Yanıyoruz, Merkez! ❤️‍🔥

1455 Words
Harun, birkaç dakika sonra cesaretini topladı ve yerinden hareketlendi. Yavaşça kapıyı tıklattı. Fatih, avuçlarındaki eli hemen aceleyle bırakıp kapıya döndü. Harun, elindeki hasta dosyasını göstererek, "Komutanım, bunu getirdim," dedi. Fatih hemen yerinden kalktı ve Deniz’i rahatsız etmek istemediği için alçak bir sesle, "Dışarıda konuşalım," dedi. Harun başıyla onayladı ve hastane koridoruna çıktı. Fatih, son bir bakışla Deniz’i kontrol etti ve yavaş hareketlerle dışarı çıktı. Koridora çıktığında, meraklı gözlerle hemen dosyayı aldı ve inceledi. Ama çok bir şey anlamıyordu. "Neler oldu bugün? Bana anlatsana," dedi. Gözlerinde gerçek bir endişe vardı. Harun başıyla onaylayarak, "Ameliyattan sonra bir süreliğine yoğun bakıma aldılar, Komutanım. Komplikasyon görülmeyince odaya aldılar. Doktor hanım, şanslı olduğunu söyledi. Kurşun; kas dokularına gömülmeden, sadece dış dokuya isabet etmiş ama çok fazla kan kaybettiği için fenalaşmış." dedi. Fatih hızla düşündü. Deniz’e ateş etmeye başladıklarında, en az 40 metre yukarıdaydı. Adamların silahlarını düşününce bu olağandı. O kadar mesafeyi yarması çok zor olurdu kurşunun. "Ateş mesafesi çok uzaktı. Çok şükür, şansımız varmış," dedi Fatih. "Evet Komutanım, çok şükür," dedi Harun. Fatih bakışlarını dikleştirip Harun’a döndü. "Yaklaşık bir saat önce sana karargâha geri dönebilirsin dedim. Neden buradasın peki, Üsteğmen!?" "Sizin emrinizden sonra, hemşire birkaç ilacın temini için evrak verdi. İlaçları alıp hemşire odasına bıraktım, Komutanım. Özür dilerim," dedi. Fatih’in bakışları yumuşamıştı. "Peki asker, dönebilirsin," dedi. Harun hazır ola geçerek selamladı ve yavaşça uzaklaştı. Fatih, yavaşça içeriye geçti. Deniz’in gözleri kapalıydı. Yarın mesai başladığında görevinin başında olmalıydı. Ama bu gece için mazeret raporunu doldurmuş, lojmanda kalamayacağını belirtmişti. Koltukta yatarım diye düşündü ama önce lavaboya girip elini, yüzünü yıkamak istedi. Sanki fanustaki bir bebeği korur gibi Deniz’e mikrop getirmek istemiyordu. Üzerindeki kamuflaj ceketini çıkardı ve içindeki askeri yeşil tişörtüyle lavaboya girdi. Tam o esnada, odayı derin bir nefes sesi doldurdu. Deniz, yaklaşık yirmi dakika önce Fatih odaya ilk girdiğinde uyanmıştı. Ama “Neden yaralı olduğunu söylemedin?” diye zorbalanmamak için uyuyor taklidi yapmıştı. Haliyle uyanık olduğu anlaşılmasın diye nefesini tutmaktan iyice kızarmıştı. Hemen bakışlarını lavaboya çevirdi ve Ben ne yaşadım az önce? dercesine başını yastığa tekrar gömüp bakışlarını tavana dikti. Ve evet... Bu utangaç Yüzbaşının artık tüm sırrı ortadaydı. Dakikalar sonra, koltukta uyuyan Fatih'in Deniz üzerinde yarattığı heyecan tavan yapmıştı. Ama Deniz anesteziden olacak ki yeniden uykuya yenildi... Yaklaşık gece 03:23 sularında, Deniz tekrar uyanmıştı. Oda loştu. Tıbbi cihazların hafif bip sesleri ve odanın köşesindeki gece lambasının titrek ışığı dışında hiçbir şey kıpırdamıyordu. Birkaç saniye odanın sessizliğini dinledi. Sonra yavaşça doğrulmaya çalıştı. Hareketleri dikkatliydi; hem yaralıydı hem de… Fatih’i uyandırmak istemiyordu. Sırtını yastığa yasladı, derin bir nefes aldı. Lavaboya gitmesi gerekiyordu. Bir ayağını dikkatle yatağın kenarına indirdi, ardından diğerini… ama daha yere basamadan yerdeki terliği hafifçe itince çıkan minik bir sürtünme sesiyle irkildi. Ve o an… “Deniz?!” diye bir ses duydu. Fatih, koltuktan sanki savaşa kalkar gibi bir refleksle fırlamıştı. Mesleği gereği, Uykuda bile tetikteydi. Gözleri hemen Deniz’e yöneldi ve birkaç adımda yatağa ulaştı. “Uyanmışsın! İyi misin? Neden ayağa kalktın?!” dedi paniğe yakın bir ses tonuyla. Deniz, duyduğu cümlelerden mi, yoksa Fatih’in varlığından mı bilemiyordu ama bir anda utançla kıpkırmızı kesilmişti. “Şey… Lavaboya gitmem lazım da, o yüzden kalktım,” dedi utanarak. Fatih afallamıştı. Ellerini nereye koyacağını bilemedi, bir o yana bir bu yana yürüyüp göz ucuyla lavaboyu, sonra Deniz’in bacağını, sonra kapının kolunu inceledi. “Dur! Ben… ben yardım edeceğim. Bir dakika!” dedi, ama eli ayağı karışmıştı. Sanki ilk kez bir hasta görüyor ve yardım ediyordu. Deniz bu hâlleri görünce dayanamadı, hafifçe kıkırdadı. “Fatih, dur. Dur bir dakika. Sakin ol,” dedi, elini onun koluna koyarak. “Sadece koluna girsem yeterli olur sanırım. Koltuk değneği getireceklerdi ama gelmemiş.” Fatih derin bir nefes aldı, Fazla tepki verdiğini algılamıştı. Hemen kolunu uzattı. “Tabii! Gel, lütfen. Ama o bacağına fazla basma. Dikkat et.” dedi. Deniz, Fatih'in kolunu sanki bir baston gibi tutuyordu. Lavabonun kapısına geldiklerinde Fatih durdu. Bir anda çekinerek dondu kaldı. Şimdi ne yapmalıydı? Burada mı beklemeli, yoksa içeri mi…? Deniz, onun bu ikilemini fark etmişti. Hafifçe gülümsedi. Duvara monte edilmiş güvenlik demirini işaret etti. “Buna tutunarak girebilirim. Teşekkür ederim.” dedi. Fatih boğazını temizleyip yutkundu. “Tamam. Ben… şey… tam burada bekliyorum. Kapıdayım...” diye mırıldandı. Deniz içeri yönelirken, kapıyı kapatmadan önce başını hafifçe çıkarıp muzip bir ifadeyle fısıldadı: “Aslında sen tam olarak orada beklemesen daha iyi olur.” Fatih bir anda geri çekildi. Kızı tuvalette bile rahat bırakılmadığını fark edince, yüzü kızardı. “Tamam, koltuktayım! Uzaktayım… şey… seslenirsen duyarım yani,” diyerek koltuğa geri yürüdü. Deniz hafifçe gülümsedi. “Tamam,” dedi ve kapıyı kapattı. Bir süre sonra Deniz içeriden çıktı. Hafif yorgundu ama ifadesi sakindi. Fatih koltuktan hemen kalktı ve yatağına kadar ona eşlik etti. Ama Deniz'in yüzü birşey anlatmak ister gibiydi. Fatih merakla sordu ''Bir şey mi oldu? Bir isteğin mi var?'' Deniz hafifçe mırıldandı: “Şey… birazcık acıktım da.” Fatih hemen doğruldu. “Yemek yemende sakınca yok mu?” dedi. Deniz gözlerini devirip gülümseyerek cevapladı: “Fatih… iç organlarımdan ameliyat olmadım. Sadece bacağımdan kurşun çıkarıldı.” Fatih, onun gülüşünün yeniden yüzüne yerleştiğini görünce rahatladı. Şakaya katıldı: “Sadece bir kurşun çıkarıldı, öyle mi? Ne ara kurşunlar konusunda bu kadar uzman oldunuz, Mühendis Hanım?” Deniz kıkırdadı. “Ya tabii! Bakma, bizde deriniz artık!” dedi. Fatih artık kahkahasını tutamıyordu. Hemen ayağa kalktı, “Sen bekle,” dedi gülerek. “Ne yiyebilirsin, öğrenip hemen getireceğim.” Koşar adım postallarını ayağına geçirdi, odayı terk etti. Deniz ise her hareketini hayranlıkla izlemişti, odadan çıkana kadar arkasından gözleriyle onu süzmeye devam etti.. O geniş omuzları, kamuflaj tişörtü, kaslı kolları… Odadan çıkınca heyecanla kendini yatağa bıraktı. Şimdi tavanı izleyerek mırıldanıyordu... “Maaşallah... taş gibi çocuk,” dedi ve kendi kendine kıkırdadı. Bugün yaşadıkları her şeye rağmen içi kıpır kıpırdı. Şu an yatakta zıplayası vardı resmen. Bu sırada koridorda ki Fatih, bankoya doğru hızlı adımlarla ilerledi. Neredeyse koşar haldeydi. Hemşire başını kaldırdı, onu görünce çapkın bir gülüşle gülümsedi. “Buyurun Komutanım?” Fatih, sanki askeri operasyon tarif ediyormuş gibi ciddiyetle konuştu: “Yaralımız biraz acıktı. Acaba, Ne yiyebilir?” Hemşire bilgisayardan dosyayı kontrol etti. “Doktorumuz özel bir sınırlama belirtmemiş. Her şeyi tüketebilir ama şu an yatağa bağlı olduğu için, sindirimi zor şeylerden uzak durmanız iyi olur.” dedi. Fatih hemen düşündü. “Çorba… köfte… sandviç, ayran gibi şeyler uygun olur mu?” Kadın başını salladı. “Gayet olur, evet.” Fatih heyecanla “Harika.” dedi ve hızla odaya yöneldi. Elini kapıya dayayarak seslendi: “Deniz? Çorba, köfte, sandviç falan yiyebilirmişsin. Hangi çorbayı seversin?” Deniz, İçeriden gülerek yanıtladı: “Ben yemek ayırmam. Hepsini yerim.” Fatih’in yüzü gülüyordu. “Tamam süper! Hemen alıp geliyorum. Sakın kalkma, kıpırdama bile,” dedi ve fırlayıp gitti. Deniz başını iki yana sallayıp güldü. “Bu adam beni güldürmek için gizli bir göreve atanmış olmalı. Yok başka sebebi olamaz bu tatlılığının!..” diyerek kıkırdıyordu. Dakikalar sonra kapı açıldı. Fatih’in kucağında devasa bir poşet vardı. O kadar büyüktü ki, sanki bir bölüğe yemek getirmişti. Deniz’in gözleri büyüdü. “Fatih! Saçmalama... Hepsinden mi aldın?!” Fatih bir an ne yaptığını fark edememişti. “Neden ki? Yersin işte...” Deniz gülüyordu. “Evet, bir kadına göre çok yerim, iştahım da yerindedir ama bu kadar değil, Yüzbaşım!” dedi sitemkar bir suratla. Fatih, bu tepkiye üzüldü mü sevindi mi emin değildi. Küçük bir çocuk gibi masumca bakıyordu. Deniz gözlerini devirdi, sonra yumuşakça sordu: “Sen ne yedin bu akşam?” Fatih bir an durdu. Aslında hiçbir şey yememişti. Hatta su bile içmemişti. Ama aç hissetmiyordu. “Sanırım... hiçbir şey yemedim,” dedi. Deniz, ona bakarak başını salladı. Hafif alaycı, hafif emredici bir ifadeyle: “Okey. O zaman birlikte yiyoruz. Sen yemezsen, ben de yemiyorum, Yüzbaşı!.” dedi. Fatih itiraz etmek üzereydi ama Deniz resmen gözleriyle dövüyordu. “Peki… Tamam,” dedi. Deniz, köfte ekmeği ve sandviçi ikiye böldü. Çorbanın kapağını açtı ve ortaya koydu. “Aaa! Mercimek almışsın! Çok severim,” dedi ve limonu sıktıktan sonra bir kaşık aldı. Yüzündeki o minik tebessüm, yemeğin tadından daha çok keyif veriyordu Fatih’e. Sonra Deniz duraksadı. “Şey… Sana kaşık yok. Dur, bunu yıkayayım…” diyerek su şişesine uzandı. Ama Fatih anında hareket etti. Elini onun bileğine koydu, yavaşça kaşığı aldı ve hiç tereddüt etmeden çorbaya daldırdı. Sonra kaşığı Deniz’in tuttuğu eliyle kendi ağzına götürüp içti. Deniz donmuştu. Gözleri kocaman açıldı. “Sen... İğrenmez misin ki?!” diyebildi. Fatih gülümsedi. Burnuna kadar yaklaştı. Gözleri gözlerinde. Sesi alçak ve netti: “Seninle ilgili hiçbir şey beni iğrendiremez.” dedi. Deniz’in vücudu alev alev yanıyordu. Bu neydi şimdi? Bu adam... ciddi miydi yoksa onu delirtmeye mi çalışıyordu? Fatih’in dudaklarında muzip bir gülüş vardı. Resmen bu adam yakışıklı suratıyla, burnunun dibindeydi. Nefesi yüzüne vuruyor, gülüşlerinde kayboluyordu... O sırada Deniz’in midesinden guruldayan minik bir ses geldi. İkisi de duraksadı. Sessizliği kahkahalar böldü. Fatih’in kahkahası koridorda yankılandı. Gece, artık ne görev ne silah ne de yaraydı. Sadece bir an... ikisinin paylaştığı o kocaman tebessümden ibaretti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD