Arkadaş; 🩷

1234 Words
Umay, terasın bir köşesinde, yere çöküp ağladıktan sonra bir süre öylece kaldı. Zaman durdu. Sesler sustu... Bir süre sonra, Yavaşça doğruldu. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Saçlarını küçük bir at kuyruğu şeklinde toparladı. Derin bir nefes aldı. Artık bildiklerine ve elindekilere odaklanmaya karar verdi. Babasının yerini… en azından artık kısmen biliyordu. Babası, Suriye'deydi… “Suriye nasıl bir yerdi? Orada hayat nasıldı?” Belki de o adam telefonu yüzüne kapatmamıştı. Belki bağlantı kopmuştu. (Yok bacım düm dük kapadı suratına, bu konuyla da ilgilenmen lazım. 🤭 ) Belki bölgede iletişim yoktu... Ne çok belki, sıraladığını düşündü kendi kendine... Bu ‘belki’ler içinde boğulmak yerine, harekete geçmeye karar verdi. Bilgisayarını kucağına aldı. Terastaki küçük masaya oturdu. Parmakları hızla klavyede dolaşmaya başladı. "Suriye'de şu anda neler oluyor?" diye arattı. Ekrana düşen görüntüler, yüreğini parçalamıştı. Yarısı yıkılmış evler… Tahta parçasından yapılmış oyuncaklarla oynayan çıplak ayaklı çocuklar… Elektriği olmayan köyler, gıda yokluğu, susuzluk, karanlık… İzledikçe, Umay’ın boğazı düğümlendi. Sonra başka bir şey arattı: "Türk ordusu Suriye'de ne yapıyor?" Karşısına çıkan raporlar, haberler… Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bölgeyi nasıl güvenli hale getirdiğini, çocukları okullar açtığını, onları ailelerine kavuşturduğunu, hastaneler kurduğunu, gıda ve temiz su ulaştırmak için nasıl mücadele ettiğini gösteriyordu. Gurur duyuyordu. İlk kez babasının neden yıllardır oralarda olduğunu bu kadar net anlamıştı. Ve o an bir düşünce oluştu, vicdanen istiyordu bunu. “Ben ne yapabilirim? Benim ne gücüm var?” diye mırıldandı. Kimdi Umay? Bir sosyal medya fenomeni.. Evet, Paris’teki lüks restoranlar, çektiği makyaj videoları, parlayan kıyafetler, hepsi bambaşka bir dünyayı anlatıyordu... Ama o ‘gösteri dünyası’nın arkasında milyonlara ulaşan bir sesi vardı. Bu sesi şimdi gerçekten anlamlı bir şeye çevirebilirdi. Hemen telefonunu aldı. Yüzünü sildi. Saçını topuz yaptı. Artık ne kontür vardı yüzünde, ne filtre. Barbie bebek olmayı bırakmıştı. Artık bir kadındı. Sade ve Gerçek.. Kamerayı açtı. Ve bir story paylaştı. “Merhaba sevgili takipçilerim. Biliyorum bir süredir yokum, bu yeni halimde size yabancı gelebilir. Ama sizlere çok faklı bir hikayeyle geldim. Bugün sizden bir konuda yardım isteyeceğim. Suriye’deki çocuklar, aileler… çok zor durumda. Yalnızlar, açlar, karanlıktalar. Ben onlara elimden geldiğince yardım etmek istiyorum. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Maddi, manevi, gönüllü ya da başka türlü… Lütfen bildiğiniz kurumları, dernekleri, yardım oluşumlarını bana yazın. Birlikte bir şeyler yapalım.” Story'yi paylaştıktan sadece on dakika sonra… izlenme sayısı milyonlara ulaştı. Yüzlerce, binlerce mesaj gelmeye başladı. Kimisi, Onun ne kadar duyarlı olduğuna dair övgüler yağdırırken, Kimisi ise Şow yapma diyordu. Bazıları ise birçok farklı yardım kuruluşuna yardım bekliyordu. “Bizim çocuk derneğimiz var!” “Biz sağlık gönüllüsüyüz.” “Bakım çantaları hazırlıyoruz, birlikte dağıtalım mı?” Umay, Hepsine ulaşamayacağını biliyordu, hepsine dokunamayacağını da… Sonra gelen başka bir mesaja gözü takıldı, Çünkü o mesaj bir tanıdıktandı. Lise arkadaşıydı. Yıllardır konuşmadığı, zamanla yolları ayrılmış, ama kalbinin bir köşesinde hala bir tebessümle anımsadığı bir isimdi. “Théo Laurent.” Gözleri istemsizce doldu. Théo… okulun altın çocuğuydu. Sarışın, zeytin yeşili gözlü, neredeyse kusursuz denecek kadar düzgün hatlara sahipti. Ama onu özel yapan sadece dış görünüşü değildi. Théo, zengin bir aileden gelmesine rağmen her zaman mütevazı kalmış, Kolunda gitarı ve pozitif tavrıyla tüm okulun gözdesi olmuştu. Mesajı titreyen ellerle yanıtladı: "Théo... Merhaba; evet benim. Numaram: +90... Arayabilir misin?." Üç dakika sonra telefon çaldı. Umay derin bir nefes aldı ve açtı. Umay: “Alo?” Théo heyecanlı bir ses tonuyla cevapladı: “Umay! İnanamıyorum… Nasılsın. #Yardımsuriye etiketiyle yaptığın paylaşımdan gördüm seni. Gözlerime inanamadım, nasıl sen olabilirsin. Bu işler hiç senlik değil!” Umay gülümseyerek cevapladı: “Evet biraz beklenmedik bir durum, farkındayım ama cidden benim theo!.” dedi. Theo, artık eski bir dostla yaptığı sohbetin rahat tonuyla konuşmaya başlamıştı, ''Anlat hadi bana. Neler oluyor.” Umay heyecanla başından geçen herşeyi anlattı, eski nişanlısının aldatması, annesinin bunca yıl ona yalan söylemesi ve Babasının Suriye'de olması... Theo, sonunda biraz üzgün bir ses tonuyla konuştu, ''Yaşadıkların için üzgünüm, Zor olmuş olmalı. Ama bazen gerçek kişiliğimize kavuşmak için, evren böyle oyunlar oynayabiliyor. Ne dersin, buraya gelmek istermisin?'' Umay düşünceliydi, Üzerine yapıştırılan etiketi sevmesede haklı yanları da yok değildi. Anladığı çoğu şey, alışveriş, makyaj ve sosyal medya üzerineydi. Bu yüzden Barbie olarak kalmıştı adı. ''Çok isterim ama nasıl yardımcı olabilirim ki orada?'' dedi. Theo , ''Olay sadece fiziksel güç değil, Umay! Burada ki olan biteni hâlâ dünyanın çoğu bilmiyor. Onların sesi olabilirsin. Büyük bir sosyal medya kitlen var. Ayrıca neden babanı bekliyorsun, Yıllardır yeterince beklemedin mi?. O sana gelmiyorsa, sen ona gelebilirsin!'' dedi. Sözleri adeta Umay'ın beyninde yankılanıyordu. ''Haklısın, O zaman ne yapıyoruz! Ben gelmek istiyorum.'' dedi. Artık kararını vermişti. Ve bu yol zor da olsa, onun yoluydu. Yaklaşık bir hafta geçmişti. Umay, Teo’yla konuştuktan sonra her şeyi yavaş yavaş toparlamıştı. Simge’yle de konuşmuş, gitmeye karar verdiğini söylemişti. Simge önce sessiz kalmıştı. Sonra yüzüne ciddi bir ifade yerleşmişti. “Orası bir savaş bölgesi, Umay. Gerçekten korunabilecek misin? Babanla karşılaşacağının garantisi var mı? Orada tek başına ne yapacaksın?” diyerek endişesini belli etmişti. Umay bu soruların hepsini kendi içinde de sormuştu zaten. Ama artık yerinde saymak istemiyordu. “Biliyorum, korkuyorsun. Ama bu benim için önemli. Gidip görmem lazım. Elimden bir şey gelmese bile, denemem lazım. Hem Babam için, hemde oradaki insanlar için.” dedi. Kararı netti. Teo, o hafta boyunca her şeyle ilgilendi. Gerekli belgeleri hazırladı, izinleri aldı. Umay’a özel bir giriş belgesi ayarladı. Artık sadece gitmek kalmıştı. Gitmeden önceki sabah, Umay erkenden kalktı. Kahvaltıyı o hazırlamıştı bu kez. Masayı kurdu, çayı koydu, sandalyeye oturup beklemeye başladı. Simge mutfağa geldiğinde biraz dalgındı. Umay’ın gözlerine baktı, ama bir şey söylemedi. Umay bu durumu farkedince, biraz şımarıklıkla arkadaşının gönlünü alabileceğini düşündü. Yavaşça yaklaştı ve Arkasından sarıldı. “Biliyorum, benim için endişeleniyorsun. Ama söz veriyorum, her gün seni arayacağım. Hatta görüntülü bile konuşabiliriz.” dedi. Simge gülümsedi ve başını salladı. “Konuşuruz... Ama Umay, bu çok ani oldu. Ne yaptığını tam bildiğinden emin değilim. Bazen bir şeyleri unutmak için çok büyük kararlar alıyoruz. Sanki sen de öyle yapıyorsun gibi geliyor.” diyerek gözlerine baktı. Umay kısa bir duraksamayla düşündü, sonra gülümsedi. “Belki biraz öyle. Ama bu bana iyi geliyor. İlk defa bir şey için gerçekten çabalıyor gibiyim. İlk defa süs bebeği gibi değilde, gerçek bir insanmışım gibi hissediyorum. Ve söz veriyorum, eğer bir gün bile kendimi kötü hissedersem, geri dönerim.” dedi. Simge’nin yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. “Tamam o zaman... Anlaştık..” dedi. O sabah, uzun uzun kahvaltı yaptılar. Her zamanki gibi keyifliydi, her şey. İki gün sonra. Umay küçük bir çanta hazırladı. Yanına yalnızca gerekli olanları aldı. Kıyafet, birkaç kişisel eşya, kamerası, laptop'u ve bir not defteri, babasından kalan bir fotoğraf. Uçuşun olduğu gün, Simge’nin nöbeti vardı. Umay bunu biliyordu. O yüzden günler öncesinden: “İzin alma, ne olur alma. Vedamızı akşam yapalım. Hem zaten sabah çok erken çıkacağım.” diyerek sıkı sıkı tembihlemişti. Gece vedalaşmışlardı. Uzun uzun sarılmışlar, son bir film keyfi yapmışlar ve sızana kadar balkonda Ay'a karşı içmişlerdi. Uçağın olduğu gün, sabahın erken saatlerinde yola çıktı Umay. Hava serindi. Taksiye atladı ve Havaalanına ulaştı, işlemlerini yaptı. Yorgundu. Uykusunu tam alamamıştı; Ve Umay hep uykusuna düşkün biriydi. Bu yüzden zombi gibi dolaşıyordu. Uçağa biner binmez koltuğuna yerleşti. Göz bandını taktı. Koltuğunu biraz yatırdı. Derin bir nefes aldı. Planı uçuş boyunca uyumaktı. Tam gözlerini kapatmıştı ki bir hareket hissetti. Yukarıdaki bagaj gözünde biri çantasını sertçe yerleştiriyordu. Hemen ardından çarpıp yanına oturdu. Umay irkildi. Göz bandını çıkardı. Kaşlarını çatıp yanında ki koltuğa doğru kötü kötü baktı. Ama sonra... Gördüğü manzarayla küçük dilini yutacaktı. Simge! Koca bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Gözlerinde heyecan, dudaklarında hafif bir kahkaha vardı. Umay neredeyse çığlık atacaktı. Ama kendini zor tuttu. Ve sonunda sadece bir kelime söyleyebildi: “Şaka yapıyorsun...”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD