KAZA
ARAS
Koluma astığım siyah cüppemle adliyeden çıktığımda yağmur başlamıştı. Elimdeki dosyaları ıslanmamaları için göğsüme bastırıp hafifçe öne eğildim. Koşarak açık otoparka doğru ilerledim. Aracıma atladığımda her şeyi arka koltuğa fırlattım. Bugün resmen bitkin düşmüştüm. Özellikle son dava sinirlerimi mahvetmişti. Saçlarımdaki yağmur damlalarını silerken, “Bu davayı kaybedemem,” diye mırıldandım. İçimden söylenerek motoru çalıştırdım.
Otoparktan çıkıp trafiğe karıştım. Yağmur yüzünden yollar tıkanmıştı, herkes ağır aksak ilerliyordu. Işıklarda sağ şeritte dururken ‘küt’ sesiyle öne arkaya savruldum. Birisi arabama arkadan vurmuştu. Bir bu eksikti. Dikiz aynasına baktım; sinirden yumruklarımı sıktım. “Öküz oğlu öküz!” diye bağırarak arabadan indim. “Duran araca vuracak kadar mal mısın!” diye söylenirken, diğer arabadaki sürücüyü gördüm. Direksiyonda genç bir kız vardı, alnı kanıyordu.
O an hakaret ettiğime pişman oldum. Hemen onun kapısına koştum, Kapıyı açıp “İyi misiniz?” diye sordum. Alnındaki yarayı nasıl aldığını anlamadım; hava yastıkları bile açılmamıştı. Belli ki acemiydi, zaten çok genç görünüyordu. Cevap vermeyince omzuna dokundum. “Hanımefendi, iyi misiniz? Ambulans çağırıyorum,” dedim, telefonumu çıkarırken. Kız, şok halinde yüzüme baktı. Bal rengi gözleri , makyajsız duru yüzü çok güzel biriydi. “İyiyim,” diyerek alnındaki kana peçeteyle dokundu.
O sırada yeşil ışık yanmış, arkadaki arabalar kornaya basıyordu “Dörtlüleri yak,” dedim. Anlamadı beni. Aval aval yüzüme bakıyordu. “Dörtlüler diyorum!” dedim.
Sonradan anladı beni. Acil uyarı ışıklarını açtı. Alnını işaret ederek, “Bu nasıl oldu?” diye sordum. “Gelin, arabadan çıkın. Şurada bir kafe var, size su alalım. Çok korkmuş görünüyorsunuz.”
Kız önce teşekkür etti, sonra kaza öncesi arabaya binerken dengesini kaybedip başını çarptığını anlattı. “Kusura bakmayın, alnımı silerken dikkatsizliğim yüzünden arabanıza zarar verdim,” dedi.
Her iki araca da baktım; ciddi bir hasar yoktu. Zaten çarpışma hafif şiddetliydi, iç kanama gibi bir risk olacağını sanmıyordum. Koluna girip onu arabadan indirdim. Yağmur çiseliyordu. Birlikte kafeye gidip garsondan su istedik. Tam trafik polisini arayacaktım ki kız, “Lütfen,” dedi. “Aramızda halledebiliriz. Tutanağa gerek yok, zararınız neyse öderim.”
Biz konuşurken trafik polisleri olay yerine geldiler. Kafeden görebiliyordum. “Siz burada bekleyin, hemen dönüyorum,” dedim. Polislerin yanına gidip durumu anlattım: Önemli bir şey olmadığını, diğer sürücüyle anlaştığımızı, arabaları hemen çekeceğimizi söyledim. Polisler, trafiği aksatmamamızı tembihledi. Önce kendi arabamı, kızdan anahtarını aldıktan sonra onunkini çektim.
Kafeye döndüğümde, “Kendinizi iyi hissediyorsanız, benim gitmem lazım,” dedim. Kreşe gidip oğlumu almam gerekiyordu. Kız, “Hasarınızı ödemem için bana ulaşabileceğim bir numara verebilir misiniz?” dedi.
“Önemli değil, ben hallederim,” dedim. “Hasar denilecek bir şey yok.”
Ama kız ısrar etti. “Lütfen, yoksa içim rahat etmez.”
O kadar diretti ki sonunda pes ettim. “Madem içiniz rahat edecek, tamam,” deyip numaramı verdim. Elimi uzattım. “İsmim Aras.”
Kız elimi sıkarken, “Ben de Sıla. Memnun oldum,” dedi.
SILA
Cam kenarındaki masadan Aras’ın arkasından baktım. Dışarıda yağmur hâlâ çiseliyordu. Kapıdan çıkıp kafenin önündeki aracına doğru koşuşunu izledim. Arabaya binerken göz göze geldik. Bana camın arkasından gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Ama onunkisi veda benimkisi ise zafer gülümsemesiydi.
Her şey mükemmel gitmişti. Arabasına çarpma anı, alnımdaki kan, korkmuş, şok olmuş numarası… Bir tek çarpışma anından önce, kafamı bilerek kapının köşesine vururken zorlanmıştım çünkü canım çok yanmıştı. Her neyse… Değmişti. Planım tıkır tıkır işliyordu. Aras, tam beklediğim gibi, kibar ve anlayışlı davranmıştı. Numaramı alması, elimi sıkarken “İsmim Aras” demesi… Her şey istediğim gibi ilerliyordu. O kafeden çıkarken, ben zaferin ilk tadını almıştım. Bu sadece başlangıçtı.
Aras gözden kaybolur kaybolmaz cebimden telefonu çıkardım, arkadaşım Rengin’i aradım. “Birinci adım başarıyla gerçekleşti,” dedim, sesimde zaferle karışık bir rahatlama. “Bana gel, kutlayalım.”
BİR AY ÖNCE
Odamın karanlığında, kendi hapishanemde oturuyordum. Aylardır, tam bir senedir kendimi bu odaya kilitlemiştim. Mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmamıştım. Babamla geçirdiğim son doğum gününün anısı, içimi kemiren bir yara gibiydi. Onun gülüşü, o gün masada anlattığı fıkralar, her şey zihnimde capcanlıydı. Ama o artık yoktu. Ve ben, o lanet olası adam yüzünden, babamın katili yüzünden bu karanlıkta cezalandırıyordum kendimi. Zil çaldığında umursamadım. Kimseyi görmek istemiyordum. Ama iki dakika sonra odamın kapısı ardına kadar açıldı. Annem, Hümeyra, dimdik duruyordu karşımda. “Sıla! Yeter!” dedi, Hızla pencereye yürüdü, perdeleri sonuna kadar açtı. Işık gözlerimi yaktı, ellerimle yüzümü kapattım. “Anne, kapat şunu!” diye bağırdım. “Neden geldin? Seni görmek istemediğimi kaç kez söyledim!”
Kapıda hizmetçi Gülay belirdi, korkuyla mırıldanıyordu. “Sıla Hanım, vallahi birden içeri girdi, engel olamadım.” Annem, öfkeli gözlerini ona çevirdi. “Gülay! Maaşını kimin verdiğini unutuyorsun. Çık dışarı!” Gülay başını eğip özür dileyerek kaçtı. O an kendimi tutamadım, sarsılarak ağlamaya başladım. Hıçkırıklarım arasında aynı şeyi tekrarlıyordum: “Neden geldin?”
Annem yanıma geldi. Kollarını uzattı. Bana sarılmak istedi ama yapamadı, yapazdı. Çünkü onu iteceğimi biliyordu. “Ben senin annenim, yavrum,” dedi,. “Senin için endişeleniyorum. Kimseyle görüşmüyorsun. Delirmenden, hasta olmandan korkuyorum.”
Gözlerimi sildim, kızarmış gözlerimle ona baktım. “O adamdan intikamımı almadan ölmek gibi bir niyetim yok,” dedim. “O adam babamı bizden çaldı. Bunun bedelini ödeyecek.”
Annemin yüzü gölgelendi. O lanet günü hatırladığını biliyordum. Hakimin ağırlaştırılmış müebbet kararını açıkladığı an, babamın kalp krizi geçirip yere yığıldığı anı unutamıyordu, biliyordum. Fakat güçlü olup hepimizi ayakta tutmak için koyuverme gibi bir şansı yoktu, bunu da biliyordum.
Annem, “Olan oldu, kızım. Önümüze bakmalıyız,” dedi, sanki bu sözler acımı hafifletebilirmiş gibi. Nefretle ona baktım. “Çık!” diye bağırdım. “Senden nefret ediyorum. Keşke o gün babamın yerine sen ölseydin!”
Annem bu sözlerin altında ezildi. Gözlerinden akan yaşlarla “Ben ölürsem acın dinecek mi?” dedi. Cevap vermedim. Onu kırmak istemiştim, çünkü içimdeki öfke sadece ona değil, her şeye, herkese karşıydı. Mahkeme sürecinde beni oyalamıştı, “Baban yakında çıkacak, suçsuzluğu ispatlanacak,” diyerek yalan söylemişti. Hapishaneye gitmeme, duruşmalara katılmama engel olmuştu. Babamı son günlerinde görememiştim ve bu yalanlar yüzünden onu suçluyordum. Annem ağlayarak odadan çıktı.
“Gülay!” diye bağırdım. Gülay korkudan titreyerek içeri girdi. “Sana kaç kez benden izinsiz kimseyi içeri alma dedim!” dedim, sesim öfkeden çatallıydı. “Kapıdaki zincir ne işe yarıyor, Gülay? Bu son olsun. Bir daha izinsiz bu kapıdan tek bir kişi girerse, ben sana yapacağımı bilirim. Şimdi s*ktir git!”
Gülay koşarak çıktı. Odanın sessizliğinde, tek sırdaşım Rengin’i aradım. “Hemen buraya gelir misin? Vakit geldi,” dedim.
Bir saat sonra Rengin kapıdaydı. İçkilerimizi doldurup yan yana koltuğa yayıldık. Ona ertesi günkü planımı anlattım. “Yarın harekete geçiyorum.”
Rengin kaşlarını çattı, şüpheyle baktı. “Sıla, bu plan işe yaramaz. Adam çelik gibi. Onun hayatına girmen imkânsız. Bunu sen de biliyorsun.”
Gülümsedim, “Sen öyle san. Onun hayatına öyle bir gireceğim ki… Bana müptela olacak”
Rengin içkisini içerken bunu nasıl yapacağımı çok merak ettiğini söyledi.
Gözlerimdeki şeytani parıltıyla sırıttım. “Bir bakireyle geçirdiği ateşli geceyi hiçbir erkek unutamaz.” Dedim.
Söylediklerimi duyunca ağzındaki içkiyi püskürttü. “Şaka yaptığını söyle” dedi.
Bir yurdumda kadehimi bitirdim. “Sence şaka yapıyor gibi bir halim mi var”