2. Bölüm

1961 Words
Gözünü açtığında çok konforlu bir hastanedeydi. Beyni o kadar ağrıyordu ki sanki beynini çıkarıp yerine geri koyulmuş gibi hissediyordu. Her şeyi hafif buğulu görüyordu. Gözlerini iyice ovuşturduktan sonra tanıdık bir yüz aradı. Fakat etrafta hiç kimse yoktu. Duvarlar bembeyazdı. Nevresim takımı da beyazdı. Koluna takılan serum bitmek üzereydi. Ayağa kalkmak istedi ama kıpırdayacak hâli yoktu. Aklına yeni yeni kuzeni gelmeye başlamıştı. Deprem anını hatırlayınca bir çığlık attı. O esnada kaldığı odanın kapısı açıldı. İçeriye bir robot girdi. Honda Motor tarafından tasarlanmış olan ASIMO’ya benziyordu. Yüzündeki ışıklar yanıp söndü. İysem’e bakarak "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu. İysem, robotun ona soru sorduğunu duyunca biraz şaşırdı. Sonra kendi kendine "Ürettiğimiz robotlar, hastanelerde çalışmaya başlamış demek ki!” diye düşündü. Robotun mavi ışıklı gözü, İysem’in üzerindeydi. Bir insan ile konuşurmuş gibi ama hece hece "İyi hissetmiyorum, hemşireye haber ver!" dedi. Robot başını sağa sola çevirerek "Emir vermeyiniz, lütfen rica ediniz." dedi. İysem bunu duyunca ne yapacağını bilemedi. Daha önceden robotlar ile ilgili çok araştırma yapmıştı. O yüzden yaşadığı bu durum karşısında çok şaşkın değildi. Boğazını temizleyerek tekrardan "Hemşireye ya da doktora haber verir misiniz? Lütfen, rica ediyorum..." dedi. "Profesör Doktor Öktem beş dakika içerisinde sizi kontrol etmek için gelecektir. Başka bir isteğiniz yoksa ben işimin başına döneceğim." İysem, baş ağrısından gözlerini yere devirmişti. Yorgun argın bir şeklide "Hayır yok. Teşekkür ederim." dedi. İysem, sersemliğini hâlâ üzerinden atamamıştı. Nerede dolduğunu bilmiyordu. Kuzenini ve diğer geziye katılanların sağlık durumunu merak ediyordu. Onların iyi olması için dua etmeye başladı. "Annem ve babam duymuşlarsa çok üzülmüşlerdir. Okulun ilk haftası yüreklerini ağızlarına getirdim. Umarım ailem çok gözyaşı dökmemiştir." diye içinden geçirip durdu. Başını yavaşça yastığa koydu. Başını yastığa koyarken sanki beyni su gibi hareket etti. Olanları anlayamıyordu. Kafasında sargı bezi falan yoktu. Ama bu kadar acı neyin nesiydi? Gözlerini sıkıca yumdu, acısını unutmaya çalıştı. Biraz zaman geçtikten sonra içeriye baştan ayağa elbiseleri beyaz olan bir adam girdi. Uzun boylu, hafif kilolu, yüzünde tek bir kırışıklık olmamasına rağmen saçlarının tamamı beyaz olan, güler yüzlü bir kişiydi. Kuğul bir şekilde İysem’e bakarak "Merhaba 01 numaralı hastam. Kendini nasıl hissediyorsun?" diye ilgiyle sordu. İysem, kendisine hakaret edilmişçesine kızarak "01 numara mı!?" diye sordu. Karşındaki kadının sinirlendiğini görünce sözlerini tekrar toplayarak "Çok özür dilerim. İsminizi öğrenebilir miyim?" diye kibarca sordu. İysem’in siniri geçmemişti. Sinirle "İysem!” dedi. "Tekrar merhaba İysem Hanım. Yaklaşık elli gündür sizi tedavi ediyorduk. Uyanacağınıza olan inancımızı kaybetmiştik ki hemşire yardımcısı bize haber verdi." Karşısındaki doktora güvensiz güvensiz bakarak "Elli gün mü, bu nasıl olur?" diye sordu. "Evet. 50 gündür sizi tedavi ediyoruz." İysem hayretler içinde kaldı. Başını iki elinin arasına koydu. Ağzı açık kaldı. "Kuzenim nerede, o iyi mi, gezideki diğer arkadaşlar nasıllar?" "Ne dediğinizi anlayamadım? Daha yeni iyileştiniz. Hemşire hanım size bir iğne yapacak, ondan sonra konuşuruz." İysem, biraz doğrularak "Doktor bey!" diye seslendi. O esnada hemşire hanım gelip ona bir iğne yaptı. Doktor, hemşire ile birlikte dışarı çıktı. İysem’in baş ağrısı aniden arttı. Gözlerine bir karar perde indi. Bozkırın toprakları, otobüsün camına usul usul inen yağmur taneleri, rahatsız edici telefon zil sesi, sigara dumanı hepsi aynı andan İysem’in gözünün önünde canlandı... Gözlerini bu kez açtığında ahşaptan yapılmış, dekorasyonu hem sade hem şık bir odada açtı. Vücudunun her yerinde ağrı hissediyordu. Kalkmaya çalıştı ama beceremedi. Camların tozunu alan bir robotla göz göze geldi. İysem hâlâ rüyada olduğunu düşünüyordu. Robotlarla ilgili çok fazla araştırma yaptığı için kafayı yediğini sandı. Gözlerini kapatarak bir dua mırıldanmaya başladı. Gözlerini tekrar açtığında robot bu kez yerleri süpürüyordu. Bağırarak "Ben delirmedim!" dedi. Sesi algılayan robot İysem’in olduğunu tarafa bakarak "Delirmek: Akıl ve ruh sağlığı bozulmak, aklını yitirmek, deli olmak, çıldırmak." diye tanım yaptı. Daha sonra İysem’e dikkatlice bakıp "Hayır efendim, sizin akıl sağlığınız gayet yerinde. Merak etmeyin." dedi. İysem son çare olarak parmağını ısırdı. Rüyada ise uyanacağını düşünüyordu. Yaptığı canını acıtmak dışında hiçbir şeye yaramadı. Parmağını ısırdığını gören robot "Efendim ne yapıyorsunuz siz? Neden bedeninize bilerek ve isteyerek zarar veriyorsunuz?” diye merakla sordu. Çılgına dönmüş olan İysem "Yeter sus artık! Deprem oldu. Kuzenim, yani Gönül nerede, o iyi mi?” diye saşkınlık, korku, merakla sordu. "Burada çok sık deprem oluyor efendim ama tedbirlerimizi aldık. Güvendesiniz.” dedi robot. Gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Elleriyle yüzünü kapattı. Uzun bir süre ağladı. Biraz sakinleştiğinde robotun ona üzgün bir surat ifadesi ile baktığını fark etti. Bundan etkilenmeye çalışarak her şeyi sakin bir kafa ile düşünmeye karar verdi. Bu olanların hepsi kötü bir kabus olabilirdi. Mırıldanarak "Kafilenin başındaki çocuk tanıtım yapıyordu. Ben robotlara bakıyordum. Sonra, sonra da bir sarsıntı oldu. Tavandan bir şeyler düştü. Başka bir şey hatırlamıyorum." diye kendi kendine söylendi. Son çare olarak robota soru sormaya karar verdi. Kendinden emin bir şekilde "Ben buraya nasıl geldim, burası neresi?” diye sordu. Robot, havada duran ellerin aşağı indirerek "Burası Yeşil Diyar. Profesör Doktor Öktem, sizi buraya getirdi. Başka bir şey diyemem." dedi. İysem ses tonunu yükselterek "Gönül nerede?” diye sordu. İysem, sesini yükseltince robot biraz geriye çekildi. "Öyle birini tanımıyorum, bilmiyorum.” dedi. İysem’in daha fazla soru sorma fırsatı vermeden çıkış kapısına doğru yöneldi. İysem de robotunu arkasından gitmek istedi ama hâlâ hareket etmekte zorlanıyordu. Ne olup bittiğini öğrenmek zorundaydı. Biraz uyursa geçeceğini de düşündü. Gözlerini tam kapatacakken içeriye bir köpek girdi. Küçücük patileri, yumuşacık havlaması, o kadar tatlı ki İysem köpeği görünce istemsizce yüzünde bir gülümseme belirdi. Köpek odanın içerisinde biraz dolandıktan sonra İysem’in yanına gitti. Onunla oynamak istiyor gibiydi. O esnada doktor Öktem de içeriye girdi. Güler yüzlü bir şeklide "Seni sevdi sanırım.” dedi. "Siz o hastanedeki doktorsunuz değil mi?" "Bilemem, ben o muyum?” dedi dalga geçer gibi. İysem, kendisiyle dalga geçildiğini hissetti ve bu duruma çok öfkelendi. "Siz benimle alay mı ediyorsunuz, kimsiniz, ben neden buradayım, ne istiyorsunuz benden, kuzenim nerede?" "Önce sakin olalım. Soru yağmuruna tutuldum sanırım. Benim de size sormak istediğim soruların bazıları sizin sorduğunuz sorularla benzer. Bundan yaklaşık yetmiş gün önce sizi sahilde bulduk. Yani bizim balıkçılar." "Bir dakika lütfen, ne denizinden bahsediyorsunuz? Burası Konya!" "Anlıyorum, beyniniz kendini toparlamamış olabilir. Burası Yeşil Diyar!” dedi bir bilge edasıyla. "Ne Yeşil Diyar’mış!? Ben böyle bir yer ismi duymadım. Bana doğru düzgün bir açıklama yapar mısın artık?" Profesör, ciddi bir tavır takınarak "Balıkçılar acil butonuna basıp hastaneye haber vermişler. Sağlık ekipleri, size ilk müdahaleyi sahilde yapmışlar. Cankurtaran hattından hemen hastaneye getirildiniz. Vücudunuzda çok fazla darbe izi yoktu. Sadece başınıza birkaç dikiş attık. Tüm hayati fonksiyonlarız normalken bir türlü uyanamadınız." diye cevapsız sorulara açıklama aydınlanma getirdi. İysem, bütün bunları büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? "Şu an neredeyim ben, aileme haber verdiniz mi?" "Sizi araştırdık ama hakkınızda herhangi bir bilgiye ulaşamadık. İsterseniz ailenizi arayabilirsiniz." İysem’in başından aşağı kaynar sular döküldü. Bunca zamandır ailesi ondan haber alamamışsa kim bilir ne haldedirler, diye endişelendi. "Rica etsem telefonunuzu verir misiniz?" "Telefon mu?” dedi sanki biri ondan mektup yazmasını istemiş gibi. "Evet, neden böyle şaşırarak cevap veriyorsunuz?" "Affedersiniz, uzun zamandır telefon kullanmıyorum. Size iletişim ekranını açayım ailenizle konuşun." Doktor Öktem, kapının yanında duran televizyona benzer bir cihazın düğmesine bastı. Sesli komut ile çalışıyordu. "Aramak istediğiniz kişinin adını ve kodunu söyleyiniz.” dedi. İysem, artık şaşırmayı bir köşeye bırakarak "Bu nasıl çalışıyor ki?" diye büyük bir merak ve ilgiyle sordu. Doktor Öktem, düşünceli bakışlarla İysem’i süzdü. Bu kız kim acaba diye düşünüp durdu. "İysem Hanım, sizi endişelendirmek istemem. Fakat size bir konuda bilgi vermem lazım. Sizden tek istediğim beni sakin bir şekilde dinlemeniz." "Neler oluyor, ne demek istiyorsunuz?" Profesör, yakınında bulunduğu bir sandalyeye oturdu. Ses tonunu daha da ciddi yaparak "Hastanede ilk uyandığınızda hemşire yardımcısı robot ile konuşmuşsunuz. Bizden farklı bir dil konuşuyorsunuz. Ben şu an sizinle rahatça iletişim kurabiliyorum çünkü dilinizi saniyeler içinde beynimize aktarabiliyoruz." dedi. "Ne! Karşınızda çocuk mu var sizin? Kafayı yememe az kaldı. Bari siz yapmayın. Teknoloji ne zaman bu kadar ilerledi." Profesör, karşısındaki insanın reflekslerini ve duygularını ölçmeye çalışıyordu. "Söylediklerim size tuhaf gelebilir. Ama gerçekleri size aktarıyorum." "Bir dakika lütfen." İysem’in aklına izlediği bilim kurgu filmleri, paralel evrenler, zamanda yolculuk üzerine yazılan senaryolar geldi. "Bu günün tarihi nedir?" "Gün doğumu 75." dedi profesör. "Hangi ay?" "Hangi ay mı? Bilmem öyle aylar için özel bir isim kullanılmıyor.” dedi düşünceli bir şekilde. "Ocak, şubat, kasım..." "Anladım. Her aya bir isim veriyorsunuz. Fakat bizim burada tarih, güneşin doğduğu gün sayısı ile ifade edilir." İysem, gelecekte hangi yılda olduğunu merak etti. Gözlerini kocaman açmış profesöre "Hangi yıldayız peki?” diye sordu. "Biz yıllara da özel isim vermiyoruz.” dedi kedinden emin bir şeklide. "Yani yıl kaç?" "Hm! Sen onu mu diyorsun? 1200 gün doğumu 75." "Oha! Çok özür dilerim öyle demek istemedim.” dedi biraz da utanarak. Zamanda yolculuk yapmak çocukluğundan beri tek hayaliydi. Hayal mi görüyordu yoksa gerçekten de zamanda geriye mi gelmişti? Ağlayan İysem’in yerine şaşkın ve mutlu bir İysem geldi. Profesör, bu duruma bir anlam veremedi. "Ben zamanda geriye mi geldim? Bu çok eğlenceli." diye etrafına iyice baktı. "Milattan önce 1200 mi yoksa milattan sonra mı?" "Ne demek istediğinizi tam anlayamadım. Size şu kadarını diyebilirim atalarımızın bu gezegene ayak basışının ardından 1200 sene geçti." İysem elini yanağına koyarak "Ben anlayamıyorum. Fabrikada oluşan deprem ve burası arasında nasıl bir bağlantı var ki?" diye bulmaca çözer bir edayla sordu. Profesör oturduğu yerden ayağa kalkarak "Bunu bilemem. Fakat siz, bize yardımcı olursanız zamanı kontrol etmek konusunda birçok veriye ulaşabiliriz. Böylelikle belki sizi kendi zamanınıza gönderebiliriz.” dedi. İysem, bu söylenenleri pek umursamadı. Onun kafası hâlâ zamanda yolculuk yapmış olmaktaydı. "Tabii ki yardımcı olurum olmasına da ben kendimi çok kötü hissediyorum. Hep böyle mi olacağım?” diye acıyla sordu. "Hayır. Tahminime göre vücudunuz buraya uyum sağlayamadı. Fakat bu durum çok uzun sürmez diye düşünüyorum. Kendinizi iyi hissetmeniz için elimizden geleni yapıyoruz. Buradaki robot sizinle ilgilenecektir. Bir şeye ihtiyacınız olduğunda onu çağırmanız yeterli." İysem bir an önce iyi olmak istiyordu. Dışarı çıkıp keşif yapmak istiyordu. Doktor Öktem odaya gelmeden biraz önce dışarı çıkan robotu çağırmak istedi. "Affedersiniz, bakar mısınız? Robot bey yada robot hanım!" Robotu çağırdıktan sonra beklemeye başladı. Aradan fazla zaman geçmeden robot içeriye doğru geldi. "Buyurun İysem Hanım." "Bir ismin var mı? Çünkü seni nasıl çağıracağımı bilmiyorum." Robot, sabit durmuş ve soruları cevaplıyordu. "Tüm serimiz ’gönüllü’ adı altında üretilmiştir. Fakat her birimiz üretim sıramıza göre isim alıyoruz bana ’gönüllü 215’ diyebilirsiniz." "Beni dışarı çıkarır mısın? Lütfen, lütfen..." 215, kafasını sağa sola çevirerek "Profesör, daha iyileşemediğinizi söyledi." dedi. "Tekerlekli sandalye yok mu?” "Var ama sizin dışarı çıkmanıza izin verirsem profesör bana kızar." 215’in konuşma tarzı İysem’in hoşuna gitmişti. Sevimli duruyordu. Ona gülümseyerek "Bana İysem demen yeterli. Bu kadar resmiyete ne gerek var?" dedi. "Fakat efendim..." İysem, 215’in sözünü keserek "Efendim yok! Lütfen bana İysem der misin?" diye sevimlilikle sordu. 215 biraz duraksadı ardından yavaşça "İysem.” dedi. 215’in ona ismiyle seslenmesi hoşuna gitmişti. Kendini biraz daha iyi hisseden İysem "Bak işte böyle ne güzel oldu 215. Bana bir sandalye getirir misin ?" diye yumuşak bir sesle sordu. 215 kısa sürede ikna oldu. Gidip akülü bir sandalye getirdi. "Efendim, yani İysem bu aramızda kalsın. Profesör bilmesin.” 215’in bu isteği karşısında İysem gülerek "Ben seni yerim ya! Ne kadar tatlısın? Sen gizli saklı işler de mi yapıyorsun?" diye gülerek sordu. 215 duraksadı, İysem’in ne demek istediğini çözmeye çalışıyordu. "Dış kaplamam tamamen metalden yapılmıştır. İnsan vücuduna girmesi halinde çok zararlıdır." İysem bir kahkaha patlattı. "Lafın gelişi söyledim ben. Mecazen yani. Ama ben seni çok sevdim 215." 215’in gözlerindeki ışık yanıp söndü. "Teşekkür ederim İysem. Sevgini algıladım. Bundan çok büyük mutluluk duydum." İysem, 215’e tutunarak sandalyeye oturdu. Onu odadan çıkarıp bir terasa çıkardı. İysem, terasa çıkınca gözleri fal taşı gibi açıldı. Terasın manzarası muazzamdı. Karşıda devasa dağlar, yemyeşil gözüküyordu. Dağların eteğinde kurulmuş şehre hayran hayran baktı. Kuşlar havada ritim tutturmuş şehrin güzelliğine güzellik katıyorlardı. Dağdan inen şelalenin berrak suyu göz kamaştırıyordu. Bütün evler ya bir katlı ya da iki katlıydı. Hepsi de ahşaptan yapılmıştı. Her evin bahçesinde rengarenk güller boy gösteriyordu. Sanki biri İysem’in hayalini alıp da resmetmiş gibiydi. Dağdan gelen şelalenin bıraktığı su şehrin ortasından menderesler çizerek ilerliyordu. İşte o zaman gerçekten farklı bir yerde olduğuna inandı. Cennetin yeryüzündeki yansıması gibiydi adeta.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD