GİRİŞ
“Bana, geri döndüğümde yetişkin bir adam olacağım demişti” dedi genç kız titreyen bir sesle. “Her şeye rağmen seninle olacağım ve çok mutlu olacağız demişti.” Zorlukla yutkundu. “On yıldan fazla zaman geçti ama geri dönmedi.”
Safirleri kıskançlıktan çatlatacak kadar güzel gözleri birikmiş yaşlarla parlıyordu. Gözlerini kapattığında bir damla yaş aktı yanaklarından ve daha fazla engel olamadan gerisi de gelmeye başladı.
Hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalışıyordu. “Bende hep bir tuhaflık vardı” dedi zar zor. “Kendimi bildim bileli kokuları alabiliyorum.” Gözlerini açıp önündeki mezara baktı. “Hayatınızın hiçbir yerinde bir insanın öfkesinin yanmış plastiğe benzeyen ağır kokusunu aldınız mı? Şehvetin yoğun ve tatlı bir elmaya benzeyen kokusunu hiç hissettiniz mi?” Başını iki yana salladı. “Ben aldım. Her zaman alırım.”
Siyah saçları düz bir şekilde omuzlarına iniyordu. Üzerinde siyah kumaş bir pantolon ve beyaz gömlek yine pantolona uygun siyah bir kumaş ceket vardı. İş kadını gibi görünüyordu. Ne uzun boylu ne de kısaydı. Göğüsleri belirgin ve kalçaları dolgundu. Bacakları düzgün ve uzundu.
Elinde bir buket çiçek vardı. Yine siyah renkli olan çantası mezarın hemen yanında duruyordu. Genç kadın, elini mezar taşının üzerine koydu ve hafifçe mermere oturdu. Başını gökyüzüne kaldırıp temiz hava ve toprak kokusunu içine çekerek rahatlamaya çalıştı.
“İnsanlar kokuyorlar” dedi en sonunda sakince. Gözlerinden hala yaşlar akıyordu ancak şimdi çok daha sakindi. “Hisleri kokuyor. Sırları kokuyor. Bedenleri kokuyor ve bazen katlanılmaz derecede kokuyor”
Şimdi bile mermerin tozlu kokusunu, ağaçların odunsu kokusunu ve hatta yerin altındaki böceklerin kokularını bile alabiliyordu. Çürümüş et ve toza dönüşmüş kemik kokusuyla beraber. “Bazen o kadar zorlanıyorum ki nereye kaçacağımı bilmiyorum” dedi. “Çocuklar dışındaki herkes iğrenç”
Bunu düşününce dudakları hafif hüzünlü bir gülümsemesiyle kıvrıldı. Gözleri gökyüzünün boşluğuna takılmıştı. “Çocuklar her zaman güzel kokuyorlar” dedi. “Ağladıkları zaman hariç” diye ekledi şakacı bir şekilde. “Oyun oynadıkları zaman şeftali gibi kokuyorlar. Mutlu olduklarındaki o güzel kokuyu tarif bile edemem.”
Başını çevirip tekrar mezar taşına baktı. “Ondan daha güzel tek koku aşktı” dedi. “Sadece bir kere koklama şansım oldu. Silas’den buram buram aşk kokuyordu. Onun bana olan duygularından asla şüphe etmezdim. Benim tuhaflığımı bildiği halde beni sevmekten vazgeçmedi. Lisede tanıştığımızda benim tuhaf olduğumu fark etmişti. Ondan gizlenemedim. Yine de beni bu halimle kabullendi. Üniversiteye beraber gittik. Her zaman evleneceğimizi düşünmüştüm”
Derin bir sessizlik oldu. Genç kadın anılar sarmalanmış bir halde uzaklara dalmıştı. “Onunla seviştik. Günlerimizi ve gecelerimizi beraber geçirdik” dedi. “Yirmi iki yaşımıza geldiğimizde Silas, mezun olduğumuzda gitmesi gerektiğini söyledi” dedi acı bir şekilde. “Babası burada büyük bir inşaat firmasının başkanıydı ve onun şirketin başına geçmeden önce dışarıyı görmesi gerektiğini söylemiş”
Gözyaşları tekrar seller gibi akmaya başladı. Genç kadın bir bacağını kendine çekti ve başını dizine dayadı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Onu bekledim” dedi en sonunda zorlukla. “Hayatıma başka kimse girmedi. Zaten tuhaflığımı düşününce kimse de girmezdi” dedi. “On yılımın her gününü onu bekleyerek geçirdim ben. İlk beş yıl her gün ama her gün konuşuyorduk. Sonra seyrekleşmeye başladı. Geçen sene tamamen koptuk ama yine de ondan vazgeçemedim. Hala beni sevdiğine inanmak istedim. Yine de artık o duygunun bittiğini biliyordum. Onun içindeki hislerin giderek yok olduğunun farkındaydım.”
Ellerini saçlarının içinden geçirdi ve derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. “Evlendiğini bilmiyordum” dedi zorlukla. “Üç yıl önce evlenmiş ama ben bunu bilmiyordum. Bugün öğrendim. Babasının şirketinde çalışıyordum. Bugün gelip bana oğlunun ve gelininin şirketin başına geçeceğini söyledi” dedi. “Kızı ve nişanlısıyla beraber şirketin yönetimini alacaklarmış”
Başını çevirip mezar taşının üzerindeki resme baktı. Resimde ellilerinde bir adam vardı. Kır saçlı ve tombul bir adamdı. “Şirketi bırakamıyorum” dedi hafif öfkeli bir sesle. “Hayatımı o şirkette geçirdim. Kokuları tanıyorum. Zorlanmadan çalışabileceğim tek yer orası”
Elini kalbine götürdü ve gömleğini tutup sıktı. “Kalbim sancıyor” dedi acı dolu bir sesle. Artık hıçkırıklarını kontrol edemiyordu. “Canım yanıyor. Salaklık ettim. Onun aşkının da benimki kadar sürekli olacağına emindim.”
Elini mezarın üzerindeki toprağın üzerinde gezdirdi. Toprak yumuşaktı ve çok güzel kokuyordu. “Silas’e karşı olan duygularımı bastırıp hayatıma devam etmek zorundayım” dedi hafif sakinleşmiş bir şekilde. “Yine de nasıl yapacağımı bilmiyorum.”
Derin bir nefes alıp mezar taşından duygusuzca ona bakan adamın resmine baktı. “Kokuyorlar mıdır diye merak ediyorum” dedi en sonunda. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. “Bir zamanlar Silas bana baktığında hissettiği aşkı ona da hissediyor mudur? Elmanın kokusunu alabilir miyim? Aşkın ve şehvetin? Bu kokularla ne kadar süre orada durabilirim?”
Genç kadın elindeki çiçek buketiyle ayağa kalktı en sonunda. Üzerindeki tozu çırptı tek eliyle. Ardından ellerini birleştirdi ve hafifçe saygı gösterisi olarak başını eğdi. “Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim” dedi. “Sizi hiç tanımıyor olsam bile konuşmak beni çok rahatlattı” dedi ve elindeki buketi mezarın üzerine bıraktı.
Zera, mezara arkasını döndü ve sakin adımlarla yürüyerek tanımadığı insanların mezarlarının yanından geçti. Mezarın çıkışındaki merdivenlere geldiğinde bir kadının küçük bir çocuğun elinden tutmuş mezarlığa doğru geldiğini gördü.
Genç kadın, küçük çocuğa hafifçe gülümsedi ve kadına başıyla selam verdi. Yürümeye devam ettiğinde arkasından çocuktan yayılan merak ve kadındaki hüznün kokusunu alabiliyordu.
Kokular her zaman onun laneti olmuştu. İnsanların hislerinin kokusunu alabiliyordu. Nesnelerin kokularını, tenlerinin kokularını, meyvelerin ve hayvanların kokularını alabiliyordu. Hayatındaki her şeyi mahveden kokuları alabiliyordu.
İnsanlar, her zaman nesnelere karşı hissettikleri çekimin kokularına karşı duydukları özlemden kaynaklandığını söylerlerdi. Zera’nın hayatında özleyebileceği hiçbir koku yoktu. Ne aşk ne de şehvet onun için bir anlam ifade etmiyordu.
Bir zamanlar mutluluğunu sağlayan şeylerin hepsi şimdi acı çekmesine neden oluyordu. Kendisi için yaşatılan hislerin bir başkasına döndüğünü görmek istemiyordu.
Başını kaldırdığı ve gökyüzüne baktı. Yakında neler yaşayacağı belli olacaktı. Belki bir gün kendisi için yaşanan bir mutluluğun kokusunu da alabilirdi.