BÖLÜM 9: KILIÇ KARÂSLAN

1849 Words
~ KILIÇ KARÂSLAN ~ En son ne oldu ne bitti hakkında hiçbir fikrim yok, sadece algımı kaybettiğimi hatırlıyorum. Ama Allah’a şükür ki hayattayım ve şu an minicik bebeğimi emziriyorum. O kadar tatlı ve o kadar minnoştu ki… Şükürler olsun yaradana. O gecenin üzerinden üç gün geçmiş ve bu zaman içerisinde az çok toparlanabilmiştim. İlk iki gün yataktan hiç çıkamıyorken, bu sabah kendimi daha dinç hissediyordum. En azından uzanmak yerine oturabiliyor ve bebeğimi rahat rahat emzirebiliyordum. Emzirmekte bilgisiz olduğum için nasıl emzirmem gerektiğini ebe bana öğretmişti. Aslında çoğu şeyi ebe sayesinde öğrenmiş, bebeğime uyguluyordum. Bebeğin gaz çıkarması olsun, bezi değiştirmesi olsun, masajı olsun ve daha birçok şey… Ebe Hanım iyi biriydi. Oğlumun minnacık elini ufak ufak okşayıp öperken “Bu tutsaklıktan kurtulacağız, oğlum. Annen sana söz veriyor, kurtulacağız.” diye umutla mırıldandım. Bu cehennemden kurtulacağıma dair hâlâ da umudum vardı. Hele bir kendime gelip biraz daha dinç olayım, işte o zaman hiç kimse beni bu cehennemde tutamazdı. “Oğlum,” dedim o minnak elini daha baskın öperken. “Umudum benim.” O benim en büyük umudumdu ve bu yüzden oğlumun adını kendi içimde Umut koymuştum. Beni hayata bağlayan, yaşamama sebebiyet veren tek umudum oydu. Kim ne derse desin o gece bana verilen kan sayesinde değil, biricik oğlum sayesinde hayattaydım; çünkü oğlum için hayata tutunmak istedim, yaşamak istediğim için değil. Oğlumu bu cehennemde bir başına bırakmak yerine onun için yaşamak ve ona iyi bir anne olmak istedim. Biricik umudum göğüs ucumu bırakınca doyduğuna kanaat getirerek göğsümü sütyenime yerleştirdim, tam o sırada odanın kapısı açıldı ve içeriye Hayat Hanım girdi. Gün içerisinde ara ara yanıma uğrayıp oğlum Umut'a sevgisini gösterip gidiyordu. Hayat Hanım'ın, Umut'u sevdiğine şüphem yoktu. Üzerime doğru gelirken "Emzirdin mi?" diye sordu, sadece başımı salladım. Sanırım yine torununu dilediği gibi sevip gidecekti ama ona sormam gereken sorularım vardı. Mesela beni burdan gönderecek miydi yoksa sadece sözde miydi? Yanıma vardığında oğlumu kucağımdan aldı, ben ise diğer günlere nazaran sessiz kalmak yerine "Beni bu cehennemden ne zaman göndereksiniz?" diye sordum ama sormaz olaydım çünkü soğuk bakışları beni bulunca neye uğradığımı şaşırdım. Neden o şekilde soğuk ve sanki nefret dolu baktığını anlamamıştım. Acaba beni buradan göndermeye niyeti yok muydu? Aklımdaki ihtimalle içten içe sinirlenirken "Unutmayın, beni buradan kurtaracağınıza söz vermiştiniz." dedim ona her şeyi hatırlatmak istercesine. Eğer beni bu tutsaklıktan kurtarmayacaksa ben kendim bir yol bulup oğlumla birlikte çok uzaklara kaçacaktım. Yatağın hemen baş ucunda ayakta dikilmiş vaziyette kucağındaki oğlumu severken "Unutmadım." dedi derin bir sesle. "Sözünden dönenlerden hiç hoşlanmam, Şehla." Bu da demek oluyor ki sözünü tutacak ve beni buradan gönderecekti. "Ne zaman?" "Yakında..." diye fısıldadı. "Yakında seni çok uzaklara göndereceğim." Tebbesüm ettim. Nerden bilebilirdim ki, kastettiği uzaklığın ölüm olduğunu? Hayat Hanım, Umut'u sevip koklarken "Beni o gece neden ölüme terk ettiniz?" diye bir anda aklımdaki bir diğer soruyu sordum. O gece aralarında geçen hiçbir konuşmayı doğru düzgün anlamamıştım ama ölüme terk edildiğimi anlamıştım. Sinirle verdiği derin nefesini işittim. "Ne yapmamı bekliyordun? Senin yerine torunumu ölüme terk etmemi mi?" diye sanki konuşmama tahammül edemiyormuş gibi bıkkınca konuştuğunda bakışlarımı kaçırdım. Belli ki seçime zorlanmıştı. Ama bu şekilde sert konuşmasına ne gerek vardı ki? Şimdi düşünüyorum da iyi ki de ilk oğlumun hayatını düşünmüştü yoksa ben oğlum olmadan yaşayamazdım, ki zaten oğlum için hayattaydım. Eğer oğlum olmasaydı çoktan öbür dünyayı boylamış ve gerçek anlamda huzura ermiş olurdum. Neticede oğlum olmasaydı yaşamamın ne anlamı vardı? Hayat Hanım'ın çalan telefonu aramızdaki derin sessizliği bozarken telefonu açıp cevapladı, ardından kısa süren bir sessizliğin ardından "On dakikaya orada olurum. Hiçbir yere ayrılma." diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı ve oğlumu yatağa uzandırıp küçük bir battaniyeye sarmaya başladı. Ne yapmaya çalışıyordu? "Oğlumu nereye götüreceksiniz?" diye sordum anneliğin verdiği korku ve şüphe dolu benliğimle. "Torunumun hava almaya ihtiyacı var, onu biraz gezdireceğim." "Ama ya biri görürse?” diye hemen atıldım. “Hem ben onu balkona çıkarırım, orada hava alır." Bir umut oğlumu götürmez diye konuştum ama bana ters bir bakış atarak beni dinlemeyeceğini beyan etti. Bu kadın son üç gündür bir değişik davranıyordu. Sanki benden nefret ediyor gibi bir hâli vardı. İyi de neden? "Ben dönene kadar sakın odadan çıkma!" diye beni iyice tembihledikten sonra battaniyeye sardığı oğlumu kucağına aldı ve odayı terk etmek için ardına döndü. "Oğlumu ne zaman getireceksin?" diye sordum ama o bana cevap vermek yerine odayı terk etti. İçimde derin bir huzursuzluk vardı. Gerçekten oğlumu hava almaya mı çıkarıyordu? ♧YAZAR♧ Hayat Hanım, kucağındaki torunuyla birlikte kimseye görünmeden mâlikaneye on dakika uzaklıktaki ormanlık alana geldi ve görmek istediği kişiyi bulma umuduyla etrafa bakındı. "Burdayım, teyze!" diye işittiği bağırışla dudaklarında kocaman bir gülümseme oluşurken hemen ardına döndü, böylece ağaçların arasından yeğeni Yıldız'ı kendisine doğru koştuğunu gördü. Sonunda, yeğeni Yıldız Mısır'dan dönmüştü. Kısa bir hasret giderme anından sonra Hayat Hanım, kucağındaki bebeği Yıldız'a uzatarak "Şimdi ben gideceğim ve sen de hiçbir şey olmamış gibi torunumla birlikte mâlikaneye geleceksin." dedi ve ardından alçak bir sesle "Ama biraz hüzünlü görün. Zaten sonra ne yapacağını biliyorsun." diye ekledi. Hayat Hanım'ın amacı, yeğeni Yıldız'ı oğlu Arslan'la evlendirmekti ve bu bebek sayesinde olacaktı. Zira Yıldız, yıllar önce vefat eden ablasının emanetiydi. Üstelik oğlu Arslan'a kör kütük âşıktı. Çocukluğundan beri Arslan'ı seviyordu ama gel gör ki Arslan bir türlü Yıldız'a yüz vermiyordu. Hayat Hanım, bundan iki yıl önce oğlu Arslan ile yeğenini zor da olsa bir şekilde nişanlandırmıştı ama oğlu kısa bir süre sonra nişanı atarak 'Yıldız benim ahiret bacımdır, onunla evlenemem!' diye evde yaygara çıkarmıştı. Tabii o zamanlar kurduğu hain planlar suya düştüğünden dolayı nişan bozulmuştu ama şimdiki planın işe yaracağından adı kadar emindi. Hayat Hanım tüm bunları önceden en ince detayına kadar planlamış ve oğlu Arslan'ın inanması için de DNA testini önceden çıkarmıştı. Kısacası planları tıkır tıkır işliyordu ve bu şekilde devam etmesi için önüne engel çıkmasın diye çok yakında Şehla'yı yeryüzünden silecekti. Bir tek oğlu Arslan'ın değil, herkesin bu yalana inanması için yeğeni Yıldız'dan kucağındaki bebekle birlikte sonradan mâlikaneye gelmesini istemişti. Çünkü böylece kendisinin hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranacak ve bu yüzden her şey daha gerçekçi olacaktı. ♧ARSLAN♧ "O piç kurusunun işini bitirin!" diye adamlarıma talimat verdikten sonra kulüpten çıktım ve mâlikaneye dönmek için aracıma doğru yol aldım. Normalde bu saatte mâlikaneye dönmezdim ama annem son iki saattir eve dönmem için durmadan beni arıyordu. Son iki aydır yasadışı silah sevkiyatın yoğunluğundan ve ardımdan iş çeviren adi pisliklerin işini bitirme hırsından ötürü doğru dürüst eve uğramıyor ve bu yüzden Şehla'yı ne kapı dışarı etmeye ne de öldürmeye bir türlü vakit bulamıyordum. Aslında kendisini suçsuz ilan edebilir düşüncesiyle kendi içimde ona zaman tanıyordum ama buraya kadardı. Bu gece Şehla'yı sokağa atacaktım. Yüreğimin derinlerindeki bir yanım Şehla suçsuz diye haykırdığı için onu öldürmeye vicdanım el vermediğinden, sokağa atmak bana daha cazip geliyordu. Zaten kimsesiz olduğu için birkaç güne kalmaz bu soğukta sokakta geberip giderdi. Belki de haydutlar tarafından hırpalanırdı. Ne sikim olacaksa olsun, sikimi ilgilendirmez. ◇◇◇ "Bu saçmalık!" diye kükredim sinirden elim ayağım titrerken. Yıldız'dan nasıl olur da bir çocuğum olurdu? Bu imkânsızdan da öteydi. Ama lânet olsun ki DNA sonuçları ve anlatılanlar bunun aksini söylüyordu. Çıldıracağım, kahretsin çıldıracağım! "İnkar etme, Arslan!" diye daha deminki sertliğiyle bana karşılık verdi annem. "Önce bile isteye yeğenimin ırzına girecen, şimdi de kabul etmeyeceğin öyle mi?" diye öfkeyle bağıran annemle, sinirden ateş püsküren bakışlarımı kanepede oturan Yıldız'a çevirdim. Kendisini küçültebildiği kadar küçültmüş, timsah gözyaşlarını döküyordu. Keskin, şüphe dolu bakışlarım Yıldız'ın üzerindeyken "Başkasından peydahlamadığı ne belli?" diye gayet normal bir tonda şüpheyle sordum. Her ne kadar DNA sonuçları bunu göstermese de sahte olmadığı ne mâlum? Belki de benimle evlenebilmek için annemle yine bir planlar peşindeydi. Yıldız'ın ailesi beş sene önce trafik kazasında vefat ettiği için annem bunu kullanarak, Yıldız'ı benimle iki sene önce nişanlandırmıştı. Neymiş Efendim, el oğluna kalmasın; emanettir. O zamanlar iş yoğunluğundan dolayı kafam dolu olduğu için bir de üstüne annemin dırdırlarını çekemediğimden, bir anlık öfkeyle kabul etmiştim. Kabul eden dilimi sikeyim! Aşağılayıcı sözlerimle birlikte Yıldız, ıslak bakışlarını öfkeli bakışlarıma dikti. Tek kelime etmeyip öylece aval aval suratıma baktığı için üzerine doğru gittim ve kolundan sertçe kavrayıp onu kanepeden kaldırdım. "O piçi kimden peydahladın!? Konuş!" diye bağırdım yüzüne karşı. "Anlattım ya Arslan." diye isyan edercesine mırıldandı. "Sarhoştun. Sana 'bu doğru değil' dediğim hâlde beni dinlemedin, sadece bildiğini yaptın." deyip gözyaşlarına boğuldu ve gevşemiş kollarımın arasından kendisini kurtarıp annemin ardına saklandı. "Teyze yalvarırım bir şey de oğluna," diye anneme acitasyon yapmaya başladığında ona nefretle birlikte iğrenircesine baktım. Kendisini düşürdüğü duruma inanamıyordum. "Beni kabullenmese bile oğlumu kabullensin." dedikten sonra omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Eve geldiğimden beri aynı şeyleri sayıklayıp duruyordu. Sürekli sarhoş olduğumdan bahsedip duruyordu ama kör kütük sarhoş olsam bile o geceye dair kesitler muhakkak zihnimde kol gezerdi, zira Şehla'nın her bir detayı aklımdaydı ve hâlâ da aklımdan silinmemişti. Öyle ki, Şehla kaltağının o nefes kesici kıvrımlarını bile hatırlıyordum. Acaba o gece Şehla'dan deli gibi zevk aldığım için mi, her bir detay aklımdaydı? Annem üzerime doğru gelirken "DNA sonuçları ortada oğlum.” dedi. “Eğer hâlâ da inanmıyorsan git kendin bizzat test et." Kendin test et dediğine göre Yıldız'ın getirdiği DNA sonuçlarına kendi çapında inanıyordu demek. Ama ben yine de test edecektim, sonuçta annem ile Yıldız'dan her şey beklenirdi. "Şayet kendin test ettiğin sonuçlarda öz babası sen çıkarsan, yarın akşam Yıldız'ı nikâhına alacaksın!" diye kesin bir dille konuştu, ardından gözlerini kısarak "Yeğenimi kimseye yedirmem! Bu, oğlum olsa dahi!" diye tısladı. Alacaktım, eğer gerçekten de o velet bendense Yıldız'ı nikâhıma alacaktım. Lânet olsun ki buna mecburdum; sikimin keyfine bakmışsam buna köpek gibi mecburdum. Üstelik her şeyden önce o benim kuzenimdi, yani onu sahipsiz bırakamazdım. Onu sevmiyordum belki ama bu, olanları değiştirmiyordu. "O zaman ne diye bu lânet olası bebeği bunca zaman benden sakladın?" diye öfke dolu benliğimle sorarken Yıldız'a döndüm. Şu an onu boğmamak için kendimi zor tutuyordum çünkü zamanında bu lânet olası bebeği aldırabilirdi. Ne diye aldırmadı ki? Doğru ya, sözde bana âşıktı. Mırıltıyla çıkan titreyen sesiyle "Korktum..." diyebildi sadece. O kahrolasıca bebeği kabul etmeyip aldırtacağımı bildiği için korkmuş olabilirdi. Gerçi her şeyden öte ne diye aldırtmak istesin ki, neticede benimle evlenebilmek için ona malzeme çıkmıştı. Kızgınlıkla derin bir nefes alırken salonun ortasında sinirle volta atıp durmaya ve ense saçlarımı kavrayıp çekiştirmeye başladım. Aklım bir türlü almıyordu tüm bu olanları. Ben, kardeşim bellediğim biriyle ne olursa olsun birlikte olmazdım. DNA testini bir an önce yaptırsam iyi olacaktı. Kendimden çok güvendiğim Haydar bu işi halletsin diye mâlikaneden çıkmak için ardıma dönerken, ince bir ağlama sesiyle duraksadım. Bu küçük bir bebeğin ağlama sesiydi. "Efendim, kusuruma bakmayın rahatsız ediyorum ama sanırım bebeği emzirmeniz gerekiyor." diye mahcubiyetle konuşan çalışanla, annem hemen kadının yanına gidip bebeği çalışanın kucağından aldı ve üzerime doğru gelmeye başladı. Annem yanıma varınca, ağlamaktan yanakları kıpkırmızı kesilmiş ve çipil çipil ıslak gözlerini kırpıştıran küçücük bebeği bana gösterdi. "Baksana oğlum… tıpkı senin bebekliğin," diye kocaman gülümsemesiyle mırıldandı annem. Hakikatten bu el kadar velet bebekliğime benziyordu. Tamamen istemsiz bir şekilde işaret parmağımın tersiyle yanağını okşadım, o an içimde tarifi imkânsız bir mutluluk oluştu. Huzurla dolup taştım sanki. Öyle derin, öyle değişik bir duyguydu ki bu... Ne yani? Açlıktan olsa gerek elini emen ve bu çipil çipil gözleriyle bana bakan oğlan… Benim oğlum muydu? "Küçükken hep şunu derdin: 'Keşke adım Kılıç olsaydı…' hatırlıyor musun?" diye kısa bir sessizlikten sonra "Oğluna bu ismi verebilirsin… Kılıç." diye mırıltıyla ekledi annem. İçimde bir yerlerde anlamsız bir heyecan oluşurken "Kılıç..." diye fısıldadım kendi kendime. Her zaman kılıç kadar keskin ve acımasız… koparttığını alan. Kılıç Karâslan.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD