SILA
Duştan çıktığımızda saat çoktan gece yarısını geçmiş, sabahın ilk ışıklarına yaklaşmıştı. Aras’la birlikte yatağa uzanmıştık, ikimiz de çırılçıplak, bitkin ama garip bir huzurla doluyduk. O çoktan uykuya dalmıştı, göğsü düzenli bir ritimle inip kalkıyordu. Onun uyuyan yüzünü izlerken, dudaklarımdan dökülen sözler zihnime hücum etti. Ona, daha önce kimsenin bana böyle şeyler hissettirmediğini söylemiştim. Bu bir yalan değildi. O an, belki de bu iğrenç oyunda ilk kez tamamen dürüst olmuştum. Aras, düşmanım bile olsa, onunla geçirdiğim o ateşli anlar, bedenimde ve ruhumda tarifsiz bir zevk bırakmıştı. Aletinin beni bu kadar doyuracağı hiç hesapta yoktu. Onun dokunuşları, mavi gözlerindeki o yoğun bakış, teninin sıcaklığı… Bunlar, planımın bir parçası olmaktan çok daha öteye gitmişti. Ama hemen kendimi toparladım. “O senin düşmanın,” dedim içimden, sertçe. Babamın mezarına gömdüğüm acının suç ortağıydı o. Bu hisler, sadece bir anlık zayıflıktı. İntikamım, her şeyin üstündeydi.
Aras’ın açık kumral saçlarını okşarken, bir sonraki adımı planlıyordum. Onu nasıl daha derine çekecektim? Onun hayatını nasıl bir toz yığınına çevirecektim? Tam o sırada gözlerini araladı. Uykulu, mavi gözleri, loş odada bir an için parladı. Hafifçe mırıldanarak, “Saat kaç?” diye sordu. Yastığa gömülü başımı kaldırıp saate baktım. “Beşe geliyor,” dedim,.
Aniden yatakta doğruldu. Gözlerindeki uykulu ifade bir paniğe dönüştü. “Asaf!” dedi, sesinde bir telaş. Oğlunun ismini duyunca bir an şaşırdım, ama bu sadece rolümdü. Her şeyi önceden biliyordum. Aras’ın oğlu Asaf, onun hayatındaki en zayıf noktasıydı. Yine de, bilmiyormuş gibi kaşlarımı çattım, masum bir ifadeyle, “O kim?” dedim.
“Oğlum,” dedi, sesi bir an için yumuşadı, ama hâlâ o telaş vardı. Yüzümde sahte bir şaşkınlık belirdi. “Ama evli olduğunu söylememiştin,” dedim, sesime hafif bir sitem katarak. Rolüm kusursuz olmalıydı; onun savunmasını, zayıf noktalarını daha iyi anlamalıydım. Aras, kendini tekrar yastığa bıraktı, beni göğsüne çekti. Yanağımı okşarken, parmaklarının sıcaklığı tenimde bir iz bırakıyordu. “Karım üç yıl önce vefat etti,” dedi, sesi ağır, acıyla yoğrulmuş. “Ceylin… Asaf’ı doğurduktan kısa süre sonra kansere yakalandı. Oğlumuz bir yaşındayken onu kaybettik.” Sözleri, sanki bir bıçak gibi havada asılı kaldı. O an, onun acısını hissettim ama bu, benim acımı gölgede bırakamazdı. Gözlerimi ona dikip, “Çok üzüldüm,” dedim, sesimde sahte bir empati. “Senin için çok zor olmuş olmalı.”
“Öyle,” dedi, bakışları uzaklara dalmıştı. “Ceylin’i kaybettikten sonra hayatıma kimseyi almadım. Kendimi işime ve oğluma adadım.” Sözleri, onun ne kadar kırılgan bir noktada olduğunu gösteriyordu. Asaf, onun her şeyiydi. Bu bilgiyi, planımın bir köşesine not etmiştim zaten. Hafifçe kaşlarımı kaldırıp, alaycı bir tonda, “Sakın bana üç senedir kimseyle seks yapmadığını söyleme,” dedim. Göğsünün hareketinden, gülümsediğini hissettim. O gülümseme, bir an için içimi ısıtsa da, hemen kendimi uyardım. “O senin düşmanın, Sıla. Unutma.”
“Tek gecelik ilişkilerim oldu tabii,” dedi, sesinde hafif bir utangaçlık ama aynı zamanda dürüstlük. “İhtiyaç gidermek için. Anlarsın işte” Bu sözler, içimde bir kıvılcım yaktı. Onun beni nasıl gördüğünü anlamalıydım. Yüzüne baktım, alınmış gibi bir ifadeyle, “Bende o ihtiyaçlardan biri miyim?” diye sordum.
Sesimde sahte bir kırgınlık vardı, ama gözlerim onun tepkisini tartıyordu. Vereceği cevap, bir sonraki hamlemi belirleyecekti. Aras, dudaklarıma hafifçe bir öpücük kondurdu, gözlerimin içine bakarak, “Sen başkasın,” dedi.
İçimden, “Neden başka olduğumu henüz bilmiyorsun, Aras,” diye geçirdim. “Ama öğreneceksin. Ve bu, senin sonun olacak.”
Aras, yorganı üzerinden atıp yataktan kalkmaya yeltendi. “Gitmem gerekiyor,” dedi, “Bugün düğün yüzünden Asaf’a bakması için annemi çağırmıştım. Beni merak etmiş olmalı.” Onun bu telaşı, oğluna olan bağlılığı, içimdeki nefreti bir an için gölgelese de, hemen kendimi topladım. Yüzümde nazik bir gülümseme, “Tabii, bir babanın çocuğunu merak etmesinden daha doğal ne olabilir ki” dedim,
Aras yataktan kalkıp giyinmeye başladı. Ben de yatağın kenarına oturdum ve ipek sabahlığımı üzerime geçirdim. Ayağa kalktım, sabahlığımın kuşağını bağlarken, ona döndüm. “Seni bir daha görebilecek miyim?” dedim,
Aras, pantolonunun fermuarını çekerken yanıma geldi. Dudaklarıma yumuşak bir öpücük kondurdu, sıcak nefesi tenimde bir iz bıraktı. “Şüphen mi vardı?” dedi, “Seni ve bu geceyi unutabilmem artık mümkün değil.” Sözleri, içimde bir rahatlama dalgası yarattı. Sanki bu cevap, beni bu gece üçüncü kez orgazma ulaştırmış gibi bedenimi gevşetmiş, zihnimi bir zafer sarhoşluğuna boğmuştu. Beklediğim cevabı almıştım
Onu kapıya kadar geçirdim, keyfim yerinde, adımlarım hafifti. Planlarımın tıkır tıkır işlemesi, içimdeki intikam ateşini daha da körüklüyordu. Bahçe kapısına vardığımızda, sanki yıllardır sevgiliymişiz gibi birbirimize sarıldık. Dudaklarımız birleşti, uzun, derin bir öpücükle birbirimizi tükettik. Onun kollarında, bir an için her şeyi unutmuş gibiydim. Babamın acısını, intikam planımı, Aras’ın suçunu. Öpüşürken, bir korna sesi bahçenin sessizliğini böldü. Aras, dudaklarımdan ayrılarak, “Taksi geldi,” dedi, “Gitmeliyim artık.”
“Tamam, Seni daha fazla oyalamayacağım” dedim.
Bahçe kapısından çıkarken ona el salladım, yüzümde sahte bir veda gülümsemesi. Gözden kaybolana kadar arkasından baktım.
Eve dönünce kapıyı kapatıp sırtımı soğuk ahşaba yasladım, kendi kendime güldüm. “Bu geceden sonra vazgeçilmezin olacağım.”
Hızlı adımlarla salona yürüdüm, konsolun çekmecesinden yedek telefonumu aldım. Rengin’i aramak için sabırsızlanıyordum. Telefon çaldığında, uykulu sesini duydum. “Alo?” dedi, sesi yorgun ve biraz şaşkın. Kıkırdayarak, “İşlem tamam,” dedim, sesimde zaferle karışık bir neşe. Rengin’in sesi anında canlandı. “Yedi mi?” diye sordu, merakla. Gülümsemem daha da genişledi. “Yedi tabii ki,” dedim, sesimde alaycı bir gurur. “Doktor iyi iş çıkardı. Bakire olduğuma inandı, salak.”
Rengin kahkaha attı. “Senden korkulur, kızım,” dedi. “Kızlık zarı diktireceğim dediğinde kızmıştım, ama işine yaramasına sevindim.” Onun bu sözleri, planımın ne kadar ince işlenmiş olduğunu bir kez daha hatırlattı. Doktor, aylardır kurduğum bu oyunun kilit parçalarından biriydi. Aras, benim masum bir bakire olduğuma inanmıştı ve bu, onun zihninde beni unutulmaz kılmıştı. İçimden, “Aptal,” dedim.
Tam telefonu kapatacakken, Rengin, “Dur bir dakika, kapatma hemen,” dedi. “Nasıldı? Zevk aldın mı?” Sesi meraklı, biraz da muzipti. Bir an durdum, Aras’la geçirdiğim her an zihnime üşüştü. Onun dudakları, ağzıyla tenimde bıraktığı izler, o ateşli dokunuşları, içimi her doldurduğunda nefesimin kesilişi… Aklıma geldikçe vajinamda hâlâ o kayganlığı hissediyordum. “Ateş gibiydi. Adam sekste on numara,” dedim, sesimde istemsiz bir hayranlık. Onun kollarında kaybolduğum anlar, bedenimin her zerresinde hissettiğim o yoğun zevk, bir an için zihnimi bulandırmıştı. Ama hemen kendimi toparladım. Aras’la bu anları yaşama nedenim, intikamdı. Rengin’in yorum yapmasına fırsat vermeden, “Ama intikam ateşim kadar yakıcı değildi,” diye düzelttim, “O, benim düşmanım, avım. Ve ben, onun hayatını bir toz yığınına çevireceğim.”
Telefonu kapattım, yedek telefonu çekmeceye geri koydum. Salonda yalnızken, dudaklarımda soğuk bir gülümseme belirdi. “Bu sadece başlangıç, Aras,” dedim kendi kendime. “Babamın ruhu, senin çöküşünü izleyecek.”