Sabahın ilk ışıklarıyla Deniz'e refakat etmek için gelen Elif, ona kahvaltı da eşlik etmiş, Fizik tedavisine götürmüştü. Deniz için yadırgadığı bu sıcak tavırlar, onu utandırsa da. Hem özel hissettiriyor, hemde gerçekten destek oluyordu.
Sonunda, odaya dinlenmek için dönmüşlerdi. Elif meyveleri düzenlerken sinsi bir gülümsemeyle Deniz'e bakıyordu. Sanki büyük bir sırrı keşfetmiş gibi keyifliydi.
"Müdürüm, bu arada gözlerinizin altı çok şişmiş. Gece hiç uyuyamadınız mı?" diye sordu masum bir ifadeyle.
Deniz yutkundu. "Hastane ortamı... bilirsin işte. Rahat uyuyamadım." diye mırıldandı.
"Ama Komutan bey çok rahat görünüyordu. Sanki evinde gibiydi, İyi mi uyudu? yoksa iyi mi hissediyordu acaba." dedi Elif kıkırdayarak.
Deniz'in yüzü kızardı. "Elif! Saçmalama şimdi!"
"Saçmalamıyorum ki! Adam sabah sabah buradan çıkıyor, üzerine kamuflaj tişörtü... Botları yanında... Resmen burada gecelemiş!" dedi Elif gözlerini kırpıştırarak.
Deniz yastığını alıp Elif'e fırlattı. "Yeter artık! Sadece koltuğa uzanmıştı, o kadar!"
"Koltuğa mı?" diye sordu Elif şüpheci bir ses tonuyla. "Peki o zaman neden yatağın iki tarafı da darmadağın?"
Deniz dondu kaldı. Çarşafların gerçekten de iki tarafı da buruşuktu.
"Ben... çok deli uyuyorum! O yüzden." diye bağırdı.
Elif kahkaha attı. "Tabii, tabii. Çok deli uyuyorsanız, demek ki.."
Deniz artık utançtan renk değiştirmişti, gözlerini kaçırdı...
O sırada, Karargâhta Fatih masasında oturmuş görevle ilgili raporları gözden geçiriyordu ama aklı sürekli Deniz'deydi. Sabah onun yanından ayrılırken nasıl güzel görünüyordu, nasıl gülümsemişti...
En önemlisi nefesi yüzüne çarparak sabahlamıştı, sevdiği kadının yanında uyuduğu ilk geceydi bu...
"Komutanım?" diye Harun'un sesi duyuldu.
Fatih aniden başını kaldırdı. "Evet?"
"Üçüncü kez sesleniyorum. Raporları imzalayacak mıydınız?" dedi Harun merakla.
Fatih kendini toparladı. "Evet, tabii. Pardon, dikkatim dağıldı."
Harun tam olarak nasıl bir gece geçirdiklerini bilmese de, Fatih'in ruh halinden, yüzündeki saçma gülümsemeden anlıyordu....
Birşeyler olmuştu.
Yutkundu, "Komutanım, Mühendis hanımın durumu nasıl?"
"İyi, çok şükür iyi," dedi Fatih.
Sonra birden durdu. Neden bu kadar detaya girdi ki? ''Çok şükür ne, aptal herif!'' diye kendine sövüyordu.
Duraksadı, "Yani... yaralanma ciddi değilmiş." diye ekledi.
Harun başını salladı.
Açık açık soramasa da, içi içini yiyordu. Dün çok geç saatte gelmişti. Acaba Deniz uyanmışmıydı, konuşmuşlar mıydı?
Kendini toplarladı, zoraki bir gülümsemeyle "Çok sevindim, Bu arada Komutanım, dün gece rahat dönebildiniz mi? Aracınız karargahtaydı." dedi.
Fatih aniden afalladı, kalemi düşürdü. "Döndüm, Şey taksiyle geldim ben.'' dedi ve sorguyu atlatmak istercesine keskin bir öksürükle genzini temizledi.
Harun, mesajı almıştı. Saygıyla selam durdu ve odadan çıktı...
Öğlen saatlerinde Elif, Deniz'in yanında oturmuş sürekli espri yapıyordu.
"Müdürüm, komutan bey gerçekten çok yakışıklı. Sizce de öyle değil mi?"
Deniz elindeki elmayı hırsla ısırdı. "Bilmem. Dikkat etmedim."
"Dikkat etmediniz mi? Dün akşam neredeyse öldüğünüzü sanıp gözyaşı döken adamı mı dikkat etmediniz?"
Deniz elmayı öksürerek bıraktı. "Ne? Gözyaşı mı? Ne zaman!" diyerek heyecanla Elif'e döndü.
Elif, "Tabii! Helikopter karargaha indiğinde sizi ambulansa aktardılar, o ara gördüm gözleri kıpkırmızıydı. Resmen ağlıyordu. Bütün ekip gördü." dedi deli bir keyifle.
Deniz'in kalbi hızla çarpmaya başladı. Fatih onun için ağlamış mıydı gerçekten?
Ama sonra Elif'in keyifli surat ifadesini görünce, sinirle gözlerini kıstı.
"Senin hayal gücün çok gelişmiş, Maşallah! Bir yazar arkadaşım var, Angelina. Senaryo falan da yazıyor. Tanıştırmamı istermisin? Hani bu yetenekle harcanıyorsun, Çünkü!" diye mırıldandı.
Elif kıkırdadı, " O zaman Fatih Yüzbaşımı da, Oyunculuğa gönderelim. En usta oyuncular bile, gözleri kan çanağına dönecek hale gelemez.'' dedi. Çok keyif aldığı zevkle kıvrılan dudaklarından belliydi..
Deniz, ''Ya sabır!'' diyerek yatağa uzandı ve arkasını döndü...
Akşam saatlerinde Fatih'in masasına acil görev emri geldi. Albay Mehmet imzalı yazıda, dün ele geçirilen belgelerin arşivle eşleştirilmesi ve 'Şans Altılısı' örgütü hakkında detaylı araştırma yapılması isteniyordu.
Resmi görev emri gelmeden, aşiv dosyalarına bakamadığı için merakla bu emri bekliyordu. Sevdiği kadına saldırdıkları için, daha fazla kinliydi bu örgüte...
Fatih hemen arşiv bölümüne indi.
Görev emrini, arşivde görevli askere verdi.
''Ben Yüzbaşı Fatih Ulutürk!, Görev emrim var. Acil tüm dosyaları istiyorum.'' dedi.
Asker tok bir sesle, selam verdi. ''Emredersiniz, Komutanım!''
Fatih, Eski dosyalar arasında saatlerce arama yaptı. Sonunda 2011 yılına ait bir klasörde, 'Şans Altılısı' etiketli dosyayı buldu.
Dosyayı açtığında, uzunca raporları tek tek okudu.
Sonra gördüğü isimle, elinde ki kâğıtlar titremeye başladı. Şehit listesinde gördüğü isim, sanki kalbini durdurmuştu.
"Binbaşı Kemal Hazar - Şehit"
Deniz'in babası...
Fatih sandalyeye çöktü. Nefes almakta zorlanıyordu. Deniz'in babası, onun şimdi peşinde olduğu örgüt tarafından şehit edilmişti.
Dosyayı okumaya devam etti. Kemal Hazar, 'Şans Altılısı' örgütünün lideri Artin Gevorkyan'ı etkisiz hale getirme operasyonunda şehit olmuştu. Ama Gevorkyan kaçmayı başarmış, örgüt dağılmıştı. 02.04.2011!
Fatih'in gözleri doldu. Deniz'in babası, kahramanca savaşarak şehit olmuş, kızını yetim bırakmıştı. Ve şimdi aynı örgütün kalıntıları, Deniz'i de hedef almıştı. Neydi bu peki? Acı bir Kader mi?, yoksa Kin mi?
Fatih, Başını ellerinin arasına aldı.
Tek düşündüğü şey, bunu Deniz öğrenmemeliydi...
Saatler sonra, Mühendis ekibi Deniz'i ziyarete hastaneye gelmişti.
Deniz, mühendis ekibiyle oldukça keyifli vakit geçiriyordu. Ekip getirdikleri yemeklerle odayı şenlendirmişlerdi.
"Müdürüm, siz olmadan işler durdu kaldı," dedi Mühendis Taylan. "Projeye sizin eliniz değmeden devam edemeyiz. Berat tüm çizimleri yanlış okuyor çünkü" diyerek kahkaha attı.
"Abartma Taylan! Birkaç güne kalkarım ben," dedi Deniz gülümseyerek.
Berat sinirle homurdandı, ''Sen ekibi yönette benim proje okumam kalsın.''
Sonra Deniz'e döndü, ''Şefim, şantiye ekibi dün 47 dakika çay molası verdi. Bu da onlarla oturmuş lak lak yapıyordu.'' dedi.
"Ayrıca Deniz Hanım, Harun komutanda sürekli sizi soruyor," dedi Berat sinsi bir gülüşle.
Deniz duruşunu ciddileştirdi, ''Evet, herkes benim yüzümden zora düştü. Görev için soruyordur.'' dedi.
" Fatih Yüzbaşı da,Bugün üç kez aradı. 'Mühendis hanım nasıl?' diye." dedi Taylan.
Deniz'in yüzü kızardı, ''Saolsunlar, Hepsini meraklandırmışım.'' dedi.
Tam o sırada kapı açıldı ve Fatih içeri girdi. Ama yüzünde bir durgunluk vardı. Gözlerinde bir gölge vardı sanki.
"Merhaba" dedi herkese.
"Merhaba, Hoşgeldiniz. Komutan bey!" diye karşılık verdiler.
Fatih Deniz'e baktı. "Nasılsınız, Mühendis hanım."
Deniz, Fatih'in durgunluğuna dikkat kesilmişti.
"İyiyim, teşekkürler. Siz nasılsınız? Yorgun görünüyorsunuz." dedi.
Fatih, "Biraz... görev yoğunluğu," diye mırıldandı.
Odada ki sohbet devam etti ama Deniz, Fatih'in halini merak ediyordu. Bir şeyler olmuştu ama kalabalığın içinde soramıyordu.
Bir saat daha sohbet devam etti. Sonunda ekip dağılmaya başladı.
"Müdürüm, yarın tekrar geliriz," dedi Elif.
"Sağolun, teşekkürler," dedi Deniz.
Herkes çıktıktan sonra, Fatih ve Deniz baş başa kaldılar.
Deniz merakla gözlerini, Fatih'e dikti.
"Fatih, gerçekten nasılsın? Bir şey oldu mu?" diye sordu Deniz endişeyle.
Fatih ayağa kalktı, yatağa yaklaştı. Gözlerinde derin bir üzüntü vardı.
"Deniz..." diye başladı ama cümlesini bitiremedi.
"Söyle bana. Ne oldu? Görevini mi sekteye uğrattım. Benim yüzümden uyarı falan mı aldın?" diye sordu Deniz.
Fatih'in sessizliği, Deniz'i korkutuyordu. Hemen yataktan kıpırdandı.
''Kalk gidelim, Resmi ifade vereyim. Benim suçum ben hızlıca inemedim! Asker gibi değilim, Gerçekten hadi gidelim'' diye arka arkaya sayıyordu kelimeleri.
Fatih yavaşça yatağın kenarına oturdu. Sonra aniden Deniz'e sarıldı. Sımsıkı sarıldı.
"Seni koruyamadım," diye fısıldadı. "Bir daha nasıl koruyamayacağım endişesini taşıyorum." dedi.
Sesi titriyordu.
Deniz, Fatih'in göğsüne dayadığı başını kaldırmadı. Aksine kokusunu içine çekerek, kalp atışlarını dinliyordu.
Saşırmıştı. Ama onu rahatlatmak istedi. "Fatih, ne diyorsun? Sen beni korudun. Yaşıyorum çünkü sen vardın. Üç kişiye karşı, tektin. Benim için yardım getirttin. Yanımda oldun." diyerek elini Fatih'in yanağına koydu.
Fatih başını salladı, gözleri dolmuştu. "Hayır, anlamıyorsun. Ben... ben seni her şeyden korumak istiyorum. Hiçbir kötülük sana dokunamasın istiyorum. Ne geçmiş, ne gelecekten." dedi.
Deniz ellerini onun saçlarında gezdirdi. "Ne geçmişi, Ne geleceği. Fatih, Neden böyle konuşuyorsun?"
Fatih başını kaldırdı, gözlerinin içine baktı. "Çünkü... çünkü seni çok seviyorum Deniz. Aşığım sana. İlk gördüğüm andan beri..." dedi.
Kelimeler artık istemsizce akıyordu dudaklarından, ''Beklemek istemiyorum, bir dakika bile. Hemen şuan beni sev istiyorum. Beni kabul et istiyorum. Sana ait olmak istiyorum...''
Bu söz, Deniz'in kalbini durdurdu. Beklemediği ama çok istediği sözdü bu.
"Fatih..." diye fısıldadı.
Fatih'in gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Küçük bir çocuğun korkusu gibiydi sözleri.. "Seni kaybetmek istemiyorum. Bir daha asla o korkunç anları yaşamak istemiyorum. Sen benim... sen benim her şeyimsin." diye mırıldandı.
Deniz gözlerinin içine bakıyordu. Bu sözlerin ne kadar samimi olduğunu anlayabiliyordu.
Gülümsedi,
"Ben de seni seviyorum, Soğuk nevale! Neden bu kadar bekledin, söylemek için" diye fısıldadı.
Fatih onu daha sıkı sardı. İçindeki tüm korku, tüm sevgi bu sarılışa sığmıştı.
Deniz'in babasının sırrını ona nasıl anlatacağını bilemiyordu. Ama şimdi tek bildiği şey vardı: Onu korumak zorundaydı. Her şeyden.
Ve onu doyasıya sevmek istiyordu...