1 - Ne Renk?
Gecenin bir yarısı tatil için geldiğim Antalya'da boks turnuvası izlemek adı altında şehrin bir ucuna gidiyor olmam tamamen saçmalıktı. Ömrü hayatımda televizyon ekranından dahi bakmayacağım bu şiddet içerikli spora yakından izlemem için ısrarda bulunan arkadaşlarıma isyan etmeden önce aracın içerisindeki koltuklarda dikleşerek öne eğildim.
"Bundan emin miyiz Can? İnan milletin birbirini yumruklaması umurumda bile değil."
"Saçmalama kızım buraya kadar gelmişiz, hem de turnuva zamanı izlemeden gitmek olur mu?"
"Sizin aklınıza uyanda kabahat." diyerek geri yaslanırken kollarımı öfke ile birbirine bağlamış isyanın sesli bir nefesini salıvermiştim.
"Önceden rezerve yapılmış canım yoksa bende pek niyetli değildim, ama." diyen Sibel yanındaki sevgilisini işaret ederken aracı kullanan Can kadın müttefikliği arasında kaldığı için kafasını olumsuz anlamda sallayarak söze atıldı.
"Kızlar yeter artık, oturun ve izleyin hepsi bu. Hem bak iki arkadaşım daha bize eşlik edecek."
"Şu sapık Taner ve ayarsız sevgili mi?" dedim.
Şaşkınlıktan açılan gözlerimi dikiz aynasından üzerine dikecek. En son bize katıldıklarında adamın gözle taciz' yetmezmiş gibi, sevgilisinin suçlayan laflarına maruz kalmıştım.
"Kızım var ya çekilecek çile değilsin ama babana dua et."
"Hadi oradan pis çıkarcı." dedim bir çocuk gibi dil çıkarırken.
Eğer benim babam, aracı kullanan dost görünümlü çıyanın babasına rica etmeseydi ne bu tatile gelebilirdi ne de altında böylesi bir araç olurdu. Aylar önce katıldığı yasa dışı bir yarışta polise yakalanması ile ömürlük cezaya çarptırılan Can sayemde Antalya'da cirit atıyorken, bu ukala tavırlarına tabii ki katlanmak zorunda hissetmiyordum kendimi.
Dakikalardır arabanın içerisinde gideceğimiz yere varmayı beklerken ışıklandırmalarla süslenmiş, açık hava tiyatrosuna benzeyen bir yerin önünde durmuştuk. Dışarısı bu denli kalabalık ise içerisini düşünmek dahi istemiyordum. Arabayı uygun bir yere park eden Can'ı bekleme zahmetine dahi girmeden inerken, peşime takılan Sibel'in koluna girerek etrafa bakınıyordum.
"Burada bir dayak da biz yemeyiz değil mi Sibel?"
"Saçmalama Elif, buraya seyretmeye geldik dayak yemeye değil."
"Ne bileyim kızım, oldum olası şiddet içerikli her türlü şeyden korkmuşumdur."
Bilmez miyim... Üniversitenin en yakışıklısı sana göz koymuşken çocuğu geri postaladın. Peki sebep neydi, kavgacı biri olması."
Halden hale soktuğu ses tonuna gözlerimi devirirken "Çocuktan herkes korkuyordu, ne yani benim korkmam normal değil mi?" dedim çekiştirerek ilerletirken.
"Kızlar bekleyin." diyen Can'ı duymamak en çok işime gelen şeydi aslında. Sibel olduğu yerde beklerken bir kaç adım daha atarak kapıda biriken kalabalığa iyice yaklaşmıştım.
"Hey güzelim bence yalnız ilerlememelisin." diyen sesin tanıdıklığı ile ekşittiğim suratım arkamda dikilen bedene aheste aheste dönerken, yüzüne bindirdiği tiksinç ifadeyi görmek ne denli keyif vericiydi ama.
"Bir önerin var mı?" dedim alay ederek, serseri tavrına yakışan giyimini süzerken.
"Koluma girersen hiç bir sorun olmaz mesela." pis kolunu ikiye katlayarak gözüme sokmaya çalışıyor olmasına karşın ona yaklaştım ve "Ölürüm daha iyi." dedim bir çırpıda.
Can ve Sibel bu esnada çoktan yanımıza ulaşmışken, nasıl arkadaş olduğunu merak ettiğim ikili ayaküstü muhabbete koyulmuştu çoktan. Halinden memnun olmayan iki kızdık ve bu iki serserinin saçma sohbetinin bitmesini bekliyorduk nedensizce.
"Hadi girelim" diyen Can'a sonunda bakışı atmam ile ilerlemeye başlamıştık.
Yanımda ilerlemek için büyük çaba gösteren Taner kişisine dönerek Ayarsız sevgilin nerede? dedim sahte tebessümü takınarak.
''Ayarlarıyla oynadığım için frekansı değişti manitanın, toparlanmaya çalışıyor." derken sesli bir kahkaha koy vermişti.
"Pislik."
Suratına dahi bakmadan ve daha da hızlı ilerleyerek Sibellerin yanında bitiverdim. Onca biriken kalabalığa rağmen başka kapıya yönelmemiz ile Can cebinden çıkardığı biletleri kapıdaki görevliye gösterirken beklemeden giriş yapmıştık. İçeride bekleyen bir görevlinin yönlendirmesi ile masamıza ulaşmış ve ben ise etrafta merakla göz gezdirmeyi de ihmal etmiyordum. Bir tarafta tribün misali oturma yerleri varken diğer bir köşe de ise gayet tertipli masalar vardı. Ortaya konulmuş ringin tam yan tarafındaki masalardan birine otururken önümüzde bulunan uzun masanın jüri üyelerine ait olduğu bariz bir şekilde anlaşılıyordu. Ringe çıkan kızlar salına salına ellerindeki pankartları gözümüze sokuyordu ve birikmeye başlayan insan kalabalığı ile uğultular çoğalmıştı. Dakikalardır bekliyor olmamın yanı sıra bir an önce bitmesini istediğim saçmalığa dayanamayacağımı düşünerek masaya servis yapan garsondan lavabonun yerini öğrenerek ayaklanmıştım.
"Nereye?" diyen Sibel'e eğilerek gideceğim adresi söylememin ardından "Benim de gelmemi ister misin?" demesi ile gerek yok der gibi ellerimi savuşturdum.
Açık bir ambiyansa sahip yapının iç tarafına doğru ilerlerken bulduğum lavabonun yolunu tutmuş ve yanından geçip gittiğim insanlara çarpmamak için ayrı bir çaba sarf ediyordum. İçeriye girmiş berbat kokan bu yerde nefesimi tutarak ellerimi yıkayarak bir an önce çıkma derdindeydim. Çantamı bıraktığım lavabonun üzerinden alarak bir peçete yardımıyla sildim ve gerisin geriye çıkarken, kapının iki taraflı açılmasını fırsat bilerek ileri ittim. Ardı sıra gelen bir şeye çarpma sesi ile istemsizce gözlerimi kapatmıştım.
Hafifçe dışarıya çıkardım başımı öncesinde ve daha sonra burnunu tutan iri arı adamın görüş acıma girmesi ile hızla çektim bulunduğum yerden.
"Affedersiniz, inanın görmedim. Yani tabi benimki de laf, nasıl göreceğim öyle değil mi? Aslında hata bu kapıyı yapanda. Neden çift taraflı açılım yapılır ki. Hem dışa doğru açınca böyle kazalara da mahal vermiş oluyor. "
"Sen susacak mısın artık?''
"Kim ben mi?'' dedim parmağım ile kendimi işaret etmemin ardından etrafıma bakınırken ''Hey sen bana ne demek istedin?''
''Bir şey demek istemedim küçük hanım, direk söyledim sus artık"
''Ah birde ukala, inanılır gibi değil. Sana acıyan da kabahat, umarım kırılmıştır.''
Adam zaten burnunu tutmayı çoktan bırakmış dalga geçer gibi benimle uğraşıyordu. Fakat her şeye rağmen yumuşamayan yüz kasları gayet gergin bir ortam yaratırken, burnuna bakmak son anda aklıma gelmişti. Hafif kızaran burnunun ne denli yayvan olduğunu etmem ile birlikte birkaç saniye incelemiş, ardından bana bakan gözlerine çevirmiştim bakışlarımı. Bu adamın gözleri ne renkti Allah aşkına?
''Sanırım kırılmamış'' dedim az önce söylediğim şeyden vazgeçmişçesine üzülerek bakarken. Ve bana dik dik bakan adamın daha fazla göz hapsinde kalmamak adına arkamı dönüp oradan uzaklaşma çabası içerisine girmiştim.
Birkaç adım sonra basamakların bulunduğu yere gelmiş ve ilk adımımı atmaya niyetlenmiştim ki, yüksek topuklunun gafletine kanarak sendelemenin de ötesinde bir durumun içerisinde bulmuştum kendimi. Gözlerim kapanmış ve her an yere yapışmayı bekler vaziyetteydim. Dakika değildi belki ama saniyeler sonra hiçbir acı hissetmemem ile tek gözümü açarken, az önce rengini seçemediğim gözleri görmem bir olmuştu.
Belime doladığı ellerinin sert tutuşu karnımı zorluyor olmasına rağmen, iki büklüm bir vaziyetteyken beni yakalamış olmasına şaşırmıştım. Ya refleksleri çok kuvvetli olmalıydı, ya da az önce bana fazla yakın bir durumdaydı. İkinci gözümü de açarken canımı acıtan kollarına kaydı bakışlarım, ardı sıra yine anlamsızca gözlerine çıktı ve tam da gözlerimi gözlerine dikerek konuşmaya başladım.
"Sanırım canım acıyor."
"Sebep?"
"Mide kanaması geçirebilirim." dememe kalmadan elleri öncesinde gevşemiş sonrasında ise yerini boşluğa bırakmıştı.
"Ne demiştin, hah sana acıyan da kabahat keşke bıraksaydım da düşseydin."
Sözlerine karşın dilimin ucuna gelen birçok sözü her defasında yutarken, boğazıma takılan kelime dizeleri yutkunmama engel oluyormuş gibi canımı yakmaya başlamıştı. Az önce suratında esamesi okunmayan mimiğin en alası yer edinmiş hatta utanmasa sırıtarak halime gülecekti. Lanet olsun bu adamın gözleri ne renkli? "Ne oldu küçük dilini mi yuttun?" derken alaylı sözüne rağmen bir kez bile gülmemişti gâvurun oğlu.
"Hayır büyük dilimi yuttum." dedim.
Ardından Sibel'in büyük olduğunu defalarca dile getirdiği dilimi hiç tereddütsüz çıkartırken bir çocuk gibi kollarımı da birbirine kenetlenmiştim.
"Bela mısın kızım sen? Allahtan burnum alışık darbe almaya yoksa çoktan kırmıştın, üstüne bir de dil çıkartıyor." derken eli bir kaç kez gözümün önünden geçip giderken onu takip etmek düşündüğümden de zordu.
"Sallamasana şu elini dikkatimi dağıtıyorsun."
"Neye dikkat kesildin ki bu kadar."
"Gözlerin ne renk senin?"
Biraz daha eğilerek gözlerine bakmaya çalışıyordum. Fakat gecenin karanlığına nazaran bu taraf ışıklandırmalardan sanırım nasibini almamış olacak ki görüş açtım netleştiremiyordum.
"Ya sabır, hadi güzelim yoluna bak"
''Ay aman, çok da merak etmemiştim zaten." derken burun kıvırmayı ihmal etmemiştim, fakat merak etmediğim yalanı bariz belli oluyor olmalı ki "Çoğu zaman gri..." dedi arkasını dönmeden önce. Sonrasında arkasını dönerken uzaklaşan sesinden anladığım şey ise ''Daha fazla peşimde dolaşma diye söyledim." oldu.
Arkasından koştururken burkulan ayağıma giren kramp yüzünden sekmek zorunda kalmıştım. "Hey bir bekle." diye bağırıp duruyordum, ama umursamıyor olması ile koşar adım yürümenin bir kez daha ceremesini çekmiş ve tam da arkasına düşmüştüm.
Omuzlarına yapışmış tutunurken elimin altında beliren sert vücudunun gerçekliği ile bozguna uğramış ve hızla uzaklaştırmıştım ellerimi. Sonrasında soru dolu bakışları ile kendimi toparlayarak genzimi temizleme ihtiyacı hissettim.
"Son bir sorum olacak" dedim bir cesaret. Hayretle açılan gözlerine eşlik eden kolları birbirine kenetlenirken bekler vaziyete geçmişti. 'Burnun..." dedim elim ile fantastik bir şeyi gösterir gibi yaparken. "Neden böyle yayvan?"
"Yemin ediyorum kaçığın tekisin." dedi bir çırpıda. "Ve ayrıca yürümeyi bilmiyorsan bir daha şunları giyinmesen iyi edersin, çünkü her zaman yanında bir ben olmaz." derken az önce benim yaptığım gibi topuklularımı fantastik bir olgu gibi süzmeyi ihmal etmemişti.
"Hadi ama soruma cevap vermedin."
"Cevap vermek zorunda olduğumu bilmiyordum."
"Tamam, peki." derken pes etmiş arkamı dönmüştüm çoktan. Oysa ben meraklı bir kızdım ve bunu öğrenememiş olmak hayal kırıklığına sebep olmuştu. Eminim ki bu gece meraktan uyuyamayacaktım.
"Hey." diye seslenmesi ile neşeyle geri dönerken "Evet" dedim. Merakla açılan gözlerime eşlik ederek, dişlerimi alt dudağıma geçirmiş bekliyordum.
"Şunu yapmayı kes." dedi dudaklarıma kayan bakışlarını görürken ve ardından gözlerime çevirdiği bakışlarına eş değer yaptığım şeye bir son vererek devam etmesi için bekler olmuştum.
"Birazdan merak ettiğin soruya cevap alacaksın." dedi ve bu sefer ardına bakmadan gitmeye niyetliymiş gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı.
"Ama... Ama bu bir cevap değil ki. Hey..." diye konuşsam da eminim bu mesafeden dediklerimi sadece ben duyuyor olmalıydım.
Bunca karışıklığın içerisinde bir de masayı bulma sorunu yaşayacağımı düşünürken ringin etrafını takip ederek sonunda aradığım yeri bulmuştum. Rahat bir şekilde masadaki yerimi alırken boynuma asılı olan çantama masanın üzerine koymam ile Can'ın eğilerek bana bakması bir olmuştu.
"Neredesin bir saattir?"
"Buradayım işte."
"Öncesinde neredeydin Elif kıvırma."
"Düzgün konuş benimle, senin odunluğun ancak Sibel'e geçer."
"Elif." diye kükremesi ile öfkeli bakışlarımız kesişirken ''Nerede olacağım salak lavabodaydım." dedim.
''Sen burayı okul kantini mi sandın kızım, deseydin ya ben götürürdüm. Bana emanetsin başına bir iş gelirse sana üzülmem, cezama bir yenisi eklenecek diye üzülürüm."
Gözlerimi şaşkınlıkla açarken ağzımın içerisinde biriken sözler bir nefes olup yanaklarımda yer etmiş, ardı sıra patlayan öfkem nefesim olup dudaklarımdan çıkmıştı adeta. Onun gibi masaya doğru eğildim ve parmağımı ona uzatarak içimde kalacağına dışımda kalsın moduna geçiş yaparak söylenmeye başladım.
"Bana bak yer cücesi benim sayemde buradasın unutma. Babamı arar bizi getirdiğin yeri söylerim, inansın diye de gider şu kas yığınlarıyla bir fotoğraf çekerim sonra görürsün emanete ihanet neymiş."
"Ulan var ya seni başıma saran aklımı ben." diyerek küfürlerini yutmak zorunda kalırken bizi sırıtarak seyreden Taner kişisine "Kapa şu ağzını." diyerek laf söylemeyi de ihmal etmemiştim.
Bıkkınlıkla geri yaslanmış artık şu turnuva denilen haltın bitmesini bekler olmuştum. Ne kaldı ki daha başlamamış olmasına rağmen şimdiden bitiş saatinin hesaplarını yapar durumdaydım. Ringde gezinen kızlar son turunu da atarak aşağı indikten sonra, buraya aykırı olarak takım elbise giyinen orta yaşlı adam bu sefer çıkmıştı. Elinde mikrofonu kameralara doğru konuşurken, ses tonu yılışık bir adamınkinden farklı değildi.
Dakikalardır bitmeyeceğini düşündüğüm sözlerine sonunda bitiş vermiş ve sahneye ilk karşılaşmadakileri çağırmıştı. Öncesinde havalı bir şekilde giriş yapan Ukrayna asıllı adam, ringe girişi ile gövde gösterisi yapmaya başlamıştı. O an ilgisiz olmama rağmen düşündüğüm tek şey fazla kasıntı olması ile beraber kesinlikle kaybedeceğiydi.
Bir kadın olarak bedenime güvenirdim, ama hiçbir zaman bunu kullanarak bir gövde göstericinin içerisine girmemiştim. Buna eş olarak bir erkeğin ise gücüne veya bedenine güvenerek bir görsel şölen sunmasının yanı sıra, kendini beğenmiş tavırları içerisinde olması bana her zaman itici gelmişti. Boyu uzun olmamasına nazaran zayıf da sayılmazdı ve eminim ki kilolarının çoğu kas olarak göbeğinde ve kollarında birikmişti.
Gövde gösterisi biten Ukraynalı kendi köşesine çekilirken anonsu yapan adamın söylediği sözler ile daha da dikkat kesilmiştim. "Diğer köşede ise otuz maçından sadece ikisini kaybeden namı diğer Demir Yumruk... Ali Albayrak..." Adamın anonsu ile kızılca kıyamet kopmuş gibi alkış tufanına tutulan alana eşlik eden ıslık sesleri ile gelecek olan kişiyi daha da merak eder duruma gelmiştim. Bu denli sevilmesinin yanı sıra lakabının ilgimi çekmiş olması ile yanı başımızda duran ringe daha da dikkat kesilmiştim.
Ringin ilerisindeki kapıdan dumanlar içerisinde çıkan adamın üzerine geçirdiği kapüşonlu hırka yüzünü gizlerken, karanlık alandan ışıklı bölüme doğru yürümesi ile hırkasının şapkasını çıkarmış ve gayet ciddi bir biçimde ilerlemeye başlamıştı. Az önceki adamın yaptığı ukalaca hareketlere rağmen Demir Yumruk bir kez bile insanlara bakmadan başı önde yürürken üzerindekini tamamen çıkararak yere fırlatmıştı. Yanında ilerleyen iki kişiden biri elinde tuttuğu reklam afişini tutarken, bir diğeri yerdeki hırkayı alarak eşlik etmeye devam etmişti.
Ringe girişi ile büyüyen gözlerime eşlik eden açık ağzıma mukayyet olamıyor gibi bakakalmıştım. Altına giydiği şort ayaklarına giydiği çizme tipi spor ayakkabılar ve üstüne giyindiği kas yığınları adeta bir uyum içerisindeydi. Az önce elimin değdiği omzunda çıkıntı olarak yer alan kaslara baktıkça elim karıncalanıyor, kalbim hızlanmaya başlıyordu. Ne demişti o burnunu sorduğumda 'Birazdan merak ettiğin soruya cevap alacaksın.' Demek ki darbe almaktan bu hale gelen burnu, ona göre alın teri bana göre ise dayak eseriydi.
Karşısındaki adamdan en az beş santim olması ile birlikte fit bir vücudu vardı ve tatlı türünden olmayan baklavalar adeta göze batıyordu ''Ama bu gri gözlü o tıfılı döver." dedim aklımdan geçeni sesli bir şekilde dile getirirken.
"Ne oluyor lan." diyen Taner'i es geçerek Can'ın sorgular bakışlarına aldırmadan "Arada boy farkı var." dedim, bir merak silsilesine kapılırken.
"Boy değil önemli olan kilo. Boks da kilosu aynı olanlar yarışır." dedi kendince bir açıklama getirirken.
"Gözleri güzel herif, bugün dayak yemezsin umarım." derken bakışlarımı ona sabitlemiştim istemsizce. Kısa sürekli göz göze gelmemiz ile belli belirsiz kıstığı gözünün saniyelik kapanışı bile beni benden alırken, o gözlerin uyku için dahi olsa kapanmaması gerektiğini düşünüyor olmam normal miydi?
➡️ i********:: destina_destinaa