Umay, Efe’nin gözlerindeki o şimşek çakan ifadeyi gördüğü an anlamıştı.
Efe, Bir yol bulmuştu.
Hemen heyecanla yanına geldi. Efe’nin eğilip açtığı yere baktı. Aşağı doğru uzanan, daracık bir alan vardı. Neredeyse sıska bir insanın omuz genişliği kadardı. Buradan direk aracın altındaki küçük taşlarla dolu zemini görebiliyordu.
Umay, Kaşlarını çattı. “Buraya… sen sığmazsın ki,” dedi. Sonra da bakışlarını aşağıdan çekmeden mırıldandı. “Ben anca çıkarım buradan.”
Efe başını kaldırdı. Gözlerini kısarak ona sinir sinir, tam da Efe’ye yakışır o gıcık ifadeyle baktı.
“Evet. Zaten konu da o. Sen çıkacaksın.''
Umay gözlerini kırpıştırdı, kafasında parçaları birleştirmeye çalışıyordu.
“Sen çıktıktan sonra,” dedi Efe, parmağını aşağıdaki deliğe doğru sallayarak, “gidip arka kapının kilidini açacaksın. Böylece bende çıkarım.”
Umay bir adım geri çekildi. “Bir dakika, bir dakika… olmaz,” dedi hemen. “Ben dışarı çıkarsam… yani, beni hemen görürler.”
Efe gözlerini devirdi, dişlerini sıktı. Sonra derin bir nefes aldı, sakin ama net bir ses tonuyla konuştu:
“İzleyeceğiz. Dinleyeceğiz. Etrafa bakacağız. Muhtemelen bu aracı kuytu bir yere park ettiler. Sınır alanından çıkamazlar. Her yeri şu anda çoktan ekiplerimiz çevirmiştir. Türk askerleri, özel birlikler, sivil zırhlılar… hepsi.”
Umay dikkatle dinliyordu. Efe devam etti:
“Yani, bu kadar kapana kısılmış bir haldeyken araçla kaçamayacaklarını bildikleri için muhtemelen aracı bir yere bırakıp kendileri yakınlarda bir yere saklanmışlardır.. Bu aracın içinde ya da çevresinde kimse olmaz. Çünkü çıkamayacağımızdan çok eminler. Bizi tamamen kapana kıstırdıklarını sanıyorlar.” dedi.
Umay durdu. Gözlerini tekrar deliğe çevirdi. İçinden bir ürperti geçti ama Efe’nin söyledikleri mantıklıydı. Çok mantıklıydı.
Evet.
Bu delik… bu küçücük çıkış… onların umudu olabilirdi.
Umay bir adım geri çekildi. Gözleri aşağıdaki deliğe odaklandı, tam inmek için hamle yapacağı anda hızla Efe’ye döndü.
“Bir dakika, bir dakika… Birşey daha sormam lazım.” dedi hemen. “Ben dışarı çıkarsam… yani ya uzaktan direkt beni vururlarsa? Ne yapacağız o zaman?”
Efe gözlerini devirdi. Sabrı taşmıştı artık.
“Sen rehinesin, Umay!,” dedi sert ama kontrollü bir ses tonuyla. “Seni vurmak isteseler çoktan vurmuşlardı. Şu an ellerindeki en kıymetli şey sensin. Bırak vurmayı, saçının teline zarar gelsin istemezler.”
Umay kollarını göğsünde bağladı. O çok tanıdık, alaycı ve hafif burun kıvıran ifadesini takındı.
“E hani sen de istihbaratçısın? Sana da hiçbir şey yapmazlar demiştin. E hadi o zaman, sen inmeye çalış.”
Efe’nin kaşları hafifçe kalktı. Dudakları kıpırdadı. Bir anlık sessizlik oldu. Sonra kıkırdamaya başladı. Başta hafifti, sonra kısa kısa güldü.
“Az önce,” dedi gülüşünün arasından, “benim oraya sığamayacağımı sen söylemedin mi?”
Umay dudaklarını kıpırdattı ama sesi çıkmadı. Küçük bir çocuk gibi kaşlarını çatıp dudaklarını , büzmüştü.
Efe hafifçe eğildi, yana doğru uzandı, yüzü Umay’ın kulağına yaklaştı. Nefesi neredeyse kulak memesine değiyordu.
“Ayrıca ben, beni öldüremezler dedim,” diye fısıldadı. “İşkence yapamazlar demedim.”
Ardından başını geri çekti. Yüzünde ciddiyetle karışık bir karanlık vardı.
“Ve beni bir işkence odasına alırlarsa… burada tek başına ne yapmayı planlıyorsun?”
Umay’ın gözleri bir anda fal taşı gibi açıldı. Çenesindeki kas gerildi.
“Hayır… yok yok. Burada tek başıma kalamam,” dedi. “Tamam. Haklısın. Ben çıkayım.”
Sonra gözleri yere indi. Kendi ayakkabılarına baktı. Dudaklarını büktü.
“Şey… o zaman şöyle yapalım,” dedi. “Ayakkabılarımı sen tutsan olur mu? Aşağıda mahvolsun istemiyorum. Çok pahalı bir markadır.”
Efe gözlerini ona dikti. Delirmiş gibi bakıyordu artık. “Sonra Barbie bebek deyince kızıyorsun bana…” dedi.
Umay gülerek ona döndü. Aklında merak oluşturan bir konuyu sormak istiyordu.
“Bu arada... sen beni stalkladın mı?” diye sordu.
Efe kaşlarını kaldırdı, bocaladı. “Ne?! Ne alakası var? Ben seni niye stalklayayım? Neden... nereden stoklayayım ben seni?!”
Umay başını yana eğdi. “Bilmem,” dedi, sesi hafif alaycıydı. “Benim sosyal medyamda bana sürekli laf sokan bir grup var. Onlar hep ‘Barbie bebek’ der bana. Bunu bilmen… biraz şaşırtıcı geldi.”
Efe derin bir nefes aldı. Geçiştirmek istercesine kolundan tuttu ve itekledi. “Neyse. Sonra konuşuruz. Şimdi dikkatini ver, hemen hazırlan. Çıkmamız lazım.”
Sonra yere eğildi. Başını delikten aşağıya doğru uzattı. Omuzlarından gerisi geçmiyordu ama başı arabanın altına kadar uzanmıştı artık. Gözleri etrafı taradı.
Ne bir ayak sesi…
Ne bir gölge…
Ne bir hareket vardı.
Tam da tahmin ettiği gibi.
Araç, terk edilmiş gibi duran bir benzin istasyonunun arka tarafına çekilmişti. Büyük ihtimalle burayı gizlenmek için kullanmışlardı. Ve çok daha büyük ihtimalle, Umay ve Efe’nin asla kaçamayacağından emin oldukları için etrafı kontrol etmeye gerek bile duymamışlardı.
Bu... onların hatasıydı.
Ve Efe o hatayı şimdi fırsata çevirmeye kararlıydı.
Dakikalar sonra Umay dizlerinin hemen üstünde biten beyaz elbisesini kaldırdı, kenarda bir düğüm attı. Altında beyaz bir şort vardı. Saçlarını da elbisesinin yakasından içeri sıkıştırdı. Ne kadar profesyonel görünmeye çalışsa da, içindeki “Elbisem takılır mı?”, “Orada sıkışır mıyım?” korkusu içini yiyordu. Ama Efe’ye bunu belli etmedi.
Efe onun bu hazırlıklı hâlini izlerken hafifçe gülümsedi. İçinden geçirdi: “Çok da barbie değilmişsin demek ki.” diyerek kıkırdadı.
Umay bakışlarını yakaladı. “Efendim?” diye sordu.
Efe, “Yok bir şey. Hadi, in.” dedi.
Umay elleriyle destek alarak kendini yavaşça aşağıya sarkıttı. Efe de bacaklarından tutarak ona denge sağladı. Birkaç saniye sonra Umay, dizlerini bükerek emeklemeye başladı. Ve tam olarak arabanın altına indiğinde, bacaklarını kendine çekip iyice sessizleşti.
Nefesini tutmuştu. Her an biri çıkar mı diye titriyordu ama bu görevi yapmalıydı. Çünkü görev, belki de onu babasına götürecek tek şeydi.
Yavaşça emekleyerek ilerledi. Aracın arka kapağına ulaştı. Kapıyı çekmeye çalıştı ama nafile. Kaldırılacak gibi değildi. Metal, soğuk ve sertti. Ne kadar güç uygulasa da kıpırdamıyordu.
O sırada Efe, içerden fısıldadı: “Ne oldu? Açamıyor musun?”
Umay dudaklarını ısırarak cevapladı: “Olmuyor. Çok ağır. Kalkmıyor. Çok Sert…”
Efe birkaç saniye düşündü. Zaman daralıyordu.
“Bir taşla vur. Kaldırmaya çalışma, kır.”
Umay hemen gözlerini çevirdi. Benzin istasyonunun içini az da olsa görebiliyordu. Ara ara biri dışarı çıkıyor, araca doğru bakıyordu. Gözükmemeye çalışarak tekrar arabanın altına kaydı. Tekerlek hizasında bir taş gözüne ilişti.
Sürünerek taşı aldı ama yerdeki taşlar keskin ve sertti, dizlerini acıtmıştı. Kan, bacağında ince bir çizgi gibi belirdi. Canı yanıyordu, Ama artık geri dönemezdi.
Yavaşça taşla kapağa vurdu. Sonra bir kez daha vurdu.
Ardından, Bir ses... metalin gevşeme sesiyle birlikte, kapak bir anda açıldı.
Efe, iri cüssesiyle hemen kendini aşağıya bıraktı. Araç o indikten sonra resmen yerden yükselmişti.
Kapı açıktı, Fark edilmek üzerelerdi. Efe anında kapağı geri kapattı ve Umay’ın yanına saklandı. Etrafa bakındı. Gözleriyle etrafı taradı.
Şimdi, Umay için bir siper bulması gerekiyordu. Hemen!. Ve ikisi de, o saniyeden sonra bir an bile ayrı kalmadan, aynı hedefe kilitlenmişti:
Kaçmak. Hayatta kalmak. Ve babasına ulaşmak.