bc

ŞEHLA +18

book_age18+
1.5K
FOLLOW
27.0K
READ
dark
age gap
mafia
like
intro-logo
Blurb

İki dakika gibi bir sürenin ardından içimden çıktı ve yerdeki pantolonunun cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal çıkardı. Sigarasını çakmakla ateşleyip yakarken hemen yatağın ayak ucuna oturdu, ben ise içimdeki keskin acıya rağmen kendimi dikleştirerek ona nefretle baktım. Öyle bir nefret doluydum ki… onu öldürmek istiyordum. 

Sigarasını yakıp bir yudum içtiğinde bakışlarını bana dikti, böylece onun boş bakışlarıyla benim nefret dolu bakışlarım kesişti. “Ne bu nefret?” diye dudaklarındaki haylaz gülümsemeyle göz kırpıp arsızca bedenimi süzdüğünde bakışlarımı kaçırdım ve iç çeke çeke çarşafı üzerime doğru çektim.

Ben daha çarşafı bedenime örtemeden, o elimden sertçe çekip alarak “Çarşafı kendine dolayıp zevkimi bozma! Daha işim bitmedi!" diye tısladığında korkuyla irkildim.

Tanımadığım bir pislik celladım olmuştu. Ve celladım olmaya devam ediyordu.

Ondan kaçış yoktu.

Arslan & Şehla.

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1: GEÇMİŞİN LÂNETİ
~ GEÇMİŞİN LÂNETİ ~ Uçsuz bucaksız uçurumun kenarında açmış bir çiçeğim. Gözden uzak bir ev, içinde sadece ben varım. Sıkıcı bir yer burası ama etrafı çok güzel. Yemyeşil bir vadi… ama konuşabileceğim hiç kimse yok yanımda. Korkuyorum. Ben küçükken annem bana uydurma prens hikayeleri ve peri masalları anlatırdı. Ben artık o masallara inanacak kadar küçük değilim; çok uzak diyarlardan beni kurtaracak beyaz atlı bir prensin gelmeyeceğine inanacak kadar büyüdüm. Keşke… Keşke zamanında bu kasvetli ve boğucu malikâneden kaçabilseydim; zira kaçmam artık imkânsıza yakın, hatta imkânsız. Karnımda yedi aylık bir bebek, yıkılan umutlar, üstüme kapanmış kilitler, mâlikanenin etrafına kuşanmış yüzden fazla korumalar… Nasıl kaçabilirdim ki? Çok yoruldum; bir şeylerden kaçmaktan, korkmaktan, aciz gibi etrafta dolanmaktan... Hayatın aradığı, bana ait olan makam mı bu? Tavandan neredeyse yere doğru uzanan salondaki büyük pencerenin taş mermerinde oturmuş, ormanı seyredip doğayı dinliyordum; gök gürültüsünü, yağan yağmurun sesini, rüzgarın sesini, rüzgardan dolayı uçuşan yaprakların çıkardığı hışırtılı sesler... Son birkaç gündür olduğu gibi hava bugün de yağmurluydu. Yağmur damlaları cama vuruyor, sonra aşağıya doğru yuvarlanıp yol alıyordu. Bu kasvetli yerde yağmur damlaları bile vazgeçmedi yağmaktan ama ben umut etmekten çoktan vazgeçtim. Yoktu umudum. Gözyaşlarım yine her zamanki gibi yanaklarımı ıslatmakla meşguldü. Kendi benliğim gibi artık gözyaşlarımdan bile nefret ediyorum, her bir zerreme tiksinti duyuyorum; sevmiyorum artık kendimi ve bedenimi, eski beni öldürdüler çünkü. Mehtap Hanım, "Şehla," diye bana seslendiğinde daldığım kasvetli düşüncelerden irkilerek sıyrılırdım, hâlâ da akmakta direnen lânet gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ve pencerenin önünden kalktım, böylece Mehtap Hanım'ı üzerime gelirken gördüm. Kırkın sonlarına doğru yaşı olan Mehtap Hanım, bu mâlikanenin sevilen ve saygı gösterilen hizmetkârlardan biriydi. Koskaca mâlikaneyi bir başına yönetiyor ve bu evde yatıp kalkıyordu. Geriye kalan diğer hizmetkârlar ise mâlikaneden biraz uzakta bulunan müştemilatta kalıyordu. Her ne kadar mâlikanenin dört bir yanında hizmetkârlar olsada kendimi yapayalnız hissediyordum, bundan ötürü bulunduğum çoğu ortamda ‘yalnız ben varım’ kanısına kapılıyordum. Neticede dışlanıyordum. Kimseyle konuşmuyor, gerekmedikçe de kimseyle yüz yüze gelmiyordum. Yalnızım, konuşacak kimsem yok. İçimi dökecek, derdimi anlatacak kimsem yok. Kimsesizlik nedir diye sorsalardı, yaşadığım hayat derdim hehâlde. Mehtap Hanım, galiba bana yine temiz olduğu hâlde yerleri sildirecekti. Her Allah'ın günü ıslak bezle yerlerde sürünerek evin odaları hariç diğer bütün yerlerini hamile hâlimle köşe bucak siliyordum. Ne acı ki bana vileda çok görülüyordu. Bana tüm bunları yaptırması için adını dahi anmak istemediğim o acımasız herif, Mehtap Hanım aracılığıyla bana cezalar veriyor ve yerleri sildirtiyordu. Hiçbir suçum olmadığı hâlde tüm bunları bana yaşattığı için onu asla affetmeyecektim. Asla! Suçsuz yere azap çekiyordum. Mehtap Hanım, bana bu tür ağır işler yaptırmak ve cezalar vermek istemiyordu ama ne var ki o bir emir kuluydu, yani elinde olan bir şey değildi. İtirazım yoktu. Yorgun düşüp yerleri silmediğim gün, cezası bana çok görülen yemekti. Ama ben bebeğim aç kalmasın diye el mecbur yapıyordum, sadece iki öğün yemek için; sabah ve akşam. O iki lokmayı bile bana çok görüyorlardı. Aslında kendimi kanıtlayamadığım o geceden sonra her şey bana çok görülmüştü. *GEÇMİŞ* Kaçırılmıştım, hiç tanımadığım ve daha önce hiç görmediğim birkaç adam tarafından hem de. Yüksek, gür ağaçlarla çevrelenmiş devasa mâlikanenye zorla getirilmiş ve kapkara bir odaya kapatılmıştım. İçerisi pencereden yayılan ikindi güneşi sayesinde aydınlıktı ama etrafım simsiyahtı, yani mobilyalar ve duvarlar siyahtı. Dört duvardan oluşan sade, küçük bir odaydı ama iç karartmaya yetiyordu. Duvarlar siyah rengine boyanmış, parkeler siyah renginde döşenmişti. Tüm bunlar ilginçti ama bunun bir nedeni var gibime geliyordu. Neden kaçırıldığımı ve ne için bu iç karartıcı odaya kapatıldığımı bilmiyorum ama hiç iyi şeyler olmayacağını hissedebiliyorum. Gerçi birine karşı bir suçum ve düşmanım olmadığı için yanlış kişiyi kaçırdılar diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle birine benzetildim ve kaçırıldım. Başka açıklaması olamaz. Odanın ortasında gerginlikle volta atıp dururken, kendimi birine benzetilmiş olma ihtimaliyle avutuyordum. Kimsem yoktu, hele düşmanım hiç yoktu. Aslında bana kin besleyen biri vardı ama o… Odanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldığında korkuyla yerimden sıçrarken, korktuğumu haykıran kalbimin gümbürtüsüyle bakışlarımı ardıma çevirdim ve böylece içeriye bodoslama dalan o kişiyi gördüm. Beyaz gömlek, altına giymiş olduğu siyah, kumaş pantolonlu adamı görünce korkuyla dolmuş gözlerim yerini şaşkınlığa bıraktı. Bu… bu o adamdı; bana saplantılı olan adamdan kaçarken çarptığım adam. Gömleğin kolları dirsek altına değin kıvrılmış, önden ilk üç veya dört düğmesi açılmıştı. Saçları darmadağın, koyu kahverengi gözleri derinleşmişti. Korkunç görünüyordu, sanki her an bana saldıracak ve öldürecekmiş gibiydi. İyi de neden? Bir gömlek için mi? Bundan iki hafta önce peşimdeki takıntılı sapıktan kurtulmak için ardıma bakmadan kaçarken, peşimden hâlâ geliyor mu diye bir an arkamı kollamak istemiştim ama tam o sırada sert bir bedene çarpmam bir olmuştu. Çarptığım kişi yüzünden yeri boylamamak adına tutunmak istedim, böylece refleksle gömleğine sıkıca tutundum. Gömleğinin ilk birkaç düğümü açık kaldığından elim istemsizce o araya tutundu, fakat başarısız olup yeri boyladığım için gömleğin düğmeleri benimle birlikte tek tek yeri boylayarak önü açıkta kalmıştı. Hepsi bu. Kıpkırmızı kesilmiş koyu kahverengi gözleriyle ruhumun derinliklerini görüyormuşcasına gözlerimin içine baktığından, huzursuzlaşıp bakışlarımı kaçırdım. Bakışları beni ürkütmüştü. Bakışlarımı kaçırdığım esnada kapı büyük bir gürültüyle kapanırken korkuyla irkildiğim anda istemsizce tekrar ona baktım, ve onu bakışları hâlâ da üzerimdeyken kapıyı kilitlerken gördüm. Kaşlarımı çattım. Kapıyı neden kilitlediğine dair anlam verememiştim. “Şehla…” Derin sesi yutkunmama sebebiyet vermişti. “Adın bu değil mi?” diye sorduğunda üzerime geliyordu. “Şehla…” İstemsizce onu başımla onayladım. Evet, adım buydu: Şehla. Bakışlarını bir an olsun harelerimden çekmeden yanıma vardığında, istemsizce bir iki adım geriledim. Tuhaf görünüyordu ve bu ondan çekinmemi sağlıyordu. Bana olan bakışları tuhaftı. Alay, ürkütücü dolu bir sırıtışla gülümsedi. “Neden benden kaçıyorsun, Şehla?” Bir anda elini kaldırıp yanağımı kavrarken istemsizce geri çekildim ama yine de yanağımı bırakmadı, geri çekilmem hoşuna gitmişti. Bunu gözlerinde beliren ürkünç, zevk dolu pırıltıdan anlamıştım. Solmuş dudakları belli belirsiz kıvrıldığında “Benden korkuyor musun?” diye sordu. “Hata yapanlar korkar, Şehla.” diye derin sesiyle fısıldadığında nefesinden yayılan ağır koku midemi bulandırmış, genzimi yakmıştı. Ondan yayılan ağır koku, uyuşuk ve kıpkırmızı kesilmiş gözleri… alkollüydü. Alkollü olduğunu fark ettiğimde suratımı iğrenircesine buruşturdum ve kendimi biraz geri çektim. Tuhaf davranıp beni korkutması yetmezmiş gibi bir de pis kokuyordu. İğrenç herif! “Ne hata yaptın?” diye sorduğunda küçük bir adımla dibime kadar girmiş, böylece pahalı ama ağır kokusu genzimi daha bir yakmıştı. Bir dakika, hata mı demişti o? “Ne dediğinizi anlamıyorum!” Sonunda sesimi bulmuş olacağım ki dilim çözülmüştü. “Bırakın beni!” Dokunuşundan rahatsız olduğum için elini yanağımdan sertçe ittirerek birkaç adım geriledim. Tek kaşını çatarak “Anlamıyorsun?” diye alayla teyit etti, fakat sesine yansımış öfkeyi sezmiştim. Üstelik bana, delici koyu kahverengi gözleriyle öfke ve nefretle bakıyordu. Neden başından beri tüm ailesini elinden almış ve katletmişim gibi bakıyordu ki? Hâlbuki sadece gömleğini yırttım, o da yanlışlıkla. Bir gömleğin peşine düşecek kadar kindar bir adam mıydı? Sanmıyorum, çünkü bir gömleğin peşine düşecek bir adama benzemiyordu. Üstelik her şeyden öte bir gömlek için neden bu denli öfkeli görünürdü ki bir insan? Fazlasıyla öfkeli görünüyordu hem de. Öfkeyle derinleşmiş bakışları karşısında istemsizce yutkunurken, büyük bir öfkeyle beni parçalamak istercesine bana doğru geldiğinde içinde bulunduğum korkuyla arkaya doğru adımlamaya başladım. Ve buna rağmen, ondan korktuğumu bildiği hâlde hâlâ da üzerime doğru geliyordu. Sonunda kapana kısılmış gibi tam duvara çarpacaktım ki, kolumdan sert bir şekilde tutup yatağın üzerine hayvanca fırlatmasıyla korkuyla çığlık attım, kalbim kulak zarlarımı yırtarcasına atıyor ve daha fazla korkmaya başlıyordum. Onun dengesiz hareketleri beni korkutuyordu. Üstelik Bana ne yapacağı belli olmazdı, ne de olsa kör kütük sarhoştu. İçimde kol gezen korkuya rağmen “Seni pislik…” diye öfkeyle ona döndüğümde, bedenimi süzercesine üzerime doğru geldiğini görünce lafım ağzımda tıkanıp kaldı. Hayır, hayır ben yine aynı acıya katlanamazdım. Yine tacize ya da daha kötüsüne uğramak istemiyordum. Başka bir adam tarafından yine aynı şeyleri yaşayacağım korkusuyla yatakta, gözlerimi iri cüssesinden ve sert yüz hatlarından ayırmadan ondan kaçarcasına geriye doğru süründüm. Fakat ben daha ne olduğunu anlamadan ayak bileğimden yakalamasıyla ağzımdan büyük bir çığlık daha kaçarken, kalbim daha da hızlanmıştı. Korku ve panik dolu çığlığımın hemen ardından ise uslanmaz gözyaşlarım akmıştı zaten. “Bırak beni ne olur.” diye gözyaşları içerisinde yalvardım. “Bırak, bırak beni lütfen!” Ben debelenip ağladıkça o daha çok ayak bileğimi sıkıyordu. Hayır, hayır yine istismara uğramak istemiyordum. “Gömleğinin parasını vereceğim, söz veriyorum." dedim son çare, ama o hiç duymamış gibi beni yerimde kolaylıkla sabitledi ve iri cüssesini üzerime eğmeye başladı; korkudan dolayı gözlerimi sıkı sıkı kapatıp nefesimi tuttum. Uslanmaz gözyaşlarım, gözlerim kapalı olduğu hâlde durdurak bilmeden yanaklarıma doğru akıyordu. “Şehla,” diye derin sesi ve alkollü nefesiyle fısıldadığında, korkudan daha bir titremeye başladım. “Sen o’sun, Şehla.” Yüzlerimiz arasında neredeyse milimlik mesafeler vardı, bunu yüzüme yayılan sıcak, alkol kokan nefesinden anlamıştım. Bu yakınlığın korkusuyla sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. Görüşüm bulanık olduğu için netlik kazanması adına gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım, böylece gözlerimin önünü yavaştan netlik kazanırken koyu göz bebeklerinin hareket hâlinde olduğunu ve yüzümün her bir santimini ezberlemek istercesine dolandığını gördüm. Gözünü dahi kırpmadan yüzümü süzüyordu. O beni süzerken ben de istemsizce yutkundum ve onu süzmeye başladım. Alkolden olsa gerek gözlerinin içi kızarmış ve bu onu daha fazla korkunç göstermişti. Gözaltıları koyu halka şeklinde morarmış, saçları darmadağındı. Üstündeki kırış kırış olmuş gömleğe de bakılırsa dünden kalmış bir hâli vardı. “Sevdiklerimi elimden alan Şehla’sın.” Ne demek istediğini anlamazken histerikçe gülümsedi. "Sonunda elime düştün, küçük fahişe." demesiyle gözlerim ardına kadar açılmıştı. Bu adam ne diyordu böyle? Gömleğini yırttım diye fahişe mi oldum? Şok içinde "Ne?" diyebildim sadece, o da titreyen bir fısıltıyla. Neredeyse duyulmayan fısıltım dudaklarımın arasından dökülür dökülmez büyük bir öfkeyle saçlarıma asıldığı an “Kes sesini!” diye bağırmasıyla gözlerine büyük bir korku ve dizginleyemediğim büyük bir öfkeyle baktım. O kim oluyordu da saçımı çekerdi? Canımı acıtmak istercesine saçlarıma asıldığı için ister istemez eline tutunmuş, beni bırakması için dil dökeceğim sırada “Siktiğimin sesini duymak istemiyorum!” diye bağırdı. “Şimdi ya istediğim cevapları verirsin ya da sonun olurum!” derken saçlarımı sertçe ittirerek bırakmış ve az biraz uzaklaşmıştı. “Bunun için şiddette ne ge…” Ben daha sözlerimi biteremeden, yanağıma acımasızca yediğim tokat ile neye uğradığımı şaşırırken “Sana kes sesini dedim!” diye ciğerlerinin yettiğince kükrediğinde korkuyla irkildim. “Yoksa seni doğduğuna pişman ederim, kahpe!" Ben daha beni fahişe kalıbına koymasına bir anlam veremezken tokat atmıştı bana. Tokat… Bu denli öfkeli olması ve bana acımadan şiddet uygulaması kesinlikle yırtmış olduğum gömlek değildi. Bunun altında bilmediğim başka bir şey vardı. Ama ne? ◇◇◇ Mehtap Hanım, "Şehla... Şehla... Şehla!" diye üst üste adımı sayıklayıp beni dürtünce, geçmişin lânetinden irkilerek kendime geldim ve dalgın bakışlarımı ona diktim. "Yine nerelere dalıp gittin sen?" dedi, ama ben tek kelime etmeden öylece kırışmaya yüz tutmuş yüzüne bakmaya devam ettim. Ne diyebilirdim ki? Anlatsam, anlar mıydı beni? "Cevap vermeyeceksin anlaşılan?" diye hoşnutsuzca söylendi, daha sonra "Neyse..." dedi iç çekerek. "Birkaç günlüğüne burada olmayacağım, haberin olsun diye söylüyorum. İşlerini sakın ola aksatma yoksa ne olacağını biliyorsun." Son sözlerini dile getirirken gözlerime tehditkarca bakmıştı. Ne olacağını çok iyi biliyordum, uyarmasına ve bana tehditkarca bakmasına gerek yoktu. Sırf hata yapıp zarar görmeyeyim diye gözümü korkutmasına gerek yoktu, ne de olsa istesemde hata yapamazdım artık. Korumam gereken bir bebeğim var. Gerçi o, korumam gereken bir bebeğimin olduğunu bilmiyordu. Aslında kimse bilmiyordu. Mâlikanedeki kimsenin hamile olduğumdan haberi yoktu, yani bildiğim kadarıyla öyleydi. Ama içimdeki bir his Mehtap Hanım'dan şüphe duyuyordu ve o hisse engel olamıyordum. Zira Mehtap Hanım, bana son günlerde şüpheyle bakıyor ve beni gözlüyordu. Belki de yakalanacağım diye korktuğum için öyle zannediyorum, bilemiyorum. Yakalanmamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum ama ne kadar becerebildiğim meçhul tabii, sonuçta karnım her geçen gün biraz daha büyüyor ve ağırlık yapıyordu. Gerçi pek bir şey yemediğim için karnım fazla belirgin değildi, doğmamış bebeğimi şimdilik bol kıyafetler giyerek ve insanlardan uzak durarak saklamaya çalışıyordum. Bebeğimi nereye kadar saklayabilirdim, hiçbir fikrim yok. “Beni dinliyor musun!?” Mehtap Hanım'ın sert sesiyle kendime gelirken “Bir yerlere dalıp gitmeye ne zaman son vereceksin?” diye beni azarladığında, diyemedim geçmişin lâneti peşimi bırakmıyor diye. Ses etmediğim için sabır dilercesine derin bir nefes aldı. “Neyse…” dedi aldığı nefesini bırakırken. “Sabah ve akşam Arslan Bey'e görünmeden sofrayı hazırla, daha da bir şey istemiyorum senden.” Çalışanlar varken ben niye hazırlıyorum demek istedim ama yine sessiz kalıp onu başımla onaylamakla yetindim. “Bir de zarar görmek istemiyorsan Arslan Bey'e görünmemeye dikkat et.” O acımasız gaddar herif beni görmek istemiyordu, şayet beni gördüğünde farklı cezalar veriyor ve hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gidiyordu. Cezamı en son beş ay önce çekmiştim, zaten o zamandan beri bir daha herhangi bir hata yapmadım çünkü acı da olsa kabullendim. Bir dakika, Mehtap Hanım nereye gidiyordu? Daha önce hiçbir yere gitmemişti. Birden aklıma evde sadece ben ve o cani pisliğin kalacağı gelince, hemen başımı olumsuz anlamda hareket ettirerek konuşmaya başladım. "Hayır, lütfen gitmeyin. Bb-beni burda yalnız bırakmayın, lütfen." diye yalvarmaya başladım. "Korkma, hemen geri döneceğim. Sadece birkaç gün... Hem zaten Arslan Bey'e görünmezsen sana hiçbir şey yapmaz. İşini aksatma yeter." Biliyordum, ben ne dersem diyeyim gidecekti. Ama yine de gözlerine 'gitme' derecesine baktım ama o, arkasına bile bakmadan çekip gitti. Beni cehennemde bir başıma bırakarak gitti.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ZÂLİM: KÖTÜ ADAM +18

read
86.7K
bc

Askerin Zeynosu [+18]

read
626.2K
bc

Vincent Raphael +18

read
15.0K
bc

AFET-İ DEVRAN (+18)

read
29.9K
bc

Mafyaya tutsak

read
15.5K
bc

TÖREYLE YAZILAN +18

read
16.8K
bc

Berdel Kanunu

read
189.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook