BÖLÜM 4: BEKÂRET

2341 Words
~ BEKÂRET ~ Peşimi bırakmayan geçmişim, beni yine kasvetli havasında boğarken bedenim soğuk terler atıyor ve kalbim beni ele vermek istercesine çırpınıyordu. Yakalanacağım ve yine aynı iğrençlikleri yaşayacağım diye çok korkuyordum, gerçi o pisliği bir kere yaşamıştım ama devamı gelmeyeceği ne mâlum? Anımsadığım anlar yavaş yavaş zihnimi terk ederken “Külüpte ne işin vardı?" diye gür bir ses kulaklarımı doldurunca gözlerim korku içinde ardına kadar açılmış ve sanki kalbim hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlanmıştı. Bu denli delicesine korkmam normaldi çünkü bu ses celladıma aitti. Yakınlardan gelen adım sesleriyle nefesim çoktan kesilirken istemsiz bir şekilde mutfağa göz gezdirdim. Erzak dolabı niyetine kullanılan dolabın kapağındaki küçük delikler sayesinde içeriyi silik bir şekilde görebiliyordum, bu da yeterdi. En azından bilinmemezlik içerisinde kalacağıma ne olacağını bilecektim. ♧ARSLAN♧ "Beni mi takip ediyorsun?" diye hiçbir duygu barındırmayan düz ses tonumla sorduğumda mutfak kapısından içeri girmiştim, başımın belası Ceren de hemen ardımdan mutfağa girmişti. Keşke sadece baş belası olsaydı. Kahretsin! Ceren denen kaltağın başıma bela olması yetmezmiş gibi büyük bir anlaşma imzaladığım adamın kızıydı. Babası tam istediğim gibi işkolik ve işine sadık biriydi ama o tam tersiydi. İşle ilgileneceğine… o dört aydır peşimdeydi. Babasının işini kullanıp altıma yatmayı düşünüyorsa çok yanılıyordu. Midemi bulandıran cilveli sesiyle “Dedim ya…” diye sanki tatlıymış gibi ağzını yamultarak konuştuğunda operasyon geçirdiği kalçalarını tezgâha dayadı. "Babam istediği için geldim." dedi, tezgâhın üzerinde bulunan tabaktan çileği ağzına atarken. "Belgeleri imzala…" "Bu saatte mi?" diye soğuk bir tavırla sözünü kestiğimde dolaptan çıkardığım soğuk su şişesini kafama diktim. Bu saatte gelmesinin asıl nedeni imzalayacağı belgeler değil de sik olduğuna adım kadar emindim, zaten sırf bu yüzden imza yetkisini babasından almıştı. Bana daha yakın olmak için resmen babasını kullanıyordu. "Neden? Olamaz mı?" diye beni sinir eden cilveli tınısıyla konuştuktan sonra o lânet olası kalçalarını tezgâhtan çekerek birkaç küçük adım attı ve yerdeki çikolatayı eline aldı. Kendisini eğdiği sırada mini eteği yukarı sıyrılmış, ıslak a****ı gözler önüne serilmişti. Âdi kaltak külot giymemişti. Beni tahrik etmeye çalıştığına o kadar eminim ki... Kobramı uyandıramayan amcığını yeterince sergilemiş olduğuna kanaat getirmiş olacak ki, kendisini dikleştirdi. "Hmm…” diye iniltili bir hüzünle inleyip bana dönerken yerden aldığı çikolatayı açıyordu. “Güzelim çikolatalar bunu hak etmiyor.” diye mırıldandığında çikolatadan küçük bir ısırık aldı, ben ise istemsiz bir şekilde zemine baktım. Neredeyse atıştırmalıkların hepsi yerlerde sürünüyordu. Evde çocuk yoktu ki, üstelik Mehtap Hanım da… Bir an Şehla'nın aklıma gelmesiyle kaşlarım kendiliğinden çatılırken Ceren dibime girip kollarını boynuma doladı. "Buraya neden bu saatte geldiğimi çok iyi biliyorsun, lütfen istediğimi ver artık." dedi şehvet kokan sesiyle. Ne arsız bir kaltak! Belli ki daha fazla dayanamadı. Kollarını sinirle boynumdan çektim ve parmaklarımı sertçe boğazına dolayıp onu ada tezgâhına dayadım. "Kendine uğraşacak başka birini bul!” diye dişlerimin arasından tıslarken gözlerinin içine bakıyordum, bana büyük bir zevk ve istekle bakıyordu. Ona bu şekilde davranmam hoşuna gidiyordu belli ki. “Bir kurşunluk canın var, o canından olma!" dedim ve onu boynundan sertçe ittirdim. "Vahşiliğin o kadar hoşuma gidiyor ki..." diye fısıltıyla, büyülenmişcesine konuşurken ona iğrenerek bakıyordum. Bir anda benim oğlanı avcuna alıp sıkmaya başladığı an istemsizce tıslarcasına inledim. "Altına aldığın sürtüklere karşı nasılsın diye çok merak ediyorum." Onu bilerek kendimden ittirip uzaklaştırmadım çünkü tek kurşunluk canı vardı ve sanırım o kurşun, Ceren’in tam alnının ortasında yerini alacaktı. Ama o kurşun yerini almadan önce bu kaltak nereye kadar gidebilecek diye merak ediyordum. Bana dokunma cüretini nereye kadar gösterecekti? Oyun başlasındı. Benim oğlanı memnun edip onunla ilgilenmeye devam ederken gözlerimin içine bakıyordu. Şehvet, büyük bir arzuyla kuşanmış bakışlarını bir an olsun harelerimden çekmezken "Bunu istiyorum!” dedi büyük bir istekle. “Benim ol, istiyorum. Sadece benim!” Ses etmedim ve o da bundan cesaret alıp kemerimi çözdü ve elini içeri sızdırdı, hoşuma gitmedi değil. Bakışlarımda yer edinmiş psikopatlık ve dudaklarımdaki çapkın gülümsemeyle ona üstten küçümseyerek bakıyordum ama o, arsızca baksırın üzerinden beni okşamaktan geri durmuyordu. “Sikin ereksiyon olmadığı hâlde bile bu kadar büyükse gerisini düşünemiyorum." dedikten sonra dudaklarıma yapışacağı sırada onu ittirdim ve önümde diz çökmesini sağladım. Ayaklarımın dibinde diz çökmüş kaltağa üstten bakarken "Beş dakikan var. Beş dakika içerisinde sikimi sertleştiremezsen…" diye kısa bir an sözümü kestim ve belimdeki silahı çıkararak alnına dayadım. "Sonuna hazırlan." derken psikopatça gülümsedim. Madem a****ı oyun istiyordu, oynardık o hâlde. Ama benim kurallarımla. "Peki, ya sertleştirirsem?" diye kaltakça gülümsemesi karşısında bu oyunun hoşuna gittiğini anlamam uzun sürmemişti. Hiç düşünmeden "Seni altıma alacağım." dediğimde arzuyla gülümseyip kot pantolonumun düğmelerini ve zincirini çözmeye başladı. Belli ki sikimi taş kesebileceğine inanıyordu. Çok yanılıyordu, çok. Pantolonumu baksırımla birlikte aşağıya çekiştireceği sırada cılız bir hıçkırık sesi kulaklarımı doldurdu, böylece kısa bir an duraksadığmda içimdeki şüpheyle gözlerimi kısmış ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Umarım bu hıçkırığın sahibi düşündüğüm kişi değildir, aksi takdirde bu kurşun yerini başka birine devredecekti. Ceren ani bir atakla ayaklanırken "Yalnız olduğumuzu zannediyordum." diye hoşnutsuz çıkan sesiyle söylendi. Sikimi ağzına alamadığı için boktan modu düşmüştü belli ki. İçimden sabır dilerken ona ters ters baktım ve elimdeki silahı gerisin geri belime yerleştirirken en ufak bir ses duyabilme ihtimaliyle sesin geldiği yere dikkat kesildim. O narin, cılız ses tek bir kişiye aitti ve o Şehla idi. Ve ben fare deliğinde saklanan Şehla'yı hemen şimdi kıskacıma alabilirdim, fakat küçük ceylanın yakalanma korkusuyla gerim gerim gerilmesini istiyordum. İçimde kaynayan büyük bir heyecanla küçümseyici bir şekilde gülümsedim. ♧ŞEHLA♧ Uzun bir zaman önce ruhumu katleden acımasız katilin hemen ardından siyah, kısa saçlı bir kadın mutfağa girmişti. En az on iki santimlik siyah stiletto ayakkabısı ve kan kırmızısı mini straplez elbisiyle göz alıcı görünüyordu. Oldukça şık görünen bu kadın, onun sevgilisi miydi? Bir süre boyunca kendi aralarında sohbet ettiler, sonra o kadın bir anda birkaç adım attı ve daha demin düşürdüğüm çikolatalardan birini eline aldı. Korkuyla nefesimi tutarken ellerimle ağzımı sıkıca kapamıştım. Nasıl böyle bir hata yapardım? Nasıl? Şimdi her şeyi anlayacaktı. "Hmm… Güzelim çikolatalar bunu hak etmiyor.” Kadının son sözleriyle kendime gelirken Arslan'a baktım. Gözlerini şüpheyle kısmış, yerdeki tatlı atıştırmalıklara bakıyordu. Anlayacaktı. Benim burada olduğumu ve kaçamak yaptığımı anlayacaktı, gerçi onun nezdinde hırsızlıktı ama ben… Anlamaması için gözlerimi sıkıca kapayıp içimden binbir türlü dua ederken "Buraya neden bu saatte geldiğimi çok iyi biliyorsun, lütfen istediğimi ver artık." diyen kadının sözleriyle gözlerimi açtım ve onlara baktım. Kadın kollarını Arslan'ın boynuna dolamış vaziyette Arslan'a büyük bir şehvetle bakıyordu. Arslan, onu kendisinden uzaklaştırıp boynuna parmaklarını sardığında kadını ada tezgâhına dayadı. “Kendine uğraşacak başka birini bul!” diye tısladıktan kısa bir an sonra “Bir kurşunluk canın var, o canından olma!" dedi ve onu boynundan sertçe ittirerek bıraktı. Kadın korkar ve geri çekilir sandım. Korkmadı. "Vahşiliğin o kadar hoşuma gidiyor ki..." diye büyülenmişcesine konuşan kadının sözleri beni şoka uğrattı. Nasıl bu kadar korkusuzca davranabilirdi? Bu Arslan denen adi herifin ne denli acımasız ve sözünün eri olduğunu bilmiyor muydu? Belki de her şeye rağmen yürek yemişti. Yürek yediğini düşündüğüm kadın, Arslan'ın erkekliğini avucuna almasıyla utançla dolarken kadına iğrenerek baktım. "Altına aldığın sürtüklere karşı nasılsın diye çok merak ediyorum." diye arsızca konuştuğunda ise zihnim geçmişe dalıp gitti. *GEÇMİŞ* "Kendini ele verdin, aptal." O an dünyam başıma yıkıldı. Kendime olan büyük bir hayal kırıklığıyla öylece ona bakarken gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Ne yani, bir hiç uğruna hayatımdan mı olacaktım? Hayır, bunun olmasına izin veremezdim. Bu kör kütük sarhoş adamadan bana zarar gelmesine izin veremezdim. Pes etmek yerine kaçıp gitmem gerekiyordu. Bunu yapabilirdim, kaçabilirdim. İçten içe kendimi cesaretlendirirken "Ne bekliyorsun, güzelim?" diye ağzının içinde ağırca konuştuğunda ayakta bile duramıyordu. “Soyunsana…” Kendinde olmadığı o kadar belliydi ki… kolaylıkla kaçabilirdim, üstelik sarhoş olduğundan belki bir ihtimal gücüm ona yeterdi. Hayır, kesin yeterdi. “Benim küçük fahişem, soyun hadi.” derken üzerindeki gömleğini çoktan çıkarıp atmıştı. “Ben soyayım mı, seni? Ha?” Beni soymak için üzerime eğileceği sırada "Ben senin fahişen değilim!" diye var gücümle haykırdığım an sarhoşluğundan yararlanarak onu sertçe ittirdim, böylece biraz da olsa sendelenmesini sağladığımda daha fazla beklemeden yataktan çıktım ve kapalı kapıya doğru koştum. "Seni kaltak!" Öfkeli sesini işittiğimde kiliti çoktan çevirmiş ve kapıyı açmıştım. Odadan çıktığımda karşıma çıkan ilk merdivenleri inmeye başladım fakat ben daha merdivenleri yarılayamadan saçlarımdan sertçe tutuldum. “Hayır! Hayır!” diye korkuyla haykırırken saçlarıma asılan iri eline tutunmuştum. “Ne olur bırak beni!" Öyle savunmasız bir hâldeydim ki… gözyaşlarıma boğuldum. "Kaçışının olduğunu zannetmen ne büyük bir aptallık!"diye öfkeyle gözü dönmüşcesine tıslarken saçlarıma daha sıkı asıldı ve cılız bedenimi peşinden sürüklemeye başladı, ben ise bir çare elleri arasında debelenip duruyor ve çığlıklar atıyordum. Avazım çıktığı kadar haykırdığım hâlde kimseler yardıma gelmiyordu; ya emir altında oldukları için ya da kimse olmadığı için. Kimseler yardıma gelmediğine göre bu koskoca mâlikanede bu densizle bir başımaydım demek ki. Zira vicdan sahibi olan biri muhakkak yardıma gelirdi. Kendimden çok değer verdiğim saçlarımdan sürüye sürüye beni gerisin geri aynı odaya getirdi, bedenimi acımasızca yere savurdu ve kapıyı ardından kilitleyip kiliti çıkardı. Bu âdi pislikten kaçışım yoktu, öyle görünüyordu zira kendinde olmadığı hâlde bile gücü bana yetiyordu. Son bir çare ellerimi önümde birleştirdim ve yaşla dolup taşmış ürkek bakışlarımı kara harelerine diktim. "Ne olur bırak beni. Benim hiçbir suçum yok." Beni bırakır diye karşımdaki duygusuz adama bir umut yalvarmaya başladım. Biliyorum, acınası görünüyorum. "İstediğimi ver, seni bırakayım.” derken şaşırtıcı bir şekilde ciddiydi. Bir anda üzerime eğilerek kolumdan sertçe kavrayıp bedenimi kolaylıkla yerden kaldırdı. Gözlerimin derinliklerine derinden bakarken "Son kez soruyorum.” diye ürkünç fısıltısıyla uyardı. “O âşığın olacak puşt herif nerde?" Islanmış gür kirpiklerimin ardından gözlerimi kırpıştırırken bilinmemezlikle yutkundum. "Bb-bil..." Ne diyeceğimi anlamış olacak ki alkol kokan nefesiyle dudaklarıma yapıştı. Kısa bir an neye uğradığımı şaşırırken sonunda kendime gelmiş ve kolları arasında debelenmeye başlamıştım. Uslanmayan gözyaşlarımın, yanaklarımdan aşağı doğru aktığını hissedebiliyordum. Yalnızdım. Korkuyordum. Yalvarışlarım ve çırpınışlarım acımasız dokunuşu karşısında işe yaramıyordu, zira ben kolları arasında çırpınıp ağladıkça o daha da kararlı görünüyordu. Kokuyordum, bu öyle sıradan bir duygu değildi. Ruhum yaralanıyor, içim parçalanıyordu. Nefes almak için ağzımı her açtığımda, dili oradaydı ve benimkiyle iç içe geçiyordu. Tadını alabiliyordum. Korkunç. Nemli dudakları boynuma doğru yol alınca "Lütfen bırak beni! Bb-ben hiçbir..." diye iç çeke çeke zar zor konuştuğum hâlde kendimi izah etmek istedim ama göğsümü parçalamak istercesine kavrayıp acı içinde haykırmama neden olduğundan sözlerim yarıda kaldı. Kör kütük sarhoş olduğundan beni dinlemiyordu, sadece bildiğini yapıyordu. "Lütfen dur! Ne olur bir kere beni dinle, yalvarırım." diye ona durması için defalarca yalvardım ama beni dinlemedi, aksine daha da hoyratlaştı. Elleri eteğime ulaştı, eteğimi belime değin çekti ve beni çaresiz hissettiren bir güçle kalçalarımı sertçe kavrayıp sıktı. Ağladım, haykırdım, yalvardım… hiçbiri işe yaramadı. Bittim ben, sonum gelmişti. Eli iç çamaşırıma doğru yol aldığında daha çok çırpındım ama adını bile bilmediğim cani herif durmak yerine elini iç çamaşırımdan içeriye doğru sızdırıp kadınlığımı sertçe sıktı, sonra parmaklarını kadınlığımın iki dudak arasında gezdirerek nefesimi kesti. Nefesimi kesen bu adi herifeten defalarca kurtulamaya çalıştım ama faydasızdı. Hâlâ da boynumdan çekilmezken bedenimi geriye doğru ilerletti, sonra bedenimi yatağa yatırdı ve iğrenç eylemlerine kaldığı yerden devam etti. Ne kadar ağladım, ne kadar çırpındım bilmiyorum ama sonunda kaçmaya çalışmaktan vazgeçtim çünkü boşunaydı. Onunla boy ölçüşemiyor ve ona karşı gelemiyordum. Gücü karşısında çaresizdim. İşini bitirip üzerimden çekilsin diye şoka girmiş bir hâlde uzun bir süre hareketsizce bekledim. İleriye gidip işini bitirmek yerine üzerimden çekildiğinde her şeyin kötü bir kâbus olduğunu düşündüm ama ne yazık ki yanılmıştım çünkü ikimizi de çırılçıplak soyduğunda her şeyin gerçek bir kâbus olduğunu acı içinde anladım. Beni soymaya çalıştığında direnmeye çalıştım ama yanağıma yediğim sert bir tokat beni gerçeğe döndürmüştü. Gerçeklerden kaçamazdım, tecavüz sonucu bekâretim elimden alınacaktı. Bana takıntılı pislikten kurtuldum derken… Her birini Allah'a havale ediyorum. Elleri durmadan vücudumun üzerinde geziniyor, her bir uzvum sert elleri tarafından keşfediliyordu. Ben de karşı koymayı bıraktım. Kendimi çoktan bu acı dolu kâbusa içim yana yana teslim etmiştim, sadece tek yapabildiğim çarşaflara tutunup bitmesini beklemekti. Fısıltıyı zor geçen güçsüz bir mırıltıyla "Lütfen canımı yakma," diyebildim sadece. İsteğim çaresiz ve yalvarırcaydı ama sesim ulaşmak istediği sağır kulaklara ulaşamadı. Erkekliğinin ucunu kadınlığımın girişine hafifçe bastırdığında hissettiğim acıyla geri çekilmek istedim fakat nasırlı elleriyle belimi sıkı sıkıya kavrayarak beni sabitledi ve ben daha ne olduğunu anlamadan bir hışımla içime girdi. Ve o an öyle bir çığlık atmıştım ki... Bir an altında öleceğimi zannettim, nefes alamıyordum. İçime birden girdiğinde kısa bir an şaşırırken "Bâkire ama fahişe!" dedi, parıldayan bakışlarıyla acıyla harmanlaşmış suratıma bakarken. Neden şaşırdığını anlamadım. Ha doğru ya, beni fahişe biliyordu. Fahişe değildim işte! Beni bırakması gerekmez miydi? Ne diye canımı yakmaya devam ediyordu? İçimdeki gelgitlerine başlarken acıyla inledim. Gelgitleri benim kaldıramayacağım kadar sert ve acımasızcaydı. Bu acıya dayanamayıp iri cüssesi altında ağlayarak ona yalvardım. Hiçbir işe yaramadı, aksine beni altında ezebildiği kadar ezerek gelgitlerine daha da hız kattı. Beni altında ezebilecek kadar iri ve kalıplı biriydi. Ve o, ben altında acı içinde ölürken beni altında ezmekten ve gelgitlerine hız katabildiği kadar katmaktan geri durmadı. "Beni delirtiyorsun Şehla, çok darsın." diye boğukça konuşarak inledi. Adımı her dile getirişinde kalbim korkuyla daha çok çarpıyor, derin sesi ve kalıplı cüssesi beni korkutuyordu. Sol kolundan dolanmış, göğsünden kasıkalarına doğru inen yılan dövmesiyse çabasıydı. “Sikeyim! Sikeyim, çok iyisin!” Duyduklarım beni daha çok ağlatırken o hızına hız kesmeden devam ediyordu. Zevkten dört köşe olmuş vaziyette boğukça inliyor, böylece ruhumu altında öldürüyordu. Her gelgitlerinde daha çok ağlarken, bu iğrenç eylemin bir an önce bitmesini diledim. Kaç dakika geçti bilmiyorum ama daha da hızlanarak son bir hareketle içime oluk oluk boşaldı ve tamamen boşalıp rahatladıktan sonra yükünü üzerime bıraktı. Yükü altında nefesim kesilirken, o nefes nefese kalmış bir hâlde nefesini düzene koymaya çalışıyordu. Korkuyla tek kelime etmedim. Bedenim titriyor, soğuk kapmışım gibi dişlerim gıcırdıyordu. Ne olacaktı şimdi? İstediğini aldı. Peki şimdi ne olacaktı? Beni bırakacak mıydı yoksa hayatıma son mu verecekti? Gerçi daha demin yaşadıklarım bir sondan farksızdı. İki dakika gibi bir sürenin ardından içimden çıktı ve yerdeki pantolonunun cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal çıkardı. Sigarasını çakmakla ateşleyip yakarken hemen yatağın ayak ucuna oturdu, ben ise içimdeki keskin acıya rağmen kendimi dikleştirerek ona nefretle baktım. Öyle bir nefret doluydum ki… onu öldürmek istiyordum. Sigarasını yakıp bir yudum içtiğinde bakışlarını bana dikti, böylece onun boş bakışlarıyla benim nefret dolu bakışlarım kesişti. “Ne bu nefret?” diye dudaklarındaki haylaz gülümsemeyle göz kırpıp arsızca bedenimi süzdüğünde bakışlarımı kaçırdım ve iç çeke çeke çarşafı üzerime doğru çektim. Ben daha çarşafı bedenime örtemeden, o elimden sertçe çekip alarak “Çarşafı kendine dolayıp zevkimi bozma! Daha işim bitmedi!" diye tısladığında korkuyla irkildim. Tanımadığım bir pislik celladım olmuştu. Ve celladım olmaya devam ediyordu. Ondan kaçış yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD