Bölüm 2

1801 Words
Ameliyat çok zorlu geçmişti. Ama sonuç olarak hasta iyiydi. Ameliyattan sonra yoğun bakıma alınan Deniz Sezen'i kontrol ettiğimde her şey yolundaydı. Yoğun bakımın kapısından çıkmamla üç çift endişeli bakışın odağı oldum. Yaşlıca bir adam bana doğru adım attı ve konuşmaya başladı. “Ben Ender Sezen, Deniz Sezen'in babasıyım. Oğlumuz nasıl doktor hanım?” Hepsinin bakışlarında da umut vardı, gözleri umutla parlıyordu ailenin. Kötü bir şey söylemek istemiyordum. “Oğlunuzun damar yollarında tıkanıklık vardı. Yorucu bir ameliyat geçirdi. Şu anda durumu kritik, altı saat sonra daha net konuşabiliriz,”    “Anlıyorum. Görebilir miyiz?” diye sordu Ender Sezen. Oğlunu merak eden bir baba. Meraktan perişan olmuş bir baba. Keskin bir acı her zaman olduğu gibi midemi yaktı. Ben daha cevap veremeden yanlarındaki genç kız konuşmaya başladı. “Lütfen abimi görmeliyiz!” Kardeşi. Bir kız kardeşi. Abi ve kız kardeşi. Deja vu’lar peşimi ne zaman bıraktı ki?  “Maalesef şuanda yanına kimseyi alamayız ama yarın kontrolleri temiz çıkarsa odaya alacağız bu sayede sizde hastamızın yanında olabilirsiniz,”  İçimdekileri dışıma vurmadan konuşmayı yıllar önce öğrenmiştim.  Fakat yine de bu her saniye kanayan bir yarayı bir bıçakla durmadan deşmek gibiydi. Acı katlanılmazdı ve asla alışmıyordu insan. Hiçbir insan kabul edemezdi acıyı. “Pekala,” dedi anne Sezen ve tekrardan dikkatimi onlara verdim. Bitkin bir şekilde yoğun bakım ünitesinin önündeki sandalyeye kendini bıraktı. Çok solgun ve yıpranmış gözüküyordu. Üzüntünün insanlara neler yaptığını benden daha iyi kimse bilemezdi. Bu yüzden anne Sezen’in anlıyordum. Ender Sezen onları bekleme odasına götürdükten sonra odam geldi. Kapıyı tıklayıp içeriye çekingen bir bakış atıp;  “Girebilir miyim?” “Buyurun Ender Bey,” Önümdeki raporlardan kafamı kaldırıp onu dinler bir pozisyon aldım. “Nasıl olmuş doktor hanım. Bütün ayrıntıları istiyorum,” diyerek konuya girdi hemen Ender Sezen. “Öncelikle hastanemize gelen yolda bir sokakta arabası ile kaza yapmış hasta. Sanırım bilinci kapanınca kontrolü kaybetmiş. Çünkü tespitlerimiz bu yönde. Ve onun öncesinden kalp rahatsızlığı olmuş olmalı ki kendimce fikrimi belirtecek olursam hastaneye gelmek için sürüyordu. Tabi yolda tekrardan rahatsızlanmış olmalı ki arabanın kontrolünü kaybetmiş ve kaza meydana gelmiş. Hasta gerçekten çok şanslı çünkü hemen olay yerindeki insanlar ambulans çağırmışlar ayrıca kaza anında hava yastıkları devreye girmiş. Tahminen bir iki dakika içinde de ambulans ile eş zamanlı olarak ben o yolda arabamı durdurup müdahale etmeye başladım. Hem hastaneye yakın oluşumuz hem de ekibin başarısı sayesinde hastamız çok zaman kaybetmeden ameliyata alındı. Az önce yoğun bakımdan çıkınca dediğim gibi altı saat sonra ameliyat sonrası bilgi için daha kesin konuşabilirim ama olayların nasıl geliştiğine dair bilgilerimde bunlar,” diyerek Ender Sezen’in gözlerinin içine baktım. Adamın kaşları düşünceli bir şekilde çatılmıştı. “Eğer siz orada olmasaydınız oğlumu kaybedecektim. Size nasıl teşekkür etsem azdır,” Ender Sezen dik ve ulaşılmaz görüntüsüne rağmen karşımda bana teşekkürlerini sunarken gazete ve dergilerde gördüğüm adama hiç benzemiyordu. Ama söylediği şeyler beni sinirlendirmişti. Sabırlı bir ses tonu ile konuşmayı sonlandırmaya niyetlendim. “Bu benim görevim orada başkası olsa yine aynı muameleyi görecekti veya başka bir doktor olsa aynısını yapardı,” dedim açıklama gereği duyarak. Hasta ve hasta yakınları ile bu benim bile bilmediğim kaçıncı aynı türden diyalogdu acaba?   “Lütfen size teşekkür etmenin bir yolunu sunun bana!” Ender Sezen kesinlikle damarıma basmayı iyi biliyordu. “Evet, sanırım bunu biliyorum,” dedim adamı başımdan atmak için. “Nedir?” “Ben evime gittiğimde oğlunuzun başında bekleyip kendinizi harap etmeyin ve evinize gidip dinlenin. Emimin hastamız uyandığında pozitif bir enerji almak ister sizlerden ve sizler böyle bitkin olursanız onun üzüleceğinden de eminim,” Ender Sezen, oldukça ısrarcı ve otoriter biriydi. Eve gitmeden önce aile ile son kez konuştum. Ender Bey onlara da anlatmıştı ve bana bakan minnettar gözler beni rahatsız ediyordu. Bu tür muamelelerden nefret ederdim. Odamda eve gitmek için hazırlanırken tekrar kapım çaldı. “Girebilir miyim?” diyerek odaya başını uzatan Nehir’e baktım.   “Evet, Nehir gel,” “Gidiyor muyuz?” “Evet, canım çıkabiliriz,” dedim ve çantamı da alıp hastaneden çıktık. “Bugün araba sende Nehir hiç hali yok benim,”  Anahtarı ona attım ve ön koltuktaki yerimi aldım. “Elbette Derin, eee bu gece Okan ile bana ne yemek yapıyorsun?” Sorusu karşısında gülümsedim ve saymaya başladım. “Bezelyeli pilav-” “Oooooo!” Tepkisine sırıtarak karşılık verdim. Bunca yorgunluğuma Nehir ve Okan çok iyi geliyorlardı. Onların enerjileri hiç bitmiyordu ve sanki bana da enjekte ediyorlardı. “Tavuk sote-” “Oooooo!” “Nehir bir daha "oooo" -dedim onun taklit ederek- dersen sana yemek yok!” “O..o..o” diye kekeledi ve dudaklarını büzdü, gözünü yoldan ayırmıyordu ama şekil değiştirmekte üstüne yoktu. “Sonra başta söylemem gereken Ezo Gelin çorbası,” diye devam ettim. “Hımm…” dedi bu sefer. Sinir, ukala, tatlı ve güzel yaratık işte. Vazgeçmiyor. “Vişne kompostosu,” Kompostolarda sponsorumuz Nehir’in annesiydi. Her türlü komposto, turşu ve salça gereksinimimizi Nehir’in annesi sayesinde karşılıyorduk. “Bu kadar mı? Tatlı yok mu?”  Ne kadar arsız bir arkadaşım var benim, o küçücük midesine o kadar yemeği nasıl sığdırıyor ben zaten anlamıyorum ki! “Olmaz mı? Umutmuşum, akşamdan yaptığım Tavuk Göğsü de var,” dediğimde Nehir’i tutamadık. Her şeye rağmen favori öğünü tatlıydı.   “Ooooooooooooooo Derin Reis sen çok yaşa,” diye başlayan gürültünün sonu gelmiyordu.  “Tamam Nehirrr!” diye çığırdığımda tek kulağını eliyle kapadı ve kırmızı ışığa denk gelince durup bana imayla bakmaya başladı. “Derin bugün ki hastan konusunda şanslısın, koskoca Sezenler Holdingin tek varisi ellerinin altındaydı.” ‘Altındaydı’ kelimesini başka bir imayla söyleyen arkadaşımın arsızlığı karşısında şaşırmamayı öğrendiğimden onu sakince yanıtladım. “Üstümdeki baskıya çok yardımcı oldun. Adamın kalbi durunca ben olduğum yerde kalp krizi geçirecektim,” diyerek konuyu başka bir yere çekmeye çalıştım. “Evet farkındaydım,” diyerek beni onaylayan Nehir’in dikkati hemen dağılmıştı.   “Hele ailesi yok mu?” “Ah, onu da biliyorum,” diyerek kaşlarını çatıp başını salladı.   “Madem biliyorsun tekrar ve tekrar o anları anlatıp ne halt etmeye beni deli ediyorsun?” Tam ağzını açacakken devam ettim.  “Nehir bir, iki, üç ve tıp! Sesini kes!” Yol boyunca hiç konuşmadı, bende onun bu haline gülüp durdum. Evet, günün özetini yapacak olursak: Gerçekten filimler de yaşanan basmakalıp olay başıma geldi hem de eksiksiz. Zengin ailenin tek erkek evladını kurtaran doktora minnettar kalan aile ona teşekkür etmek isterler ve vesaire, vesaire. Asıl önemli olan Deniz Sezen’di. Ameliyat öncesi incelediğim kadarıyla sarımsı bal rengi saçları ve temiz bir yüzü vardı. İçini incelediğimde ise tıkanık damarlar gördüm. Neyse kısaca hayatımda yakından inceleme fırsatı bulduğum ikinci yakışıklı erkek diyebilirdim Deniz Sezen için. Ekranlardan, basından yansıyan görüntüsünün haricinde yakından görmek daha farklıydı. O sarı saçlarını karıştırasım gelmişti ama bir hastanın hele de ameliyat masasında saçlarını kurcalamak ne kadar etik olurdu, orası malum! Kendimi çok yorgun hissediyordum, hissetmekten öte iliklerime kadar işlemiş yorgunluğu tüm benliğimde taşıyordum.  Her anlamda yorucu bir gün olmuştu benim için. “Derin! İnmeyi düşünüyor musun?” Günün yorgunluğu altında o kadar ezilmiştim ki eve geldiğimizin farkına bile varmamıştım. “Tamam Nehir!” Nehir’in bana takılmaya çalışma çabalarını karşılık sitem etmiştim ama yine de asansörde onun omzuna başımı yaslayıp yıkılmadan ayakta durmayı başarabilmiştim. Eve adımımızı attığımızda Nehir tuvalete fırladı. Tuhaf yaratık! Bir gün bir yerleri patlayacak ama o inatla kendini tutmaya devam edecek! Ben de sıcak bir duş alıp rahat bir şeyler giymek için odama yöneldim. Mutfağa geçip yemekleri hazırlamaya başladığımda Okan gelmişti.      “Ben geldim!” diyerek eve giren Okan’ın anahtarı kilide yerleştirme sesini bile tanırdım. Yani eve gelince böyle avaz avaz çığırmasına gerek yoktu. Sayesinde bütün apartman onun kaçta işten döndüğünü biliyordu. Özellikle üst kattaki üniversiteli kız Zehra! “Oooo Derin Hanım mutfakta!” Yanıma doğru geldi ve yanağını uzattı. “Şebek seni,” dedim uzattığı yanağına öpücük kondurdum. “Git üstünü değiştir, yemek yiyeceğiz,” “Tabi ki anne!” Okan küçüklüğünden beri böyleydi, ona anaç bir tavırla yaklaşınca hemen zevzekliğe başlıyordu. “Hım, Derin sen hep mutfakta yaşa, harbi diyorum teyzemden güzel yemek yapıyorsun,” Bir an içimden hüzün geçse de buna alışmıştım ve artık tepkilerimi kontrol edebiliyordum. Sadece gülümsedim ve Okan'ın yanaklarını sıktım. “Evlen de karın yapsın. Bizde senin gibi bir ‘tok evin aç kedisinden’ kurtulalım,” “Hah, bana diyene bak iki kız kurusu ile aynı evi paylaşıyorum. Üzüm üzüme baka baka kararır!” “Okan!” dedik Nehir ile aynı anda. Okan bana sataşırken arkadan Nehir de bize yanaşmaya başlamıştı. Okan için pusu kurmuştuk. Eğer biraz daha üstümüze gelirse! “Tamam tamam,” dedi ellerini havaya kaldırarak. Teslim olması her zamankinden daha kısa sürmüştü. Gerçekten açtı demek ki!  Hep beraber yemeğe oturduğumuzda yemekler hızla yendi. Ardından Nehir’in sunduğu öneriye balıklama daldım. “Derin sen geç dinlen ben toplarım masayı,” “İtiraz etmek isterdim ama seve seve diyorum,” dedim ve odama kaçtım. Yatağa kendimi atmamla uyumam bir olmuştu. Günün yorgunluğu uykudayken kendini daha iyi hissettiriyordu. * “Anne, Baba!”  Karanlıktan çınlayan seslerini duyuyordum. Kahkahalarını hissediyordum ama bana cevap vermiyorlardı. “Derin...” Gözlerimi açtığımda biri bana elini uzatıyordu. Elimi eline koydum ve o da avucuma bir şey bıraktı. Bakmak istedim ama o kişi yanağımdan öpüp uzaklaştı. Kokusu çok güzeldi. * Bir anda gözlerimi sonuna kadar açtım. Üst üste iki rüya görmüştüm. Çok karışıktı. Avucuma baktığımda sıktığımı fark ettim. Açtığımda ise içi tabi ki boştu. O koku aklımdan gitmiyordu! Yıllar sonra nadiren gördüğüm rüyaların en gizemlisiydi. Tuhaftı. Kelimelerle ancak bir rüya denebilirdi ama her şeyiyle gerçek gibiydi. Özellikle o koku! Saate baktığımda yedi olduğunu gördüm yani yarım saatimiz vardı. İşe gitmek için ara sıra benden intikam alan Nehir’den öç almak için güzel bir sabahtı. Oyun istediğim için kendimi hiç kasmadan Nehir’in bana yaptığı gibi oturduğum yataktan çığlık atmaya başladım. “Nehir!” Çığlık atmamla odaya Okan ile Nehir'in dalması bir oldu. Halleri o kadar komikti ki, hem uyku sersemi hem şapşal. Demek ki aynı şeyi bana yaptıklarında bende böyle bir hal alıyorum ve o yüzden onlar gün boyu hatırlayıp hatırlayıp bana gülüyorlar. Evet, tuttum bu yöntemi bende. Her gün aynı yöntemle uyandıracağım bu iki yaramazı. “Derin!” dedi Okan soluk soluğa. Hala şaşkınlığı üzerinden atamamıştı. “Sadece geç kalacağımızı söyleyecektim,” dedim dudak büzerek. Benden alışkın değillerdi tabi yaramazlığa bir kahkaha patlattığımda yatağıma sinsice yaklaşmaya başlamışlardı. “Hayır! Sakın! Çok fena olur! Okan gece yatarken kalbini sökerim bak! Yaklaşmayın dedim!” “Hah, çok korktum!” “Nehir, hayır! Hayır dedim Nehir! Bak cerrah olmayı unutursun! Kızım hayatın benim elimde!” Eyvah yandım! Yatağın içinden kayıp cam kenarına kadar ulaştım. İkisi yatağın öteki yanından çıkışımı kapattılar ama yatağın üstünden zıplayarak kapıya koştum ve tabanları yağladım. “İmdat, ya bırakın!” dememle yeri boyladım ve kaçmaya devam etmek için doğruldum. En kısa yoldan dönüp odamdaki banyoya daldım. Kapıyı büyük bir gürültüyle kilitledikten sonra kahkaha atmaya başladım. “Sen dışarı çıkacaksın Derin” dedi Okan ve gitti. Oh! Kurtulmuştum, sanırım. Yani, belki. Okan bu ne yapacağı belli olmaz. Sırtımı yasladığım kapıdan doğruldum ve aynaya baktım. Elimi yüzümü yıkarken gülümseyen dudaklarıma ama buna rağmen hiçbir zaman neşelenmeyen gözlerime baktım. Hiçbir zaman tam anlamıyla hissedemeyecektim hiçbir duyguyu. Burukça gülümseyerek havlumu elime aldım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD