İLK YAZDIĞIM KURGULARDAN. KALEMİMİM ACEMİ OLDUĞU ZAMANLAR. BUNU GÖZE ALARAK OKURSANUZ BENİ MUTLU EDERSİNİZ!
Yağmur Karadeniz'in dağlarına denizin hırçın dalgaları gibi vuruyordu. Her gök gürültüsünde kimi insanlar yorganların altına sığınıyor, kimi yanına yatan sevdiğine.
Sabah ezanı bittikten sonra Hatice Hanım her zamanki saatinde uyanıp alt kata indi. Hırkasının önünü ilikleyip sobaya odun attı oflayarak. "Hey gidi hey, saat kaç olmuş gelin hanım uyuyor! Biz de yaşlı halimizle sabahın köründe kalkıp sobayı yakıyoruz." Fadime uyuyakaldığı için kendine kızıp yataktan hızla kalktı. Eşofmanın üstüne basma eteğini giyip apar topar odasından çıkıp tahta merdivenleri indi, "Kusura bakma anne uyuyakalmışım." Hatice Hanım gelinine burnunu kıvırıp, "Geç, kahvaltıyı hazırla, oğullarım işe gidecek." dedi.
"Hemen anne."
Fadime mutfaktaki saate baktığında altıya beş vardı. Kaynanası her sabah erkenden kalkıp gününü zehir ediyordu. Gözleri dolu dolu elini tezgâha vurup, "Ah Gökhan ah! Ne olurdu ayrı eve çıksak," dedi yüreği yanarken. Kendi kendine söylenip kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Ne kadar isyan etse de kocası annesine düşkün olduğu için hiçbir zaman onun sözüne ya da duygularına önem vermiyordu.
Yaşlı adam sabah namazını kıldıktan sonra, ağır ağır evine yürüyüp kapının önüne geldi. Basamakta soluklandıktan sonra kapıyı açıp içeri girdi. Hatice Hanım kayınpederini görünce koltuktan kalkıp ona doğru yürüdü,
"Allah kabul etsin baba."
" Sağ ol Hatice."
Yaşlı adam şapkasıyla montunu çıkarıp portmantoya astı.
"Hatice?"
" Buyur baba."
" Bu gelin niye her sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlıyor?"
" Ne erkeni baba?"
" Uşaklar sekizde kalkıyor bırak da kız uyusun."
Hatice Hanım kayınpederinin karşısına oturup ellerini dizlerinin üstüne koydu. "Yüz verme baba şu kıza, gelin o tabii yapacak. Yan gelip yatsın diye mi eve gelin aldık onu biz?" Yaşlı adam sakallarını ovuşturup başını iki yana salladı, "Senin kaynanan sen rahat et diye evin içinde parmak uçlarıyla yürürdü. Sen neden böyle oldun ben bilmiyorum Hatice."
" Mekânı cennet olsun annemin, ben ona hiçbir zaman saygısızlık yapmadım, o da beni severdi."
" Neyse ne, unutma senin de on sekiz yaşında kızın var, yakında o da evlenince görürüm ben seni o zaman."
Hatice Hanım ayağa kalkıp, "Kızım evlenirse eşek gibi kaynanasına, kocasına hizmet edecek baba." dedi yüzünü ekşiterek. "Bu onun görevi." Yaşlı adam elini havaya kaldırıp, "Sus!" dedi. Daha fazla katlanamıyordu bu çirkin laflara. Gelinini severdi ama bu tavırlardan oldukça rahatsız olurdu.
Saat sekize doğru ev halkı uyanınca hep birlikte yere kurulan sofraya oturdular. "Afiyet olsun oğullarım, yiyin hadi kuzularım." Gökhan annesinin yanağını öpüp, "Sana da afiyet olsun meleğim." dedi. Hatice Hanım göğsünü gererek gelinine baktı. Oğullarını kimseyle paylaşamıyordu. Küçük oğlu ona düşkün olmasa da büyük oğlu annesine fazlasıyla düşkündü.
Fadime sofra bezinin altından kocasının bacağını cimcikleyip kulağına, "Sen görürsün!" diye fısıldadı. Sevmiyordu kocasının anaç tavırlarını. Evin diğer oğlu gibi ciddi olsun istiyordu. Gökhan, mısır ekmeğini yutarken boğazında takıldı. Hatice Hanım'la Fadime telaş yapıp sırtına vurmaya başladılar.
"Durun da iyiyim."
" Size afiyet olsun!"
Sofradan kalkan evin diğer oğlu arkasını dönüp kapının önüne gitti,
" Mustafa, hiçbir şey yemedin, gel kahvaltını bitir öyle git işe annem."
Mustafa kapıyı açıp, "Akşam görüşürüz," deyip evden çıktı.
"Ne kadar duygusuz, gamsız! Ağabeyinin boğazında ekmek kaldı, o hiçbir şey olmamış gibi evden çıkıp gidiyor. "
"Kız Fadime, oğullarımı birbirine mi düşürmeye çalışıyorsun? Keserim senin o dilini." Fadime sesini yükseltip, "Ne, doğru değil mi?" diye bağırdı. "Sürekli sinirli, yüzü bir kere bile gülmüyor. Otuz yaşına geldi hâlâ evlenmedi, evde kaldı. Kimse ona kızını vermek istemiyor."
Hatice Hanım çiçekli penyesinin önünü silkeleyip gözlerini kıstı, "Bana bak yılan, sen kimden cesaret alıyorsun da böyle konuşuyorsun? Oğlumun koynuna giriyorsun diye kendini bir halt sanma! Alırım seni ayağımın altına."
"Anne ayıp ediyorsun."
" Ben mi ayıp ediyorum? Senin karın kardeşin hakkında neler diyor ona niye bir şey demiyorsun?"
"Doğruları diyor, Mustafa'nın sinirli olduğu, sürekli asık suratla gezdiği doğru değil mi? Kaç eve kız istemeye gittin hepsinden elin boş geldin. Kimse senin oğluna kız vermek istemiyor."
Hatice Hanım öfkeden kudurmak üzereydi,
"Madem kimse benim oğluma kız vermek istemiyor, neden karının bacısı oğlumun dibinden ayrılmıyor? Çocuk onu istemediği halde neredeyse koynuna girecek."
Yaşlı adam deminden beri olanları sessiz bir şekilde dinliyordu. Kimsenin onu taktığı yoktu. Elini sofraya vurup, "Yeter!" diye bağırdığında herkes bir anda sustu, "Yazık size! Şu nimetlere saygınız yok, sofra başında kavga ediyorsunuz. Ben kalkıyorum size afiyet olsun! Doyurun karnınızı."
Yaşlı adam bastonunu alıp kapıya doğru yürüdü. Hatice Hanım ise sert bakışlarıyla gelinini öldürüyordu resmen. Ona göre tek suçlu geliniydi. Evin huzurunu o kaçırsa da kendi yaptıklarını hiçbir zaman görmüyordu.
Mustafa balık restoranının kapısını açıp içeri girdi. On sekiz yaşından beri arkadaşı Serdar'la beraber işletiyordu restoranı. Mutfak bölümüne girip çorba pişiren aşçının yanına gitti.
" Kolay gelsin Hakkı Amca."
" Sağ olasın Mustafa, pişti sayılır içer misin?"
" Olur, Serdar balıkları almaya mı gitti?
" Sabah ezanında gitti, gelir şimdi."
Mustafa başını sallayıp, "Tamam." dedi. Aşçının elinden kâseyi alıp içeri geçti. Çorbasını içerken Serdar balık kasalarıyla içeri girdi. Mustafa ayağa kalkıp çocukluk arkadaşının yanına gitti.
"Sağ olasın Serdar, sana da zahmet oldu."
" Saçmalama ne zahmeti? Biz kardeşiz, hem ben de burada çalışıyorum bırak da bir işin ucundan tutayım."
" Eyvallah."
Kasaları mutfağa getirip tezgâhın üstüne bıraktılar. "Ellerinden öperler Hakkı Amca." Yaşlı adam gülümseyip, "Sizi dışarı alayım, beni balıklarımla yalnız bırakın" dedi evladı gibi sevdiği iki gence.
"Aman Hakkı Amca balıklara işkence etme sakın, insan yiyecek bunları."
"Ulan Serdar, deli etme beni. Git içeri işine bak."
Serdar kahkaha atarak içeri girdi. Restorana yavaş yavaş müşteriler geliyordu, Mustafa'yla Serdar gelen müşterilerin önlerine servis açıyorlardı. "Mustafa şuraya kadın çalışan alalım ikimizle olmuyor." Mustafa kaşlarını çatıp arkadaşına baktı, "Olmaz, kadın milletiyle evde uğraşıyorum yeterince bırak da restoranda rahat edeyim."
" Ulan Mustafa, şu yüzün bir kere gülsün lan, on beş yaşından beri bir kere bile seni kahkaha atarken görmedim. Oğlum tebessüm et bari kızlar yanına yaklaşmıyor. Otuz yaşına geldin evde kaldın."
"Bana diyene bak, sen neden evlenmiyorsun?"
Serdar iç çekip, "Zehra'm bugün tamam desin hemen giderim istemeye," dedi aklına düşen sevdiğini düşünerek.
"Kaçır kızı oğlum, o manyak abisi onu sana zor verir.
Serdar'ın gülen yüzü hüzünlendi, "Bekle diyor, boynum kıldan ince beklerim be Mustafa yeter ki o yüreğinden çıkarmasın beni." Mustafa arkadaşının omzunu sıkıp, "Hayırlısı kardeşim." dedi.
***
Genç kız sabahtan beri durmadan çalıştığı için yorgunluktan bedeni ağrıyordu. Paketlediği son mantıları da kasanın içine koyduğunda derin nefes aldı. Üst üste dizdiği paketlenmiş mantıları ustasına uzattı.
" İşim bitti usta."
" Tamam, kızım, annen nerede?"
" Lavaboya gitmişti."
" Sen bak istersen ona, mesai saatinin bitmesine az kaldı."
" Tamam usta."
Beş aydır annesiyle birlikte küçük mantı dükkânında çalışıyordu. Babası öldüğünden beri annesiyle birlikte ayakta durmaya çalışıyorlardı. Bazen ayakta duracak gücü kendinde bulamasa da annesi için güçlü olmaya çalışıyordu. Ondan başka kimsesi yoktu, onun rahtı için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Yeter ki annesi mutlu olsun.
Lavabonun içine girip kapıya vurdu. İçerden ses gelmeyince kapıyı çekinerek açtı. "Nereye gittin anne." Lavabodan çıkıp soyunma odasına doğru yürüdü. Annesi patronunun odasından çıkıyordu, Elif'i karşısında görünce korkup yerinden sıçradı.
" Kızım, hayırdır?"
" Ne yapıyorsun orada anne?"
" Şey, avans aldım da."
" Anladım, hadi üstümüzü değiştirip çıkalım, çıkış saati geldi."
" Olur kızım, eve gidince seninle konuşmak istediğim bir konu var."
" Hayır mı?"
" Hayır kız, çok sevineceksin."
Elif içinden, "Kesin kötü bir şeydir," deyip soyunma odasına girdi. Akşam eve gelince duşa girdi. Annesi salonda sağa sola gidip duruyordu, kızıyla konuşmak için can atıyordu. Elif üstünü giyinip salona gelince koltuğa oturdu. Annesi derin bir nefes alıp karşısına geçti.
" Seni dinliyorum anne, ne söyleyeceksin?"
Tuğba Hanım ellerini birbirine vurup, "Evleniyoruz!" diye bağırdı gülerek. Elif tek kaşını kaldırıp, "Anlamadım," dedi şaşkın halde.
"Kızım, uzun zamandır seninle konuşmak istiyordum ama çekiniyordum. Artık zamanı geldi."
Elif kaşlarını çatıp boynunu sağa sola çevirdi.
"Sadede gel anne."
"Rüştü Bey'le evlenme kararı aldık." Tuğba Hanım kızının değişen yüzünü görünce ayağa kalkıp yanına oturdu, "Biz Rüştü Bey'le üç aydır konuşuyoruz, artık evlenmek istiyoruz kızım." Elif ayağa kalkıp elini havaya kaldırdı, "Sen patronumuzla mı konuşuyorsun?" Tuğba Hanım telaşla ayağa kalkıp , "Sakin ol." dedi.
"Sana inanamıyorum anne, babam öleli bir buçuk sene oldu. Nasıl yaparsın bunu ona? Nasıl bakarsın başka erkeğe?"
Tuğba Hanım koltuğa oturup kollarını göğsünün üzerinde topladı. "Ne yapsaydım, ömrümün sonuna kadar babanın yasını mı tutsaydım? Kırk dokuz yaşındayım ben, gencim, hayatımı yaşamak istiyorum."
Elif annesine inanamıyordu, sinirden koltuğun üzerinde duran yastığı alıp yere fırlattı. "Kocasızlık başına mı vurdu anne? Kocanın ölümünün üstünden bir buçuk sene yeni geçmişken sen başka erkekle olmayı mı düşündün? Yazık cidden, sana diyecek bir şey bulamıyorum."
"Of yeter ya, sana hesap vermek zorunda değilim. Ben gelecek ay evleneceğim, sen yetişkin olduğun için seni yanımda götüremem, burada tek de bırakamam. Ustabaşının Trabzon'da yeğeni varmış, bana aralarını yapalım mı dedi, ben de tamam dedim. Yarın akşam seni görmeye gelecekler." Elif çığlık atarak bağırdı. "Anne sana inanamıyorum, sen nasıl bir kadın oldun?"
"Ne yapmamı bekliyordun, evlendiğim adamla üçümüz aynı evde mi kalacaktık? Haberleri izliyoruz neler oluyor görüyoruz." Elif annesinin sakinliği karşısında öfkeden kendini yiyip bitiriyordu, "Ben kimseyle evlenmem! Sen kimle istiyorsan git evlen." Odasına gidip kapıyı sert bir şekilde kapattı. Yatağına oturup elleriyle yüzünü kapadı. Annesinden nefret ediyordu, babasına ihanet ettiği için onu hiçbir zaman affetmeyecekti. Sırf kendi mutluluğu için onu tanımadığı, bilmediği adamla evlendirmeye çalışıyordu.
*
Mustafa restoranı kapatıp evine geldi, odasına çıkacağı zaman dedesi yanına çağırdı.
"Otur oğlum."
"Buyur dedem?"
Evin diğer halkı koltuklara oturup yaşlı adamın Mustafa'ya ne söyleyeceğini merak ettikleri için dinlemeye başladılar.
"Mustafa'm, canım torunum, seni ne kadar sevdiğimi bilirsin."
" Bilirim dedem."
" Yaşın otuz oldu oğlum, bir yuvan olsun istiyorum, artık evlen be Mustafa'm."
Hatice Hanım oğluna yaklaşıp, "Deden haklı oğlum." dedi gülümseyerek. "Kuyumcu Halil'in kızı var onu sana istemeye gidelim." Yaşlı adam bastonunu yere vurup, "Sus gelin!" diye bağırdı. "Ne zamandır sözüm çiğnenir oldu bu evde?"
"Özür dilerim baba. "
Yaşlı adam torununa dönüp, "Halanın çalıştığı işyerinde bir kız varmış, babası ölmüş anasıyla yaşıyor, eğer uygun görürsen yarın akşam sana istemeye gidelim mi o kızı?" dedi yorgun gözleriyle torununa bakarak. Mustafa'dan gelecek cevabı can kulağıyla bekledi,
" Baba?"
" Hatice!"
Hatice Hanım kaşlarını çatıp ayağını yere vurdu.
"Olur dedem, sen nasıl istersen."
" Ne? Hayatta izin vermem, İstanbullu kız nereden bilsin bizim adetlerimizi? Olmaz o iş, kuyumcu Halil'in kızını isteyelim."
"Hatice, seni son kez uyarıyorum sesini kes, Mustafa tamam dedi yarın kızı istemeye gidiyoruz. Sen ister gel ister gelme. "
Hatice Hanım eteğini sıkıp bakışlarını yere çevirdi.
" Dedem konuşmamız bittiyse odama çıkacağım."
Yaşlı adam torunundan evet cevabını aldığı için çok mutluydu. Yüzündeki gülümsemeyle, "Tamam evladım, yarın sabaha biletleri al." dedi. Mustafa, "İyi akşamlar" deyip odasına çıktı. "Baba ben bu çocuğun annesiyim ben istemiyorum yabancı gelin"
" Kız yabancı değil Hatice, Türk."
" Baba nereden bilsin bizim adetleri o kız."
Yaşlı adam ayağa kalkıp başını çevirdi, "Sen ona öğretirsin Hatice." deyip odasına girdi.
"Anne dert ettiğin şeye bak, bu kız Mustafa'nın beş karış suratını görünce evlenmek istemez."
Hatice Hanım gelinin kolunu cimcikleyip tülbendini yere fırlattı, "Bıktım artık, nedir bu çektiğim? Çocuklarımı da kendim evlendiremiyorum."
***
Elif sabaha kadar ağlamaktan uyuyamamıştı. Annesi odaya girip perdeyi açtı, "Kalk yataktan akşam görücü gelecek." Elif ruhsuz bir şekilde gülümseyip, "Seni mi isteyecek sevgili patronumuz?" diye sordu. "Zevzeklik yapma, seni istemeye gelecekler. Kalk hazırlan beş gibi gelecekler, akşam Trabzon'a döneceklermiş." Elif yataktan hırsla kalkıp, "Ölmek istiyorum." diye bağırdı. "Senden nefret ediyorum, sırf kendi mutluluğun için beni tanımadığım bir adamla evlendirip Trabzon'a gönderiyorsun."
"Ne yapsaydım? Burada tek bırakıp sapıkların kurbanı olmana izin mi verseydim?" Elif kahkaha atıp annesinin üstüne doğru yürüdü. "O morukla inşallah hiçbir zaman mutlu olamazsın Tuğba Hanım, o adamla evlenip gideceğim bir daha sakın beni arayıp sorma! Sen çok kötü bir annesin." Annesinin cevap vermesini beklemeden odadan çıktı. O annesinin mutluluğu için çabalarken annesinin ona olan bu tavrı kalbini acıtıyordu.
Saat beşe doğru erkek tarafı kız evine geldi. Hatice Hanım burnunu kıvırarak evin içine bakıyordu. Görümcesi ayağını dürtüp sessizce, "Gözlerine sahip çık." diye mırıldandı.
Mustafa ise sıkıntıdan patlamak üzereydi. Bir an önce olup bitsin istiyordu. Sohbet olsun diye dedesi tarihi anlatıp duruyordu. Herkes sıkıntıdan patlayacak gibiydi. Mustafa'nın ağabeyi kulağına eğilip, "Dedem Osmanlı Tarihi'ne geçmeden gelin hanım kahveleri dağıtsa bari," dedi gülerek. Mustafa ağabeyine cevap vermeden yanında oturan yeğeninin saçını okşadı.
Elif ise odasında hiç durmadan ağlıyordu, arkadaşı ona sarılıp sakin olması için onu teselli ediyordu. "Canım ağlama, belki hayırlısı budur, o adam seni çok mutlu edecektir eminim, ben yüzüne baktım temiz yüzlü biri kötü değildir."
"Fatma, nereden biliyorsun iyi olduğunu? Annem kendi mutluluğu için beni harcadı. Kim olduğunu, ne iş yaptığını bilmiyoruz. Belki beni döver, belki sapıktır, çok korkuyorum." Fatma kendini tutamayıp hıçkırarak ağladı, "Keşke sana yardım edebilsem. " İki genç kız birbirine sarılıp ağlarken Tuğba Hanım odaya girdi, "Kız şu halinize bakın, Elif kalk kahve yap."
" Sen yap."
" Kız sen beni rezil mi edeceksin? Çabuk kalk ayağa!" Elif oflayıp ayağa kalktı. "Sil şu gözyaşlarını, makyaj yap suratına." Tuğba Hanım odadan çıkınca Fatma makyaj masasının üstünden fondöteni alıp arkadaşının yanına geldi. "Canım bak içeride insanlar var, onların suçu yok ki. Kusura bakma ama anan pislik senin. Hadi gel şunu yüzüne sürelim kahveleri yapalım." Elif mecbur kabul etti. Odada işleri bitince mutfağa geçip kahveleri yaptı,
"Damadın kahvesine tuz koyacak mıyız?"
" Hayır, tabii ki de."
" Niye kız adettir?"
Elif, Mustafa'nın kahveyi içerken yüzünün halini merak edip güldü. Küçük tuzluğu eline aldı. Kapağını açıp bütün tuzu kahvenin içine döktü. "Oha, yemin ederim adam ölür." Tepsiyi alıp nefesini içine çekti. Odaya girince konuşan herkes susmuştu. Kahveleri sırayla dağıttı. Sıra Mustafa'ya gelince elleri titreyerek kahveyi uzattı. Mustafa kahveyi alıp geri çekildi.
"Gel otur kızım annenin yanına"
Tepsiyi arkadaşına uzatıp istemeyerek de olsa annesinin yanına oturdu. Bakışları Mustafa' ya kayınca onu incelemeye başladı. Genç adam yakışıklıydı, kumral saçları mavi gözleri insanı kendine çekiyordu. Başını kaldırıp Elif'le göz göze geldi. Elif onu izlerken yakalandığı için başını yere eğip bacağını sıktı.
"Efendim sebebi ziyaretimiz belli, Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Elif'i oğlumuz Mustafa'ya istiyoruz."
Elif'in dayısı Elif'e sormadan, "Verdik gitti." dedi. "O sırada Mustafa öksürük krizine girdi. Bembeyaz yüzü öksürmekten kıpkırmızı oldu. "Ay oğluma bir şey oldu, ne koydunuz bu kahvenin içine?" Mustafa elini kaldırıp, "İyiyim." dedi. Üç bardak su içmesine rağmen boğazı hâlâ yanıyordu. Elif'in yüzüne bakıp derin nefes aldı. Elif ise içinden, "Oh olsun sana," diye geçirdi. Yaşlı adam ayağa kalkıp iki gence baktı, "Yüzükler takılsın," cümlesi kolayca düşüverdi dilinden.
" Tabii, hadi kızım kalk."
Elif annesinin elini itip ayağa kalktı. Mustafa'yla yan yana gelince ellerini uzattılar, dedesi yüzükleri taktı, "Hayırlı uğurlu olsun. İki hafta sonra düğün olur bekletmeye gerek yok."
Elif'in gözleri büyüdü. İki hafta çok erkendi yanındaki adamı tanımadan karısı olacaktı. Gözünden bir damla yaş aktı. Herkesten nefret etti o an.