Evde geçen birkaç gün, Deniz’in hem ruhuna hem bedenine iyi gelmişti. Ne gergin toplantılar ne de zamanla yarıştığı teknik projeler vardı burada.
Sadece annesinin mis gibi yemekleri, ablasının tatlı atışmaları ve balkondaki çiçeklerin arasında uyandığı sabahlar... Sıcaklık, sadece güneşten değil; evin içindeki sevgiden sızıyordu.
O sabah, odasının kapısı hafifçe tıklandı. Derya başını içeri uzattı, yüzünde kurnaz bir gülümseme.
“Annem pazara gitti, gel iki kardeş kahve içelim. Dedikodu saatidir.”
Deniz, pikeyi üzerinden attı. “Tamamdır, geliyorum. Hadi git, Kahveyi yakma!”
Biraz sonra balkonda buluştular. Saksılar arasında açmış sardunyalar, güneşte hafifçe parlayan yapraklar...
Mis gibi kahve kokusu sarıyordu havayı. Balkon masasına küçük bir tepsi içinde iki fincan konmuştu. Renk renk fincanlarda köpüklü kahveler... Derya her zamanki gibi iki şekerli yapmıştı, Deniz ise sadeydi.
Deniz fincanını eline aldı, dudaklarını köpüğe değdirdi. “Ee, senin şu doktorla görüşme hâlâ devam ediyor mu?” diye sordu, göz ucuyla ablasına bakarak.
Derya bir anda boğazını temizledi, mahçup bir şekilde etrafına bakındı. “Sus ya... Annem aniden çıka gelirse napacağız?”
“Gelmez gelmez.” Deniz alayla kıkırdadı. “Konuş bakalım, ne var ne yok bakalım. Yakışıklı Doktor beyle aşk hikâyesinde?”
“Tus’a hazırlanıyor işte. Alırsa uzmanlığını, gelip isteyecek beni,” dedi Derya, yanaklarına pembe bir gölge yayılırken.
“Oo bak sen! Harbi adam çıktı, helal olsun. Kaç sene oldu maşallah?”
Derya kahkaha attı. “Öyledir benim sevgilim. Biraz sessiz sakin ama kalbi temiz. Sabırlı da.”
Deniz, fincanını kaldırdı. “O zaman yaza düğün var, hadi hayırlısı!”
Tam bu anda dış kapı hızla açıldı. Annesi, kolunda filesiyle içeri girdi. Yüzünden heyecan fışkırıyordu. Salona adım atar atmaz Derya’ya seslendi:
“Derya! Otur kızım, acil konuşmamız lazım!”
Deniz ve Derya göz göze geldiler. Deniz fincanı masaya bıraktı. Derya hafifçe irkildi.
“Ne oldu ki anne?” diye sordu, sesi tedirgindi.
Annesi ellerini yıkamadan, paltosunu çıkarmadan karşılarındaki sandalyeye oturdu.
“Sana çok hayırlı bir kısmet buldum,” dedi, gözleri parıldıyordu.
Derya’nın yüzü buz kesildi. Dudakları aralandı ama kelime çıkmadı.
Deniz ise bir anda ağzındaki kahveyi püskürttü. Masanın ortasına kahve tanecikleri yağmur gibi serpildi.
“Kızım yavaş! Boyadın her yeri,” dedi annesi hafif bir telaşla. Ardından gözlerini hemen Derya’ya çevirdi, konunun sahibine.
“Hemen üst mahallede oturan Zehra Hanımların oğlu. Her ne kadar babanızdan dolayı asker konusuna sıcak bakmasam da... Ailesi çok temiz insanlar. Oğlan da ne nişanlanmış, ne sevgili işi olmuş. Düzgün, efendi, yakışıklı bir yüzbaşı. İzni yarın bitiyor, bugüne zor denk geldik. Görüşme ayarladık size.”
Derya’nın gözleri dolmuştu. Dudakları titriyordu. “Anne... Ben istemiyorum. Valla ya... Ne olur.”
“Derya, beni delirtme!” dedi annesi, yüzündeki tatlı ifadeyi bir anda ciddi bir kararlılıkla değiştirdi.
“Sadece tanışacaksın. Bu kadar mı hatrım yok? İtiraz istemiyorum. Kalk hazırlan, yukarıdaki pastaneye gideceksin.”
Mutfağa doğru yöneldi, filesini tezgâha bıraktı. “Açık renk bir şey giy. Ciddi, güvenilir bir izlenim bırak.”
Deniz, şaşkınlıkla Derya’ya baktı. Gülmek istemiyordu ama komikti. “Gerçekten ne oluyoruz biz? 1980’lerin TRT dizisi mi çekiliyor şu an?”
Derya hafifçe ağlamaya başladı, kahkahaya karışık bir sızlanmayla. “Deniz... Ne olur sen git yerime. Ben istemiyorum yaa! Üstelik kenan valla ayrılır benden, sevgilim varken ne buluşması ya!”
Deniz omzunu silkti, şakayla karışık: “Ohoo, seninkisi doktor, Bana hödük bir asker mi? Hayır olmaz.. Askerle flört etmiş dedirtmem kendime, o kadar çaresiz değilim henüz.”
Derya ciddi bir ifadeyle; '' Deniz, adam asker dediğin gibi. Senin gibi dik başlı veya çok bakımlı birini istemez. Birazcık abartırsın makyajını kıyafetini, hemen kaçırırsın. Lütfen be kardeşim ya'' dedi.
Deniz, Deryanın bu çaresiz hallerine kıyamamıştı. ''Ahh tamam, Büyük borçlandın bana ama haberin olsun.'' dedi ve ayağa kalktı.
Sesini biraz kısarak '' Doktor bey'e söyle o da borçlandı, Belki ilerde bir doktor sevgili bende sipariş ederim. Unutmasın!'' dedi gülerek.
İkisi de bir an kahkahalara boğuldular.
Sesleri duyan, anneleri içeriden seslendi: “Deryaaa! Hemen hazırlan! Getirtme beni oraya!”
Apar topar ikisi de odaya koştular. Derya kapıyı arkalarından sessizce kapattı ve nefes nefese Deniz'in koluna yapıştı.
"İyide annem demeyecek mi sen nereye diye?" diye fısıldadı Deniz, sesinde hafif bir endişe.
Derya bir an düşündü, ''Sen de üniden arkadaşlarınla buluşmaya gidiyorsun, öyle söyleriz. Bence inanır."
"Peki ama..." Deniz derin bir nefes verdi. "Ben bu adamı nasıl soğutacağım kendimden? Hiç fikrim yok erkek soğutma konusunda."
Derya, dolabının önünde durmuş elbiselerine bakıyordu. Birden döndü, yüzünde kurnaz bir gülümseme belirdi.
"Valla kendin olman yeterli," dedi omzunu silkerek. "Üstten üstten çok bilmiş konuş. 'En son atomu parçalıyordum, dahiyim ben' falan de. Erkekler kendilerinden zeki kadınları sevmezler, egoları kırılır."
Deniz kaşlarını çattı. "Hımm, peki başka?"
"Biraz da lüks ve para düşkünü gözüksen yeter. 'Kocam bana araba alsın istiyorum, şu markayı şu markayı beğenmiyorum' tarzında. Asker maaşıyla o hayalleri gerçekleştiremeyeceğini anlayınca zaten kaçar."
Deniz, ablasına şaşkın şaşkın baktı. "Hıı aferin sana! Senin gözünde böyle biriyim ben demek? Dahi, çok bilmiş ve şekilci bir kız?"
Derya elindeki kot gömleği yatağa fırlattı. "Yok canım, sen değilsin tabii. Ama bu adam öyle düşünsün diye söylüyorum işte. Yoksa sen hem çok güzelsin hem de çok zekisin. Canım kardeşim benimm" dedi.
"Hiç yağ çekme, Nankör ya!" Deniz kollarını göğsünde kavuşturdu. "Gitmiyorum görüşmeye."
"Deniiiz!" Derya yalvarır gibi sesini yükseltti. "Lütfen ya, yalvarırım. Kenan'ı kaybetmek istemiyorum. Üç yıldır beraberiz, adam beni istemek üzere. Uzmanlığını alsın, gelecek hemen. Sen biliyorsun ne kadar mutluyum."
Deniz, ablasının gözlerindeki çaresizliği görünce yumuşadı. Derin bir nefes aldı.
"Tamam tamam, ağlama. Giderim."
Derya sevinçle ellerini çırptı. "Çok teşekkür ederim!"
Hemen ciddi bir yüz takındı ve Deniz'i gardırobunun önüne çekti.
"Şimdi, ne giydireceğiz sana?" diye mırıldandı, elbiseleri tek tek incelemeye başladı. "Çok şık olmamalı, çünkü lüks düşkünü görüneceksin. Çok sade de olmamalı."
"Bu kadar hesap kitap mı olur ya? Sanki savaş stratejisi planlıyoruz."
"Aynen öyle!" dedi Derya, ciddi ciddi başını salladı.
"Bu bir strateji işi. Şu siyah elbiseyi giy, altına da lüks stilettoları."
Deniz elbiseyi aldı. "Saçmalama istersen, düğüne mi gidiyorum pastaneye mi?"
"O elbise ne kadar pahalı biliyormusun, Yürüyen para gibi gözükeceksin. Biraz da abartılı makyaj yaparım, lüks düşkünü gibi davranırsın, olur biter."
Deniz giyinirken güldü. "Peki konuşma tarzım nasıl olacak?"
"Sürekli kendinle ilgili konuş. 'Ben şöyleyim, ben böyleyim, benim şu başarım var, benim bu diplomam var...' Hiç onu dinleme, sürekli kendin konuş."
"Vay canına! Sen gerçekten erkekleri iyi analiz etmişsin galiba."
Derya gururla göğsünü kabarttı. "Tabi canım. Ünide bu tip çok gördük. Hepsi aynı. Egolarını okşamasan küserek gidiyorlar."
Deniz giyinmiş, aynaya bakıyordu. Kızıl saçları omuzlarına dalgalı bir şekilde düşüyor, bembeyaz teni güneş ışığında parlıyordu.
"İyi duruyorum mu?"
"Mükemmel! Şimdi makyaja geçelim." Derya makyaj çantasını açtı. "Gözlerine biraz koyu far süreceğim, sonra maskara. Dudaklarına da parlak ruj."
Makyaj bittikten sonra ikisi de hazırdı. Deniz çantasını alıp kapıya yöneldi.
"Haydi o zaman, gidiyoruz."
Birlikte odadan çıktılar.
"Aa Deniz sen de mi çıkıyorsun?" diye sordu anneleri, gözlerinde hafif bir merak.
"Evet anne, üniden arkadaşlarla buluşacağım. Derya'yla yol arkadaşlığı yapalım dedik."
"İyi fikir," dedi anneleri gülümseyerek. ''Pastaneye girdiğinden emin ol ablanın, kaçmasın."
Deniz kıkırdayarak, Deryaya göz kırptı. "Tamam anne, Kontrol ederim.."
Anneleri sürekli Derya'ya talimatlar veriyordu.
"Çok konuşma kızım, sessizce dinle. Saygılı ol. Ciddi sorular sorarsa dürüst cevap ver."
"Tamam anne," dedi Derya sabırla.
Sakince ikisi birden evden çıktılar.
Sokak başına geldiklerinde Derya durdu. "Deniz, ben buradan ayrılıyorum. İleride ki cafede beklerim seni." dedi.
"Tamam, görüşürüz"
Aniden, Derya Deniz'in kolunu çekti.
"Gözünü seveyim çaktırma! Unutma sen Derya'sın!"
Deniz alaycı bir gülümsemeyle baktı ablasına. "Zekamı küçümsemeye devam mı edeceksin Deryacım?"
"Pardon pardon!" Derya güldü ve uzaklaştı.
İkisi vedalaştıktan sonra Deniz pastaneye doğru yürümeye başladı. Aslında role girmiş bir şekilde gitmeye hazırlanmıştı, ama kapıya yaklaştığında içeride oturan adamı gördüğünde şaşıp kaldı.
Masada oturan adam telefonuyla meşguldü. Karizmatik duruşu, yakışıklı yüzü ve etkileyici görünümüyle Deniz'in dikkatini çekti. Yıllarca yurtdışında ve eğitim hayatında hiç böyle yakışıklı bir erkek görmemişti. Kabul etmek istemese de, adam gerçekten çok etkileyiciydi.
Kapıda bir an duraksadı. İçeri girmeye çalışırken Fatih başını telefondan kaldırdı ve onu gördü. Pastanede başka kimse olmadığı için buluşacağı kişinin o olduğunu hemen anladı.
Yüzbaşı Fatih, Iğdır sınırında kurulacak olan kritik üs projesinde görevlendirilen özel birliğin lideriydi. Şantiye başlamadan önce, eline geçen kısa izin fırsatını değerlendirip Eskişehir’e, ailesini görmeye gelmişti. Ne de olsa yıllardır görevden göreve koşarken, evin kapısından içeri girmeye bile vakti olmamıştı.
Ancak annesi, bu kısa ziyareti kaçırılmayacak bir fırsat olarak görmüştü. “Bir yuvanı kur artık,” diyerek başladığı konuşmalar, “Hakkımı helal etmem!” gibi ağır kozlara dönüşünce, Fatih istemeyerek de olsa bir görüşmeye ikna olmuştu.
Onun için bu sadece bir formaliteydi. Çünkü Fatih, bir askerin hayatının ne denli zorlu olduğunu çok iyi biliyordu. Sırt çantası bir gün doğuda, ertesi gün sınır ötesinde olabilirdi. Bu kadar belirsizlikle dolu bir hayatı bir kadına sunmak, hele ki onu Anadolu’nun en ücra köşelerine sürüklemek… ona göre ne adildi ne de doğru.
Bir kadını sevmek başka, onun hayatını kısıtlamak bambaşkaydı. Bu yüzden içten içe, görev yeri değişip daha sabit bir düzen kurana kadar ciddi bir ilişkiye başlamayı doğru bulmuyordu.
Fatih’in içinde bir yerde, ailesinin kurduğu hayallere karşı duyduğu sevgiyle, kendi ilkeleri çatışıyordu. Ama o bu çatışmayı yıllar önce çözmüştü: Önce vatan, sonra kalan her şey.!
Fatih, gözlerini pastanenin kapısına dikip, kalmıştı. Askeri hayatında genellikle kısa süreli ya da tek gecelik ilişkiler arasında ilk kez bu kadar duru, güzel bir kadın görüyordu. Özellikle kızıl saçları, bembeyaz teni ve dik duruşu etkileyiciydi. Sert bakışları da vardı. Annesinin anlattığı hanım hanımcık tipe çok aykırıydı.
Deniz'in kapıda beklediğini görünce elini kaldırdı, işaret etti.
Deniz bir an ayıldı, sonra tekrar role girerek ona doğru yürüdü. Masaya geldiğinde ayağa kalkan Fatih'in kaslı vücudu ve uzun boyu dikkatini çekti. Kendisi 172 boyunda uzun bir kadın olmasına rağmen, bu adam en az 190 boyunda olmalıydı.
Elini uzattı ve gülümseyerek,
"Ayy merhaba! Geç mi kaldım? Derya ya, ben... Nasılsın?" diyerek rolünü oynamaya başladı. İtici tiz bir sesle, kelimeleri ağzında yuvarlayarak konuşuyordu..
Fatih bir anda onun görünümü ile konuşması arasındaki uçurumu anlamaya çalışarak, şaşkın bakışlarla "Merhaba," dedi ve elini sıktı.
Anlaşılan, bu randevu oldukça enteresan geçecekti.