Güneşi Selamlayalım;

1201 Words
Efe, nefesini tutmuştu. Albay’ın yüzündeki öfke odadaki havayı buz kestirmişti.. Telefon kapanır kapanmaz, Albay elindeki cihazı avucunun içinde sıkmaya başladı. Plastik gıcırdadı, çatladı... Ve sonunda kırıldı. Gözlerini Efe’ye dikti. Bakışları, karanlık bir gölge gibiydi. Sessizce ama buz gibi bir ses tonuyla sordu: “Bu şerefsiz... kızım hakkında istihbaratı nereden almış olabilir?” Cevap beklemeden devam etti. “Adını biliyor. Peki ama sonra saçmaladığı neydi? Bugünkü uçakla gelecek ne demek! Nasıl olabilir bu? Neyin tuzağını kurmaya çalışıyor?'' sesi giderek yükseliyordu. ''Ne ilgisi var? Ne alaka bu şimdi?!” Albay, Düşüncelerini toparlamaya çalışıyor, ama parçalar yerine oturmuyordu. Efe, başını hafifçe öne eğdi. Sesi alçaldı. “Özür dilerim komutanım… Benim suçum!.” diye mırıldandı. Albay’ın bakışları hâlâ üzerindeydi. Ama şimdi öfke yerini derin bir düşünceye bırakmış gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, sonra sandalyesine yaslandı. Sakin kalmaya çalışıyor gibiydi... ''Ne yaptın sen Efe!'' diye sordu. Efe, omuzlarındaki yükü taşıyamaz gibiydi. Derin bir nefes aldı ve suçluluk içinde olan biteni en ince ayrıntısına kadar anlattı. Albay sessizce dinledi. Sonra düşüncelere boğuldu, Efe notu baştan beri söylese bile aynı senaryo olacağının farkındaydı, Kızının daha küçücük haliyle nasıl bir inat bombası olduğunu biliyordu. Eğer Umay buraya gelmeyi kafaya koyduysa , her türlü gelirdi. Yutkundu. Başını öne eğip, avuçlarının arasına aldı. Bir süre öylece kaldı. Düşünüyordu. Gözlerini kaldırdığında ise, artık tereddüt yoktu. Komutan kimliği tam anlamıyla yüzüne oturmuştu. “Umay Ata… Hangi uçakla, nereden bindi, nereye inecek, yanında kim var... Havada uçan kuşa kadar her şeyini bileceğim, Efe. Hemen bilgi toplayacaksın. Ekibini topla. Özellikle senin birliğin gidecek onu karşılamaya. Ekibini hemen sahadan geri çağır! Hedefe... '' dedi ve yutkundu. Kızını bir hedef olarak tanımlamak bile baba yüreğine ağır geliyordu. ''Umay'a Temas yok. Anlaşıldı mı? Bir sinek bile üzerine konarsa! Senden bilirim...” Efe, kararlılıkla ayağa kalktı. Selam verdi. Gözlerinde hem öfke, hem adanmışlık vardı. “Emredersiniz komutanım.” dedi. Tam kapıya yönelmişti ki, Albay’ın sesi tok ve sert bir şekilde arkasından yankılandı. “Efe!” Efe durdu, olduğu yerde dikildi. Albay, “Bu sefer... hata yapma. Sakın.!” dedi dişlerinin arasından. Efe, gözlerinde pişmanlık ve büyük bir kararlılıkla başını çevirdi. “Asla komutanım.” dedi. Ve kapıdan çıktı. Efe odadan çıkar çıkmaz, Turan Komutan’ın güçlü duruşu yavaşça çözülmeye başladı. Omuzları düştü. Bir an nefes almayı bile unuttu sanki. Sessizce çekmeceyi açtı, Cüzdanını çıkardı. İçinden yıllardır hiç değiştirmediği yıpranmış o fotoğrafı aldı. Kızının, küçük bir gülümsemeyle poz verdiği son kare. Parmaklarıyla usulca fotoğrafın kenarlarını okşadı. Gözleri doldu. Boğazı düğümlendi. Ve kısık bir sesle mırıldandı: “Babama mı geldin kızım sen? Demek... sonunda babana döndün ha...” Fotoğrafı göğsüne bastırdı. Bir süre gözlerini kapatıp öylece durdu. Heyacandan çok bir sızı vardı kalbinde, özlemle umutsuzluk arası bir sızı... Efe, Albay’ın odasından çıkar çıkmaz sesini yükseltti. Gırtlaktan gelen tok bir sesle, koridora yankılandı: “İstihbarat personelinin tamamı beş dakika içinde ortak salonda olacak. Hemen!” Koridor bir anda hareketlendi. TMNF Birliği alarma geçmişti. Subaylar, erler, tüm görevli personel şimdi Efe’nin komutası altındaydı. Ortak salonda herkes toplandığında Efe masanın başına geçti. “Umay Ata… Yabancı bir istihbarat kaynağına göre bugün uçarak bu bölgeye iniş yapacak. Ama saat belli değil. Hangi hava sahasına inecek, kimle geliyor, nereye geçecek, hiçbir bilgi elimizde yok.” Bir an durdu. Bakışları salonda dolaştı. “Şu andan itibaren tüm bağlantı hatları kontrol edilecek. Uçuş bilgileri, yolcu listeleri, sınır giriş çıkış verileri... Ekipler hemen araştırmalara başlasın. En geç bir saat içinde rota ve isim istiyorum.” Salonda bir uğultu yükseldi. Herkes görevin ciddiyetini anlamıştı. “Emredersiniz komutanım!” Efe başını eğdi, yutkundu. Ve ekledi: “Vermem gereken bir bilgi daha var…” Kısa bir sessizlik oluştu. “Umay Ata... Albayımız Turan Ata’nın öz kızıdır. Bu operasyon sadece güvenlik değil, aynı zamanda bir onur meselesidir. Gereken özeni ve hassasiyeti göstereceğinize inancım tam.” Birkaç kişi başını salladı. Onaylar bakışları, Sessiz bir söz vermeye dönüşmüştü. “Kolay gelsin arkadaşlar.” Efe sonra aralarına karıştı. Artık sadece emir veren değil, bizzat göreve çıkan bir askerdi. Umay’ın resmi kaydı sistemlere düşer düşmez, istihbarat odasındaki tüm ekranlar verilerle doldu. Birlik personeli anında çalışmaya başladı. Kısa süre sonra, istihbarat erlerinden biri öne çıktı. Dosyayı elinde tutuyordu ama ezbere konuşuyordu artık. “Komutanım. Umay Ata, İstanbul’dan THX294 numaralı uçuşla, saat 11.35’te havalanmıştır. Varış noktası Suriye’nin Halidiyye Havaalanı. İniş saati tahmini olarak 14.07. Giriş izin belgeleri onaylanmış. Statüsü: Toplum gönüllüsü. İzin belgelerindeki imzalardan biri de Dr. Hatem Al-Karim’e ait. Kendisi bölgede tanınan bir yardım kuruluşunun başkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile geçmişte ortak operasyonlarda yer almış.” Asker, Bir anlık duraksamadan sonra… Son cümle biraz daha dikkatliydi. “Şu an için müdahale gerektiren herhangi bir tehdit veya şüpheli veri bulunmamaktadır komutanım.” Efe sessizce başını salladı. Bilgiler netti. Ama içindeki huzursuzluk dinmiyordu. Kısa bir sessizlik oldu.Sonra başını kaldırdı, sesi tok ve netti: “Yeni görev emrinizi veriyorum, Asker!.” Tüm gözler ona çevrildi. Salondaki hava anında değişmişti. “Kimliği belirsiz saldırganlar, şu an için hedef olarak Umay Ata’yı seçmiş durumda. Eldeki tüm veriler bunu gösteriyor.” Omuzlarını dikleştirdi. Sert bir bakışla baktı. “Hemen ekip toplanacak. Yola çıkıyoruz. Bu görev sadece bir karşılama değil. Bu bir koruma görevidir. Hiçbir şey dikkatinizden kaçmayacak ve hiçbir tehdit küçümsenmeyecek.! Anlaşıldı mı?” Kısa bir duraksamadan sonra askerlerin tok sesi yankılandı, “Emredersiniz, Komutanım!.” Ardından döndü, sert adımlarla çıkışa yürümeye başladı. Salondaki herkes onun peşinden harekete geçti. Aksiyon saati başlamıştı. Tüm birlikler askeri zırhlı araçlara geçerken, Efe'de Zırhlı yeleğini giymiş silahlarını kuşanmıştı. İri cüssesi ve uzun boyuyla yine bir zebaniye dönüşmüştü. ''Şimdi hatasını düzeltmeli ve Umay'ı korumalıydı..'' Bu sırada, Uçaktaki koyu sohbet yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakmıştı. Umay ve Simge, yan yana bir yolculuğa çıkarken dostluklarının gücünü bir kez daha hissettiler. Artık konuşacak çok şey kalmamıştı ama düşündükleri çoktu. Simge, başını koltuğa yasladı. Gözlerini kapatırken mırıldandı: “Acaba Suriye’de güneş ne zaman doğuyor?” Umay kaşlarını kaldırdı. “Şu an bunu mu düşünüyorsun?” diye sordu, hafifçe gülümseyerek. “Evet, ne var bunda?” dedi Simge. “Yoga yapmak istiyorum. En azından... güneşi selamlamayı çok istiyorum.” Umay başını iki yana salladı. “Merak etme,” dedi yumuşak bir sesle. “Ne şartta olursa olsun sana güneşi selamlayacak bir yer bulacağım. Söz.” Simge bu kez kıkırdadı, gülüşü kısa sürede kabin sessizliğini sardı. “Peki ya sen? İnternet var mıdır acaba? Sosyal medya kızların seni göremezlerse ne yapacaklar, merak ediyorum. Kesin çıldırırlar.” dedi. Sonra sesini incelterek taklit etti. ''Alışverişe açımm, Nerde paris vloglarıı!'' dedi kıkırdayarak. Umay, Ağzını kapatarak gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. Sonra pencereye yöneldi, bir süre dışarıya baktı ve mırıldandı. “Devam eder miyim bilmiyorum. Ama artık kendi hayatımı değil, oradaki hayatı göstermek istiyorum. Zor şartları, ihtiyaçları, gerçekleri… Ne kadar çok kişiye ulaşırsak, o kadar fazla yardım gelir belki. Artık bu mecrayı işe yarar bir şeye çevirmek istiyorum.” Simge başını salladı, gözlerinde tatlı bir gurur vardı. “Çok iyi düşünmüşsün. Gerçekten çok güzel olur. Sen başarırsın!” dedi. Kısa bir sessizlikten sonra… Simge bu kez biraz daha tereddütlü sordu: “Peki... babanı hemen mi arayacaksın?” Umay gözlerini tekrar pencereye çevirdi. Gözlerinin önünde gri-beyaz bulutlar arasından yavaşça görünen kurak arazi belirdi. Burası Suriye'ydi. “Bulabildiğim en hızlı şekilde,” dedi fısıltıyla. “Onu görmek istiyorum. Ama… o da beni görmek istiyor mu, bilmiyorum.” Uçak yavaşça alçalmaya başlamıştı. Kabin ışıkları yanıp söndü. Kemerlerinizi bağlayın uyarısı geldi. Umay ve Simge koltuklarında dikleştiler. Bu yeni bir topraklarda, bilinmez bir hikâye... şimdi başlıyordu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD