek döndü.  Ağabeyim ve Kenan abiler kalıp Miso'ya mekanı toplamaya yardım edeceği için kafede kaldılar.  Ben, Nazlı, Aslı, Kaan ve Akın ise eve doğru yürüyerek gitmeye koyulduk.  Akın yarın kayıt işlerini halledeceği için mekanda kalıp yardım edememişti. Yada sırf ağabeyimle karşı karşıya gelmemek için bahane üretmişti.  Kaan'lar kendi evlerine geçince Akın'a bir şey konuşmak istediğimi söyleyerek bizim kapı önünde ki merdivenlere oturduk.  "Ee ufaklık ne konuşmak istiyorsun benimle?" "Gitmek gerçekten çok mu istiyorsun?" şimdi bu kız döndürüp döndürüp niye aynı şeyi soruyor demeyin, kabul edemiyorum birdaha onu görmemeyi. "Tabi ki çok istiyorum. İngiltere'nin en başarılı okullarından birinde okuyacağım kim istemez ki? Hem deli gibi çalıştım İpek biliyorsun."  "Biliyorum." ben omuz silktim ve bacaklarımı kendime çekip kollarımı etrafında doladım.  "Biliyorum küçüğüm beni bırakmak istemiyorsun ama böyle çok daha mutlu olacağım. Hem her bulduğum fırsatta gelip sizi göreceğim."  Sorun senin gitmen değil ki Akın, Elif'le yalnız olabileceğiniz bir hayata gitmen.  "Ama hemen gidiyorsun."  "İki hafta zamanımız var İpek. Hepinizle gitmeden vakit geçireceğim merak etme küçüğüm ." Akın kolunu kaldırdı ve bana gülümsedi.  "Gel buraya ufaklık." ben gözlerimi zaptetmeye çalışarak gülümsedim ve kolunun altına girdim. Kulağımı kalbinin üstüne dayayıp derin bir nefes aldım. Kokusu buram buram burnuma gelirken gözlerimi kapadım.  Nasıl unutayım ben şimdi seni Akın? Hem olmuyor, boşa kürek çekmek oluyor sadece.  Ama bir gün Akın. Bir gün biz Seninle mutlu olacağız ve o gün aynı bebeği kucağımıza alıp onun ismini koyacağız. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD