KIRILMADAN GÜÇLENMEK

900 Words
Zaman geçmiyordu. Sanki saatler inadına yavaşlıyor, günler Ela’nın üzerine çöken ağırlığı artırıyordu. Ama bir yandan da bu boşluk, bir tür sessizlik terapisi gibiydi. Ela artık başkalarının sesinden değil, kendi iç sesinden duyuyordu kelimeleri.İlk kez durdu. İlk kez hiçbir şey yapmak zorunda hissetmeden, yalnızca nefes aldı. Ve düşündü: Kendini bu kadar ihmal etmese, bu kadar körü körüne bağlanmasaydı… belki bu kadar acımazdı. Ev sessizdi. Annesi örgü örüyor, Zeynep ödev yapıyor, Emir sessizce kitap okuyordu. Her biri kendi hayatına çekilmişti ama hepsinin merkezinde hâlâ Ela vardı. O bunu fark ettiğinde hem gururlandı hem de biraz kırıldı. Neden herkesin yükünü o taşıyordu? Sabahları artık çayı biraz daha yavaş karıştırıyordu. Yüzüne hafif bir nemlendirici sürüyor, saçlarını dağınık bile olsa aynada kendine bakıyordu. Küçük ama önemli adımlar… Çünkü Ela yeniden kendini bulmaya çalışıyordu. Çalıştığı yerdeki arkadaşları değişik bakıyordu artık. Birisi “Çok zayıflamışsın,” dedi. Bir başkası “Eskisi gibi gülmüyorsun.” Ela sadece gülümsedi. Kimse bilmiyordu, güldüğü yerlerin altında ne kadar sessizlik biriktiğini. Bir gün öğle arasında kütüphaneye gitti. Rastgele bir kitap çekti raftan. Açtığı sayfada şu cümle yazıyordu: *“Kırılan her kadın, yeniden doğmayı öğrenir. Ama hiçbir zaman eskisi gibi olmaz. Daha güçlü, daha sessiz, daha seçici olur.”* Ela, kitabı kapattı. Tam da kalbine dokunmuştu. Barış’tan sonra kalbinin parçaları hâlâ yerli yerinde duruyordu ama artık hepsinin kenarında birer iz vardı. O izleri kimse silemezdi belki ama Ela onları taşıyarak yürümeyi öğrenebilirdi. Bu da bir nevi zaferdi. Ve zafer, sessizce kazanılırdı. Henüz kimse fark etmemişti ama Ela artık başka bir kadına dönüşüyordu. Daha gözlemleyen, daha dikkatli, daha içeriden bakan… Ve en önemlisi: Artık bir daha hiçbir adama kendinden büyük bir yer vermeyecek bir kadın. *** Belki henüz hazır değildi. Ama hayatın onun için hazırladığı yeni bir yol vardı. Ve o yolun ucunda, ona sadece aşık olmayacak… Onu anlayacak, saracak, koruyacak biri olacaktı. Ama henüz görünmüyordu. Henüz adı bile yoktu Ela’nın hikâyesinde. Şimdilik yalnızlık vardı. Ve yalnızlığın içinden yeniden doğan bir kadın ama asıl mesele bitmek değildi. Kırılmaktan sonra, tekrar yürümeyi öğrenmekti.Yalnız yürümeyi. Sessizce ama dimdik... Ela, pencerenin önüne oturdu.Gecenin içindeki sessizlik, dışarıdaki karanlıktan daha çok içine çökmüştü. Rüzgar hafifçe perdeleri savuruyor, camın arkasında titrek bir huzur arıyordu.İçindeki kırık aynalar gibi… Her şey dağılmıştı. Ama nedense, içindeki en sessiz çığlık bile duyulmamıştı bu zamana kadar. Kalbindeki acı sabit bir sızı gibi değil, ansızın gelen bir dalga gibiydi. Bazen otururken… bazen yolda yürürken… Barış'ın adını duymasa bile, ona dair bir anı, bir ses tonu, bir şaka birdenbire onu içine çekiyor, nefessiz bırakıyordu. Kimi zaman ağlayamıyor bile, sadece öylece oturup duvara bakıyordu. Bazen hiçbir şey düşünmeden saatler geçiyor, sonra “Ben ne yapıyorum?” diye uyanıyordu. Ela, bu şehirde değil, kendi içinin sokaklarında kaybolmuştu. Barış'ın onu aldattığı gerçeğiyle değil, kendisine neden bu kadar yalan söylediğiyle savaşıyordu. "Ben seni seviyorum," diyen o adam kimdi? Sanki o da her şeyi anlamış gibiydi ama hiç sormuyordu. Çünkü biliyordu: Ela bir gün anlatırsa, ancak o zaman hazırdır. O an Ela, içinden geçen bir cümleyi hissetti: *“Ben yıkıldım ama bu evin ayakta kalması gerekiyor.”* Ve kendi kendine söz verdi: *“Ben artık kimseye yaslanmayacağım. Artık ben kendimin omzuyum.”* Belki bir gün, bir yabancı çıkacaktı karşısına. Belki o yabancı ona güvenmeyi, sevilmeyi ve yeniden gülmeyi öğretecekti. Ama şimdilik Ela, kendi içinden geçmeliydi. O karanlık tünelin ucuna kadar yürümeliydi. Yaralarıyla, geçmişiyle, düşleriyle… O gece Ela, ilk kez yastığa başını koyarken ağlamadı. Acısı geçmemişti ama artık ona yön verebileceğini hissetti. O gözyaşlarını değil, gücünü saklıyordu. Ve en önemlisi; artık kendine dair bir umudu vardı. Barış bir son değildi. Ela'nın hikâyesi daha yeni başlıyordu. Mutfağa gidip su içti. Bardak elinde hafif titredi. Dudaklarını aralayarak içtiği su bile boğazından geçmiyor gibiydi. İhanetin bıraktığı tortu, her yudumda yeniden hatırlatıyordu varlığını. *"Ben ona kalbimi verdim. Oysa o, başka birine aitmiş meğer."* O gece çekmecesini açtı. Barış’tan kalan eşyaları bir bir çıkardı. Küçük notlar, birkaç fotoğraf, sevdiği kitaplardan biri… Ve tam ortasında, Ela’nın yazdığı ama hiç vermediği bir mektup: *"Beni olduğum gibi sevdiğin için teşekkür ederim."* Ela mektuba uzun uzun baktı. Kendisi bile inanamadı bu kadar saf yazdığı satırlara. Kağıt ellerinin arasında buruştu.Bir yudum gözyaşıyla birlikte çöpe atıldı. Ama o an Ela şunu fark etti: Barış, ondan sadece sevgisini değil, inancını da çalmıştı. İnsanlara duyduğu güvenin köklerini kurutmuştu. Ve artık, Ela kimseye “tamamıyla” inanamıyordu. Fakat bir şey vardı: Yıkılmıştı, evet.Ama bitmemişti. İçinde hâlâ diri bir parça vardı. Gözyaşlarıyla değil, sessizce ayakta kalan o küçük parça… Sabah olduğunda, kardeşleri kahvaltıya oturdu. Ela, çayı koyarken onları izledi. Zeynep gülüyordu, Emir aç aç diye bağırıyordu. Ve annesi, uzaktan Ela’ya sessizce bakıyordu. Ela, sabahı karşıladığında hâlâ yorgundu ama farklıydı. Artık her yeni gün, bir mücadele alanıydı onun için. Kalbinin en kırık yerinden başlayan bu savaşta, kimsenin bilmediği kadar sessizdi… Ama ayaktaydı. O gün, evin içi her zamanki gibi kalabalık ve telaşlıydı. Zeynep okul çantasını arıyor, Emir kahvaltıda çikolataya abanıyor, annesi sessizce gözlemliyordu hepsini. Ela her zamanki gibi çayını demledi, mutfağın camını araladı, içeri giren serin rüzgarla derin bir nefes aldı. İçinden geçen her şey hâlâ oradaydı. Barış’ın ihaneti, kırılmış gururu, bir çırpıda paramparça olan hayalleri. Ama artık hepsini bir kutuya koymuş, kaldırmıştı sanki. Ya da öyle sanıyordu. Saat öğleden sonra üçe yaklaşırken, annesi markete gitmiş, kardeşler sessizce odalarına çekilmişti. Ela yalnız kalmıştı evde. Bir anlığına dinlenmek için kendini kanepeye bıraktı. Kapı çaldı.Sıradan, sıradan gibi çalan bir kapı sesi.Ama Ela’nın içinden bir şey aniden sıkıştı. Sanki kalbi, o sesi tanıyordu. Yavaşça kapıya yürüdü. Kapı deliğinden bakmadan açtı. Ve bir anda dünya durdu. Barış...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD