Bölüm 6

1286 Words
Mucize oturduğu yerde, gözü tek noktaya takılıp kalmış halde sessizliğe bürünürken saatler de ilerliyordu. Ne düşünüyordu, kafasında ne kuruyordu kim bilir? Belkide ona anlattıklarıma inanmıyordu... Böyle üzgün üzgün durması içimi acıtıyor olsada yaşadığımız her neyse onu kabullenmek zorundaydı. Yalnızlığa ihtiyacı olduğu düşündüğümden onu şöminenin karşısında bırakıp mutfağa geçtim. Bir süre bende masada oturdum ve ne yapacağımı düşünüp durdum. Dakikalar hızla geçsede benim zamanım  tek bir noktada takılı kalmıştı. O yüzden fazla düşünmeye gerek yoktu ve artık tek başıma olduğum zamanlardan farklıydı. İyi beslenmesi gereken bir konuğum vardı. Ekmek sepetini açıp kaç gündür doğru dürüst yemek yiyemediğimden içinde ki taşlaşmış iki adet tavada yaptığım bazlamayı, doğadaki hayvanlara vermek için ayırdığım poşete koydum. Ve yenileri yapmak için orta boy bir leğene un koyarak işin başına geçtim. Burada yaşamaya başladıktan sonra bir çok şey gibi ekmek anlayışımda mecburen değişmişti. Yani ekmeğimi de, yemeğimi de kendim yapıyordum.  Akşam olduğunda masamın üstünde misler gibi kokan sıcak çorbam ve yumuşacık ekmeklerimde hazırdı. Önüme bağladığım mutfak önlüğünü çıkartıp kapının arkasına astıktan sonra mucizeyi çağırmak için içeri geçtim. Koltuğun önüne geldiğimde onu  uyurken görmek beni gülümsetti. Tıpkı bir kedi gibi sıcağın karşısında mışıl mışıl uyuyordu. Çömelip alnından saçlarına doğru okşarken izlediğim güzel kız acaba neler yaşamıştı da bu dağ başında benim yalnızlığıma ortak olmaya gelmişti? Neydi kaderin  ikimizle oyunu? Düşünceleri içinde onu izlemek  çok yorucuydu bir o kadarda vazgeçilmez gibi geliyordu bana. Baygın halde yatarkende  saatlerce izlemiştim izlemesine de, doymamıştım. Doyacak gibi değildim de. Yine bir kaç günün alışkanlığı dudaklarımı ıslatıp alnından öperek ateşini ölçtüm. Gayet normaldi ısısı ama ben dudaklarımı ondan çekmek istemiyordum.  "Ne yapıyorsun?"diye inleyerek açtı iri gözlerini. Yumuşacık kahveleri bu kadar yakından daha güzel görünüyordu.  "Yine uzun bir uykuya daldın sandım. Ateşini kontrol ediyordum. Uykucu..." "Saat kaç? Kaç saattir uyuyorum?" "Saati tam bilmiyorum ama güneş yeni battı. Üç -dört saate yakın uyumuş olmalısın." "Yine de kendimi öyle çok yorgun hissediyorum ki. Bütün bedenim sızlıyor." "Bu gayet normal. Daha öncesinde ne yaşadın bilmiyorum ama ben seni bulduktan sonra yaşadıkların bile çok zordu. Hemen iyileşmen zaten mümkün değil. Bir kaç güne  daha iyi olacaksın eminim. Hadi şimdi yemek hazırladım. Çorba soğumadan karnımızı doyuralım." Uzattığım elimin içine beni kırmayıp yumuşacık elini koydu. 'Yüzümü gözümü yıkasaydım' dese de tuttuğum eli masaya gelene kadar bırakmadım. "Sonra yıkarsın."diyerek sandalyesini tutup oturmasını sağladım. Önce çorbaya ve ekmeğe sonra inanmayan gözlerle gözlerime baktı. Tek kelime etmeden bir kaşık çorbasından aldığında onun sözlere ihtiyacı olmadığı anlamıştım. Güzel gözlerini beğeniyle kapatışı süslü kelimlerden daha anlamlı ve hoştu. "mmm enfes olmuş ama bu. Ya sen topçu değil de aşçı  mıydın?" Diyerek şaşkınlığı dile getirdiğinde dudağımı kıvırmakta yetindim. Bu lezzetleri yakalamak için uzunca bir zaman uğraşmıştım çünkü.  "Bak bide çarpık çarpık gülüyor."  "Hadi oyalanma da ye! Bir kase daha içeceksin." "Bir kase içeceğimi sanmıyorum ama." "Neden? Az önce çok beğendiğini söylemedin mi?"dedim şaşkınlıkla. "Bir değil İki kase daha içebilirim. Gerçekten çok güzel olmuş. Ayrıca bu yumuşacık ekmeklerde efsane çok beğendim. Ellerine sağlık."  "Afiyet olsun."  "Teşekkürler."Dedi ve ekmeği küçük küçük bölerek çorbasının içine atıp kaşıklamaya başladı. Öyle güzel öyle iştahla yiyordu ki onu izlerken. Çok uzun zaman olmuştu masada kendi kaşık-çatal sesinden başkasının sesini duymayalı, bir kaç saniye gözlerimi kapayıp sanki müzik dinliyor gibi çıkardığı sesleri büyük bir zevkle dinledim. Biriyle beraber yemek yemeyi çok özlediğimi yeni fark ediyordum. Yalnızlığa  alışırım sanıyordum. Ama daha yolun, çok başındaymışım... "Hadi bana diyorsun ama sen neden yemiyorsun?"  "Seni izlemek yetiyor bana." Deyiverdim.  "Anlamadım!" "Yani biriyle karşılıklı yemek yemeyeli çok uzun zaman oldu." "Tamam sen beni izlemeye devam et."Dedi ve uzanıp benim kasemi aldı. Sonrada "Galiba sıcak kalsın diye tencerenin altı yanık bırakmışsın, kaynamaya devam ediyordur şimdi inan soğumasını beklememem." Diyerek hiçbir şey olmamış gibi içmeye devam etti. Yerimden kalkıp kendime yeniden çorba koyduktan sonda fazladan bir kase daha bıraktım masaya. Ne olur ne olmaz diye. Onu keşfetmek çok zevki olacak gibiydi... "Yemekten sonra ne yapıyorsun?"diye sorunca bu sefer ben anlamayan gözlerle ona baktım. "Yani hemen uyuyor musun? Ne bileyim vakti Nasıl geçiriyorsun?" "Şuan gazeteci olma olasılığın hakkındaki düşüncelerim giderek artıyor."dedim şakayla karışık. Ama karşımda ki güzel birden durgunlaştı. "Gerçekten öyle olma ihtimalim var mı? " "Önemli mi?" "Bilmiyorum. Ne önemli ne değil hiçbir şey bilmiyorum."  "Lütfen kendini zorlamayı bırak artık. Keşke elimden gelse de seni bir hastaneye götürüp doktorların eline teslim edebilsem ama bu dağ başında yapamam!" ... "Buraya ölmek için gelmiş gibisin. Belki bende ölmeyi istediğim için buradayım. Kim bilir Allah kendine asi gelen kullarını yani seni ve beni böyle cezalandırıyor." "Senin gibi bir melekle cezalanıyorsam çok şanslıyım demektir." "İşte orasını zaman  gösterecek. Belkide beni kurtardığına lanet edeceksin..." Söyledikleriyle yüzüm düştü. Haklı olma olasılığı şimdiden bir kurt gibi içimi kemirmeye başlamıştı bile.  "Bunu dediğin gibi zamanla öğreneceğiz şimdiden kafamızı yormaya gerek yok. Unutmadan ben genelde yemekten sonra çay içerken kitap okuyarak geçiririm çoğu zamanımı. Bazen de kuşlar için küçük ağaç evler yapıyorum." "Hımm iyiymiş. Peki kitaplarını benim okumama müsade var mı?" "Sorman hata, var tabii." "Ya kuşlar için yaptığın evlere yardım etmeme." "O biraz zor şimdiden söyleyim. Yarıda bırakıp kaçmayacaksan ona da tamam." "Çok teşekkürler heyecan yaptım galiba. Hadi oyalanıp durma da bitir çorbanı  ben üstüne üçüncüyü bitirdim." "Çaylar senden o zaman."dememle yüzünün düşmesi bir oldu. Öyle güzel ve umutsuz gözüküyordu ki gülmemek için zor tuttum kendimi. "Ama ben nasıl yapacağım? Yani çay demlemeyi biliyorum da..." Derken sözünü yarıda kesti ve gözlerini mutfakta tedirginlikle gezdirip derin bir nefesle devam etti. "Zaten hayata yabancı gibiyim hele ki bu mutfağa. İmkanı yok yapamam." "Şaka yaptım zaten her şey hazır. Ben masayı toplarken sen de bardakları hazırla yeter! Sanırım onu yapabilirsin değil mi?" "Çok kötüsün o kadarda değil." Diyerek sertçe bardakları küçük tepsiye koydu. Sağa sola şöyle bakınarak "Eee şeker nerde?" Diye sordu. "Şeker kullanmadığım için gözümün önünde durmasın diye dolabın en üstündeki rafa kaldırdım." "İyi şimdide indir o zaman! Ben  şekerli içerim çayımı." ***  Yaptığım evler arasından aldığı küçük evi dakikalarca inceleyip durdu. Bir eve bakıyor birde yenisini yapmaya başlayacağımız ağaç parçasına.  "Nasıl oluyorda bu şekilsiz odun parçalarından kuşlar için böylesi güzel yuvalar yapıyorsun? Kesin çok zor oluyor ve oldukça zamanını alıyordur." "Zaman sıkıntısı yok da sen ilk dakikadan gözünde büyütürsen hiç başlamayalım en iyisi. Hem gerçekten zor görseydim elinde tuttuğun o güzellik çoktan şöminede küle dönmüştü. Yani güzelim ya hemen pes edip kül olmasına izin vereceksin ya da zorluğuna katlanıp içinde mucizelerin yaşanmasını sağlayacaksın. Kim bilir belki onun sahibi evini yapmaya mecali olmayan yorgun, hasta çok üşüyen bir kuştur." "Dediğin gibi ilk dakikadan gözümde büyüttüğüm yok ve haklısın verdiğin emeğin karşılığını düşünce insan zevkle yapar... "dedi ve bir eline aldığı testereyi havaya kaldırırken diğer elini benine koyarak kararlı olduğunu gösterircesine gözüme baktı. "Hadi başlayalım artık." Bir kaç saat sonra parçalar yavaş yavaş ortaya çıkarken genç kızda fark ettiğim bir nokta, eline hangi aleti- çekiç tornavida vb gibi -alsa yabancılık çekmeden bir marangoz edasıyla bilinçli kullanıyor olması oldukça ilginçti. Ya bu kızın mucizevi güçleri vardı yada bu atletleri mümkün gözükmese bile sık sık kullanmışlığı. Zor bir sınav dan daha zorunu yaşıyorduk. İnsanın içini yiyip bitiren soruların asla bir cevabı yoktu. Elinde zımpara kendinden geçercesine tahtanın kenarlarını zımparalayan genç kızın dikkatini çekmek için"Sen yorulmadın mı?" Diye sordum. Çalışırken sanki bu dünyayı unutmuş gibiydi. "Hayır... Bir an önce bitsin istiyorum hasta ve üşüyen kuşlar evlerine çarçabuk kavuşsun." "Bu gecelik yeter bu kadar, yarın devam ederiz. Sende hastasın, dinlenme zamanın çoktan geçti."derken elindeki tahta ve zımparayı alıp malzemeleri toplamaya başaladığımda. Masadan kalkmadan beni sessizce izlemeyi sürdürdü. Tüm malzemenin içinde olduğu büyük kutuyla salona geldiğimde aldığım yere yani dışarıdaki odunluğa geri götürmekten vaz geçerek yatak odasına götürüp bıraktım. Sönmek üzere olan şömine gözüme çarptığında uzun zamandır odun atmadığım aklıma geldi. Gerçi içerisinin sıcaklığı güzeldi ama sönmesine izin verirsem sabaha oldukça soğuk bir ortama uyanmak benim açımdan sorun olmasada sorun olacak diğer kişiye dikkat etmek zorundaydım. Birkaç odun yatak odasına bir kaç tane de salondaki şömineye yerleştirdiğim odunların ardından arkamı döndüğümde ; "Hayırdır ne yapıyorsun böyle?" Diye söylerken sesimin yüksek çıkmasına engel olamadım..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD