Gece.
Odam karanlık.
Ama karanlık ışık yok diye değil… umut yok diye bu kadar koyu.
Telefonum sessiz.
Kalbim de.
Yastığa başımı koyduğumda her zamanki gibi düşünmeden açıldı dudaklarım.
Kendiliğinden.
Ezbere.
Ezber gibi değil, ezik gibi…
“Anama ana diyesin, babama baba diyesin…”
Dilimde bir türkü,
Boğazımda düğüm,
Kalbimde… sen.
Ben bu türküyü hep sana yakıştırdım Erdem.
Ben bu dizeleri sana sakladım.
Bu şarkı bizim olacaktı.
Sen bana söyleyecektin. Belki baban yoktu ama annen çok güzel bir kadındı. Sonuçta senin annendi. Belki evlenirdi. Ama babamla değil tabii. Ya da fark etmezdi. Ben Anana ana derdim sen babama baba.
Biri “Neydi hayalin?” dese, ben sadece şarkıyı açardım.
Sen de dinlerdin, anlardın.
Söz değil, biz olurduk.
"Sen bize gelin gelesin, ner ’de kaldın kibar gelin..."
Ben gelin olacaktım.
Sen türkü söyleyen.
Ben anneme “bak, artık senin de oğlun var” diyecektim. Duymayacaktı ama olsun.
Babam gururla başını sallayacaktı.
Senin gözlerin gülecekti.
Bende her şey tamam olacaktı.
Ama olmadı.
O türkü senin dilinden hiç çıkmadı.
Ben bekledim.
Hem de nasıl bekledim...
Senin olmadığın her gece, o türküyü ben söyledim.
Kendi kendime.
Kendi kendime gelin olup, kendi kendime terk edildim.
“Bir yerlerde duramıyom, halım çok kötü bilesin…”
Gerçekten öyle.
Hiçbir yerde duramıyorum.
Kalbim göğsüme sığmıyor artık.
Sen bana türkü değil, suskunluk gönderdin.
Ben seninle kına gecesi hayal ederken, sen bana üvey annemi yolladın.
Ve şimdi o türkü…
Artık başkasına yazılmış gibi.
Sanki o dizeler sana ait değilmiş gibi.
Ama ben hala orada takılıyım:
“Anama ana diyesin…”
Ben sana annemi tanıtacaktım Erdem.
Ama sen bana annenin nikahını tanıttın. Olmaz desen olmaz mıydı?
Şimdi o türkü içimde dönüp duruyor.
Artık kimseye çalmıyorum.
Ama her gece…
Senin adına susuyorum.
...
Ve elime defterimi aldım yine.
Sayın Üsteğmen, sevgili kalp kırıcı, yeşil gözlü dev...
Merhaba.
Sana yazıyorum ama göndermeyeceğim.
Zaten nereye göndereceğim? “Dağ” diye adres olur mu?
Olmaz.
Çünkü dağdan gelen sen, bağdakini unutursun. Bu atasözü normalde başka anlamda ama olsun. Uydururum ben.
Şimdi, baştan alayım:
Ben seni sevdim.
Sen beni görmedin.
Ben kendime gelinlik baktım.
Sen anneni gelin yaptın.
Yani... olur da bir gün bu yazıyı bulursan diye yazıyorum:
Bu ne biçim senaryo Erdem Sancer?!
Ben dua ederken “Allah’ ım bir gün Erdem ’in annesi kaynanam olsun.” dedim.
Sen "Al, annen olsun" diye teslim ettin kadını bana.
Benim gibi biriyle evlenmeyip, beni anne ile sınaman...
Cidden çok yaratıcı.
Ama azıcık acımasız.
Tamam anneye ihtiyacım vardı.
Ama alışmıştım be. Aşka daha çok ihtiyacım vardı.
Bir de...
Sen askersin değil mi?
Sakal neden?
Ben "Asker disiplini" hayali kurarken, sen bana “diziden fırlamış da setten kaçmış” look verdin. Kalbimi böyle çaldın. Yoksa ben sadece Mahallemizin askeri diye gurur duyardım. Gerçi sakalsız da gördüm. Pek bir şey değişmedi. Ama sakal. O sakal.
Ha bu arada... yakıştı.
Ama ona da sitemliyim, yakışmasaydı da ben seni sevmeseydim ya? Niye sana her şey yakışıyor?
Ayrıca bilmeni isterim:
Ben senin anneni çok seviyordum.
Tanımadan.
Kaynanam olur diye.
Şimdi "kalk, çay koy. Ailece içelim. " diyor babam.
Çayı koyuyorum, ama içimde lav kaynıyor.
Çaydanlığın altını kısıyorum ama kalbimi kısamıyorum.
Ve bak, en son dinlediğim türkü neydi?
“Anama ana diyesin…”
Ama sen ne yaptın?
Benim anam yok ki!
Babama baba dedin.
Ama ben sana ne diyeyim şimdi?
Üvey abim mi?
Aşkım mı?
Yoksa “benim hayallerimi yıkan dev yakışıklı” mı?
Bak hala yakışıklı diyorsam, o kalbin ipini çekmemişim demektir.
Son olarak: Göreve gidiyormuşsun.
Zorluymuş.
Dönersen konuşuruz.
Dönmezsen... valla sana mevlüt okuturum, içinde beni de ağlatan dualar geçer.
Ama hala severim.
Kızsam da severim.
Çünkü sen benim kalbime ilk düşen insansın. Sen kalbime düştün.
Ben sana düştüm.
Ama bak, düşene yardım edilirmiş...
Biraz da sen beni tut artık be dev adam!
Saygılarımla değil,
Sitemimle.
Kısa boylu, çok kırgın, hala aşık: Gizem.
...
Mektubuma son verince yazmaya devam ettim.
Bazen düşünüyorum da...
Erdem niye askersin sen ya?
Bak yanlış anlama, vatan millet Sakarya… saygım sonsuz.
Ama senin o vatanı koruyan, namus abidesi halin...
Benim kalbimi hiç mi hiç gözetmiyor Üsteğmen Bey.
Sen asker olduğun için, kurallara saygılısın.
Disiplin var.
Etik var.
Ahlak var.
E iyi güzel de...
Biz şimdi üvey kardeş olduk.
Yani kağıt üstünde.
Ama senin o yeşil gözlerin benim kalbimin orta yerine kimlikle değil, bakışla nüfuz etti.
Ama ne yapıyorsun?
Hiçbir şey!
Çünkü sen “etik” bir adamsın.
Senin sevdiğin bile prosedürle olur, değil mi?
İzin kağıdı dolduracaksın.
Komutan onaylayacak.
Gerekirse babama dilekçeyle başvuracaksın:
"Sayın baba, kızınızdan hoşlanıyorum, lakin sizin nikahınızla işler biraz karıştı. Bilgilerinize arz ederim."
Yok ya.
Mafya olsaydın ne olurdu biliyor musun?
Kimseye danışmazdın.
“Gel” derdin.
Ben de koşardım.
Sakallarına bakmazdım.
Tabancanı da sorgulamazdım.
Sadece iç sesimi dinlerdim.
“Git Gizem, adamın parçası olmuşsun zaten, resmileştir bari.”
Ama sen asker olduğun için, ben sana “beni sev” desem sen bana asker selamı çakarsın.
Ben seni rüyamda görsem, uyanınca disiplin cezası yersin.
Benimle aynı evde yaşayacaksın artık.
Aynı çayı içeceğiz.
Aynı banyoda havlu unutulunca utanacağız belki.
Belki sen “biz kardeşiz” modundasın.
Kardeşmişiz.
Ben seni gönlümle nikahladım.
Devlet gelip "Hadi bakalım, artık üvey kardeşsiniz" dedi.
Ne yapmamı bekliyorsun Erdem?
Kalbime “aile içi hassasiyet” mi bastırayım? Merhem olur mu?
Yoksa seni görünce selam durup, duygularımı yok sayayım mı?
Senin gibi düzgün biri sevilmez mi?
Sevilir.
Ama düzgün bir adam, böyle “etik” durunca...
Ben de sadece bakar kalırım işte.
O yüzden diyorum: Keşke sen asker değil de mafya olsaydın.
Yemin ederim, etik metik dinlemeden tutar kolumdan götürürdün beni.
Ben de derdim ki:
“Ne yapayım memur bey, adam kalbimi çaldı.”
Ve bu cümleyle gurur duyardım.
...
Defterimi alıp kendimi dışarı attım. Sadece yazmak yetmiyor artık. Dökmem lazım kelimeleri.
Mahallede, Arasların çatısında, elimde defter, diğerleri dondurma ve çekirdek peşinde. Güneş batmak üzere.
Defteri dizine koydum, büyük bir ciddiyetle başını diktim.
“Şimdi size bir sanat eseri okuyacağım. Kalbin kanla yoğrulmuş hali bu. Dinleyin, etkilenin, susmayın.”
“Biz zaten hiç susmuyoruz da... Neyse hadi oku.” dedi Aras.
Sesimi bir oktav kalınlaştırarak başladım. Ona yazdığım kelimeler bile daha güçlü çıkmalı sanki dudaklarımdan.
"Erdem niye asker ya?"
Ferhat gülerek Günay ’a döndü:
“Başladı gene. Hazır mısın?”
Devam ettim.
“Senin sevdiğin bile prosedürle olur, değil mi?
İzin kağıdı dolduracaksın. Komutan onaylayacak.
Gerekirse babama dilekçeyle başvuracaksın…”
Aras elindeki dondurmayı bırakıp alkışladı.
“Yemin ederim stand- up yapsan zengin olursun.”
Okumayı sürdürdüm, bu kez duygusal tonla okuyordum.
“Mafya olsaydın, kolumdan tutardın.
Ben de giderdim.
Kimseye sormazdın, sadece gel derdin.
Ve ben… giderdim.”
Günay gözlerini kısmış, derin derin bakıyordu.
“Bu kız...
Yalnız başına Yeşilçam filmi yazar.
Bir de oynar, bir de ağlar, sonra çıkar dondurma yer.”
“Ben anlamadım. Şimdi bu çocuk suçlu mu değil mi?” diye sordu Ferhat.
“Suçlu değil, kurban. Gizem’ in aşkına düşmüş zavallı bir devlet memuru.” diye yanıtladı onu Ferhat gülerek.
Elini havaya kaldırdım, susturdum hepsini.
“Bitmedi!”
Ve finali dramatik şekilde okudum. Tiyatral bir ses tonuyla.
“O yüzden diyorum: Keşke sen asker değil de mafya olsaydın.
Yemin ederim, etik metik dinlemeden tutar kolumdan götürürdün beni.
Ben de derdim ki:
‘Ne yapayım memur bey, adam kalbimi çaldı.’”
Bir an sessizlik oldu.
Aras gözlüğünü çıkardı. Güneş gözlüğü tabii, hava da kararmak üzere ama cool olmak lazım.
“Bu son cümleyi tişörte bastıralım.”
Ferhat kıkırdayarak çekirdeği çitlemeye devam etti.
“Ben bu işten hala bir şey anlamadım ama kalbi çalmak bence sabıkaya girer.”
Günay dramatik tonla ekledi.
“Yas tutan bir kalbin sesiydi bu... Ama ben hala dondurma istiyorum.”
Derin bir iç çektim.
“Ya siz benimle dalga geçin… Ama ben hala onu seviyorum. Hala ona bakınca içim... İçim...”
Ferhat tamamladı:
“Yanıyor mu? Adam ortada yok. Nasıl bakıyorsun ki?”
Aras:
“Yok kardeşim, içi yanmıyor. İçinden türkü çıkıyor! Rüyasında bakıyor kız. Zaten bu ilişkinin yüzde 99' u rüyalarda yaşanıyor. Erdem Gizem aşkında olanları biz Erdem' den daha iyi biliyoruz. ”
Elimdeki defteri kapatıp gülümsedim ama gözlerim uzaklara kaydı.
"Keşke içimden çıkan türkü onun kalbine ulaşsaydı..."
Günay fısıldadı.
"Gizem adamın belki de sevgilisi var. Hiçbir şey bilmiyorsun farkındasın değil mi?"
Başını öne eğdim. Sonra alıp Ferhat' ın gözlüklerini taktım. Hava kararmıştı ama gözlerim yanıyordu.
“Boşverin. Ben şiirle severim, siz dondurmayı. Duygu seviyemiz başka. Onu benden başkası nasıl sevsin. Taş mı sevecek, ağaç mı? Adam insan mı görüyor?”
“Ben dondurmamı seviyorum, ama seni de seviyorum Gizem.” diyerek bana sarılmaya çalıştı Ferhat.
Gözlerimi kıstım.
“Sen beni değil, babamın arabasını seviyorsun.”
" Sonuçta o da senin bir parçan. "
" Hepinizi aşık edeceğim. Hepinizin başını bağlayacağım önce. Sonra bütün kirli çamaşırlarınızı ortaya çıkarıp size aşk acısı çektireceğim. Görürsünüz siz. "
Havalı bir şekilde eve doğru yürüdüm. Ama önüne gelince durdum. Eve girmek işkence gibiydi.