Bölüm 4

2762 Words
Gün bitiminde tekrardan uğradım Deniz Sezen'e, annesi bütün gün buz gibi havada, camı açarak oturduğunu söyledi. Ona dönen gözlerimin korkusundan biraz çekinerek konuştu: “Hasta olmak için nedenlerim var doktor hanım!” Başımdan aşağı kaynar sular damla damla dökülüyordu ve artık sinirlerime hakim olmak istemiyordum. Kendimi hem bir başka erkekten etkilendiğim için suçlu hissediyordum. Hem de sinirli! O yüzden odadaki camları kırarcasına kapattığımda arkama bakmadan odadan çıktığımda ve kapıyı da aynı şiddetle kapattığımda içimdeki tuhaf duyguları bastırmak istiyordum. Beğendiğim her erkekte Emre’yi görürdüm. Ama bu sefer daha başka bir duygu filizleniyordu içimde. Hem de doğru dürüst tanımadığım adama karşı, sinirlerimi alt üst eden adama karşı, beni deli etmekte üstün bir yeteneğe sahip olan adama karşı! Sonra aklıma Emre gelince sinirim yatışıyor ve bir erkeğe duyduğum bu yoğun sinir için bile kendimi suçlu hissediyordum. Sanki ihanet edermiş gibi… Eve geldiğimden beri bu düşüncelerle boğuşuyordum. Nehir bütün olanları Okan'a anlatmıştı. Kapım kitli olsa da yorumları duyuyordum. Duştan sonra biraz uzanmak istemiştim ama Nehir inatla sesli sesli konuştuğu için onları dinlemekten kendimi alamamıştım. Sonra yataktan kalkıp onların yanına gittim. Kendimi koltuğa bıraktığımda Okan bir şarkı söylemeye bile başlamıştı.  “Gelin olmuş gidiyorsun!” Of Okan! Birde arabeske bağladı işi! Canım burnumda zaten. “Susar mısın Okan?!” “Hadi ama Derin, mürüvvetini görmek istiyorum,” dedi anneci bir sesle. Tabi ne kadar başarabildiği kuşkulu.  Nehir ile Okan sonunda uyuduklarında, balkona çıkıp şekersiz kahvemi yudumlamaya başladım. Bir de sigara yaktım. Saçmalık biliyorum; sigara içmekle bile kafamın meşgul olacağını bilsem hep içerdim. Sigaranın içime çektiğimde ucunda yanan ateşin alevlenmesi, içime çektiğim nikotinin içimi doldurması, bu pisliğin aklımı uyuşturmasını dilemem… Bırak Derin sigaranın ne zaman yararını gördün! Anne ve baban seni böyle görseler ne derler? Ya Emre? Kendine gel Derin, konu sigara değil sende biliyorsun! Sigara ile işler düzelseydi zaten şimdi doktor değil bağımlı olurdun!  Peki, konu ne? Konu: Bir günde tanıdığın hastandan tuhaf bir şekilde hoşlanman. Bunun neresi kötü? Herkes hoşlanır dedim içimden ama içimdeki cılız sesli kırılgan kız konuşunca kayış koptu. YA EMRE?  Ondan da mı hoşlanmıştın? “Of!” diyerek sigarayı küllüğe bıraktım ve üstünü ezerek söndürdüm. Zaten bunu evde bulundurmam bile hataydı. Aklımı da meşgul ettiği falan yoktu. Beynim düşünmekten hiçbir zaman vazgeçmiyordu.  Ben sadece bir yıl beraber oldum Emre ile. Aşk bile yoktu belki aramızda? Yapma Derin, sen kendinden emin değildin! Onun gözlerinin neyi ifade ettiğini biliyordun oysaki... Onun zeytin gözlerinin içinde yaşayan kişiyi gayet iyi tanıyordun. Seni görünce nasıl güldüğünü, sana nasıl davrandığını ve seni nasıl sevdiğini iyi biliyordun. Elini tuttuğunda onun nasıl heyecanlandığını iyi anlıyordun! O sana aşıktı! Ama sen değildin! Belki de şimdi yaptığın değildi suç, asıl onu kandırman suçtu! Düşünceler yine beynimi kemiriyordu. Her seferinde bir çıkar yol arayıp bulamamaktan yorulmuştum. Ben onu sevmiştim. Onu kırmaktan hep kaçınmıştım. Tamam, aşk değildi belki ama boş da değildi duygularım. Sabahı balkonda etmiştim. İçeri girip duş aldım, sabahın altısında. Sonra giyinip saçlarımı yaptım. İlk kez aynanın karşısına geçiyordum sanki! Saçlarımı dağıttım. Ne zamandır ilk kez! Makyaj yaptım; ilk kez! Ama yapmazsam zaten kötü gözükecektim. Yani iyi görünmek için yoksa başka bir nedeni yok! Damla damla akmaya başladı bir anda gözyaşlarım. Bunca zaman sonra şimdide kendimi kandırmaya başlamıştım. Bütün makyajımda damla damla gitmeye başladı. Aynadaki çehreye nefret dolu gözlerle bakmaya başladım. O da bana öyle bakarken sessizce haykırdım. Boğazım gelen hıçkırıklarımı tutmaktan ağrımaya başlamıştı hemen.  “O sana aşıktı! Bunun adı ihanet!” Elimi aynaya geçirdiğim gibi gözyaşlarım ile kan akışım yarışa başladı. Yere çöktüm. Ellerimi yüzüme koydum. Kanın akışı yüzüme geçmişti. Damla damla... “Derin!” Ses Nehir’e aitti. Demek saat gelmişti. Ya da sesleri duymuştu. Ama gidemezdim. Ben diğerleri gibi değildim. İhanet bana göre değildi! Gitmemeliydim.   “Derin...” Nehir’in sesi endişeli geliyordu. Beynim bu sese hemen cevap vermek için harekete geçti. Sesimi ayarladım ve konuşmaya başladım. “Nehir ben gelmiyorum,” Soğuk sesim normale oranla fazla tek düze çıkmıştı. Nehir eminim kuşkulanmıştı.  “Derin? Kapıyı açar mısın?” Yere düşüp parçalamış ayna kırıkları arasından yüzümü seçtim. Kandan parmak izleri vardı yanaklarımda ve alnımda. Saçlarıma da bulaşmıştı kan. Elim zaten fazla kanıyordu. Yere damlamaya devam eden kanları durdurmak için makyaj temizleyici mendillerden birisin açtım ve içinden fazlaca çıkarıp elime bastırdım. Nehir’in içeride hareket ettiğimi duyduğunu biliyordum. Benden cevap bekliyordu.  “Nehir, arabanın anahtarı kapının orada. Depo dolu. Bugün rahatsızım gelmiyorum!” “Tamam,” dedi ama bunun altında ‘bana anlatacaksın’ iması vardı. Endişeli sesi kısık çıkmıştı. En azından Okan’ın başıma gelmesini engellemek için evden sessiz bir şekilde çıktı.  Ellerimi yıkayıp sargı bezi sardım. Elimin altında üstünde kesikler vardı şimdi. Çok derin olmamalarına şükrettim. Hoş daha derin olmaları işime gelirdi ama işimi elimden bir hafta alırdı ve ameliyata giremezdim. Yüzümü elimin el verdiği ölçüde yıkayıp temizledim ve saçlarımdaki kanı da az da olsa yıkadım. Ayna parçalarını topladım, odayı derledikten sonra kendimi yatağa attım. Cenin pozisyonu alarak düşünmeye devam ettim. Ama bu çok kısa sürmüştü. Çünkü uyku beni benden izinsiz almıştı. Keşke ölüm de böyle yapsaydı... Ebru Sezen geldi aklıma bir an; abisine bitiyordu. Uykuya muhtaç zihnim onunla kendimi kıyaslamaya başladı. Onsuz yapamayacak kadar savunmasızdı ameliyat günü. Ya ben? Ben? Acaba yaşıyor mu? Yemek yiyor mu? Mutlu mu?, diye sormadığım bir gün bilmiyorum! Bu düşünceler uyku mahmurluğu ile düşünülmüştü ve söylenilen söz de öyle... “Seniz özledim abi! Özledim!” * Karanlık bütün etrafımı kaplamıştı. Ta ki uzaktan gelen ışık gözümü kör edene kadar! “Ne oluyor?” “Derin...” “Emre?” “Bir tanem, beni özledin mi?” Yüzünü göremiyordum ama sesi bile kendimi suçlu hissetmeme neden olmuştu. Bilinçaltım bana eziyet dolu bir oyun oynuyordu.  “Emre ben seni sevdim. Sana asla yalan söylemedim. Duygularımdan emin olmadığımı sende biliyordun, ama seninle olmaktan da mutluydum Emre. Ben yalancı değilim, seni hiçbir zaman kırmak istemedim!” “Şişşt…” “Tamam, meleğim, bu hayat senin, istediğini yapabilirsin,” dedi. Sesinin tonu hiç değişmemişti. Kıskançlık dolu bir ses beklerdim ama olmamıştı. “Emre yapma lütfen!” Yüzünü hala göremiyordum. Yoğun bir ışık başlamıştı o kadar.  “Bebeğim, ben senin mutlu olmanı istiyorum. Asla mutsuzluk için savaşma. Sen hep mutlu ol... Çektiğin acılar geçecek aşkım. Beni unutma ama bensiz yaşamaya da alış. Kalbinin istediklerini yap Derin, mantığını boş ver artık. Ben senin gülen yüzünü istiyorum. Benim yüzümden ağlayan yüzünü değil,” “Emre, seni sev-” “Şişt, lütfen sevgilim. Kendini kandırma. Hoşça kal Derin!” “Emre!” Arkasından bağırmama rağmen cevap vermiyordu. Işık yavaşça kayboldu ve beni gerçek dünyaya saldı.  * “Derin!” Birinin sarsması ile kendime geldim. Gözlerimi zor zar açarak beni sarsan yaratığı seçmeye çalıştım.  “Okan! Ne halt etmeye uyandırıyorsun?” “Hastaneden aradılar, bir sorun çıkmış, maalesef canım gitmen gerekiyor,” Şaşkın şaşkın dediklerini dinliyordum.  “Sen daha gitmedin mi işe? Evde ne arıyorsun?” “Of Derin ya! Soruya bak? Saat daha sekiz. Nehir çıkalı bir saat oldu. Ben de bugün biraz geç gideceğim,” “Tamam, tamam. Kalkıyorum,” “Bende şimdi çıkıyorum. Hadi kalk bakalım uyuyan güzel,”  Yanağıma bir öpücük kondurup telaşlı bir şekilde kapıdan çıktı. Sonra dış kapının kapandığını duydum.  Kalkıp yüzüme baktım banyoda, sakinleşmenin verdiği rahatlıkla yüzüme biraz renk gelmişti. Odama geçip hazırlanmaya başladım. Sanki sabahı tekrardan yaşıyordum. Emre’nin bana yakıştırdığı gibi pembe bir elbise giydim ve aynı şekilde saçlarımı dağıtıp yola koyuldum. Onunla buluşacağım günkü gibi, onun için. Çıkmadan önce Okan'ın hastalarına özel kahvaltısından yedim. Bana kahvaltı hazırlayıp çıkmıştı. Nehir arabayı aldığı için taksi çağırmak zorunda kaldım. Tuhaf bir sakinlik vardı üzerimde. Hala rüyanın etkisindeydim sanırım. Sanki bir an kaybettiklerim yanımdalarmış gibi hissetmek böyle bir şeydi işte. Sanki iki ayrı evrende yaşıyordum ve bazen ikisi arasında sıkışıyordu. Ya da her zaman iki evren arasında sıkışıyordum ve bazen tek bir evrene adapte olabiliyordum. Ya da onun gibi bir şey işte. “Derin!” diye daldı odama Nehir! Onun odama dalmasıyla sanki gerçek hayata geri dönmüş gibi oldum. Kalp atışlarım sakinliği bırakıp hızlanmış, gözlerim sakin bakmayı bir kenara bırakmış ve hareketlerimdeki sakinlik de uçup gitmişti.  “Sakin canım, ne oldu? Neymiş bu önemli sorun? Okan söylemedi,” “Ne olacak! Deniz Sezen!” “Ne oldu?” Sesim telaşlı çıkmıştı. Bundan nefret ettim. Nehir de bunu sezmişti ve tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu. Gözü birkaç saniyeliğine sargı bezine sarılmış olan ellerime takıldı sonra aynı sinsi ifade ile bana bakmaya devam etti. “Bana kalbi ile sorun olmadığını söyle!” diye kıvırdım. Sanki bir ameliyatı daha kaldırmazmışım gibi davranıyordum. Nehir birazcık yutmuştu. Ellerime de tekrardan göz gezdirince o sargılarla ameliyata giremeyeceğimi kestirmiş olmalıydı.  “Yok da çıkış yapmaya izin vermiyor! Belgeleri imzalamıyor,” “Nasıl?” “Bildiğimiz taburcuyu reddediyor! Sen gelmeden kıpırdamayacağına dair yemin etti,” “Of! Of! Allah’ım neydi günahım?” diye söylendim. Yakınmak istiyordum, kendimi paralamak istiyordum ama kalbim beni hiç takmıyordu. Resmen zil takıp oynayacak seviyelere gelmişti. “Bu kadar güzel olman,” diyerek sırıttı Nehir. “Nehir! Bugün yerinde olsam bana bulaşmazdım canım.”    “Bana Nehir diyeceğine ve akıl öğreteceğine gidip minik hastandan kurtul bence. Bütün hastane onu konuşuyor. Herkese seni sorup durmuş!” Sakinliği bir kenara bırakıp söylene söylene asansöre bindim ve onun kapısına gelince bir an duraksadım. Bir yerlerden bana seslenen Emre’nin sesini duydum yine. Ya da rüya ile gerçeği birbirine karıştırdım. En kötü ihtimalle delirmenin eşiğine vardım belki de. Bir ihtimal duymak istediğimi de duymuş olabilirim. “Mutlu ol Derin...” “Seni sevmiştim,” Sonuna gelen –miş ekini söyleyen ben miydim? Gerçekten miş miydi artık? Bitmiş miydi?  “Biliyorum meleğim.”   Kapıyı açtım ve içeri girdim. Kendi kendime cebelleşmeyi sonraya bıraktım. İç seslerimle, duyduğum seslerle yaşamayı hastane dışında bırakmalıydım.   * Odaya girdiğimde Deniz Sezen'in başında annesi ve kardeşi, ayakucunda da babası vardı. Hasta oldukça kötü gözüküyordu. Beynim yine bir doktor gibi çalışmaya başlamıştı. Nihayet!  “Neler oluyor?” diyerek hızla hastanın yanına gittim. “Derin Hanım ateşi çok yüksek,” diye açıklama yaptı başındaki hemşire. Koluna bir serum takılmıştı. “Neden?” “Doktor hanım bütün gece cam açık yattı, sabaha böyle, ayrıca taburcu olmamak için de direndi...” Anne gayet üzgündü babası ise sırıtıyordu. Ebru Sezen ise sanki tepkimi ölçüyor gibiydi. Eminim bu davranışlarımı abisine aktaracaktır. Temkinli olmakta fayda var Derin, mayın tarlasına düştün!  “Ben camları en son kapatmıştım!” diye sinirlice mırıldandın ve hasta Sezen'i muayene etmeye başladım. Aslında durumu o kadar da kötü değildi, soğuk algınlığı ama yeni kalp ameliyatından çıkmış bir kişi için her ihtimal düşünülmeliydi. Enfeksiyon kapma ihtimali de yüksekti. Her ikisi olursa daha felaketti!  Hemşireye serum dozları hakkında bilgi verdikten sonra aileye döndüm ve konuşmaya başladım. “Doktor hanım siz bir şey demeden ben teşekkür etmek istiyorum. Bizim deli oğlan yüzünden sizi de hasta yatağınızdan kaldırdık.”   Ah Nehir ah! Dilin kopsun! “Sorun değil , ‘görevimiz’,” dedim. Görevimiz kısmını bastırarak. Çünkü Ebru Sezen öyle bir bakıyordu ki kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Aile yine tatmin olmamış bir arzuyla izyiliyordu beni. Ben bu aileden hiçbir şey anlamamıştım. Kafayı topyekûn bana takmışlardı! Daha beni kaç gündür tanıyorlardı sanki kırk yıllık akraba gibi davranıyorlardı.  Ne var oğullarının kurtarmışsam? Dünyayı kurtarmadık ya!  “Evet, teşekkür faslı bittiğine göre devam etmek istiyorum. Hastamız gayet iyi durumda. Ufak bir soğuk algınlığı kalbine olumsuz bir etki yapmamış, bir iki güne kadar taburcu olmanız dileğiyle dedim ve devam ettim: “Ayrıca bu devreden sonra sizi Soner Bey'e aktaracağım,” dediğimde resmen diri diri gömülüyordum. O ne bakışlardı öyle! Belli etmesem de derin bir şekilde inlemiştim. Korkudan mı? Bezginlikten miydi? Onu tespit edememiştim.  “Nedenmiş o?” diye çıkıştı anne Sezen. Az sonra beni oklavayla kovalayacak gibi duruyordu.  “Çünkü ben kardiyoloji uzmanıyım, bu konuda Soner Bey yani genel cerrahi sizinle daha iyi ilgilenir,” dedim. Ama hala bakışlarda en ufak bir değişim söz konusu değildi. Sanki oğullarını öldüreceğimi söylemişim gibi tepki veriyorlardı. Bu aile ile biraz daha muhatap olursam eminim ki delirecektim! Zaten üç kuruşluk aklımı rüyalarımla, kabuslarımla bozmuştum, olmayan yarısını da Sezen ailesi ile kaybedecektim.    “Hayır!” diye bağırdı hasta Sezen. Ona döndüğümde güzel yüzü asılmış ve biçimli kaşları çatılmıştı. Alnında ufak ama ona yakışan kırışıklıklar oluşmuştu. Bu haliyle bile yakışıklıydı ya gerçekten diri diri gömülmek istiyorum.  “Bakın Deniz Bey, bu konu benim ilgi alanım değil!”  Allah'ım sen bana sabır ver!  “Ben sizi tercih ediyorum, istiyorsanız öldürün ama benimle siz ilgileneceksiniz!” “Emriniz olur efendim. Peki, başka bir arzunuz var mı? İstiyorsanız yıllanmış bir şarap, çarşafınızı da değiştirelim mi?” Arkamdan gelen tok sesi ile odaya giren Serdar Bey olaya kendince el atmaya çalışıyordu. Bir hastanın önünde bu yaptığı için onu öldürebilirdim ama şimdi yaptığı için doğrayabilirim!  “Siz bu işe lütfen karışmayınız Serdar Bey!” dedim sesim oldukça mesafeli ve bulunduğu durumdan zaten bunalmış gibi çıkmıştı ki, istediğimde buydu. Duvara yaslanmış bir şekilde olayları başından beri izleyen bir görünüm veriyordu. Lanet olsun! “Derin Hanım, siz çıkabilirsiniz ben hallederim!” Yok, bu memlekette işime burnunu sokmayan bir Allah'ın kulu yok! Sen kimsin ki benim işimi halledeceksin? Benim elim kolum yok mu?  “Lütfen dışarı çıkar mısınız !” Bunu gözlerine bakarak söylemiştim ve bir kere daha bana karşı olan hisleri gözümün önünde kırıldı Serdar Bey'in. “Evet, odamdan çıkar mısınız?” Ya sen bir sus be mübarek! Karşındakinin plastik cerrahi uzmanı Serdar Gök olduğunu bilsen ve bu davranışın karşısında o güzel yüzüne yapacakları… Buraya ilk geldiğim zamanı hatırladım. Serdar Bey peşimi bırakmıyordu ve bana asılan bir hastayı hastanelik etmişti kısaca kendi tedavi etmişti çünkü yüzü felaketti. Öyle bir ihtimali düşünerek ürperdim.  Bir bana bir de Deniz Bey'e bakıp çıktı Serdar Gök. Kumrala çalan saç rengi ve her zaman dağınık duran saç şekliyle genç ve yakışıklı, ela gözler ile kalpleri feth eden Serdar Gök, yani plastik cerrahimiz kafayı bana takmış durumdaydı. Başlarda sert çıkmasam da yaptığı davranışlarla sınırımı zorlayan Serdar Bey ile aramız limoniydi ve şimdi yaptığı ise beni çileden çıkarmıştı, arkamı nasıl döndüm ve baş belası Sezenlere nasıl baktım bilmiyorum ama kaçacak delik arıyor gibiydiler. “Sizi şimdi hastanemizin en başarılı genel cerrahisi olan Soner Bey'e yolluyorum ve yarına kadar taburcu olabileceğinizi söylüyorum. Son kontrol için yarın tekrardan uğrayacağım,” dedim ve odayı terk ettim. Birkaç hasta ile ilgilendikten sonra odama gittim. Kapıdan içeri girdiğimde masamda oturan Serdar Bey’i fark ettim. “Lütfen bana artık böyle davranma,” diye fısıldadı. Gerçekten bazen ölüp de herkesi benim derdimden kurtarsam diye düşünmekten kendimi alamıyordum.  “Sizde haddinizi bilin ve bir centilmen gibi davranın!”  Sesim istediğimden de sinirli ve yüksek çıkmıştı.  “Ben barbar değilim Derin!” diye bağırdı o da. Yerinden kalkmış ve yanıma gelmişti. Üstüne üstlük kollarımı sıkıca tutmaya başlamıştı ve sarsıyordu. “Bırakın beni!” diye bağırdım. O an ne yaptığını fark etti ve beni bıraktı. “Şimdi de defolun!” diye kapıyı açtım ve yol verdim. Hışımla çıktı ve arkasına dönüp sinsice sırttı. “Beni kovduğun günleri torunlarımıza anlatırken nasıl da güleceğiz değil mi?”  Evet, kesinlikle ben bir tımarhane bekçisiydim. Bunun için resmi bir evraka gerek yoktu. Çünkü tüm deliler beni buluyordu. Bu durumda benim delirmenin eşiğinde olmam, ölmüş sevdiklerimin seslerini duymam ve sinir hastası olma yolunda tehlikeli adımlar atmam çok da olağan dışı değildi!  “Hı, aynen ondan yapacağız,” dedim ve kapıyı suratına kapatmak isterken Serdar Gök’ün ardından Deniz Sezen görünüverdi.  İçimden ona kadar saydım ve, “Buyurun Deniz Bey!” diye tısladım.   “İçeri gelebilir miyim?” diye kısık ve mahcup bir şekilde sordu. “Ah elbette ne demek,” dedim ve alaycı bir şekilde içeri geçmesi için önünden çekildim. Masama oturdum ve onun da karşıma oturmasını seyrettim. Tamı tamına beş dakikadır konuşmasını bekliyorum ama çıt çıkarmıyordu. İçimi çektim ve arkama yaslandım. O da pes etti ve konuşmaya başladı. “Kızma en son beş yaşındayken özür dilemiştim,” dedi ve mavi gözlerini bana dikti. “Ben bugünkü davranışım için çok özür dilerim,” Nasıl bir insandı karşımdaki? Hem ukala hem sevimli... Hem anlayışlı hem sinirli... Hem dediğim dedik hem kedi gibi. Bana farklı gelen neyse o farklılık beni çıldırtıyordu ve kendime, geçmişime ihanet ediyormuşum gibi olan hislerimi bastırıyordu. Sonunda ağzımdan manalı birkaç sözcük döküldü. “Sorun değil, ben biraz rahatsızım ve stresli bir gün geçiriyorum,” “Dinlerim,” dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Ne anlatırdım ki? Ona hayran olduğumu ve ilk aşkıma ihanet ettiğimi düşündüğümü ve bu düşünceyle sabahı ettiğimi ayrıca uyanınca da kırıp geçtiğimi mi? İç geçirdim ve sandalyemde doğruldum.  “Lütfen odanıza gidin ve dinlenin,”   “Suçlu değilsin,” dedi ve daha derin bakmaya başladı. Nasıl? Yanlış mı duymuştum?  “Efendim?” “Senin gibi bir melek şeytanda olsa suçlu olamaz. Kimseye ihanet etmiyorsun. Ya da bir şeyler kaçırmıyorsun,” “Pardon neyden bahsediyoruz?” Yoksa ben sesli mi düşündüm? Aman Allah’ım, sesli mi düşündüm! “Gözlerinden her şey anlaşılıyor,” dedi ve gülümsedi! Bugün delirmediysem ya bir daha hiç delirmezdim ya da bundan sonra daha feci şekilde çıldırma düzeyine gelecektim. O, gözlerime dikkatlice bakarken ve sanki gözlerimden tüm hayatımı okuyormuş gibi hissettirirken tüylerim diken diken olmuştu. ‘Sesli mi düşündüm gerçekten?’
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD