İnat

4141 Words
"Bir daha Selin'in yüz metre yakınına bile yaklaşmıyorsun!!" Hırsla adamı bıraktığında onu kendime çektim. En çok şu an istedim ona kimsin sen demeyi. En çok şu an acı çektim; diyemediğim için. Onu sinirlendirmişti. Ama en lanet ettiğim şey ona 'Kimsin sen?' diyememekti. Ama bunu o yapmıştı. Yanlış veya doğru. Yapmıştı işte. "Kimsin sen? Sana ne oluyor?" Uğur acı çeken sesiyle bunları söylediğinde Semih tekrar kolumdan kurtuldu ve oraya doğru yürüdü. Diyebildiğim tek şey, "Aşkım ne olur dur." oldu.  2 gün önce;  Saatlerdir parmağına bakıyordum. Aklımda söylediği sözler vardı. Ciddi anlamda moralim bozulmuştu. Babamlar konuşurken o da bana bakıyordu. Yüzündeki gülümseme çok sinsiydi. Bu bile moralimi bozmuştu. Bize yöneltilen sorulara oldukça kısa cevaplar verip tekrar birbirimize bakıyorduk. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. Bakışımızı tamamen bölen ses; Mehmet amcanın sesi oldu.  "Evet. Allah muvaffak eylesin. Artık kalkalım."   Onları kapıdan uğurlarken, tek tek hepsini öptüm. Semih beni yanağımdan öpmek için eğildiğinde, kendimi geri çektim ama ablamın cimciklemesiyle kendime geldim. Semih'in yüzü düşmüştü. Yinede yanağımı öptü ve sinisi sesiyle;  "Dua et babanlar burada." dedi.  Bu çocuğu yanlış mı tanıdım acaba? Yani benim bildiğim Semih, bana kıyamazdı. Etrafımda olan tehditleri bir bir yok ederdi. Onun yüzünden evde kalacağımı sanardım ama şimdi onunla evleniyordum. O garip gecenin ve aldığım sıcak duşun ardından odama geçtim. Yatağa yatmamla yüzüğüme bakmam bir oldu. Bu yüzük bir bağdı aramızda. Ve aklıma onunla olacak evliliği getiriyordu. Nasıl olacaktı, hiçbir fikrim yoktu. Normal insanlar gibi olabilecek miydik? Sabahları ben kahvaltı hazırlarken yanağımdan öpücek, güzel sözler söylecek miydi? Hayali güzelde, peki gerçek olabilecek miydi? Düşüncelerim bir telefon sesiyle bölündüğünde derin bir iç çektim.  "Efendim?"  Evet, dün sözlendiğim adam arıyordu. Ona ne oldu diyemezdim.  "Niye açmıyorsun. Bir saattir arıyorum." dedi. Histerik bir kahkaha attım.  "Ay o sen miydin? Ben rüya sanıyordum. Ya ne o öyle alıcaklı gibi arıyorsun. Daha afyonum patlamadı benim." Yalandı. Hayal alemine dalan ben telefonun bile sesini duymamıştım. "Ben patlatacağım o afyonu. Neyse üzerini giyin. On dakikaya kapıdayım. Baban sorarsa kahvaltı etmeye gidicekmişiz dersin. Hadi." dedi. Bir insan düzeninin bozulmasına alışabilirdi. Bazen zaman alırdı alışması ama sonunda alışırdı. Bense buna asla alışamayacaktım.  "Ya, olmaz. Sabah sabah nereden çıktı bu?" dedim. Yani daha dün sözlendik, bu gün kahvaltı diyordu.  "Ay çok özür dilerim, sabahleyin akşam yemeği oluyordu değil mi? Kızım delirtme beni hadi kapıya geldim in." dedi. Cevap veremeden kapattı.  Ben de günün Semih'in sesiyle başlamasına  mı yoksa onunla sürecek olmasına mı yanmaya karar verirken üzerimi giyindim. Bu adam bana evlendiğimizde de emir yadırırsa; kaldığımız evden bir tabut çıkmadan huzur bulmazdım her halde.  "Kızım hadi kalk." Babam beni henüz kalkmamış sanıyordu. Üzerimi giyinmiş bir vaziyette görünce şaşırdı. Ben de yanaklarım kızararak "Baba, az önce Semih aradı. Kahvaltı edelim dedi. Bende bir şey diyemedim. Özür dilerim. Gidebilir miyim?" dedim. Babam önce durakladı. Sağ eliyle saçlarını bir süre kaşıdıktan sonra  "Tabiki git kızım. Siz sözlüsünüz. Gidin konuşun anlaşın." dedi. Evden ayrılırken yanağına koca bir öpücük kondurdum. Apartmanın asansörüne bidim ve indiğim anda onu karşımda gördüm. Nefesim kesilmişti. Üzerindeki -yazın sıcağında- giydiği ceketle olsa ile oldukça iyi görünüyordu. Semih her zaman iyi görünümlü bir çocuk olsa da Amerika'ya gidip gelmemin ardından bu görüntüsünü onla çarpmıştı. Beni gördüğünde arkasını döndü ve çıktığı merdivenlerden indi.  "Bende babandan izin alamadın sandım. Şimdi size geliyordum."  Hiç bir şey söylemeden yürümeye başladım. Eğer öyle dursaydık kalp krizinden giderdim. Arabasının önüne geldiğimizde, kapımı açacaktı ki ben beni sabahın köründe kaldırmış olmasını verdiği hırsla kendim açtım ve sertçe kapattım. Semih bir şey yapmadan sürücü koltuğuna geçti. "Araban yeni galiba?" diye sordum. O zaten hep araba değiştirirdi. Maksimum beş ay kulanırdı arabaları. Ve şimdiki arabası öncekilere göre farklıydı. Bir jipti. Mehmet amcaların mali durumu çok iyiydi. Eşi öldükten sonra işleri çok büyümüştü. Ama eşiyle o küçük dükkanda başladığı için orayı bırakmıyordu. Diğer yerlere Semih bakıyordu. Semih arabaya incelediğimi görünce sırttı. "beğendin mi?" Sorusuna biraz daha arabayı incelledikten sonra cevap verdim. "Güzel sayılır, pek senin tarzın değil ama."  Semih sol kaşını kaldırdı. Meraklı bir sesle "neymiş benim tarzım?" diye sorduğunda omuz silktim. "Aman ne bileyim. Hiç jip kullanmazdın görünce şaşırdım."  "Beğendin ama?"  Araba gerçekten güzeldi. Yalan söyleyecek halim yoktu. Bir şey söylemeden kafa salladım. Semih'te yola devam etti. Bir evin önüne geldiğimizde arabayı durdurdu. Büyük bir evdi ve deniz manzarası vardı.  "Neden durduk?" diye sordum. Kahvaltı etmeden çıktığım için kurt gibi açtım, gerçek anlamda önüme çıkacak her şeyi yiyebilirdim. "İçeride öğrenirsin. Hadi." dediğinde; kapımı açtım ve aşağıya indim. O an uzakta olsa da deniz kokusunu aldım. Bizim ev daha yakındı denize, ama şehir içi olduğu için egzoz dumanından kokusunu alamıyorduk. Burası hayaler şehri gibiydi. Arkada orman önde deniz. Bir kez daha İstanbul'a aşık oldum.  Bahçeden içeri girdiğimizde; Semih elini cebine attı. Bir anahtar çıkardı. Beyaz büyük bir kapının önüne geldiğimizde anahtarı; kapıyı açmak için soktu. Ama yanlış anahtar olacak ki kapı açılmadı.  "Hay ben böyle işin. Yanlış anahtarı almışım."   Semih etrafına bakınırken kapının önündeki şifre gibi bir şeyi gördüğüm de, "Şifreyle açsana." dedim.  Semih homurdandı. "Bayan çok bilmiş. Ben bunu nasıl düşünemedim? Bu ev daha yeni yapılıyor ve kapıya şifreli giriş sistemi kurulmadı. Yarın geleceklerdi." Bir an düşündüm. Bu ukala tavırları olmasa belki ona aşık olabilirdim.  Hadi ama ne diyorum ben, eğer böyle olmasaydı kesinlikle ona aşık olurdum. Çünkü Semih her zaman düşünceli bir insan olmuştu. Biz sürekli tartışsakta diğer insanlara karşı sorumluluk sahibiydi, çalışkandı, akıllıydı, yakışıklıydı, karizmatikti... kısacası her kızın hayalini süsleyebilirdi. Ama bizim yıldızımız barışmıyordu işte. Bu zorlamayla nereye gidecekti yolumuz bilmiyordum.  "E ne yapalım. Dönelim o zaman." Dediğimde bana döndü ve, "O kadar yolu boşuna gelmedim camdan gireceğiz." dedi. Gözlerim kocaman olurken, o hareketlenmiş ve bahçedeki; neden orada olduğunu bilmediğim bir sandalyeyi alıp küçük bir camın önüne getirmişti. Ona sadece şaşkınca bakıyordum.  "Affedersin ama niye öküzün trene baktığı gibi bakıyorsun?" Semih'ti bu işte. Onun için düşündüğüm iyi şeylerin hepsini bir bir yıkardı. Ben de arkasında bakakalırdım öylece.  "Affedersin ama niye aptal gibi davranıyorsun?" O nerden çıktı bu der gibi bakıyordu. Tam konuşucaktım ki, sandalyeye basıp, camı açıp içeri atladı. Ufak bir 'ah' sesi duydum. Koşarak oraya gittiğimde sandalyeye çıkıp içeri baktım. Yerde iki seksen yatan bir Semih buldum.  "İyi misin?" Semih'in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Canının yandığı her halinden belliydi.  "Sence? Neyse hadi gel." Beni o camdan atlamaya davet etmişti.  "Yok canım ben çanağımı kırmak istemiyorum." dedim. Buradan içeri atlamak için boyumun Semih kadar olması gerekirdi ve Semih bile düşmüş kendini yaralamıştı. "Ya sence niye önce ben atladım? Atla hadi tutucağım ben seni. Kırmazsın çanağı falan." Kafamı camdan çektiğimde bir iki saniye düşündüm. Bu camdan atlayacaktım o da beni tutacaktı. Canıma kastı falan mı vardı bu çocuğun.  "Ya hadisene. Ne düşünüyorsun." dediğinde ona itiraz etmemim bir anlamı olmadığını biliyordum çaresiz içeri bacağımı attım. Cam yuvarlak ve küçüktü. "Ya Semih ben sığmam buraya."   "Ben sığdım Selin. Hadi." dediğinde gövdem içerideydi. Önce bacağımı atıp nasıl gövdemi soktum anlayamamıştım. Çok dikatli olmaya çalışıyordum. En ufak bir hata ölmek demekti. Uyursan ölürsün. Sende, sende. Uyursan hepiniz ölürsün. Bu replik kafamda çalmaya başlamıştı sırf şu an olanı düşünmemek için aklımı başka başka şeylerle dolduruyordum. "Ya hadi. Sanki devlet meselesi." diyerek tüm heycanımı bölen Semih; ardından yaptığı hareketle ödümü tam anlamıyla çarşamba pazarına çevirmişti.  "Kolaysa gel sen i-- Ah!"  Sözümü tamamlatmayan Semih, üstüne üstlük beni aşağı çekmişti. Ve ikimizde yeri boylamıştık. Şu an ben onun üzerindeydim ve o benim altımdaydı. Koları beni sarmıştı. Yüzlerimiz çok yakındı. Korkudan mı? Bilmiyorum ama titriyordum. Tabii bu şeyi bozan Semih oldu.  "Ya sen kaç kilosun? Üzerimden kamyon geçti sandım."  "Öyle çekersen böyle olur tabi. Bir kere ben 51 kiloyum herkes bana cılız der. Ama sen? Sanırım popomu kırdım." dedim. Kahkaha attı. Ben onun üzerinde olduğum için inip kalkan göğüsü ile hareket ediyordum. Gülüşünü alttan izlediğimde daha önce bu gülüşü nasıl göremedimimi düşündüm. Buradan bakınca çok daha güzel görünüyordu. Şuan onu gülüşünden öpmek istedim ama bende o cesaret ne gezer. Hemde can düşmanım bildiğim bu adama karşı.  "Ya üzerime düştün. Pamuklu yataktan farkım yok. Hadi bir yerini kırdın diyelim emin ol orası kıçın olmaz. Bari yalan atarken biraz düşün. Kıç üstü değil, yüz üstü düştün." dedi, bay çok bilmiş. Bir an konuşmasına bu şekilde devam ederse kendimi kaybedeceğimi düşündüm. Hemen üzerinden kalktım. "Üf tamam uzatma. Niye sabahın köründe beni uyandırdın? Bu aç halimle buralara kadar getirdin?"  Semih'te ayağa kalkıp üzerini düzeltti. Sonra elimi tutup yürümeye başladı. Ben elimde bir anda tutuşan aleve odaklanırken o daha önce duymadığım bir ses tonuyla "Evlendikten sonra oturacağımız evi görmen için. Yani ben sonra göstereyim diyordum ama babam götür gelinimi diye yalvarınca. İşte gör bir." dedi.  İçeriye baktığımda hayalimdeki evi gördüm.  "Babam istemezsen başka bir yer alırız dedi. Bu evi annemle ben doğduğumda yapmışlar ama hiç oturmamışlar. İçini görüyorsun zaten hiçbir şey yok. Kaba inşaat kalmış öyle. İstediğin gibi döşeyebilirsin. İstemezsen de kafana göre takıl." dedi.  Bunu o kadar umursamaz söylemiştiki sanki sadece ben evleniyordum. Ona göz devirip içeriyi dolaşmaya başladım. Arkamdan geldiğini hissedebiliyordum.  "Ama hızlı karar ver. Yoksa düğüne kadar yetişmez. Baban ve babam bir an önce düğünü yapmayı kafya koydular. Nişan üç hafta sonra düğünüde nişandan bir ay sonra yaparız diyorlar." dedi. Yutkunamadığımı hissettim.  "Ya ne öyle atlı kovlar gibi. Biraz bekliyelim. Nişan için bile erken." zihnimi dolduran onca şeyi bir kenara itip hayranlıkla evi dolaşmaya devam ettim. O da bana bir şey demeden peşimden geldi.  "Sevdin mi?" diye sordu. Nasıl sevilmezdiki? Çok güzel bir evdi. İçerisi kaba inşaat kalsada güzeldi. Şimdiden içini düşünmeye başlamıştım.  "Sevdim. Güzel evmiş."  "O zaman burası. Evlendikten sonra burada kalıyoruz." dedi.  Evlendikten sonra demesiyle kendime gelmem bir oldu. Biz normal bir çift değildik ama şu an normal insanlar gibiydik. Bu çok güzel bir duyguydu ama gerçekler her zaman ağır basardı bende.  Ona cevap vermemiştim ve beraber evi dolaşmıştık. İlk olarak alt kattaki salona baktık. Kapı direk oraya açılıyordu zaten. Hemen karşısında mutfak vardı, salonla birleşik olan. Salonun sağa bakan tarafında denizi gören büyük bir cam ve harika bir manzara vardı. Buraya iki sandalyeyle, iki aşık çok güzel vakit geçirirdi. Heleki yakında olan bir şömine varken. Ama birbirine aşık bir çift olmadığımız için bu pek mümkün değildi. Alt katta bulunan banyo ve iki odaya daha baktık ve yukarı çıkmak için merdivenlere gittik. Merdivenler dedim çünkü iki yandan olan bir merdivendi. Ben bir yandan o bir yandan çıktık. Birleştikleri noktada kalan dört basamağıda beraber çıktık. Hemen karşımdaki boşluğa bakmaya gittim. Burası aşağıyı görüyordu. Salonu ve mutfağı. Bu eve cidden aşık olmuştum. Önümde korkuluk olmadığı için daha fazla yaklaşmadım ve ikiye ayırlan koridorun soluna doğru gittim. Bu tarafta iki oda vardı ve ikiside çok güzeldi. Biri deniz görüyordu diğeri ise orman. Odalardan çıktıktan sonra balkon gibi gözüken yere açılan kapıya gittim. Koskoca bir terastı burası. Hem deniz hem orman görüyordu. Oraya hayranca bakarken gözlerim karardı. Açtım ya ben. Bu geziyi hızlıca bitirip yemek yemem lazımdı. Terastan çıkıp öbür tarafa doğru yürüdüm. Bu taraftada iki oda vardı. Biri çok büyüktü. Deniz görüyordu. Ve çok güzeldi. Diğeri ise biraz küçüktü öbürüne göre ama yinede büyük bir odaydı. Oda yine ormana bakıyordu. Bu kata bulunan dört odayada aşık olmuştum. Hepsinin banyosu vardı. Büyük ve güzellerdi. İkisi deniz. İkisi orman görüyordu. Ve şu maviyle yeşili birleştiren teras. O zaten harikaydı.  "Şu büyük olan bizim yatak odası olur." dedi Semih. Yatak odası dedi. Bizim yatak odası. Hala onunla evlenebileceğimi düşünemiyordum. Ona cevap vermenden merdivenlerden inmeye başladım. Çünkü kesilen nefesimi düzeltirken konuşursam değişik bir yaratığa benzerdim benzerdim.  "Hop daha bitmedi nereye." dedi. Acıkmıştım ve bıkkın bir sesle; "Ya daha ne var. Bitti işte." diye mırıldandım.  "İzle beni."  Koridorun sağ tarafının sonuna doğru geldi ve havaya uzandı. Bir şeyi çekti ve tavandan bir merdiven çıktı. Ben ona şaşkınca bakarken oda bana bakıyordu.  "Gel. Burayıda gör." Elini uzatmıştı. Yüzünde sıcak bir gülümseme vardı.  Oraya doğru gittiğimde bir tavan arası gördüm. Sıradan bir tavan arası değildi. İki yuvarlak cam vardı yan taraflarda. Tam tepedede bir tane daha. Ve çok güzel ışık alıyordu. İşte benim gizli yerim. Burayı şimdiden nasıl bir şeye çevireceğimi biliyordum. Ama önce yemek yemeliydim. Semih benim oradan hızla uzaklaşmama homurdanmıştı. Beğenmediğimi falan düşünüyor olabilirdi ama ben açlıktan ölüyordum.  Merdivenlerden hızla inip içeri girdiğimiz camın önüne geçtim.  "Bay çok bilmiş. Dışarı nasıl çıkacağız acaba. Bizi aydınlatırsanız makbule geçer."  Semih bir süre yüzüme baktı. "Sana Amerika yaramamış Selin." diyerek kapıya doğru yürüdü. "Kapıdan çıkabiliriz." bir an afalladım. O kapıya doğru yürüyüp kapıyı açtı ve dışarı çıkacaktı ki onu kolundan tutup kapıyı kapattım.  "Ya nasıl bir psikopatsın acaba. Madem kapı açılıyor neden beni buradan indiriyorsun. Ya bir yerimi kırsaydım."  "Amaç buydu ama ne yaparsın kırmadın işte. Kırmanı umardım. Düğün biraz ertelenirdi azıcık vakit kaz-" bir an sustu pot kırmış gibiydi ama lafı toparladı. "-anırdık evin bir sürü eksiği var yetişmez diye." Ama bana yetmemişti. Beni istemiyordu işte. Ağızından kaçırsada düğünün ertelenmesini istiyordu.  "Ya madem sende istemiyorsun, ne diye evlilik konusunda ıs-" Ah evet beni susturan şey onun beni öpmesi oldu. İlk başta dondum. Sonra kendimi hemen geri çektim. "Ya, aptal herif ne yapıyorsun. Vallahi taciz ediyorlar diye bağırırım. Bu ne cüret. İğrenç şey. Öğy kusucam şimdi. Çık şurdan. Bir daha sakın bunu yapayım deme." Ne diyeceğimi bilemediğim için ağzıma geleni saymıştım. Aslına bakarsak bunu beklemiyordum. Semih ve ben öpüşmüştük. Şaka gibiydi olmayacak bir anda en olmayacak şekilde hem de. Arkamı dönüp sinirle yürürken ayaklarım titriyordu. Ah bir de bu adamla evlenecektim. Kapıdan hızla çıkarken oda peşimden geldi. Yüzüne bakamayacağımı sandım ama ben Selin'dim. Öyle bir bakardım ki bir daha asla beni öpmezdi.  "Yakında evleneceğin adamın öpüşüne karşılık vermiyorsun. Senle uğraşacağız belli."  Sonları doğru olan konuşması yüzümü kızartmıştı. Ya ben çok fesattım, yada o çok iyi niyetli? Ve konuşmasının başı. Onunla evlenmek, onun olmak. Aslında yakışıklıydı. Nefesimi kesen beni afallatan bir şey vardı onda. Kavga ettiğimiz zamanlarda iyiydim ama ben ona hiç o gözle bakmamıştım. Cevap vermeyip arabaya bindim.  Beni öptüğü o iki saniye gözümden gitmiyordu. Ve bir şeyler onu tekrar istiyordu. O anı. Arabayı sırıtarak kulanırken ışıklarda durdu.  "Sahil mi? Tepe mi?" diye sordu.  "Ha?" Sorusuna anlayamamıştım. Acaba daha öncede konuşuyor muydu? Öyle bir dalmıştım ki. "Kahvaltı diyorum. Nerede yapalım. Sahil mi? Tepelerde güzel bir yer mi?" sedi.  "Aslında evime bıraksan iyi olur." dedim. Eve gidip yalnız kalmalı kafamı dinlemeliydim.  O an hızla gaza bastı ve dağ yoluna girdi. Toprak arabanın hızla dönen tekerleriyle tozu dumana katarken Semih "Seçme şansınızı kaybettiniz. Benim insiyatifime kaldınız." dedi. Ben zaten açtım üstüne bir de hızlı giden araba iyice midemi bulandırıyordu. "Ya evime bıraksana beni."   "Kusura bakma seni kahvaltı için aldım. Ve görevlerimi tam yaparım ben. Kahvaltı edelim bırakacağım." dedi. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından çok güzel bir dağa gelmiştik. Bir kaç insan olması beni rahatlatmıştı. Onunla baş başa kalmayacak ve bir saat önce olanları konuşmayacaktık.  Eski tahtadan bir eve girdik. İçeride bizim gibi kahvaltı eden çiftler vardı. Biz de onunla çift olarak görülüyorduk dışarıdan. Ama çift miydik? Buna akıl sır erdiremiyordum.  "O, Semih kardeşim hoşgeldin." dedi uzun şaçlı bir adam.  Semih'te "Hoşbulduk." diyerek karşılık verdi. "Semih dediğin gibi en güzel yeri ayarladım yengeyle sana."  Buraya geleceğimizi önceden ayarlamıştı. Ve bana o çocuk yenge diyordu. Yenge, Semih'in sözlüsü olarak yenge diyorlardı bana. Çok kaba bir tabirdi. Rahatsız ediciydi.  O adamın peşinden merdivenlere geldik ve bizi yukarı çıkardı. Üzeri dolu olan bir masaya oturttu. Yemekler çoktan hazırlanmıştı. Bana sahil mi, dağ mı diye sordu ya sahil deseydim, o zaman buraya gelmeyecek miydik? Çocuk kandırır gibi seçimi bana sunmuş sonra da istediğini mi yapmışı şimdi? Bunu sormayı unutmadan etrafıma baktım.  Önümde çok güzel bir masa, karşımda masmavi deniz, arkamda oraman. Burası çok güzeldi. Maramara resmen bize bakıyordu.  "Eh hadi. Soğutmadan yiyelim. Bu gün dinlen yarın nişan alışverişi var." dedi. Bir an Semih'le eskiden olduğu gibi oyun oynuyoruz sandım. Bir yabancıyla evleniyor olsaydım ona bu kadar kısa sürede alışamazdım ama söz konusu Semih olduğunda bu mümkün olmuyordu. Onu biliyordum, ona alışıktım. Şimdi de canımız sıkıldığında oynadığımız oyunlar kadar hızlı bir şeyler yaşıyorduk. Bazen çok rahatsız ediciydi bazense çok eğlenceli. Bu düşünceler zihnimi doldururken hiçbir şey demeden yemeğe başladım. O kadar açtım ki. Neredeyse on dakikada tabağıma doldurduğum şeyleri süpürdükten sonra yavaşlamıştım. Keyifini çıkarıyordum artık.  Keyif kahvaltısına geçtiğim için etrafı da süzmeye başlamıştım. Bu katta bizden başka kimse yoktu. Bu kadar hazırlık cidden bir plan gerektirirdi. Bu beni gülümsetirken sorduğum sorunun cevabını bilmiyordum.  "Ya sahil deseydim? Sahilde de mi hazırlık yaptın?" diye sordum. Güldü ve bir zeytin attı ağızına. "Seni niye öptüm sanıyorsun güzelim. Benimle kalmak istemeyeceğini, evine gitmek isteyeceğini söyleyeceğini biliyordum. Ve karar bana kalacaktı. Unutma seni senden iyi tanırım ben."  Bu sözü dinlerken dişlerimi sıkmıştım. Beni bu yüzden öpmesi. Oysa ben neler düşünüyordum. Hışımla masadan kalktım. O beni bu kadar iyi tanırken ben onu tanımıyordum. Neden sinirlendiğimi anlayan Semih, "Bir gün gerçekten öperim bu kadar sinirlenme." dedi. Bu kadarı çok fazla oluyordu. Bir şeyler yapmak istedim. Bunu ona ödetmek istedim. "Sen iğrençsin. Unutmaki seninle sevdiğimden değil babam yüzünden evleneceğim. Kalbimde hiçbir zaman yerin olmayacak. Ne yaparsan yap." dedim. Merdivenlerden inerken peşimden geliyordu. Kolumu tuttu ve beni kendine çekti. Bir şey söyleyecekken aklıma gelen fikirle  kolundan kurtuldum ve merdivenleri geri çıktım. Evet beni gafil avlamıştı ama bu demek değildi ki ben onu sinirlendiremezdim. Şaşkınca arkamdan bakarken, gelen ses ile arkamdan geldiğini anladım. Masaya oturduğumda bana şaşkınca bakıyordu."Otursana sevgili sözlüm."  Dediğim şeye şaşkınca bakmaya devam ederken oturdu. "Yesene, hadi ama sözlümün böyle olmasını istemiyorum. Yakında nişanlanıcağız biz hadi. Kilo kaybetmeden ye." dedim. İçim ağlıyordu ama dışıma göstermiyordum. "Selin ne yapıyorsun?" dedi. Bu sefer beni anlamamıştı. Zaten istediğim şeylerden biride buydu. Diğeri ise daha can acıtıcı.  "Aa, ne yapıyorum sözlümle kahvaltı ediyorum. Hadi et kahvaltını." dedim. O bir şey demeden kahvaltıma geri döndüm. Bir yarım saat daha oturduk ve ben saman gibiydim. Cansızdım. Robot gibi. Hesabı ödedikten sonra kalkıp arabaya gittik. Arabayı çalıştırdı ve eve doğru yol aldı. Hiç ama hiç konuşmuyordum. Bizim evin önüne geldiğimizde arabayı durdurdu ve bana baktı. Yanağına bir öpücük kondurdum. Hissizce ve ağırdan. Geri çekilirken elimi tutu ve beni kendine çekti. "Ne yapıyorsun sen?" dedi. Güldüm. "Babama verdiğim sözü yerine getiriyorum. Sende bunu istemiyor musun?" dedim. Ne yaptığımı hala anlamamış olacak ki; saf, saf yüzüme bakıyordu.  "Senin istediğin gibi işte. Senin yanındayım. Hep bu böyle kalacak. Evlendikten sonrada. Asla ama asla gerçek Selin olmayacağım. Beni istediğin yere götürmen için öpüp sinirlendirmene gerek kalmayacak. Hep senin istediğin olacak. Ben sadece babama verdiğim sözü tutmanın verdiği rahatlıkla biricik kocama sadık kalacağım-burda sesimi inceltmiştim- ve onun sözünden çıkmayacağım. Nasıl robotun olmam hoşuna gitti mi? En başından beri böyle olsun istemiyor muydun?" dedim. Dün sözde dediği, bu gün yaptığıyla böyle bir karşılık vermem kaçınılmazdı. Ona kimsin sen diyemezdim. Bende böyle derdim demem gerekeni. Çünkü o beni tanıyorsa ben de onu tanıyordum. Küçüklüğümüzden beri beni sinirlendirdiğinde ona karşılık vermem hoşuna giderdi. Bunu çok geç fark etmiştim ancak şimdi karşılık verip onu sevindirmeyecektim.  "Selin.-" dedi. "Dur, dur, daha bitmedi. Bir şey söyleme. Sana bundan sonra kimsin sen diyemeyeceğim için böyle yapacağım. Sakın unutma Semih, asla Selin için gerçek biri olmacayacaksın." dedim ve hızla arabadan indim. Asansörü es geçerek merdivenleri koştum. Maraton koşum altıncı katta son buldu ve kapıda kalbimi bastırdım. Gözümün doluluğunu boşaltıp kapıyı hiçbir şey olmamış gibi çaldım.  "Hoşgeldin kızım." dedi halam. Onu öptükten sonra salona geçtim. Babam bana gülerek baktı. Onun bu hali için bile bu çileye katlanılırdı.  "Nasıl geçti günün, ne yaptınız? Kahvaltı diye gittiniz akşam oldu." dedi. Akşam falan olmamıştı. Ama saat ikiydi. "Hiç baba. Evlendikten sonra kalacağımız evi gösterdi. Ondan biraz geç kaldık." dedim. Babam mutluluğunu gülerek belli ederken bende gülüyordum. İçimdeki savaşı gülerek bir tarafa kaybettirdim. Zaten o taraf çok güçsüz ve yalnızdı.  "Ben üzerimi değiştirip geliyorum." dedim ve odama girdim. Üzerimi değiştirip babamın yanına geri döndüm ve kolarına girdim. Burası bana huzur veriyordu. Babamı her şeyden çok seviyordum. Onu kaybetmek istemiyordum. Günün koşuşturmasından unuttuğum her şey geri gelmişti. Gözümdeki yaşı sessizce bırakmaya çalıştım. Başarısız oldum. Babam yüzümü kaldırırken onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. "Ne oldu kızım?" derken gözümdeki yaşlar daha hızlı akmaya başladı. "Baba ne olur gitme." diyebildim. Onun gittiğinin düşüncesi bile kötüydü. Ama ne yaparsan yapayım bir gerçek vardı. Babamda beni annem gibi bırakıp gidecekti. Bu aniden olsaydı canımı yakardı ama tedavisi olmayan bir hastalık insanın bu hisse alışmasına yardım etmiyordu aksine daha çok can yakıyordu.  "Ağlama. Bir gün hep beraber orada olacağız. Sadece sıramızın gelmesi lazım. Ben senden 38 yaş büyüğüm. Annenle gönlümüzce yaşadık. Mutlu olduk. Sonra ilk evladım oldu. Abin. O zaman 30 yaşındaydım. Annende 28 yaşında, onunla abini büyütürken üç yıl sonra aramıza ablan katıldı. İlk kız evladımı bağrıma bastım. Bu mutlulukları yaşadım. Annenle büyük bir aşkla beraber yaşadığım bu şeyler benim için yetti derken, 5 yıl sonra annenin tekrar hamile olduğunu öğrendik. Sonra sen geldin. Bunu hep söyledim ve hep kıskandılar seni kardeşlerin. Sen hepsinden farklıydın, yufka yüreğin varken yeri geldiğinde sert olurdun. Beni öyle çok severdinki annenle bile paylaşamazken kardeşlerini hiç yaklaştırmazdın. Annen öldüğünde, özeliklede seni yanlız bırakmamamı söylemişti. Çünkü sen o zaman daha sekiz yaşındaydın. Seni büyüttüm ve bu günlere kadar getirdim. Şimdi sıra sende. Sende hayatını yaşayacaksın ve kendi çocuklarını büyüteceksin. Bu bir bayrak yarışı kızım. Bir gün sende bayrağını devredeceksin. Ama bana söz ver, bir gün öldüğümde kendini sakın harap etme. Ben annene söz verdim. Kimi zaman ağlıyorum evet ama hiçbir zaman yıkılmadım. Sende söz ver." dedi.  Ağlayarak babama sarıldım. Onun varlığı benim en büyük hazinemdi. Elimde olsa bu zamana kadar yaşadığım 23 yılın hepsini babamla geçirirdim.  "Söz." dedim. Ama bu dediklerinin ne kadarı doğru olurdu bilmiyorum. Beni sevmeyen bir adamla evlendiğim yetmiyormuş gibi çocuk yapamazdım. Onun olabileceğim bile aklımdan geçmiyordu. Belki oda beni istemiyordu ama söylemiyordu. Oda benim gibi baba zoruyla evlendiriliyordu. Bu düşüncelerle gözyaşlarım hızlanırken Beni sıkıca sardı ve, "Her şey senin için güzel meleğim. Hep mutlu ol." dedi. Ona daha sıkı sarıldım. Sonsuza kadarda sarılabilirdim... Akşam olmuştu ve biz hala babamla oturuyorduk. Artık ağlamıyordum çünkü babam bana komik hikayelerini anlatıyordu. Buna halamla eşide dahil olmuştu. Yarın onları Bursa'ya uğurluyorduk. Ama haftaya tekrar geleceklerdi. Ve bu kez hemen yan daireye taşınacaklardı. Halam abisinin yaşadıklarından sonra ondan ayrılmak istememiş her şeyini toplayıp buraya yerleşme kararı almıştı. Bir kaç saat daha oturduk. Saat epeyce geç olduğunda uyumak için odama gittim. Uyukum kaçmıştı. Sabah olanları babamla konuşurken unutmuştum ama şimdi tekrar beynimi dolduruyorlardı.  Beni çok iyi tanıması ilgimi çeksede dediği şey sinirimi bozmuştu. O beni istemiyordu. Benim ona eskiden dediğim lafları bana yedirtmeye çalışıyordu. Ve bal gibi yiyordum. Bu devamda edecekti. Oysaki tek istediğim beni seven biriyle olmaktı. Semih'se geçmişin hırslarını karıştırıyordu her şeye...  "Ablacığım mavi elbiseni giyinsene. Niye siyah tulum giyiniyorsun. Nişan alışverişine gidiyoruz cenazeye değil."  Bu gün nişan alışverişine gidecektik ve ben ablamın dediği gibi simsiyahtım. Onun dediğini dinlemedim ve simsiyah kıyafetlerimle aşağı indim. Semih geldi ve alışveriş için yola koyulduk. Alışveriş yapmaya başladığımızda; ablam olmasa hiçbir şey almayacaktım. Ne gösteriyorlarsa evet diyordum.  Alışveriş son bulduğunda; Semih'in isteği üzerine ablamı eve bıraktık. Semih arabayı sahile götürdü. Hiçbir şey dememiştim.  "Ne yaptığını sanıyorsun?" dedi. "Ne yapıyorum ki? İşte istediğin gibi."  "İstediğim bu değil Selin."  Ona cevap vereceğim sırada telefon çaldı. Konuşması bittiğinde yüzüme bir şeyler diyecek gibi bakıyordu. Bense bezgin bir yüz ifadesiyle bu günün bitmesini umuyordum. Bir şey demeyip beni eve bıraktığına sevinmiştim çünkü konuşacak halim yoktu.  Eve geldiğimde yatağıma yattım ve ağlamaya başladım. Böyle ot gibi sonsuza kadar yaşayacaktım. Onunla evli olmak vardı işin bir ucunda. Bir yere sürükleniyorduk ve o yer hayır mıydı şer miydi bilmiyordum. *** "Tamam geldim patlama." Bu gün nedenini bilmediğim bir şeyden dolayı benimle buluşmak isteyen Semih yüzünden erkenden kalktım. Babama haber verdikten sonra aşağıya indim.  "O eteğin yarısını yedin mi? Kahvaltı etmeye götürüyordum seni." dedi. "Ha ha ha, bay komiğin neşesi yerinde." dedim ve arabaya binidim. O da gülerek arabaya bindi ve sahile bizi götürdü. Güzel bir restoranda durduk. Kapımı açtığında şaşırmıştım. Ben ona olan tavırlarım, gereksiz atar yaptığım telefon konuşmalarımın sonunda benden bezer diye düşünmüştüm. Ama o son derece sakindi. Beraber restorana girdik. Güzel bir masaya oturduk ve kahvaltı etmeye başladık. Hiç konuşmamıştım. Bana nişan yerini soruyordu. İsteksiz ve kaçak cevaplar veriyordum.  "Sahilde yürüyelim biraz." dedi kalkarken. Sesinde garip bir yorgunluk vardı. Acaba bir şey mi olmuştu? Neden garip davranıyordu ki? Bu haline kafayı takmış sessizce kafamı sallarken ve sahile gitmek için ayaklandık. Aramızda ufak bir mesafe vardı. Kolarımız sürtüyordu ama elimi tutamıyordu.  "İstediğim şey bu değil." dedi Semih. Ona döndüğümde, oda bana döndü. "İstediğin şey ne Semih?" Tam bir şey söylecektiki yan taraftan bir ses geldi. "Selin?" Bu Uğur'du. Üniversitede Semih'ten benimle konuştu diye dayak yemişti. Sonra ben Semih'e haddini bildirip göndermiştim.  "Uğur." dedim yapmacık bir şaşkınlıkla. Semih sinirden elerini sıkıyordu. Ona ne oluyordu? Diyemezdim tabii. "Ah seni öyle çok özledim ki. Amerika'ya gittiğini duydum. Amerika'ya gittim döndüğünü söylediler. Şimdi sizin eve geliyordum. Ama şansa bakki seni yolda gördüm. Nasılsın?" diyip sarıldı. "İyiyim." derken kollarından kurtulmaya çalışıyordum.  "Belli zaten çok harika görünüyorsun." dedi. Sonra Semih'e baktı ve tekrar bana döndü. "Bu adam? Ne alaka?"  Semih zaten yanımda sinir küpüne dönmüştü. Bu sözlerin ardından patlamak üzere olan bir nükleer bombaya dönmüştü. İşte o an ne olduysa oldu. Zaten sinirli olan Semih'i havada gördüm ve bir kaç saniye sonrada Uğur'un üstünde. Onu çektim ama kolumdan kurtuldu. Uğur'u yakasından tutmuş burnundan soluyordu.  "Bir daha Selin'in yüz metre yakınına bile yaklaşmıyorsun!!" Hırsla adamı bıraktığında onu kendime çektim.  En çok şu an istedim ona kimsin sen demeyi. En çok şu an acı çektim; diyemediğim için. Onu sinirlendirmişti. Ama en lanet ettiğim şey ona 'Kimsin sen?' diyememekti. Bunu benim yerime Uğur yapmıştı. Yanlış veya doğru. Yapmıştı işte. "Kimsin sen? Sana ne oluyor?" Uğur acı çeken sesiyle bunları söylediğinde Semih tekrar kolumdan kurtuldu ve oraya doğru yürüdü. Diyebildiğim tek şey, "Aşkım ne olur dur." oldu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD