Okan ve Nehir'den kurtulduğum tek yer hastanedeki şahsi odamdır! Evden çıkışım görülmeye değerdi. Hastaneye varıncaya kadar dır dır etti Nehir. Nasıl bu kadar cani olabilirmişim? İnsanlarda kalp varmış? Bunu benim daha iyi bilmem lazımmış? Beni cerrahlıkla nasıl tehdit edersin?
“Nehir!” diye bağırdım bir ara. Bana korkarak baktı. Sanırım sert tepki vereceğimi sandı. Bir pot daha kırıp kahkaha attım. Çünkü yüz ifadesi o kadar tezat bir uyum içerisindeydi ki, yüzü bir anlık korkuya kapılmış ve gözleri ise kafamı şişirmekten pişman olmadığını belirten parıltılarla doluydu.
“Derin! Bunu alışkanlık haline getirdin bakıyorum da!” diyerek alıngan bir tavırla kollarını göğsünde birleştirdi.
“Susmanı söyleyecektim ama öyle ıslanmış köpek yavrusu gibi bakınca dayanamadım” dedim ve bir kahkaha daha attım. Sinirle camdan dışarıya bakmaya başladı ve pes edip sustu. En azından yolculuğumun son birkaç dakikasında sessizliğe sahip olacaktım. Hastaneye varınca da asansörün oradan ayrıldık. Nehir’in küskünlüğü arabadan inene kadardı. Hastaneden içeriye girdiğimiz gibi yağ çekmeye başladı.
“İyi günler Hocam,”
Nehir’in suratındaki yağcı bir ifade o kadar komikti ki.
“İyi günler, hıh” dedim ve saçlarımı savurarak yürüdüm.
“Sosyete!” diye mırıldandı arkamdan Nehir. Ona dönüp sinsice baktım.
“Bugün hastan olsun istemiyor musun? Ah, canım söylemen yeterliydi. Benim odada dosyalar bir hayli birikmişti. Onlara bir el atarsın o zaman,” Sözlerimin ondaki etkisi çabuk olmuştu. Yüz hatları bir şaşırıyor, bir isyan havasına giriyor, birde ‘bana bunu yapamazsın’ gibisinden bakışları atarak değişimini sürdürüyordu. Halimize dayanamayıp kahkahamızı koyuverdik. Sonra dayanamayıp kıkırdamaya başlamıştık. Kıkırdamayı kesip bir baş selamı verip odama doğru yola koyuldum. Önlüğümü giyip dosyaları kontrol ettikten sonra bugün ki ilk hastamın –Deniz Sezen’in- odasına gittim. Odada sadece hastanın bulunduğunu hemşireden öğrenip odanın kapısına geldim. Bir kez her ihtimale karşı tıklatıp kapının baskısını çevirdim. İçeriye girdiğimde hemşirenin bana hangi oda ile ilgili bilgi verdiğini sorguladım zira hasta yalnız falan değildi. Bir işi bile beceremediği için buradan çıkınca o hemşireyi köşeye çekeceğimi aklıma not ettim. En azından odada sadece hastanın kardeşi vardı. Anne ve baba sözümü dinleyip evlerine gitmişlerdi sanırım.
“Girebilir miyim? Bölüyorumdur umarım?” dedim ve gülümsedim, hani şu doktorların kontrol öncesi soğuk gülüşlerinden birisi işte. Deniz Sezen’in durumuna uzaktan şöyle bir göz attım. Ameliyatta da fark etmiştim ama şimdi daha iyi anlıyordum ki bu adamda da bünye var. Hemen toparlanması o yüzden şaşırtıcı gelmemişti. Sadece bünye de değil sıkı bir vücutta adamın özellikleri içerisindeydi.
Kardeşine döndüm sonra. Çok bitkin gözüküyordu ama en azından dünkü korkmuş bakışlarının yerine mutlusu yerleşmişti. Ne kadar da korkmuştu genç kız. Onun o halini görünce kendi halim geldi aklıma. Ben acaba nasıldım o anda? O yıkık viranede annemi ve babamı kaybedince, sonrasında terk edilince! Kız ayağa kalkıp karşıma geçti.
“Dün kendimi tanıştırmak gibi bir düşüncem olmadı, kusura bakmayın,” dedi genç kız. Gözlerimin önünden geçen bir anlık geçmiş perdesini tekrardan kapatıp o ana odaklanmaya çalıştım.
“Ben Ebru, Ebru Sezen,” Sevimli yüz ifadesi ile kendini tanıttı. Sıranın bende olduğunu bildiğim halde hastalarla münasebet konularından dolayı, tanıştırmayı es geçtim. Nasılsa beni gayet iyi bir şekilde tanıyordu babası sayesinde. Kibar bir ifade ile hastaya döndüm.
“Acaba hastayı kontrol etmeme izin var mı?” diyerek Ebru Sezen’in sıcaklığına aynı sıcaklıkla karşılık vermeye çalıştım, tanıştırma faslını geçiştirdiğim için birazcık kibarlıktan zarar gelmezdi.
“Elbette, lütfen,” dedi ve yatağın yanına geçti. 20'li yaşlardaydı, abisi gibi sarımsı saçları ve yeşil gözleri vardı -babası gibi-, dışarıdan bakınca masum bir çarpıcılığı vardı. Deniz Sezen'e döndüğümde bakışları çok derindi. Onun bakışlarını mavi renk aydınlatıyordu. Mas mavi! Daha önce mavinin böyle bir tonunu görmüş müydüm? Belki birkaç saniyeliğine o bakışlarda kaybolmuş olabilirim ama bunu saklamakta usta olduğum için utancımı da içimde yaşadım. Deniz Sezen’in bakışları olması gerekenden de çok etkileyiciydi. Sanki gözüne bir şey kestirmiş gibi? Kim bilir ne düşünüyordu? Ben o yatakta yatsam acaba ne düşünürdüm ki? Hoş bende o yatakta yattım ama düşünecek bir şeyim kalmamıştı... Kafamı daha fazla kurcalamadan hastaya sorularımı yöneltmeye başladım.
“Ne zaman uyandınız?” Elimdeki notlara dönüp boş kalan yerleri de hastadan gelecek cevaplara göre doldurmaya çalışıyordum. Aslında bunu yanıma yeni gelmiş olan Nehir’in yapması gerekiyordu ama!
“Yarım saat önce,” dedi hasta Sezen. Sesi hem yumuşak hem sertti. Dudak büktüm bu güzel sese ve dosyaya hasta bilgilerini eklemeyi unutmadım. ‘Elbette hasta raporuna böyle bir şey eklemeyeceksin,’ diyen iç sesime aldırmadan kontrole devam ettim.
“Nasıl hissediyorsunuz?” Tekrardan o bakışlara hapsolmamak için kafamı notlarımdan kaldırmamaya özen gösteriyordum. Pek etik bir durum değildi ama yapacak bir şeyim yoktu. Bu tür bakışlara sahip olan insanlardan uzak dururdum ve bu uzaklık bana doğru gelirdi. Bir insan bile bile kendini böyle hipnotize eden gözlere bakıp kaybolmak istemezdi herhalde.
“Ne yalan söyleyeyim her gün sizin gibi bir melek gelip beni kontrol edecekse bu hastanede ömrümün sonuna kadar kalırım,” dedi ve yüzünü ekşiterek devam etti:
“Çok kötüyüm doktor hanım! Derdime derman olunuz lütfen,” dedi ve bana bakmaya devam etti. Tabi böyle bir tepki ile karşılaşınca da kafamı ‘zınk’ diye kaldırmam bir olmuştu. Böyle tepkilerle ilk kez karşılaşmıyordum ama karşımdaki kişinin şirinliği o kadar tatlı gelmişti ki bir anlığına, gidip saçlarını karıştırasım geldi. Yasak alana girmiş gibi hissettiğimde arkama bile bakmadan hemen o duygulardan kaçtım. Ve yanımda gülmemek için kendini tutan ayrıca kontrole geç gelen ve bu yüzden kızaran Nehir’e sinirli bir bakış attım.
“Nehir Hanım, hasta dosyasını alabilir miyim?” diyerek elindeki dosyayı aldım ama daha çok kapmak gibi oldu. Benim elimdekileri de onun eline tutuşturdum. Nehir hemen toparlanmaya çalıştı ama Deniz Sezen işimi zorlaştırmak adına konuşmaya devam etti.
“Ah doktor hanım ah!” diye içini geçirdi Deniz Sezen. Hareketleri odadakilerin ona gülmesiyle daha şımarık bir hal almıştı. Gülümsemeye başlamış ve bakışları daha tatlı bir hal almıştı.
“Abi!” Ebru Sezen kahkaha atarak abisini uyarmaya çalışıyordu. O da Nehir ile bakışıp kıkırdıyordu. Gülünecek ne vardı bu durumda? Sinirlerim yüzünden iyice çileden çıkmaya başladığımı hissediyordum. Ama Deniz Bey susmamakta ısrar ediyordu.
“Ah kardeşim ah!” Hayır yani, neye gülüyor bunlar? Ben cidden anlamıyorum! Bendeki şansa vah asıl! En arıza hastalar hep beni buluyor. İnsanı farklı kılan beyin mi kalp mi hala anlayabilmiş değilim. Bana kalırsa beyin cerrahları sallıyorlar, insanı insan yapan kalbi olduğu gibi insanın arızalı olup olmadığına karar veren de kalptir ve lanet olsun ki ben kalp cerrahıyım!
“Bu kadar ah vah yeter!” dedim ve konuşmaya devam ettim.
“Görünüş itibari ile gayet iyi gözüküyorsunuz. Ayrıca ameliyatınızda sorunsuz geçti. Damar yolları ne kadar tehlikeli de olsa bünyeniz gayet iyi. Prosedürde hastalarımızı bu ameliyattan sonra en az üç gün burada tutarız ama sizin durumunuz yapılan kontrollere göre gerçekten çok iyi. Zaten tıkanma sebebinizde o kadar mühim bir nedenden değil. O yüzden evde daha iyi bakım göreceğinizi umarak – bakışlarım Ebru Sezen’i bulmuştu- sizi yarın taburcu etmeyi planlıyorum,” Bunu benden ailesi istemişti ama hastayı üzmemek için doktor kararı gibi göstermeye çalıştım fakat hastanın bakışları değişmiş ve kaşları çatılmıştı.
“Ya başıma bir şey gelirse? Ya yine tıkanırsam? Katiyen gitmeyi ret ediyorum. Burada kalacağım. Tamı tamına üç gün bakımınıza muhtacım!”
Ne olduğunu bilmiyordum ama hastanın kesinlikle başıma bela olacağı belliydi. Bunu kabul etmek istemesem de durum buydu.
“Deniz Bey kendi kafanıza göre konuşmayı kesin. Burası bir otel değil ve iyi olduğunuza dair size garanti veririm. Şimdi lütfen zorluk çıkarmadan dinlenin ve sizi muayene etmeme izin verin,”
Yanına yaklaşırken dizlerim neden bir an bükülecek gibi olmuştu anlamadım ama içimde gelişen bu sabaha has duygulardan nefret etmiştim. Yanına varınca Deniz Sezen ayaklandı bir an. Elimle hasta gömleğine bastırarak onu yatağa doğru ittim.
“Lütfen rahat durunuz,” diye söylendim. Elimi çekmek isterken Deniz Sezen iyice kendine bastırdı ve yarasından uzak tutarak konuşmasını sürdürdü. Hasta olacak adama bak? Susmak nedir bilmiyor! Şaşkınca onu izlerken sormadan edemedim:
“Ne yapıyorsunuz?” Sesim hayli yüksek ve sinirli çıkmıştı.
“Doktor hanım ilk görüşte aşka inanır mısınız?” Boynumdaki bir damarın attığını hissediyordum.
“Sanırım ona değil de ilk görüşte deli tespiti yapmaya inanırım! Elimi bırakın lütfen!”
Nehir ile Ebru Sezen artık yerlere yatacaklardı. Gülmeyi bırakmış kahkaha atmaya başlamışlardı. Buranın bir hastane odası olduğunu hatırlatsam da eminim susmazlardı.
Deniz Sezen elime daha güçlü bir baskı uygulayınca tekrardan ona döndüm:
“Ben inanırım,” dedi ve elimi öpmeye yeltenince kendimi hızla çektim ve soğuk stetoskopu göğsüne bastırdım. Gözleri soğuğu algılayınca biran büyüdü sonra yüzünü ekşitti. Hala sevimliliğini nasıl koruyordu? Eminim kızlar üstünde pratik yapmaktan artık onun için doğal bir şey haline gelmiştir.
“Uf buz gibi bu!” diye söylendi hasta Sezen. Onun bu durumuna daha çok güldü kardeşi. Bir an önce kontrolümü yapıp odadan çıkmak istediğim içim hızımı arttırıp kısa bir rapor yazısı yazıp dosyayı kapattım. Tam tekrardan konuşmaya başlayacağım esnada odaya hemşire daldı.
“Derin Hanım!” Nefes nefese kalmıştı.
“Ne oluyor Nesrin?” diye sordum sertçe. Hastane bu gün iyicene oyun alanına dönmüştü. Odalara dalan hemşireler, yanlış bilgi veren danışmanlar, deli hastalar, kahkaha atmayı görev bilen asistanlar…
“Kameramanlar, gazeteciler, haber ekipleri hastaneyi işgal etmiş durumdalar!”
Yüzümü ekşitme sırası bendeydi. Çok kez karşılaştığım bir diğer durumsa medyaydı. Onlarla konuşmaya çalışmak çok zordu. Bir kere insanı dinlemiyorlardı. Sadece kendi soruları ve kendi cevapları vardı. Ayrıca böcek gibi yapışmaktan başka bir şey yaptıkları da yoktu. Saygı değer birkaç gazeteci tanımıştım şimdiye dek onlarda eğitimi iyi olan insanlardı. Onun haricinde medya sektörünün gözümde bir değeri yoktu.
“Nehir ilgilen şunlarla,” dedim ve işime döndüm. O kadar gülmenin cezası olarak topu Nehir’e attım.
“Hayranlarıma haber uçurmak için gelmişlerdir Doktor Hanım,” dedi hasta Sezen imalı imalı. Onun konuşmaya tekrardan (!) başlaması üzerine ona döndüm ve Nehir’in ardından bende hızla odayı terk etmek için hızlıca konuşmaya başladım.
“Gayet iyisiniz Deniz Bey. Yarın taburcu oluyorsunuz. Geçmiş olsun!” dedim ve odadan fırlayarak çıktım. Arkamdan Ebru Sezen'in bir şeyler söylediğini yine de duydum.
“O yaptığın neydi abi? Bir doktorlara sarkmadığın kalmıştı!”
Midemdeki tuhaf burkulmanın nedeninin bilmesem de erkeklerin aynı olduğunun farkındaydım. Hepsi bir amaç peşinde. Tabi hastam için böyle düşünmek beni kendime getirdi. ‘Sana ne oluyor Derin?’ Doğru bana ne oluyor?
“Yapma Ebru! Böyle doktora can feda...”
“Merak etme zaten o canını bu güzel doktora borçlusun!”
“Bu da ne demek?”
Allah’ım! Duy sesimi! Baba Sezen'in çenesi ne kadarda düşük böyle! Bir anda gazeteciler sardı etrafımı. Flaşlar patlamaya başladı. Ardı arkası kesilmeyen sorular… Neredesin Nehir ya?
“Doktor Hanım Deniz Bey nasıl?” Kendimi sıkarak sorulara hızla yanıt verdim. Onları buraya büyük ihtimalle Selçuk Hoca almıştı. Nispet mi yapıyor bu adam bana bilmiyorum. Kameralardan o kadar nefret etmeme rağmen. Elim fotoğraf makinesine değince cin çarpmışa dönmeme rağmen. Hızlı ve kaçamak cevaplar verip onları hastaneden postalamak istiyordum.
“Kendileri gayet iyi, yarın taburcu olacaklar,”
“Peki, neden hastane de? Durumu ne? Ne ameliyatı oldu? Derin Hanım! Doktor hanım!”
Arkamdan bir sürü insan koşuşturuyor biliyorum ama yapacak başka bir şey yok! O kadar soruyu bir anda sormayacaklardı. Ben gerekli cevabı zaten vermiştim. Odama geldiğimde derin bir soluk aldım ve diğer hastaların dosyalarını incelemeye başladım. Dosyalarda ki eksiklik için Nehir’e bilgi verdim. Oda oda dolaşmaktan başka bir işim yoktu bugün. Sakin bir gündü yani. Bir başka hastayı incelemem bitince kapıdan çıktım ve Deniz ile Ebru Sezen kardeşleriyle karşılaştım.
“Hemşire yürümesinde bir sakınca yok dedi,” diye kendini savundu Ebru Sezen. Kendilerini yakalanmış gibi gördükleri her hallerinden belliydi. Ne kadar korkutucu bir izlenim verdim ya da vermeye çalışıp ne kadarını becerebildim bilmiyorum ama her şeye rağmen doktor-hasta-hasta yakını ilişkisini oturtturabilmişim. Sevimli genç kıza içiten içe duyduğum hazdan ötürü gülümseyip cevap verdim.
“Elbette sorun olmaz,” dedim ve kafamı salladım. Deniz Sezen’e döndüğümde hızlı bir göz gezdirmeyle onu süzdüm. Kendime engel olamamıştım. Deniz Sezen'e ne kadarda yakışmıştı lacivert hırka. Boyu ne kadar uzundu öyle! Saçlarının dağınık hali modellere taş çıkartırdı. Zaten şu anda hasta yatağından yürüyüş yapmak için çıkmış olmaktan çok bir fotoğraf çekiminde gibiydi.
“Hayranlarım nerede acaba doktor hanım?” Ama bir de şu sevimli ve yakışıklı yüzün altından beni deli etmeyecek bir soru çıkmasa belki daha harika bir hasta olabilirdi!
“Gittiler Deniz Bey,” dedim ve dudak büzerek yanlarından ayrıldım.
“Afet-i devran demek bu olsa gerek!” diye içini çekti Deniz Sezen.
“Abi!” diye çıkıştı yine kardeşi.
Tüm gün boyunca hangi odadan çıksam karşımda Deniz Sezen ve kardeşi vardı. Yaptığı nükteli konuşmalar ve söylediği sözler Nehir'i komalara sokuyordu. Hiçbir hastam bu kadar ileri gitmemişti. En son yardım için çağırıldığım ameliyattan çıktığımda kapıda Deniz Sezeni görünce kiriz geçirdiğimi sandım. Üstüne üstlük yanında refakatçi de yoktu! Tabi açtım ağzımı, yumdum gözümü ve konuşmaya başladım.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Yalnız başınıza ne işiniz var burada? Hasta yatağınızda olmamanızın nedeni nedir?” Bütün bu soruları elimi yıkarken sormuştum. Elimi yıkarken sinirden suyu her tarafıma sıçratmıştım. Birde elimi kurularken sorduklarım vardı.
“Bana kafayı mı yedirteceksiniz? Derdiniz şurada düşüp bayılmaksa durmayın!” Bir elimde havlu peçete diğeri ise yeri işaret ederek onu teşvik ediyordum. Tüm gün peşimde dolanmasından dolayı sinirlerim harap olmuştu. Delilerle uğraşmayı sevmiyordum! Sonra Deniz Sezen’in koluna teklifsiz bir şekilde girdim ve onu asansöre doğru çekiştirdim. Bir yandan da içimi boşaltmayı unutmuyordum.
“Nehir Hanım, Ebru Hanım hiçbiri mi size eşlik etmedi? Hoş ben olsam bende eşlik etmem! Mübarek seri sapık gibisiniz! Allah’ım gerçekten de beni deli ettiğinizin farkındasınız değil mi? Neden bir hasta gibi uslu uslu taburcu olmayı beklemiyorsunuz? Yürüyüşlerinizi evinize gidince yaparsanız. Bir daha sizi yatak dışında görm-”
Bir anda asansörün ‘stop’ düğmesine uzanan bir el aynı anda ağzımı da kapatmıştı. Hayatımda hiç olmadığım kadar şaşkın bir haldeydim. Gözlerimle önümde dikilen Deniz Sezen’e bir de onun ağızımı kapatan eline bakıyordum. Sıcak parmakları yanaklarımın üstündeydi.
“Bir susarsanız, teşekkür etmek istiyorum,” dedi ciddi bir sesle. Bakışları da bir o kadar ciddiydi.
“Ne için?” Bu soruyu sorarken zorlanacağımı hayal bile edemezdim. Çünkü o güzel eli ağzımı sımsıkı kapatmıştı.
“Beni kurtardığınız için,” İnsanların böyle kıt kanaat beyinle geçinmelerine sinir oluyordum. Ben onlara büyük bir holding kurdukları için teşekkür ediyor muydum? Tüm Türkiye’ye yayılan harika hizmetleri için teşekkür ediyor muydum? Yaptıkları ev ürünlerinin güzelliği için teşekkür ediyor muydum? Hayır. Kocaman bir hayır. Çünkü bu onların göreviydi. Bunu yaptıkları için para alıyorlardı. Aynı durum benim içinde geçerliydi. Bu da benim işimdi! Sinirle elini indirdim ve asansörün tuşuna tekrardan bastım.
“Ben bir doktorum Deniz Bey ve bu da benim görevim! Teşekküre gerek yok!”
“Anlıyorum. Sadece teşekkür etmek istemiştim,” dedi omuz silkerek. Şimdi de bu yaptığı önemli bir şey değilmiş gibi hareket ediyordu. Kafasına bir tane indirsem acaba ne olurdu? Sanırım beyin cerrahımızın başı çok ağrırdı.
“Peki, kabul ediyorum. Yeter ki yatağınıza dönüp yarın sağlıklı bir şekilde şu hastaneden ayrılın!”
Gözlerine bakmadan konuşuyordum ve asansör durunca yine onun koluna girip onu odasına doğru götürdüm. Odasına vardığımızda meraklı ailesi ile karşılaştım. Kaybolmuş bir çocuğu ailesine ulaştırmış gibi hissediyordum. Zaten durumumuz ondan farklı değildi. Ailesinin mahcup bakışlarının önünde Deniz Sezen’i yatağına götürdüm. O ise koluma girmiş olmaktan gayet memnun sanki parkta yürüyormuş gibi rahattı. Daha dün kalp ameliyatı oldun be adam!
“Bir daha sakın kalkmayın,” dedim Deniz Sezen'i yatağa yerleştirirken.
“Sizde lütfen yalnız bırakmayın!” Dedim meraklı aileye dönerek. Onlar da Ebru Sezen'e dönerek kafalarını salladılar.
“Yapmayın ben küçük bir çocuk değilim,” diyerek sakin bir tonla isyan etti Deniz Sezen.
Nehir'e dönerek de fısıldadım:
“Seninle sonra görüşeceğiz!”
Nereden çattım böyle bir hastaya bilmiyorum! Okan duysa bin yıl dilinden düşürmez dalga geçer. Hayatımda olay yaratan şeyleri istemiyordum. Aynı Deniz Sezen gibi! Belki de hayatıma renk gelmesini istemiyordum. Grilerle dolu hayatımın maviyle renklenerek geçmişime ihanet etmesini istemiyordum. O zaman için düşündüklerim sadece bunlardı bir de Deniz Sezen’den tez zamanda kurtulmak istediğim elbette!