Odanın içine çekinerek bir adım attı Reyhan. Bu arada aklında dün akşam için neler söyleyeceği dolanıp duruyor, gerçekçi bir bahane arıyordu. Nihayetinde her gün büyük patronun karşısına çıkmaya alışkın değildi. Üstelik buraya neden çağırıldığını da biliyordu. Girdiği oda fazlasıyla geniş ve şıktı. Genel müdüre ait olan bu yerin sıradan olmasını elbette ki beklemiyordu. Alt ve üst sınıf arasındaki farkın en belirgin göstergesi olan bu yer, kendisi gibi asgari bir ücretle çalışan insanlar için fazlasıyla lükstü.
"Sen canını sıkma anne..."
Kendisini bekleyen adam sırtı kendisine dönük, pencereden dışarıyı izliyor ve telefonla konuşuyordu.
"Sağlığın daha önemli... Tamam..." Sessizlik ve bir cevap daha. "Biliyorum bu ara sizi çok ihmal ettim."
Kapının hemen arkasında durmuş onu izliyordu Reyhan. Henüz yüzünü görme şerefine ulaşamasa da; ki dün akşam onun nasıl biri olduğuna hiç dikkat etmemişti. Ses tonu yumuşak olmasına rağmen, gergin olduğunu hissedebiliyordu. Belki de kendisine öyle gelmişti. Yeni müdürle tanışacak olmasının gerginliğini yaşayan da kendisiydi.
Arkadan genç biri olduğunu görebiliyordu. Kısa kesim saçları siyahtı. Şayet boyatmıyorsa henüz beyazlara teslim olmamıştı. Uzun boylu ve geniş omuzluydu. Ve anlaşılan o ki takım elbise giymeyi sevmiyordu. Yeşil renk spor kesim bir gömlek ve krem rengi bir keten pantolon giymişti. Telefonu tutan elinde pahalı olduğunu belli eden kaliteli bir saat vardı. Bronzlaşmış teninin ana rengi de hemen hemen aynı olabilirdi. Ayak üstü onu incelerken, gerginliğini unutmak için çaba harcıyordu.
İki elini önünde birleştirmiş, genç adamın telefon konuşmasının bitmesini beklerken, daha onunla konuşmadan hafif kızaran yanaklarını soğutmak için tek eliyle yelpaze yapmaya çalıştı. Ancak hem hava çok sıcak hem de içine düştüğü durum bunu imkansız hale getiriyordu.
Adam telefonu kapatıp, birden ona doğru dönünce elini hızla aşağı indirdi. Keskin kahverengi gözleri, senin burada ne işin var der gibi bakıyor, gergin olan çenesi kasılıyordu. Onunla gözgöze gelince, bakışlarını kaçırmak istedi ama vazgeçti. Suçluluk psikolojisi için hiç uygun bir zaman değildi. Adamın bakışlarındaki öfkenin sebebi kendisi mi yoksa telefonda konuştuğu kişi mi çözemedi. Çirkin bir adam değildi. Onu çirkinleştiren öfkesi ve buz gibi bakışlarıydı. Ne kadar da gençti... Belki yaşı yirmi sekiz ya da yirmi dokuzdu... Yaş tahminlerinde asla başarılı değildi.
"Reyhan Hanım."dedi genç adam genç kızın adını önemsiz bir ayrıntı gibi tellaffüz ederken. "Reyhan Demir. Bursa Uludağ Üniversitesi meslek yüksekokulu aşçılık mezunu. Masaya yaklaş."
Genç kız masaya doğru bir kaç adım attı.
"Evet." diye cevap verirken, bakışları masanın üzerinde duran ve açık olan dosyaya takıldı. Kendi dosyası... Her çalışanın personel servisinde mutlaka dosyayı bulunuyordu. Okul ve kişisel bilgileri, referansları, maaş işlemleri vs her türlü bilgi orada mevcuttu. Dosya için verdiği resim iki yıl önce alelacele bulduğu, ilk fotoğrafçıya çektirdiği resimdi. Hayatı boyunca en çirkin göründüğü resim olduğuna yemin edebilirdi. Kıvırcık saçlarını toparlamak ve şekle sokmak için fırsatı olmamış, başının üzerinde yaptığı topuz kule gibi yukarı fırlamıştı. Resmi çeken adam yaşlı ve umursamaz biri olunca da ortaya yataktan yeni kalkmış, sersem sersem bakan, şaşkın bir kadın çıkmıştı.
Oldum olası bu kadar kıvırcık ve kabaran saçlara sahip olduğu için memnun değildi. Kısa kestirmek istese de bir şey değişmeyeceği için uzun kullanmayı tercih ediyordu. Çalışırken bone takmak, bu sorunu çok şükür çözmüştü. Hem o resimde daha toplu ve yani tonbuldu. Yanakları aldığı bir kaç kilodan dolayı yayılmış, sevimli kız çocuklarına benzemişti. Çok şükür o kilolardan kurtulmuştu...
Reyhan genç adamın bir an buyurun oturun diyeceğini sandı ama yanılmıştı. Öğretmenler odasında yaptığı yaramazlığın cezasını bekleyen bir öğrenci gibi ayakta bekliyordu. Parmak uçları gömleğinin üç kısımlarını çekerken, genç adamın sert bakışlarıyla ve soğuk tavrı ile baş etmeye çalışıyordu.
"Seni neden çağırdığımı tahmin ediyorsun değil mi?" derken aradaki resmiyeti çekip almıştı genç adam. Kendisi ona siz derken, o emrinde çalışan birine sen diye hitap etmeyi gayet normal karşılıyor olacak ki tavrı hem sinir bozucu hem de insanı gıcık edecek kadar rahattı.
"Bilmiyorum."diyerek dün akşam olan tatsız olayı büyütmemesini diledi Reyhan.
Genç adam masanın arkasında hala ayakta dikiliyor, ona sana inanmıyorum dercesine bakıyordu. Sesinin tonunu biraz daha yükseltti.
"Laf ebeliğini hiç sevmem. Saygısızlığın lüzumu yok."
"Ben size saygısızlık yapmak istemedim. Yanlış anladınız."
"Yaşın kaç senin?"
"Dosyamda doğum tarihim var." diye cevap verince, bir anda ağzından çıkan sözlerin onu daha fazla sinirlendirdiğini fark etti Reyhan. Madem kendisi hakkında her ayrıntıyı öğrenmişti. Bunu da bilmesi gerekirdi.
"Hem saygısız, hem yalancı, hem de ukala. İşe kim aldı seni? Torpille mi girdin?"
İşte bu çok fazlaydı. Saydığı hakaret içeren sözler Reyhan'ın sakin olmak için kendine verdiği sözü tutmasına engel oluyordu.
"Saygısız, yalancı ve ukala değilim. Soru sordunuz ben de cevap verdim. Yaşımı sorma sebebinizi de anlamadım. Buraya kişisel bilgilerimi teyit etmek için çağırıldımsa başka... Henüz neden burada olduğumu bile bilmezken, sizin tarafınızdan hakarete uğramak acımasızca."
Birbiri ardına içinden geçenleri sıralayan genç kızı, tek kaşı hafif çatık bir ifade ile izliyordu Fırat. Dakika da kaç cümle kurduğunu takip etmek zordu. Her kelimesi ve diksiyonu gayet düzgündü. Mutfakta çalışan biri olduğunu onu düşünmek zordu. Kapıda duran sekreter bile bu kız kadar düzgün cümle kurmuyordu.
"İşim konusunda bir sıkıntı varsa, bunu bana önce Ömer Ustam söyler. Ki zaten iki yıldır buradayım. Çok şükür ne işimle ne de çalışma arkadaşlarımla ilgili hiç bir sıkıntım olmadı. Siz de beni tanımıyorsun."
"Yeter!" diye bağırarak genç kızın konuşmasını kesti Fırat. Reyhan da sustu.
"Siz beni aptal mı sanıyorsunuz? Sen ve o saygısız arkadaşın..."
"Estağfurullah."
Estağfurullah mı? Bu kızın özrü bile kabahatinden beterdi. Çelimsiz vücudunun içinden, boyunu aşan cümleler kuran çok bilmiş ve zeki olduğunu düşünen bir kadın çıkmıştı. Üzerinde mutfak giysileri varken, onu ciddiye almak imkansızdı. Küçük yüzünün ortasında kocaman gözleri insanı rahatsız eden bir şekilde bakıyordu. Göz rengini seçmek bile imkansızdı.
Yukarı kalkık burnu, arasıra kıvrılan kalın dudakları karşısındakine sizi dikkate almıyorum mesajı verse de dış görünüş, insanın ait olduğu yeri değiştiremezdi.
"İşini kaybetmek hiç umurunda değil galiba?" dedi Fırat, onun gereksiz dik duruşunun çöktüğünü görmek için.
Reyhan bakışlarını yere doğru devirdi ve yutkundu. İşte şimdi buraya neden geldiğini anlamıştı.
"Paraya ihtiyacı olan herkes işini kaybetmeyi umursar." Sesi alçaldı ve biraz cesareti kırıldı. Şimdi kendisinin yerine burada Kerime olacak ve işini kaybedecekti. İyi ki onun yerine kendisi vardı. "Siz bile... Nihayetinde hepimiz burada para için çalışıyoruz. Konumumuz farklı olsa da amaç aynı değil mi?"
"Ya sabır..." Ya bu kız cidden aptaldı ya da boş boğazın tekiydi. Müdürle konuştuğunu bildiği halde yine de rahat davranıyordu.
"Bana bak! Sana diyorum. Kaldır kafanı."
Başını kaldırıp, ona baktı Reyhan.
"Bakın..." Adamın adı neydi? Masada duran isimliğe baktı.
Fırat Kocabaş
Ah... Kerime. Belli belirsiz gülümserken, dudaklarını birbirine bastırdı.
"Bakın Fırat Bey."
"Soyadım çok mu komik?"diyerek onu tersledi genç adam.
"Müdürüm..."
"Soruma cevap ver."
"Yani... Evet aslında komik ama bu size has bir durum değil. Soyadı ve adı komik olan binlerce insan var. Suçu nüfus memuruna atmak en kolayı. Hatta bir arkadaşımın soyadı..."
"Kes sesini!"
"Soruma cevap ver dediniz."
"Verme! Hiç bir soruma cevap verme! Hatta çık dışarı. Dua et ki arkanda seni işin için koruyan biri var. Yoksa çoktan kendini kapının dışında bulmuştun."
"Ömer Ustam değil mi? Allah razı olsun çok iyi adam. Baba gibi..."
"Burada sizin muhabbetinizin derecesini dinleyecek değilim. Sana son bir şans veriyorum. Ama bir kez daha her hangi bir sebeple karşıma çıkarsan, tek kuruş tazminat almadan seni bu kapının dışına atarım. Ve en önemlisi, bu otelden iyi bir referans almayan bir aşçı, yurt dışına da gitse, hiç bir yerde iş bulamaz. Anlatabildim mi?"
"Evet..."derken sesi içine kaçtı Reyhan'ın. "Anladım." Sonunda bitmişti değil mi? Kerime de kendisi de işini kaybetme korkusundan tamamen arınmıştı. Tamam biraz fazla konuşmuş, onu sinirlendirmişti ama işe yaramıştı.
"Bir daha başkasının suçunu üstlenmemen gerektiğini de anladın mı? "
Biliyordu... Adamın Kerime'nin yaptığından haberi vardı. Ona şaşkınlıkla bakarken, alt dudağını ısırdı. Daha fazla konuşursa kesin batacak ve düzelen durumu berbat edecekti.
"Hadi çık şimdi işlerim var."dediğinde arkasına bile bakmadan kendini odanın dışına attı. Kalbi deli gibi çarpıyor, ne düşüneceğini bilemiyordu. Kerime'nin merakla kendisini beklediğini bildiği için hızlı adımlarla idare binasının dışına çıktı.
Onu nerede bulacağını biliyordu. Bu saatlerde çamaşır odasında oluyor, odalara yıkanmış yatak takımları ayarlıyordu.
Dakikalar sonra zemin kattaki odaya ulaştı. Kerime orada yoktu. Onu gören de olmamıştı. Cep telefonu odasında olduğu için onu arayamıyordu. Koşarak odalarının bulunduğu lojmana gitti.
Odadan içeri nefes nefese girdiği anda Kerime'yi yatağında oturmuş, ağlarken buldu.
"Kerime." diyerek onun yanına oturdu. "Allah'ım ne oldu? Yoksa oğluna..."
"Hayır..."dedi Kerime kısılmış ve bitkin çıkan sesiyle. "Oğluma bir şey olmadı."
"Neden ağlıyorsun?"
"Gidiyorum Reyhan."
"Ne demek gidiyorum?"
"Biraz önce personel şefi beni çağırdı ve işime son verildiğini söyledi."
"Ne?" Reyhan'ın yüzü düştü ve nefesi daraldı. Anında gözleri doldu.
"Ama... Bu neden yaptılar?"
"Sebebini biliyorsun. Ben çok saygısız ve bu otele yakışmayan tavırlar sergileyen bir personelmişim. Müdür Bey işten çıkarılmamı emretmiş."
"Ciddi misin? Biraz önce onun yanındaydım ve bana bunu söylemedi." Kısa bir an o adamla arasında geçenleri düşündü. "Şimdi anladım. Aklı sıra bana gözdağı verdi. Yani seni de atardım ama dua et ki Ömer Usta seni korudu demek istedi."
"Boş ver Reyhan. Belki de böylesi daha hayırlı. Benim bu insanlarla uğraşacak gücüm yok. Üç beş kuruş kazanmak için canım çıkana kadar çalışıyorum. Oğlumu almak için çok paraya ihtiyacım var. Beni üzen tek nokta bu. Yoksa aç kalmışım, açıkta kalmışım zerre kadar umurumda değil."
Reyhan genç kadının omuzlarını tuttu.
"Benim umurumda Kerime. Sırf bir adam egosunu tatmin etmek için hayata tutunmaya çalışan bir kadının hayallerini yıkıyorsa, ben bunu umursarım."
"Reyhan lütfen. Benim için yeterince çaba harcadın. Allah senden razı olsun. Bundan sonrası için... Yeni bir iş bulmam gerek."
Reyhan'ın bakışları yerde duran küçük valize kaydı.
"Hiç bir yere gitmiyorsun Kerime. Beni burada bekleyeceksin. Ben gelmeden bu odadan çıkmak yok." Ayağa kalktı Reyhan.
"Nereye gidiyorsun ki?"
"Onunla konuşmaya."
"Sakın! Senin de başın yanar. Değer mi?"
"İyi ya işte birlikte gideriz. O yüzden beni burada bekle. Hatta benim valizimi de hazırla. Çünkü biraz sonra kapının önüne konulmak için o kadar hızlı atılacağız ki valiz hazırlamaya vaktim olmayacak!"
Reyhan odadan hızla çıkarken, Kerime arkasından bağırıyordu.
"Sen neden aşçı oldun ki gülüm. Avukat olsaydın ya... "
***
Ne güzel bir sözdü...
Haksızlığın önünde eğilirseniz, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz...
Hayat parası olana güzel, olmayana çile olsa bile cesaret ve özgüven olduğu sürece elbet bir gün kazanırdın. Bazen kaybetmek, yeni bir şey kazanmak demekti. Kapanan bir kapı diğerini açarken, keşke olmasaydı dediğimiz ve üzüldüğümüz anlara, gün gelip iyi oldu dediğimiz de olmuştu ve olacaktı.
İşte o anlar için, içimizde tuttuğumuz sözcükler, gün gelir bıçak gibi vicdanımıza saplanırsa, o zaman insanın canı daha çok yanıyordu.
Kerime istemeden bir saygısızlık yapmış, bedelini ona göre ağır ödüyordu. Evet ona göre ağırdı. Para sorunu olmayan biri onu asla anlayamazdı. Kadın olmayan, anne olmayan biri ise hiç anlamazdı.
Adım adım idare binasına koşarken, bu kez daha sinirliydi Reyhan. Ve bu kez o adama ne diyeceğini düşünmüyordu. Zaten karşısına çıkınca kelimeler teker teker dökülecek, ona egosunu tatmin etme mutluluğunu yaşatmayacaktı.
Sekreter onu bir kez daha görünce şaşırdı.
"Buyrun Reyhan Hanım."
"Müdür Bey'le görüşecektim."dedi Reyhan acele ederken. Hatta kapıya bile yönelmişti.
"Korkarım bu mümkün..."
"Lütfen... Arayın ve onunla konuşmak istediğimi söyleyin. Beni kabul etmek zorunda."
"Müdür Bey bir kaç dakika önce çıktı."
"Çıktı mı?"Hayal kırıklığı ile omuzları çöktü genç kızın.
"Evet. Çiçek Hanım'la yani nişanlısı ile birlikte çıktılar."
"Ne zaman gelir?"
"Bilmiyorum. Bir şey söylemedi."
"Beklesem gelir mi?"
"Bilmiyorum dedim Reyhan Hanım. Bu kadar acil olan ne? Size gelince haber veririm."
"Acil inanın çok acil."
"İyi de bir şey yapamam."
"Telefon numarasını alsam."
Sekreter sen ciddi misin? Bu ne cürret dercesine bir bakış atarken "Hayır."dedi.
"Özel numarasını çalışanlara veremem. Hem etik değil hem de sizin onu aramanız büyük bir saygısızlık. Bir sorun varsa personel şefine iletin."
Masaya doğru eğildi Reyhan.
"Çocuğunuz var mı?"diye sordu usulca.
"Evet var."
"Yanınızda mı?"
"Bu nasıl bir soru? Elbette ki yanımda. Başka nerede olacak?"
"O zaman anne olmanın ne demek olduğunu biliyorsunuz."
"Bakın Reyhan Hanım."
"İşte acil olan bu..." Kızın masada duran isimliğine baktı Reyhan ve sonra onun yüzüne "Funda Hanım. Ben küçük bir çocuk ve onun annesi için Müdür Bey'le konuşmak istiyorum. Lütfen... Bana onun numarasını verin."
"Yapamam..."dedi genç kız tereddütle.
"Aramızda kalacak. Söz veriyorum. Yemin ederim."
İnsanları ikna etmek kolaydı ama doğru yoldan gidebilirsen. Reyhan bu özelliğini seviyordu. Tamam fiziksel olarak mükemmel bir kadın değildi ama iç dünyası bunun önüne geçmeyi beceriyordu.
Küçük bir kağıda yazılan numarayı alıp, yine koşarak binadan çıktı. Odasına ulaşır ulaşmaz telefonunu eline aldı. Kerime merakla onu izliyordu.
"Kimi arıyorsun Reyhan?"
Sus işareti yaptı Reyhan. Telefon çalıyor ama adam açmıyordu. İki kez daha ararken, yatağının kenarına oturdu.
"Kim açmıyor?"
"Fırat Bey."
"Kuzum sen delirdin mi? Adamı yakın bir ahbabın gibi cep telefonundan mı arıyorsun?"
"Evet çünkü odasında yoktu."
"Yok artık! Valla adam bizi kapı dışarı atmakla kalmayacak, Antalya'nın dışına kadar sürecek. Aklını başına al Reyhan. Bırak bu işin peşini. Ben hazırım ve gidiyorum."
Telefonu kapatıp ona baktı Reyhan.
"Gitmiyorsun Kerime. O adamla konuşmadan gitmene izin vermiyorum. Ayrıca böyle işten atmak olmaz. Önce uyarı verilir, çalışana iş bulması içinde kısa bir süre tanınır. Hem bu kadar da kolay değil. Sana tazminat ödemek zorundalar. Yok öyle hadi git demek? İşçileri koruyan yasalar var."
"Ben anlamam yasadan. Kim hakkımı koruyacak? Avukat mı tutayım? Boş ver..."
"Kendi hakkımızı kendimiz koruyacağız. Allah boşuna mı akıl fikir verdi?"
"O dediğin sen de var ama ben de yok canım. Aklım olsaydı, hayatım böyle olmazdı."
"Ne varmış hayatında? Sağlıklı, ayakları üzerinde durabilen, çalışkan ve güçlü bir kadınsın. Pes etmek yok. En azından oğlun için yap... Hayallerinden vazgeçme."
"Reyhan... Sen nasıl birisin böyle?"
"Olmam gerektiği gibiyim. Kendi hayatım için hiç bir şey yapmam ama başkası için elimi ateşe sokarım."
"Ve onunla birlikte yanarsın."
Güldü Reyhan.
"Böyle yanalım Kerime. Doğru olduğumuz için inan bana canımız acımaz."
"Canım yaa..." Kerime ona sıkıca sarılırken, Reyhan'ın cep telefonuna mesaj geldi.
"Kimsiniz?"
Mesajı atan kişi Fırat Bey'di.
"Mesaj attı!"diyerek geri çekildi Reyhan.
"Allah'ım... Adam kim olduğunu soruyor. Ne cevap vereceksin Reyhan?"
"Tabii ki benim diyeceğim."
"Reyhan yaa..."
"Bekle."dedi Reyhan ve adama cevap yazmaya başladı.
"Benim Reyhan. Bugün odanıza çağırdığınız kişi."
Sahilde bir kafede karşısındaki kadınla hem sohbet ediyor hem de yemek yiyordu Fırat. Telefonu bir kaç kez kayıtlı olmayan bir numara tarafından aramış ama açma gereği duymamıştı. Arayan kişi her kimse pes etme niyetinde olmadığı için ona mesaj atma gereği duymuştu. Zamansız ve lüzumsuz aramalardan hiç hoşlanmıyordu. Özellikle de telefonda kayda değer biri yoksa sohbet etmezdi. Mesajına gelen cevaba hayretler içinde bakarken, sözlüsü Çiçek kendi işlerini anlatmakla meşguldü.
Reyhan!
Nasıl bir cesaret ve cüretle kendisine mesaj atabiliyordu bu kadın? Numarasını nereden bulmuş, neden arıyordu? Karşısında oturan kadına belli etmemeye gayret ederek gelen mesaja cevap yazdı.
"Ben Reyhan ne demek? Şaka mı bu? Bu nasıl bir saygısızlıktır?"
Reyhan mesajı okudu ve hemen geri döndü.
"Sizinle konuşmak için geldim ama yoktunuz. Acil olmasa rahatsız etmezdim."
Fırat'ın kaşları çatılmış, ağzındaki lokmayı sertçe ezerken, sözlüsüne gülümsedi. Ancak içindeki öfkeyi bastırmak çok zordu. Çiçek fark etse otelde çalışanlara özel numarasını verdiğini düşünüp, kıyameti koparırdı. Üstelik arayan bir kadındı. Boş boğaz ve gereksiz bir kadın.
"Evet rahatsız oldum. Mesaj atmayı bırakın yoksa bu işin sonu hiç iyi olmayacak."
Adamın cevabını okuyup, dudak kıvırdı Reyhan. Sanki bu işin çok iyiydi de...
"İyi olacak bir şey kalmadı ki... Kerime'yi işten atmışsınız. Bu ne demek?"
Ne demek mi? Hesap mı soruyordu bu kadın? Kime kafa tutuyordu? Şimdi karşısında olsa onu kovmaktan beter ederdi.
"Hak etti ama anlaşılan size karşı fazla iyi niyetli davranmışım. Kesin artık mesaj atmayı."
Reyhan insanlara kolay gıcık olmazdı ama bu adama olmuştu. Kibirli, küstah ve burnu havada tavırları sinirini bozmaya başlamıştı.
"Kerime'nin de dosyasına baktınız mı? Onu da benim kadar merak edip araştırdınız mı? Nedense bu sorunun cevabı hayır gibi geldi. Çünkü iyi niyetli biri, hayatı zor ve işe ihtiyacı olan yalnız bir kadını bu kadar kolay işten atmaz. "
Fırat'ın suratı iyice asıldı. Çiçek ona gelen telefona dalmasa halindeki garipliği anlayabilirdi. Evet o kadının dosyasına bakma gereği duymamış, direk işten atılmasını emretmişti. İyilik için çalışmıyordu.
"Dosyası ve hayatı beni ilgilendirmiyor. Ve bu saatten sende onunla birlikte gidiyorsun. Otele döndüğümde ikinizi de görmek istemiyorum."
Kerime yazılanları okurken gerilsede Reyhan gayet rahattı. Madem işten atılmıştı, o zaman çok daha rahat cevap yazabilirdi.
"Bir: Önce uyarı iki: yeni iş bulmak için süre üç:Tazminatlarımız. İşçi kanunu var.
Çok bilmiş ukala! Cidden bu kadın insanın başını belaya sokacak kadar vardı. Hiç beklemeden cevap yazdı.
"Defolun!"
Cidden mi? Bu muydu adamın cevabı yani? Canı çok sıkıldı Reyhan'ın. Bunun altında kalamazdı.
"Tamam bir hata yaptı Kerime. Çok küçük bir hata. Ama oldu işte. Ne oldu? Size ne gibi bir zarar verdi? Canınızı mı yaktı? Rezil mi oldunuz? İşinizi mi kaybettiniz? Paranız mı yandı? Bu işin sonunda ölüm mü var? O çaresiz bir kadın. Ve ne var ki hayatını sizin gibi düşünen erkekler bu hale getirdi. O evladını kocasından almak için namusu ile para kazanmaya çalışırken, egosunu tatmin etmek isteyen bir başka adam yüzünden yeniden başa döndü. Hatalar affedilir. Bu affedeni aciz yapmaz. Yüce gönüllü yapar. Başka şekilde davranmış olsaydınız sizden özür dileyebilirdim ama şimdi teşekkür ediyorum. Neden mi? Bizi yanıltmadığınız için."
Fırat elindeki telefonu sıkarken, derin derin soluyor, genç kızın yazdığını her kelimeyi dikkatle okuyordu. Hemen sonra bir mesaj daha geldi.
"İnsanın insana işi düşer, yolu düşer... Hayat bu ya en olmaz anda en olmaz dediği birine ihtiyaç duyar. Ne diyebilirim ki... Siz bizi kovmadınız. Biz istifa ettik."
Ya sabır!