Yüzük

2704 Words
Bir zamanlar her çocuk gibi düşler kurardım. Herkes gibiydim işte ben de. Bazen fazla konuşan bazen olması gerekenden de çok yaramazlık yapan bir kızdım. Ancak o zamanlar böyle davranarak kendimi korumaya çalıştığımı bilmiyordum. Tıpkı şimdi yaptığım gibi. Hislerimi bastırabilmek için kendimi yorar, onları farklı formlara sokar kendimi kandırırdım. Basit bir savunma mekanizması. Ancak hep korurdu beni.   O günde babama ne dediysem ikna edemiyordum. Hadi onuda geçtim; benle müttefik olan halamla ablamı bile ikna edemiyordum. Evlenmeyi kabul etmiştim, ama onunla evlenemezdim. O beni hep sinir ederdi. Lisedeyken, üniversitedeyken çıktığım bütün çocukları dövdüğü için; kimse benimle konuşmak bile istemiyordu.  Kas yığını, beyin yoksunu herifin tekiydi. Onunla evlenmek; ölüm fermanını kendi elerinle imzalamak gibi bir şeydi. Babamı ikna etme çabalarımdan bir şey çıkmayacağını anladığımda, odama gittim. Semih'le inat olmadan konuşursam onu ikna edebilirdim.  "Alo." Semih bir kaç saniye cevap vermedi.  "Selin. Müstakbel kocanı mı özledin?" Al işte birde buradan yak. Bu çocuk sırf beni sinir etmek istiyordu. Her şeyi dalgaya vuruyordu ancak o zamanların üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hiç mi olgunlaşmamıştı? Dalgasını ettiği şey ona şaka mı geliyordu?  "Nerden senin-" durdum, konuşmamın amacı onu sinir etmeden ikna etmekti. "Iı, yani ben seni şey için aradım Semih. Baban beni istemeye gelecekmiş sana. Yani eğer babanı ikna edemiyorsan ben konuşurum." Bu iyiydi. Semih'in küçükken ne zaman başı sıkışsa hep yardım ederdim. Bu yardım teklifimi de kabul edecekti elbette.  "Senle evlenmeyi ben istedim."  İşte bu beklemediğim bir tepkiydi. Semih, her gün kavga ettiğim çocuk benle mi evlenmek istiyordu. Güldüm. "Be-benimle evlenmek. Haha, ufak atta civcivler yesin. Sen benden nefret edersin be-" İlk başta keklesemde sona doğru düzeltmiştim. "-bak korkma, yani Mehmet amcaya ben istemiyorum derim. Babamada sen, al sana bitti."  "Ha-ha-ha, ben ve korkmak. Bir düşün istersen. Ya ben istiyorsam?"  Beni istemek ve o. Onu yumuşak dille ikna etmekten vazgeçmem kötü olmuştu. Ama olsun, şimdi olsa şimdide yapardım. Çünkü yıllardır hakkettiği sözlerdi bunlar.  "Ya bir git. O yüzden mi ikide bir bana çirkin, salak, senden bir şey olmaz diyip diyip duruyordun? Şimdi ben istemiyorum diye dimi. Hep senin istediğin oluyor zaten. Bir kere ya, bir kere benle inatlaşmasan. Bak sana son kez söylüyorum. Seninle ev-len-me-ye-ce-ğim." Bu hafif bile kaçmıştı o anki sinirimi kusmama.  "Evet. Kazanan hep ben olacağım. Ve sevgili müstakbel eşim, düğünümüz kısa zamanda olacak." dedi. Bu neydi şimdi. Meydan okuma falan mı? Telefonu kapattığında sinirden ağlıyordum. Yine ve yine onun istediği olmuştu. Ona olan nefretim çığ gibi büyümeye devam ediyordu. Hem de bu kez olması gerekenden de çok ileri gidiyordu.  Bir kere ya, bir kere benle inatlaşmasa. "Selin, hadi gel temizliğe yardım et."  Sinirlerimin bozukluğu üstüne bu lafta gelince artık iyice patladım. Odamdan çıkıp ablamların olduğu yere doğru gitmeye başladım. Mutfakta dolapları siliyorlardı. "Al şu bezi. Hadi bakmasana öyle." dedi halam. O kadar işle meşgullerdi ki yüzümün ağlamaktan kızardığını anlamadılar. Bezi elime almadım ve su dolu kovayı boşalttım.  "Ya, kızım ne yapı-"  "Asıl siz ne yapıyorsunuz. Ya kafayı mı yediniz? Evlenmeyeceğim. Babama bir söz verdim ama bu Semih'le evleneceğim değildi. Ölsemde Semih'le evlenmem tamam mı? Şimdi gidip aynı şeyleri babama söylüyorum." dedim. Halamla ablam peşimden gelirlerken babamın olduğu yere doğru gittim.  "Baba-"  Kapıdan içeri girer girmez babamın yerde olduğunu gördüm. Bizi büyüten, hep arkamızda duran insanların asla yıkılmayacağını düşünürüm. Onlar hep güçlü olmak zorundalarmış gibi gelir bize. Ancak acı gerçekler bazen olması gerektiğinden de erken çıkar karşısına. Yer de uzanan babamın yanına koşarken içimde bir alev yanmaya başlamıştı. Zihnim bu olayın gerçekliğini kabul etmemekte diretiyordu. Babamın kafasını ellerimle kaldırdım.  Ablam ambulansı ararken bende babamı dürtüyordum. Ama uyanmıyordu.  "Baba, lütfen aç gözlerini baba. Ne olur. Nerede kaldı bu ambulans?"  Ben bağırarak bunları söylerken ambulans gelmişti. Babamı sedyeye koyup evden çıkardılar. Aşağıya indiğimizde bütün mahallenin bizim apartmanın önünde olduğunu gördüm. Babamın elinden tutarak abulansın önüne geldiğimizde ambulansa almadıkları için dışarıda kaldık. Babamın elini bırakırken sadece 'lütfen gitme' diyebildim. Mahallede bir telaştır koptu. Herkes seferber olmuştu. Burası böyle bir yerdi işte, birinin acısı herkesin acısıydı. Ben bulduğum ilk arabayla herkesi geride bırakıp babamın peşine takıldım. Ambulans yoğun İstanbul trafiğini yarıp geçerken biz de arkadaki arabada takipteydik. Sonunda vardığımızda Babamı ameliyathaneye aldılar ve kapıyı kapattılar. Bu kaçıncı yalnız kalışımdı böyle. Etrafım doluydu ama yalnızdım işte. Yapayalnız. İçimdeki küçük kız çocuğu gibi kimsesiz. Ben ne yapacağımı bilmez halde otururken halam, ablam ve eniştem geldi. "Ne dediler?" diye sordu ablam. Babamı kaybetme korkusu beni ele geçirdiği için bir kaç saniye soruyu algılayamadım. "Hi-hiç bir şey demediler." dedim kekeleyerek.   İçeri girip çıkan onca doktor ve hemşire hiç bir şey söylemiyordu. Gücümün vücudum boyunca çekildiğini hissettim ve sırtımı duvara vererek yere oturdum. Ayakta durmaya gücüm yoktu çünkü. Ağlayamıyordum. Biliyordum ki babam bu kadar kolay pes etmezdi. Yerde kaç dakika oturdum bilmiyorum. Ama beni kaldıran şey ablamın benim yanıma gelerek söyledikleri oldu.  "Senin yüzünden bu halde babam. Ne olur yani evlenmeyi kabul etsen. Ama sen hep prensesin değil mi?  Yeter artık bu benciliğin. Adam ölüyor diyoruz sen hala onu sevmiyorum evlenmem diyorsun. Ben babam iyi olsun diye kaç şeyden vazgeçtim biliyor musun? Her şey senin yüzünden. Bravo böyle devam et. Ama eğer babama bir şey olursa bilki seni asla affetmem."  Ablam sinirini kusarken ne kadar haklı olduğunu fark ettim. Ben bencildim değil mi? Sırf benle dalga geçiyorlar diye elbiselerini yırtan, okulumu değiştirmezseniz okumam diyerek şantaj yapan, istedikleri için sınır tanımadan zorlayan hep bendim. Sözlediği sözler kalbime bir ok gibi saplanmıştı. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım ve tuvalete gittim. Ne kadar bencil olduğumu düşündüm. Babama bir şey olursa kendimi asla affetmezdim. Bir kaç dakika tuvalet aynasında endimi izledim. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bu kez bencillikten vazgeçip babamın dediğini yapacaktım. Her ne olursa olsun onu üzmeye hakkım yoktu. Yüzümü yıkadıktan sonra geri döndüm. Ablam eşiyle oturmuş, ağlıyordu. Halam beni koridorda görünce yanıma geldi.  "Ablanı takma sen güzel kızım. Üzüldüğü için öyle o. Yoksa seni ne kadar çok sever bilirsin." dedi halam. Ablam ne kadar üzüldüğü için yapmış olsada, sözlerinde haklılık payı yok değildi. Halama sıkıca sarılıp güç bulmaya çalıştım. Eğer babam iyileşirse bir dediğini iki etmeyecektim. Söz konusu Semih'le evlenmek bile olsa. Yarın dese yarın bile evlenirdim.  Orada öyle ne kadar durduk bilmiyorum. Zaman bir türlü geçmiyordu sanki. Birileri vücudumdaki tüm eklemlere bir çengel geçirmiş çekiyor gibi hissediyorum. Seni hep kollayan, tüm engellerde sana arka çıkan bir insanın en zor zamanında ona yardım etmek için elinden bir şey gelmiyor olması çok acıydı.  En sonunda içeriden bizimle konuşmak için biri çıktığında derin bir nefes aldım. Kötü bir şey söylememesi için yalvarıyordum içten içe.  "Babanız şu an gayet iyi. Bu olanın beynindeki tümörle bir ilgisi yok. Son zamanlarda iyi şeyler yaşamamış olabilir. Kalp damarlarından biri tıkanmış Anjiyo yaptık ve bu yüzden vücudu biraz yorgun düştü. Şimdi odaya alacağız. Bu gece rahatsız etmeyin birkaç güne kendini toparlayacaktır. Diğer bilgileri size babanızın doktoru verecektir." diyip gitti. Derin bir oh çektim o an. Allah'a olan dualarım kabul olmuştu.  Babamı baygın bir şekilde odaya doğru götürdüler. Onula içeri girdim ve yanına oturdum. Ellerini elerimin arasına aldım ve öptüm.  "Özür dilerim baba. Seni kırdım. Sen hiçbir zaman bizim kötülüğümüzü istemezsin. Her ne dersen hep doğru çıkar. Özür dilerim, kendi benciliğim yüzünden sana karşı geldim. Ama uyan, yemin ederim bir dediğini iki etmeyeceğim." Babam her ne kadar beni duymasada ona bir şeyler söylemek bile iyi hissettiriyordu. Bu son bir kaç saatte babamın değerini anlamıştım. Onu kaybetme duygusu o kadar berbat bir şeydiki. Yanında sessizce otururken, babamın doktoru geldi. Beni ve ablamı yanına çağırdı. Biz yanına gitiğimizde hiç beklemeden söze girdi.  "Biliyorsunuz ki babanızın beynindeki tümör tedavi edilemeyecek kadar kötü durumda. Bunu söylemek çok acı ama, beynindeki tümör onu yavaş yavaş bitiriyor. Bu algısında değişikliğe yol açabilir. Yani bazı şeylere dışarı vurmasada  yüksek tepkiler verebilir. Siz hiç fark edemeyebilirsiniz. Sizden istediğim bir şey var. Her ne kadar acı olursa olsun, babanızın bu hasar zamanlarında onun dediklerini mümkün olduğunca yerine getirin. Onu üzmemeye dikkat edin." Doktoru pür dikkat dinlerken ne kadar büyük bir aptallık yaptığımı fark ettim. Babam bizim için o kadar çok fedakarlık etmiştiki. Şimdi onun ölmeden önce istediği son şey yapmayacak mıydım? Her ne kadar bana zor gelecek olsada bunu yapacaktım tabii.  Odadan çıktığımda ablama baktım. Oda bana bakıyordu. İçinden geçenleri anlıyordum. Canının ne kadar yandığını biliyordum. Göz yaşlarımız birbirimize sarıldığımızda eş zamanlı olarak gözümüzü terk ettiler.  "Biliyorum ki ben çok bencilim. Ama merak etme abla bir daha babamı asla üzmem. Evleneceğim. Babam bizim için bu kadar şey yapmışken ona karşı gelmem bile aptalıktı. Yaşattıklarım için özür dilerim."  Bu sözleri ben mi söylüyordum? İçimde bir yerlerde koca bir ateş yanıyordu. Tüm sözler o ateşte harlanıp dudaklarımdan çıkarken dudaklarımı yakıyordu. Ablam iç çekti. "Sen bencil bir kız değilsin. Sen benim minik kardeşimsin. Asıl ben özür dilerim. Onları söylerken sinirlerim altüst olmuştu." dedi. Az sonra babamın yanına gitmek için birbirimiz toparladık. Ona hiçbir şey belli etmemek için yüzümüze koca bir gülümseme yerleştirmiştik. Odaya girdiğimizde uyanmıştı. Koşarak ona gittim ve sarıldım. "Yavaş kızım." dedi babam. Hemen kendimi geri çektim. Onun sesini tekrar duymak öyle güç veriyordu ki bana. "Canını mı yaktım? Özür dilerim." İçimde garip bir his vardı. Korkum yerini mutluluğa bırakmıştı. Daha ne istiyordum ki? Bundan sonra babamın bir dediğini iki etmeyecektim.  Geceye kadar hep beraber durduk. Gece ablam ve halam gittiler. Benle babam baş başa kaldığımızda babam konuşmaya başladı. "Bu sabah. Duyduklarım. Özür dilerim kızım. Bu yaptığım ço-" "Hayır baba. Senin yaptığın her şey doğrudur. Bunu yaşayarak gördüm ben. Bu yüzden biraz toparlandıktan sonra kimi istiyorsan onunla evleneceğim. Söz." dedim. Babamı biraz daha konuştursaydım bana benden istediğinden vazgeçtiğini söyleyecekti. Her ne kadar bu tek isteği olsa bile o benim üzülmeme dayanamazdı. Bu yüzden tamamlattırmadım ve sözünü böldüm.  "Ama kızım-" İnatçı bir adamdı babam. Eskiden daha da inatçıydı. Ben de ona çekmiştim. Bu yüzden hep tartışırdık onunla çoğu zaman o kazanırdı bazen de ben ancak bu kez ilk kez o kazansın istedim.  Babam gülümsedi. Onu gülerken görünce ne kadar şanslı olduğumu hissettim. İşte bu benim babamdı, beni herkesten çok severdi. O hayattaydı ve yanımdaydı. "Aa, hadi bakalım. Daha yeni anjiyo oldun saat kaç olmuş ayaktasın yat hadi. Çabuk."  Onu küçük bir çocuk gibi azarladığımda gözlerimin içine bakarak derin derin düşündü. Bir şeyler söylemek istiyordu ama buna izin vermedim. Şu an konuşmak ikimizi de boş yere yormaktan başka bir işe yaramayacaktı. Onu yatırdıktan sonra lambayı kapattım ve bende uyudum; göz yaşlarım geceyi aydınlatan ayla beraber zerafetle süzülürken. *** "Selin, hadi kalk." Yeni güne ablamın ince sesiyle uyandığımda Babamı taburcu ediyorlardı. Bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Babamın hazırlanmasına halam yardımcı olurken, doktor bizi tekrar yanına çağırdı. "Evet hanımlar. Babanızı bu gün çıkarıyorum ama dediğim şeyleri unutmayın. Babanızı üzmeyin."  Doktor tekrar bize bunu hatırlattıktan sonra hep beraber evin yolunu tutuk.  Onlarca yıldır birlikte yaşadığımız evimize geldiğimizde burada hep beraber birlikte olmanın değerini bir kez daha anladım. Halamın eşi, Turgut enişte yine döktürtmüştü. Ona  gerek olmadığı için o burada eve göz kulak olmuş ve hastahaneye gelmemişti. Bizi görünce sıcak bir gülümsemeyle sofraya buyur etti. Hep beraber masaya oturduk. Babam yemeklere uzanacakken onu durdurdum. "Baba yeni anjiyo oldun senin yemeğin bu." dedim. Babam bize itiraz etmedi ve verdiklerimizi yedi. Yemekten sonra salona geçtik.  Onu konuşurken görünce bile yaptığımın bencilliğin ne denli büyük olduğunu fark ediyordum. Ben bu adamın dediklerine karşı gelecek kadar aptal mıydım? Bu gün onunla beraber olduğum için şükrettim. Nereden geldi bilmiyorum ama konu evliliğe geldi. Ve bu konuşmaya itiraz edemediğim için bir hafta sonra beni istemeye geleceklerdi... Diğer günler rutindi. Babama geçmiş olsuna gelen insanları ağırladık. Hastahaneye gittik. Babamla uzun uzun konuştuk. Yiğenim Su'yla oynadım. Ve temizlik yaptık. Bu günkü temizliğimiz başak bir amaçtaydı. Kısa bir hafta geçmişti ve bu gece beni istemeye geleceklerdi. Resmen babam için ölüm fermanımı imzalıyordum. Geceleri uyumadan önce Semih'le olan evliliğimi düşünüyordum. Sonra sinirlerim bozuluyordu tabii. Babama itiraz etmeyi bile birkaç kez aklımdan geçirmiştim ama tekrar aynı şeyleri yaşama korkusuyla cesaret edemedim. Babam için bu yapılmaya değerdi. Şu son bir haftada Semih'i bir kez gördüm. Bu bile vazgeçmem için bir sebepti. Bir insan hasta birine geçmiş olsuna gelirken bile tavrını değiştirme gereği duymaz mıydu? O an sildiğim aynaya tükürürken aynı zamanda kör talihimede tükürdüm. Resmen bu akşam Semih'le sözleniyordum. Onun beni istemeyeceğini düşünüyordum ama dünden razı gibiydi. Temizlik bittiğinde ablamın arkadaşı olan kuaför kadın saçımı yaptı. Makyajımda bitikten sonra ablamın aldığı pembe elbiseyi giyindim. Altımada krem rengi topukluları geçirdiğimde tamamdım.  Kapının çalma sesini duyunca koşarak kapıya yönelen ablamı seyrettim. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Ablam bana bakınca mecbur peşinden koştum. Kapıyı açtığımızda, Mehmet amcayı, Mehmet amcanın kardeşi Ahmet amcayı, onun karısı Serpil teyzeyi ve Semih'i gördüm. Semih elindeki çikolatayı bana verdi ve babamın elini öpüp içeri geçti. Ben de Mehmet amcaların elini öpüp mutfağa geçtim.  Ablam peşimdeydi. Tarihe not dedim kendi içimden. Ezeli düşman ebedi nefretlik adama isteniyordum. Ama yinede içimde garip bir heyecan vardı. Bir an evliliğimiz düşündüm. Biz beceremezdik ki evli bir çift olmayı. İki güne keserdik birbirimizi. Her gün kavga ederdik bir kere. Böyle evlilik olur muydu?  "Sakin ol. Bu ne heyecan. Güya istemiyordun." Ablamın dediğine omuz silktim ve kahve işine giriştim. O ne anlardı benim hissettiklerimden. Başta ablamın bütün ısrarlarına rağmen tuz dökmeyi kabul etmemiştim ama sonra bu fikir iyi gelmişti. Madem kaçış yoktu, bizde zevk alırdık. Tuzu en köşedeki kahveye koydum. Önce ablam, peşindende ben salona girdim.  Kahveleri çok başarılı bir şekilde sahiplerine uzattım ve içmeye başladılar.  Semih kahvesini içerken yüzüne pür dikkat bakıyordum. İlk yudumu almasıyla öksürmesi bir olmuştu zaten. Kahvenin yanında getirdiğimiz suyu kana kana içti. Bardağı elinden almak için eğildiğimde kulağıma "Bunun hesabını vereceksin." dedi. Biraz ürkmüştüm ama belli etmedim. Her ne kadar bir birimizden nefret etsekte bana bir şey yapmazdı. Yani başkalarına kaba kuvvet kullanan biri olsada asla bir kadına zarar vermezdi. En azından bu konuda bir korkum yoktu.  Kahveler bittiğinde Mehmet amca söze girdi. "Evet, sebeb-i ziyaretimize belli. Efendim, Allahın emri peygamberin kavli ile kızınız Selin'i, oğlumuz Semih'e istiyoruz."   Babam bir bana bir Semih'e baktıktan sonra "Eh ne diyelim. İki tarafında gönlü var. Verdim gitti." dedi. İnsan biraz naz yapar demek istemiştim. O kadar havada ve bayağı bir isteme töreni olmuştu ki bu sanki her şey önceden belirlenmiş de şu an formaliteden isteniyor gibiydi. Zaten saçma olmayan ne vardı ki bu işte.  Ayağı kalktığımızda Semih'le karşı karşıya geldik. Söz yüzüklerimiz kesilirken gözüme bakıyordu. Ama ben bakmıyordum. Bakmak istemiyordum. Ne kadar zorla olsada; kız evi naz evidir derler... Tabikide bahanem bu değildi. O öyle bakarken korkuyordum. Şimdi çıkıp eskiden yaptığı gibi gereksiz şakalarından birini yapar diye korkuyordum. Onun ayarı yoktu, yapar mı yapardı vallahi.  Babamın "Allah muvaffak eylesin." demesi eşliğinde yüzüklerimizin kesilmesi ardından tatlı servisi yaptık. Muhabbet beni pek açmadığı için tuvalet bahanesiyle kaçtım. Bir iki dakika tuvalette kendime geldim ve yüzümü yıkadım. Şimdi ben bu adamın sözlüsüydüm değil mi? Kaderin ayağa çelme çakması buydu işte. Oysaki beni ne doktorlar, ne mühendisler isteyecekti daha. Hiç biri nasip olmadı. Elime düşe düşe bir hanzo düştü. Pierce olsaydı şurda nasıl da güzel olurdu. Kibardı, tatlıydı, sevecendi, abuk subuk şakalar taşkınlıklar yapmazdı. Ama o da beni almazdı herhalde. Anca Semih oluyordu bana. Bir an kendimden soğudum onun eşi olmaya ne meraklıymışım meğersem. İki hafta önce Amerikadan dönerken bu olacakları biri anlatsa güler geçerdim, oysa şimdi hepsi birbir gerçek oluyordu. Banyodan çıktığımda karşımda Semih'i gördüm. Bir an yerin yarılmasını, içine girip beni orada saklamasını istemiştim.  "Ya ne öyle öcü gibi çıkıyorsun?" Dediğim şeye bir cevap vermedi. Bir iki saniye yüzüme baktı. Sonra ani bir hareketle beni bileğimden çekip duvara yasaldı. Yüzük olan elimi gözüme kadar soktu. "Bu ne?" diye sordu. Bu çocuğun kesinlikle sorunları vardı. Bir kez daha bu adamla evleneceğime lanet ettim. "Yüzük. Afedersin ama mal mısın?" dedim. Güldü. "Yüzük değil bu. İyi düşün istersen."   Bu çocuğun ciddi anlamda sorunları vardı. Yada ben çok aptaldım. Bir an bilgimden şüphe ettim. Acaba adı başka bir şey miydi bunun? Yinede istifimi bozmadan aynı ses tonuyla devam ettim. "Ya kör müsüm? Yüzük işte." Tekrar güldü.  "Bu sıradan bir yüzük değil. Bizim söz yüzüğümüz. Hani bana ikide bir kimsin sen diyordun ya. En son parkta kimsin sen demiştin. Bende yakında görürsün demiştim. Bak, sözlünüm, senin müstakbel kocanım." dedi. Tam ona cevap verecektim ki ablam bizi gördü ve öksürdü.  "Gençler hadi içeri iki saattir sizi bekliyoruz. Ne konuşucaksanız sonra konuşun." dedi. Ben transa geçmiş yüzüğe bakarken, onun dediklerinin haklılık payı başımı ağrıtıyordu. Bundan sonra ona asla kimsin sen diyemeyecektim. Bu bile canımı yakmıştı. Ama önemli olan yakında onla evlenecektim. Salondaki konuşmalar düğün tarihini belirliyordu ve iki hafta sonra nişanımız vardı. Şu an bir şeyin farkına vardım ki; büyük konuşmanın hiçbir yararı yokmuş. Dediğimiz her şey çıktığı gibi geri giriyormuş. Hemde feci şekilde.  Ve canım acıyordu... Beni sadece bir sıfat için mi istiyordu? Hayat çok garipti. Yanımda oturan adam hem hayatımın düşamanı, hemde sözlüm olması kadar garipti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD