Ela, Barış’a kalbini açtığında, dünyasında eksik kalan bütün parçaların tamamlandığını hissetmişti.
Her gülüşünde, geleceğe dair umutlarını büyütmüş, beraber kuracakları hayatın hayalini kurmuştu. Barış’ın yanında kendini güçlü, değerli ve sevilen biri olarak görüyordu.Ama hayat, bazen en güvenle bağlandığımız insanlardan bile beklemediğimiz darbeyi aldırırdı insana.
Ela’nın kalbinde filizlenen o aşk, yavaş yavaş solmaya başladı; içini saran huzur, yerini derin bir şüpheye bıraktı. O akşam, telefonunun ekranı birden titredi. Ela, her zamanki gibi gülümseyerek mesajı açtı ama karşılaştığı şey, içindeki sıcaklığı aniden dondurdu.
Mesajlarda, Barış’ın başka biriyle olan yazışmaları vardı.
Başlangıçta inkâr etti, “Belki yanlış anladım, ya da şaka,” diye kendini avutmaya çalıştı. Ama o mesajlar duruyordu.
Geceler geçti, Ela’nın içinde fırtınalar koptu. Arkadaşlarından gelen küçük ipuçları, söylentiler, dedikodular…
Barış’ın hayatında artık onun olmadığını, başka bir kadının yerini aldığını gösteriyordu. İncilere benzeyen bu küçük detaylar, Ela’nın içinde büyüyen bir yara oldu.Bir yandan ona inanmak istiyor, diğer yandan gözleri gerçekleri görüyordu. Gözyaşlarıyla yastığa sarıldığı o gecelerde,kendine sordu:
“Ben neden buna layık oldum? Neyi yanlış yaptım?”
Bir gün, istemeden de olsa Barış’ın telefonuna erişti.
Orada, çok net gördü: Barış başka bir kadınla yan yanaydı, gülüyorlardı, birlikteydiler. O an zaman durdu, dünya sustu.Ela’nın kalbi paramparça oldu.
İçindeki en derin yara, ihaneti görmüş olmanın değil,sevdiği kişinin bunu ona söylemeden yaşamasıydı. Barış’ın maskesi düşmüştü; güvendiği adam, bir yalancı,bir hırsız olmuştu.
Oysa Ela, onunla hayatını paylaşmak istemiş, tüm zorluklara rağmen yanında olmayı vaat etmişti.
Gözyaşları kontrolsüzce aktı, elleri titredi. Kalbindeki o büyük acıyı kimseye gösteremedi. Çünkü ailesinin yükünü taşıyor, güçlü olmalıydı. Zayıflık göstermek, onlar için değil, kendisi için bile imkânsızdı.
Ertesi gün işte, herkesin içinde maskesini taktı.
Sadece kendini kandırıyordu belki de. Ama bilinmeyen bir yerde, kırılan kalbinin sessiz çığlıkları yankılanıyordu.
Ela, Barış’a yüzleşmek istedi.
Ama korkuyordu.Ya cevaplar onun düşündüğü gibi değilse? Ya hala seviliyorsa?
O zaman kalbinin daha çok kırılacağını biliyordu.Barış’la son konuşmalarında, hiçbir şey eskisi gibi olmadığını hissetti. Ona baktığında, gözlerinde bir yabancı görüyordu. Oysa Barış ona bakınca Ela'nın içi titrerdi.
Oysa daha dün, aynı gözlerde sevgi, umut ve sıcaklık vardı.
Ela, kendini suçladı; “Acaba yeterince iyi miydim? Yeterince sevdim mi?” diye.
Ama gerçek, hiçbir zaman onun eksikliğinden kaynaklanmıyordu.
Barış, sevmenin ne demek olduğunu bilmiyordu.
Kendini toparlamak, yeniden ayağa kalkmak zorundaydı.
Çünkü onun sırtında sadece kendi hayatının değil, kardeşlerinin ve annesinin de yükü vardı. Onlara güçlü olması gerekiyordu.
Ama o acı, her gün yeniden doğuyor, her gece uyandığında kalbini yakıyordu. Ela, içinden geçenleri kimseyle paylaşamadı. Yalnızlık, en büyük düşmanı olmuştu.
Geceleri, yastığa gizlediği gözyaşlarıyla baş başa kaldığında, yeniden aşka inanmayı düşündü ama inanamazdı. Çünkü kalbi öyle saf ve masum şekilde sevmişti ki Barış'ı. Bir başkası nasıl sevilir onu bilmiyordu.
İhanetin, kalbinde açtığı derin yaralar iyileşmeden, yeniden sevmek korkutuyordu.
Ela’nın hayatındaki bu kırılma, onun büyüme hikayesinin en acı parçasıydı.
Ama belki de gerçek güç, bu kırılmanın ardından yeniden ayağa kalkabilmekteydi.
Ve bilinmezdi; bundan sonra hangi kapılar açılacaktı onun için.
Ela’nın hayatındaki bu kırılma, onun büyüme hikayesinin en acı parçasıydı ama belki de gerçek güç, bu kırılmanın ardından yeniden ayağa kalkabilmekteydi.
O gün, mutfakta sessizce otururken, fincanın içinde dönüp duran çayı izledi uzun uzun.İçmek için değil… düşünmek için.
Kendine bir soru sordu:
*“Beni böyle paramparça eden biri için neden hâlâ içimde bir sızı var?”*
İşte bu, Ela’nın en büyük savaşıydı.İhaneti görmüştü, kalbi parçalanmıştı, gururu ayaklar altındaydı…
Ama duyguları hemen susmuyordu.Çünkü Ela, sahte sevmemişti.O adamı gerçekten sevmişti.
Zamanla şunu fark etti: İnsan, en çok kalbini kıranları unutmuyordu. Çünkü onlara kalbinin en temiz, en sahici yerinden yer ayırmıştı.
Ve o yer… şimdi acıyla doluydu.
Ela, birkaç gün boyunca sessizliğe gömüldü.
Zeynep bir şeylerin farkındaydı ama sormadı.
Emir de uzaktan bakıp geçiyordu, ablasının güçlü olduğunu düşünüyordu hep.
Annesi ise… hâlâ kendi sessiz dünyasındaydı.
Ela, kimseye yük olmak istemediği için içine attı her şeyi. Çünkü ona göre güçlü olmak, acıyı da susarak taşımaktı.Ama o gece, yattığı odada ilk defa kendine izin verdi. Yorganın altına gömülüp, usulca ağladı.
Sessizce… boğazında düğümlenen her şeyle.
İçinden bir ses fısıldıyordu:
**"Bir gün biri çıkacak.
Sana kimseye benzemeyen bir sevgiyle bakacak.
Senin güçlü duruşunun arkasında sakladığın tüm kırıkları görecek.
Ve seni onarmaya çalışmayacak.
Sadece 'Yanındayım' diyecek."**
Ama o gece bu ses, sadece bir hayaldi.Gerçek olan tek şey, yalnızlığıydı.
Ela, sabah olduğunda gözleri şişmişti. Ama yüzünde her zamanki ifadeyle kalktı yataktan.
Kahvaltıyı hazırladı, kardeşlerine gülümsedi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.Ama içinden geçen bir cümle vardı:
*"Artık kimseye kolayca güvenmeyeceğim."*
Ve o karanlık sabahın içinde, farkında olmadan kaderin sessizce ördüğü bir yol daha başladı.
Henüz tanımadığı biri, onun bu yorgun bakışlarının ardında bir dünya taşıdığını görecekti. Henüz hiç karşılaşmamışlardı… ama çok yakındı. Biri girecekti, hayatına ve usulca yaklaşacaktı.
Ve Ela, kendi küllerinden yeniden doğacaktı
*...Ve bilinmezdi; bundan sonra hangi kapılar açılacaktı onun için.*
Ama şunu biliyordu:
Bundan sonra kimseye hemen güvenmeyecekti.Hiç kimse, onun yüreğine elini bu kadar kolay koyamayacaktı.Sevilmek güzeldi, ama artık önce kendini sevmeyi öğrenmeliydi.Barış’tan kalan hediyeleri kutuya koydu.
O küçük kahverengi kutuya; bir bileklik, bir not defteri, bir kahve kupası ve bir avuç acı…
Kutunun kapağını kapatırken içinden fısıldadı:
*“Bitti.”*
Ama asıl mesele bitmek değildi. Kırılmaktan sonra, tekrar yürümeyi öğrenmekti.
Yalnız yürümeyi. Sessizce ama dik başla.
Akşam olunca kardeşlerine yemek hazırladı, annesine “iyiyim” dedi.
Oysa boğazı düğümlüydü. Kalbi, her atışta “neden?” diye çarpıyordu.
Ve o gece, ilk defa aynaya bakarken kendine şöyle dedi:
*“Ela… Seni senin dışında kimsenin kurtarmaya gücü yok. Ama bu da senin gücün.”*
Belki bir gün biri çıkacaktı karşısına.
Ama o gün, hâlâ çok uzaktı. Ve bu defa kim gelirse gelsin, önce Ela kendisinin yanında olacaktı.