DRAM

1427 Words
O akşam sokakta volta atarken üçlü dondurma çetesiyle köşede karşılaştım. Vanilyalı dondurma Aras, Karamel tadında Günay, Ve çikolatalı dondurma Ferhat. Kafalarını kaldırıp bana baktılar. Ben de aşağı baktım. Yere değil ama... Yüreğime. “Ben bittim çocuklar.” dedim, dramatik bir ses tonuyla. “Hani bazı günler vardır, güneşli başlar ama öğlene doğru üstüne gök gürler. Benim hayatım şu an tam olarak meteorolojiye ihanet etti.” Günay ciddileşti. “Ne oldu, biri sana ‘kızlar futbol oynamaz’ falan mı dedi yine?” “Yok ya.” dedim, elimi kalbime götürdüm. “Bu sefer golü ben kendi kaleme attım. Hem de röveşatayla.” Ferhat kaşlarını kaldırdı. “Net konuş Gizem. Yine ne yaptın?” Derin bir nefes aldım. Anlatmak istemesem de susmak bana göre değil. Boğazıma düğümlenen her şeyi söze dönüştürmeden duramam ki ben. “Babam evlenmiş.” Üçü birden, aynı anda: “Ne?” “El alemin i********: hikayelerinde gördüğümüz sürpriz evliliklerden. Ama bu biraz fazla sürpriz oldu bana.” Aras’ ın dondurma gibi eriyen gülümsemesi kayboldu. “Ciddi misin?” “Ciddiyim. Evlendi. Yetmedi, üstüne dedi ki ‘yabancı değil, tanırsın... komşumuz.’” Bakışlarımı çevirdim, duraksadım. Ve sonra patlattım bombayı: “Kadının oğlu varmış. Askermiş. Tanırsın demişti ya hani... Tanıdım. Gözümden, kalbimden tanıdım. Erdem.” Bir sessizlik oldu. Üçü de dondu. Ben de içimden “Şimdi beni dondurmaya çevirseler yeridir” dedim. Gözlerimi hafif kıstım, alayla gülümsedim: “Anana ana diyeyim derken, kadının nikahta elini öpmeyi hayal ederken... O kadın, benim üvey annem oldu çocuklar. Dileklerimde dipnot bırakmadım diye, dualar beni ters köşe yatırdı.” Ferhat kafasını kaşıdı. “Yani şu an... senin baban, onun annesiyle...” “Evet Ferhat!” dedim, gözlerimi devirdim. “Kaynanam olacak kadınla duygusal bağ kurmuş adam, öz babam. Ve ben... kalbimi gözümden kaçırmaya çalışan zavallı bir kısa boyluyum.” Aras hafifçe güldü, ama yüzünde üzülmüş bir ifade vardı. “Komedi gibi ama çok trajik.” “Hayatım özetle bu.” dedim. “Bir dizi olsam jenerikte ‘gülmekten ağlatır’ yazardı.” Günay yana yakıla sordu: “Peki şimdi ne yapacaksın?” Omuz silktim. “Bilmiyorum. Belki yastığıma sarılıp bir sezon boyunca sessizce ağlarım. Belki Aylin Hanım ’ın yaptığı sarmaları değerlendirir, içimden sinsice ‘keşke kaynanam olsaydın’ diye geçiririm. Sarma yapmayı biliyor mudur acaba?” Hepsi sustu. Ben sustum. Sokak bile sustu sanki. Ve o an anladım... Aşk, bazen seni sadece kalbinden değil, ailenden de vurabiliyor. ... Babam usulca kapımı tıklattı. Ben cama yaslanmıştım yine. Dışarıda ne varsa, içimden daha karışıktı sanıyordum ama değilmiş. “Girebilir miyim?” dedi. Başımı çevirmedim. “Girdin bile.” dedim kısa. Sesim soğuktu. Ama kırık da. Yanıma geldi. Sandalyeyi çekti, oturdu. Bir süre konuşmadı. Sonra iç çekerek başladı: “Sekiz ay önceydi...” Sesi yavaşladı. “Bir akşam Erdem aramış annesini. Demiş ki, ‘Anne bize yakın oturan bir askerim şehit düştü. Yeni evliymiş. Haber bugün gitti ailesine. Bir bakar mısın benim için, nasıl durumdalar?’” Kafamı hala çevirmemiştim ama gözlerim dolmaya başlamıştı. Babam devam etti. “Aylin ‘Oğlum rica etti’ demiş. Gitmiş. Tanımıyormuş bile aileyi. Ama o kız... o genç kadın... evin önünde yığılmış yere. Mahalleli içeride annesinin yanında. Görmemişler bile. Aylin kadını kaldırıp kendi arabasına bindirmiş. Hastaneye getirmiş. O gece ben acildeydim.” Başını öne eğdi, yavaşça konuşmaya devam etti. “Sandım ki akrabası. Meğer hiç tanımıyormuş. Ama ‘Benim oğlumun askeriymiş.’ dedi. ‘Erdem’ in can yoldaşı... ben de annesiyim, o da başka bir annenin canı... bırakabilir miyim?’ dedi.” Durdu, bana baktı. Gözlerimi kaçırdım. Yutkundum. “Ben ilgilendim onlarla. Aylin başından ayrılmadı kızın. Taburcu olana kadar… hastane odasında bekledi. Sessizce. İhtiyaçlarını karşıladı. O gece biz çay içerken konuştuk ilk kez. Öyle başladı. Komşu olduğumuzu biliyordum ama pek tanımıyordum. Sonra mahallede gördüm. ” Bir şey demedim. İçimde bir kıpırtı vardı. Ama öfke değildi. O tuhaf, hani biri güzel bir şey anlatır ama sen içinde başka bir karanlığa düşersin ya... öyle bir şeydi. Babam, sesini daha da yumuşatarak devam etti: “Gizem... Ben kimseyi hayatıma rastgele almam. Aylin başka biri. Öyle… iyi, öyle kalpten biri ki... Tanımanı isterdim. İçini bilsen, seversin.” Sustum. Çünkü içimi delen başka bir cümle çoktan zihnime saplanmıştı. “Erdem ’in askeriymiş...” Demek o çocuk... Erdem ’in askeriydi. Demek öyle yakındı ölüm ona. Ve o, annesinden rica etmişti. Demek... Erdem de düşebilirdi. Boğazımdaki düğüm büyüdü. O an içimde ne varsa altüst olmuştu. Aylin ’in iyi biri olması, annem olması... Hepsi bulanıktı. Ben sadece tek bir sorunun etrafında dönüyordum: “Ya bir gün Erdem de dönmezse?” Babam sesimin çıkmadığını fark ettiğinde elimi tuttu. İlk kez bu kadar yavaş ve net konuştu: “Erdem çok zorlu bir göreve gidiyordu. Gizliydi... Ama sen artık ailedensin, bilmende sakınca görmüyor Aylin. Anlat Gizem' e dedi. Görev ne zaman biter belli değildi. Erdem nasıl dönecek belli değildi. O yüzden göreve çıkmadan önce nikah olsun istedik. En azından... eğer bir şey olursa.. annesini son bir kez gülerken görsün diye. Yalnız olmadığını bilsin diye. Erdem' i yalnız büyütmüş. ” İçimde bir şey koptu. Belli etmedim. Ama o anda içimden geçen tek dua şuydu: “Allah ’ım, bana kalbimi geri ver. Onsuz yaşayamıyorum.” Babam gitti. Başka ne anlattı bilmiyorum. Duymadım. Odamın kapısını kapattım. Sessizce. Ama içimde çığlıklar vardı. Dışarıda gece, içeride karanlık. Ama benim içimdeki karanlık… Zamanla oluşmadı, bir cümleyle indi üstüme. Erdem’ in annesi benim üvey annem olduğunda. Yatağımın kenarına çöktüm. Başımı dizlerime yasladım. Kendi nefesimi duymak zoruma gitti. Boğazımdaki düğüm büyüdü. Ne gözyaşı aktı, ne içim rahatladı. Ben... Ben çok yalnız kaldım bu hayatta. Ama hiçbir yalnızlık bu kadar içime oturmamıştı. İçimden, kimse duymasa da ben duydum o cümleyi: “Babam sekiz aydır tanıyor... Ben neredeyse iki yıldır seviyorum.” Evet. Ben önce sevdim. Ben gözümle gördüm, kalbimle bağlandım. Ben... yol ortasında donup kaldığımda o bana “Arabalar seni görmez” dediğinde bile kalbimi oracıkta bırakmıştım. Ben önce gördüm. Ben önce sevdim. Benim hakkımdı! Benim! O kadın iyiymiş. Güzel kalpliymiş. Yumuşakmış, duyarlıymış. İyi. Çok güzel. Ama bu kalbin hesabını kim verecek? Ben dualarımda bile onun annesini kaynana olarak hayal ederken, şimdi annesi benim annem olmuş. Anlatabiliyor muyum? Kaybettim. Kazanamadım bile, ama kaybettim. Ve şimdi... Onu bile kaybedebilirim. “Zorlu bir görev” dedi babam. Gizliymiş. Ama bana söylemiş çünkü ben ailedenmişim. Ama aşkıma ne olacak? Ya bir gün dönmezse? Ya son hatırası annesinin nikahıysa, Ben neyle avunacağım? Kendimi yatağa attım. Tavana baktım. Ben onun yeşil gözlerinde kaybolmuştum... Şimdi başka bir göz, bana "kızım" diyecek. Ben istemedim böyle olsun. Ben sadece sevmek istedim. Çocuk gibi değil… Gerçekten. İçimden, derinimden. Ama şimdi kalbim sanki ödünç verilmiş gibi. Ve geri isteyen yok. “Önce ben sevdim.” Bunu sadece kalbim bilmiyor artık. Yazıyorum da. Çünkü içimde tutarsam... patlayacak. Çünkü bir tek ben değilim... bu yalnızlığı taşıyan. Ben Gizem. Ve bu hayatın bana yaptığı şaka, hiç komik değil. .... Kapının zili çaldı. Saat kaç bilmiyorum. Zaman benim için bir süredir sadece "önce" ve "sonra"dan ibaret. "Erdem’ den önce" ve "Erdem ’in annesi benim üvey annem olduktan sonra." Tabi bir de Erdem benim olsa işte o dönem miladım olurdu. Babam kapıya yöneldi. Ben ise mutfakla salon arasındaki duvarda kalakaldım. Görünmüyordum ama duyuyordum. Ayak sesleri, valiz tekerleğinin halıya takılıp yavaşlaması... Kapı açıldı. “Hoş geldin.” dedi babam. “Hoş buldum.” dedi bir kadın sesi. Yumuşak, tok, biraz yorgun. İçeri adım atarken topuklarının sesi duyuldu. Adımlar dikkatli, yavaş, tereddütlüydü. Ev sanki yeni gelini değil, yeni sessizliğini alıyordu içeriye. Ben hala oradaydım. Bir milim bile kıpırdamadım. Sanki hareket edersem, gerçeklik de yerleşecekti evin içine. “Aylin, bu Gizem.” dedi babam. Sanki “Bu, kızım” demekle “Bu da buranın diğer sakini” demek arasında kalmış gibiydi. Ben çıkmak zorunda kaldım. Yavaşça salona adım attım. Aylin kapının hemen yanında durmuş, gülümsüyordu. Yüzünde nazik, ölçülü bir tebessüm. İçten mi değil mi karar veremediğim bir sıcaklık. “Merhaba Gizem.” dedi. Sesi, bana doğru uzatılmış açık bir el gibiydi. Ama benim elim… cebimde sıkılıydı. Başımı hafifçe salladım. “Merhaba.” Bu kadar. Ne daha fazla, ne daha az. Zaten içim, gereksiz kelimeleri kaldıracak halde değildi. Kadını süzmedim bile. Gözüm hemen onun arkasına kaydı. Valiz. Üç çift poşet. Ve bir iç geçirme. Bu ev artık benimle bir başkası arasında bölünecekti. Mutfağın kokusu, banyoda kalan ıslaklık, koltukta uyuklayan babam... Artık hepsi biz olmayacaktı. Ben ve başkası olacaktı. Aylin salona adım attı, üstündeki montu çıkardı. Hareketleri nazik, sessiz. Ama ben duyuyordum. Her gıcırtıyı, her fermuar çekişini, her nefesi. “Nasılsın?” dedi bir ara. Ben bakmadım. Sadece omuz silktim. Ve sessizce mutfağa yöneldim. Arkamdan bakmış mıdır bilmem. Ama ben... mutfakta tezgaha yaslandığımda, içimden geçen tek şey şuydu: “Bu eve Erdem’ in annesi girmemeliydi. Ben o eve onun karısı olarak girmeliydim.” Ama işte. Kader, kapının ziline basınca kimse hangi sıfatla geldiğini sorgulamıyor.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD