Karşısında, hiç değişmemiş gibi duran ama gözleri tanımadığı bir adam vardı. Ela’nın gözleri bir an dondu, nefesi kesildi.Boğazı düğümlendi.
Barış hiç konuşmadan bir süre onu izledi. Sonra gözlerini yere indirdi ve sadece şunu söyledi:
*“Ela… sana söyleyemediğim bir şey var.”*
Ela, hiçbir şey diyemedi.
Sanki vücudu donmuştu.
O kelime…
O ses…
O yüz…
Yalnızca bir adım geri çekildi.
Ama o anda Barış başını kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak fısıldadı:
*“Sana ihanet etmedim, ben seni kurtarmaya çalışıyordum.”*
Ela’nın gözleri büyüdü.
Kalbi tekrar çarpmaya başladı. İnce bir sızı gibi beyninde yankılandı bu söz.
*"Kurtarmak mı?"*
Ve perde indi.
Ela'nın içi buz gibi olmuştu.Barış’ın ağzından dökülen o cümle, zihnine saplanan paslı bir çivi gibiydi:
*"Sana ihanet etmedim, seni kurtarmaya çalışıyordum."*
O anda hiçbir şey diyememişti. Sadece durdu, gözlerinin içine baktı. Barış hala o eski Barış gibi duruyordu ama aralarında artık bir dünya vardı. Barış bir adım attı içeriye, Ela geri çekilmedi.
Çünkü artık susmayacaktı.
“Konuş,” dedi Ela, sesi kırık ama netti.
“Ne kurtarışı bu? Ne kurtarması? Ben seni kaybederken sen nerelerdeydin Barış?”
Barış’ın gözleri doldu, ama Ela'nınki kuruydu.
O ağlamayı çoktan bitirmişti.
“Ela… Şeker hastalığım ilerledi. O gün, o pastayı... Söz verdiğim gibi birlikte yiyecektik. Ama ben o sırada hastaneye kaldırıldım. Yanımda olan kişi, eski iş arkadaşımın eşiymiş, o an denk geldi. Seni korumak istedim. Sana yük olmak istemedim. Acımı taşımayasın diye seni uzak tuttum.”
Ela başını iki yana salladı, acıyla güldü.
*“Beni korumak mı istedin? Ben seni zaten taşıyordum. Koca bir enkazdın sen, ama ben altına elimle girdim. Gece nöbetlerinden çıkıp sana çorba götürdüm. Hastane raporlarını ben okudum. Annenin söylediği ‘Barış bu kızı hak etmiyor’ lafını duymazdan geldim. Çünkü senin ‘bir gün’ düzelmeni bekledim.”*
Barış sustu.
Ela’nın her kelimesi, içini paramparça ediyordu.
“Seninle hiçbir pastayı birlikte yiyemedik Barış. Ama ben senin yokluğunda boğazıma dizilen her lokmayı tek başıma yuttum. Seninle şeker seviyeni konuşmadım ama senin tatlı krizlerinde bayıldığın zamanlarda başında ben vardım. Senin karanlığını ben taşıdım.
Ama sen... o pastayı başka biriyle paylaştın.”
Ela’nın sesi titredi. “Ve sonra çıkıp bana ‘seni kurtardım’ mı diyorsun?
Sen benden gitmedin Barış.
Sen beni terk ettin.”
Barış gözlerini kaçırdı. Sanki söylemek isteyip söyleyemediği şeyler vardı.
Ama Ela durmadı.
“Ben senin her şeyini bildim Barış. Annenin sabahları neden sustuğunu,
Kardeşinin neden seni örnek almadığını,
Senin neden bazen kendi varlığından bile kaçtığını...
Ben bunların hepsini, hiçbirini sormadan sevdim.
Sen beni sevmedin mi? Belki sevdin.
Ama asla ‘yanımda dursun’ diye sevmedin.
Sadece ihtiyaç duyduğunda sevdin. O yüzden de ilk fırsatta kaçtın. Ela’nın gözleri artık doluydu. Ama bu gözyaşı acının değil, arınmanın damlalarıydı.
“Ben seninle bir hayat kurmak istedim Barış. Ama sen bana acı bir hayat tecrübesi verdin.
Ve şimdi çıkıp da beni kurtarmaktan bahsetme.
Çünkü ben senden değil, senin yokluğundan kurtulmaya çalıştım.”
Barış başını eğdi.
Titreyen sesiyle mırıldandı:
“Ben kendimden bile korkarken, seni nasıl tutabilirdim?”
Ela sustu.
Bir süre sadece rüzgarın sesi geldi pencereden.
Sonra Ela, bir adım geri gitti ve kapıyı gösterdi:
**“İşte o yüzden... Git Barış.
Ben artık kendimi tutuyorum.”**
Barış, bakışlarını Ela'dan ayıramadan dışarı adım attı.
Kapı yavaşça kapandı. Ve arkasında, içini yakan ama hafifleten bir sessizlik bıraktı.
Barış gitmişti. Kapı kapandı ama içindeki yankılar hâlâ durmamıştı. Ela arkasını dönüp duvara yaslandı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Ağlamadı. Çünkü bu gözyaşlarını çoktan tüketmişti.
Ama itiraf edemediği bir şey vardı. Hâlâ seviyordu. İçinin en derin köşesinde hâlâ bir sızı vardı.
Barış’ı sevmekten utanmıyordu, ama onunla devam etmeyi istemiyordu.
Çünkü bazı kırıklar vardı ki, sevgiyle bile onarılamazdı.
Barış pişmandı.
Bakışlarında, sesinde, hatta sessizliğinde bile o pişmanlık çırılçıplak ortadaydı. Ama geç kalmıştı.
Ela o kapıyı sadece evinden değil, kalbinden de yavaşça kapatıyordu.
Oysa bir zamanlar…
Herkes Barış’a karşı çıkarken Ela onun arkasında durmuştu.
Annesi “bu çocuk seni yoracak” demişti.
Arkadaşları “kendi sorunlarını çözemeyen biri seni nasıl taşıyacak” diye sormuştu. Ama Ela inat etmişti. Onun içinde iyi bir adam olduğuna inanmıştı. Çünkü o hala onun içinde sevilmeye muhtaç o küçük çocuğu görmüştü.
Ve ne oldu?
O ilk yoklukta, o ilk karanlıkta...
Barış koşup başkasının ışığına sığındı.
Ela’nın onu ayakta tuttuğu tüm yıllar, o gün tek bir yanlış adımla yerle bir oldu.
Ela derin bir nefes aldı.
İçinden “affetmek” geçmedi.
Ama artık “unutmak” zorundaydı.
Çünkü artık sevmek yetmiyordu. Güvenmeden sevmek, bir insanın kendine ihanetiydi.
Ela bunu öğrendi.
Ve o gece, ilk kez kendi içindeki yalnızlığa sarılıp huzurla uyudu.