bc

BİRAZ TATLI BİRAZ TUZLU EŞİTTİR AŞK

book_age16+
1.4K
FOLLOW
5.6K
READ
love-triangle
family
goodgirl
brave
enimies to lovers
first love
twink
spiritual
love at the first sight
naive
like
intro-logo
Blurb

Malzemeleri kararında, tarifine uygun koyduğunda yemek pekâlâ çok güzel olur. Tabii damak tadı da önemli. Herkes her yemeği sevmez. Herkes her yemeği yemez.

Aşkı bir yemeğe benzetelim. Kimi zaman tatlı kimi zaman tuzlu kimi zaman acı bir yemek... Bu yemeğin tarifi var mı? Aslında var. Aşk olması için gerekli olan şeyler neler olurdu sizce?

Fedakarlık, saygı, hoşgörü, sevgi, anlayış, sahiplenme, kıskançlık, tutku, güven, sadakat, samimiyet, dürüstlük... Her birinden dozunda koyduğumuzda aşk yemeğinin tadına doyum olmaz. Bunlardan biri fazla olduğunda tadı da değişir. Örneğin kıskançlık...

İlişkileri bozan en zor duygudur kıskançlık. Güveni, sevgiyi, iyi niyeti sarsabilir. Her iki cins için de kıskançlık baş edilmesi zor bir duygudur. Erkek kıskanç olunca, kadının özgürlüğü ister istemez kısıtlanır.😟

Her iki tarafta dürüst olmak zorunda aslında ki e tabii yemeğin tadı bozulmasın.

Çok sahiplen ama sıkma!

Çok güven ama fazla korumacı olma!

Çok sev ama bıktırma!

Çok fedakar ol ama çok alıştırma!

Çok saygı duy ama çok resmi olma!

Hepsini karıştırıp, aşk yemeğini koyduk ateşe. 💃💃

Tadı da tuzu da yerinde. Şimdi bize bu yemeği tadacak iki insan lazım. 🤭

Büyüyünce ne olmak istersin diye sorduklarında onun tek bir cevabı vardı.

Aşçı

Kız çocukları bebeklerle oynarken, o annesinin tahta kepçesi ile minik tenceresinde boyalarla yaptığı sulu çorbasını karıştırıyordu Reyhan. Hayali aşçı olmaktı ve oldu. Bu hayalinin kaderini sonsuza kadar değiştireceğini asla tahmin etmemişti.

***

Asgari ücretle köle gibi çalışan babasını izlerken hep aynı yemini ederdi Fırat.

"Ben asla babam gibi olmayacağım! Parası olanı adam yerine koyuyorlar! Cebinde paran varsa adam, üzerinde takım elbise varsa saygınlığın oluyor."

Yarı aç yarı tok okuduğu okul sıralarında bir gün istediği hayata ulaşmak için hırsla çalışırken, hedefini çoktan belirlemişti. En üstte olacaktı. Fırat Bey diyeceklerdi. Önünde eğilecekler, itaat edecekler, saygıda kusur etmeyeceklerdi. Yönetim ve işletme bölümünü bitirince aradığı iş önüne gelmişti.

Önce küçük oteller sonra da büyük.

Tam istediği yere ulaşmıştı. Sahil otelleri zincirinin genel müdürü koltuğuna oturduğunda, yeni bir hedef daha belirledi.

Bu otel ya da bir başkası... Zengin ve ünlü birinin damadı olmak her kapıyı açacaktı

Ama bir şeyi unutmuştu.

Aşk!

Çünkü aşk bir erkeğin kalbinden önce midesine mutlaka uğruyordu.

chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM
Kitaplar olmasa hayat nasıl olurdu acaba? Okumak kadar keyifli ve huzur verici başka ne olabilirdi ki hayatta? Okuduğu her kitap onu başka hayatlara sürüklerken, gerçek olması mümkün olmayan hayallere dalıp gidiyor, biraz olsun hayatının can sıkıcı gerçeklerinden uzaklaşıyordu. Gün boyu ayakta geçen mesaisi sonrası, kendini yatağına attığında eline ilk aldığı şey baş ucunda duran kitabıydı. Oda arkadaşını rahatsız etmemek için aldığı masa lambası okuması için yeterli ışığı sağlıyordu. Yine çok yorulmuştu bugün. İki yıl önce çalışmaya başladığı bu otelde her geçen gün çok daha iyi olduğunu hissediyordu. Yaz boyu binlerce kişinin kaldığı bu yerin kocaman mutfağında baş aşçının yardımcısı olmuştu. Onun kadar iyi olması elbette ki mümkün değildi. Yemek yapmak bir sanattı. Yemeğe tadını vermek için harcalanılan emek, bir sanat eserine verilen emek kadar zahmetli ve zordu. Türk mutfağı inanılmaz lezzetlere ev sahipliği yapıyordu. Büyük bir otelin mutfağında çalışıyorsan, hem yetenekli hem de hızlı olman şarttı. Burada çalışmaya başladığı günden bu yana iş ömrü kısa olan bir çok insan tanımıştı. Otel yönetimi hizmet için işe aldığı kişileri kısa sürede değerlendiriyor, yeterli görmediklerini kapının önüne koyuyordu. Hayat ne yazık ki acımasızdı... Kitabının son sayfasını okuduktan sonra, usulca kapatıp, yatağının yanında duran etejerin üzerine bırakıp lambaya uzandı. "Sonsuza kadar mutlu oldular mı?" Uyuduğunu sandığı arkadaşı Kerime'nin sesini duyunca ona doğru baktı. Kaldıkları oda küçüktü ve yatakları birbirine yakındı. Kerime uykulu gözlerle yastığa dağılmış saçlarının arasından kendisini izliyordu. "Sonsuza kadar mutlu olmak mümkün mü?"derken ona gülümsedi genç kız. Tek elini yanağının altına koymuş, arkadaşına bakıyordu. "Sonsuza kadar değil ama yaşadığın sürece mutlu olmak mümkün olabilir Reyhan." "Nasıl bir hayat yaşadığına bağlı." "Öyle..."Derin bir nefes alarak geri verdi Kerime. "Benim gibi çatarsan dünyanın en şerefsiz adamına, anandan emdiğin süt burnundan gelir, hiç gün yüzü göremezsin." Kerime beş ay önce burada işe başlamıştı. Mor çatı dedikleri kadın sığınma evlerinden birinde kalırken, onların yardımıyla burada işe girmişti. Kocasından şiddet gören binlerce kadından biriydi. Beş yaşındaki oğlunu hiç istemese de o adama bırakmak zorunda kalmış, ölümden kaçmıştı. Artık çok iyi öğrendiği hayat hikayesini ilk duyduğunda gözyaşlarını tutamamıştı Reyhan. Kadın olmak zordu. Özellikle de kimsesiz ve çaresiz bir kadın olmak, tek başına ayakta durmaya çalışmak çok daha zordu. Beş aydır aynı odayı paylaştığı Kerime'nin oğlu için ağladığı anlarda onu teselli etmeye çabalasada anne yüreğinin acısını dindirmek kolay değildi. Tek isteği yeteri kadar parası olunca, kendine bir ev tutmak ve oğlunu yanına almaktı. Bu hayalinin hemen olması elbette ki mümkün değildi. Ev kurması için çok paraya ve oğluna bakması içinde birine ihtiyacı vardı. Ve en önemli sorun hala peşini bırakmayan kocasıydı. Boşanmış olmalarına rağmen, Kerime'yi kendine ait bir malmış gibi görüyor, onu gizlice takip ediyordu. Aynı şehirde olmasalar da onun hakkında her türlü bilgiye ulaşıyordu. Savcılık kararı olmasa çoktan karşısına çıkmış, ona zarar vermişti. Allah korusun! Kerime yatağında doğrularak oturdu. Zaten olmayan uykusu tamamıyla kaçmıştı. "Merak ediyorum Reyhan."dedi gülümseyerek. "Ama bak bana doğruyu söyle. Valla yalan söylersen anlarım. Artık seni çok iyi tanıyorum." Reyhan arkadaşının ne soracağını merak ederken, kendisi de oturdu. "Neyi merak ediyorsun ki?" "Sözlünü... Hm... Adı neydi?" "Vedat." "Ah... Evet Vedat. Neden unutuyorum bu ara isimleri bilmiyorum." "Sorun değil canım." "Onu diyorum... Seviyor musun?" Reyhan derin bir nefes alırken, bakışlarını Kerime'den kaçırarak önüne devirdi. "Reyhan... Hadi soruma cevap ver." Yine ona baktı Reyhan. "Vedat iyi biri. Saygılı, çalışkan, dürüst..." "Onun nasıl biri olduğunu sormadım güzelim. Onu sevip sevmediğini sordum." "Seviyorumdur... Yani... Onunla evlenmeyi kabul ettiğime göre." "Bak kızım. Öyle olmuyor. Ya seviyorsundur ya da sevmiyorsundur. Senin gibi okumuş, aklı başında, güçlü bir kız bu soruya net bir cevap verebilir." "Kerime bak... Biz Vedat'la akrabayız. Yani uzaktan. Ağabeyim..." "Seni ağabeyin sorumsuz, başkalarına yaslanıp yaşamaya alışmış, tam bir asalak Reyhan. Aldığın maaşı ona gönderdiğini biliyorum." "Onun bir ailesi var." "Ailesini sen mi düşüneceksin?" Kaşlarını çattı Kerime. "Ailesini önce o düşünmeli. Adam iddia ve at yarışı bayilerine karısından ve kızından daha çok değer veriyor. Üstelik çalışmıyor." "İş bulamıyor." "Çalışana memlekette iş çok Reyhan. Oh ne güzel. Bacım çalışsın ben yiyeyim." Haklıydı Kerime ama yapacak bir şeyi yoktu. Annesi ve babası artık oğulları ile uğraşmaktan bıkmışlar, gelin evi terk eder, yuvaları dağılır korkusu ile seslerini çıkarmıyorlardı. Yengesi de bıkmıştı ancak maaşının bir kısmını ona yolluyor, yeğeninin masraflarına yardımcı oluyordu. En azından Bursa'da iki katlı ve bahçeli bir evleri vardı. Babasının zamanında aldığı bu yer sayesinde kirada oturmaktan kurtulmuşlardı. Üst katta ağabeyi, alt katta anne ve babası oturuyordu. Yaşlılardı... Her şeye güçlerinin yetmesi mümkün değildi. Yengesi onlara sahip çıkıyor, kendisi de bunun bedelini fazlasıyla ödüyordu. "Ağabeyim her zaman aynıydı. Babam oğlum adam olsun diye çok çabaladı, annem yuvası olursa akıllanır diye evlendirdi ama olmadı işte Kerime... Belki biraz daha olgunlaşınca..." "Otuz beş yaşında bir adam yeterince olgun olur kuzum... Sen kaç yaşındasın?" "Yirmi beş." "Ve ondan kat kat daha olgunsun. Ayrıca kaç yıldır çalışıp, onlara para yolluyorsun." "Üç yıldır... Yani üniversiteyi bitirdiğimden bu yana." "Kaç ay oldu sözleneli?" "Nisanda eve gidince istemeye geldiler. Ağabeyim de..." "Valla Reyhan kim bu Vedat bilmiyorum ama senin bu evlilik konusunda kararsız olduğunu düşünüyorum. Hiç öyle aşık ve düğünü olacak diye heyecanla bekleyen biri değilsin." "Herkes heyecanla olmak zorunda değil. Doğru olanı yaptım diye düşünüyorum. Yani  Vedat ve ben aynı gibiyiz. Ailelerimiz birbirini gayet iyi tanıyor. Annesi çok iyi bir kadın. Babası da... Evin tek oğlu ve..." "Ve onların gözbebeği..." "Yani... Oğullarının mutluluğunu düşünüyorlar." "Beş katlı bir evleri ve koca bir dükkanları var. Size de en üst katı yapıyorlar değil mi? Gelin hanım yanlarında olacak. Oğlu da..." "Mali durumları beni ilgilendirmiyor Kerime. İnsan olmaları önemli. Vedat gerçekten iyi biri. Evlendikten sonra birlikte bir lokanta veya kafe açalım dedi. Onun bir işe var ama bana destek olacağına dair söz verdi. Üstelik annemlere de yakın olacağım. Daha ne isterim?" "Kızım bir bak kendine. Çok güzelsin Reyhan. Üniversite bitirmiş ama hala okuyan, kitaplardan başını kaldırmayan, çalışkan, akıllı ve gayet hanım bir kızsın. Ömer Bey, senin çok sürmez bir kaç sene sonra çok aranan ve tutulan bir baş aşçı olacağını söylüyor." "Burada kalamam. Ailemin yanında olmalıyım." "Ailen için kariyerinden vazmıgeçeceksin? Küçük bir lokantanın mutfağında öğlen bulaşıklarını yıkarken, akşam ne yemek yapsam mı diye düşüneceksin? " "Başka çarem var mı?" "Var tabii. Bir kere bu evlilik fikrinden vazgeç. Bak bana... Babam beni saçlarımdan sürükleyerek o adamın koynuna soktu. Ve ben de her gün saçlarımdan sürüklenerek dayak yedim, hakarete uğradım, acı çektim. Sevmediğim bir adamın bana dokunmasına, hayvan gibi davranmasına izin verdim. Elimde ne var şimdi? Hiç bir bok yok. Ne param, ne evladım, ne de cesaretim... işte bu yüzden sana diyorum ki Reyhan. Hayatını başkalarının mutluluğu için harcama. Değmez! Değmez güzelim. Asla değmez." Reyhan bedenini yatağa atıp, gözlerini tavana dikerken, aslında değmeyeceğini bildiği şeyin farkındaydı ancak hayat planlarının dışında seni oradan oraya sürüklüyor, seçim şansı bırakmıyordu. Kerime sessizce onu izlerken, yakında doğru yolu bulacağını umut ediyordu. Güzeldi Reyhan. Saçlarını hiç beğenmese de, sürekli bir bonenin altına gizlese de o kıvırcık lüleleri, beline inen dalgaları ve sarıya yakın karamel rengi gerçekten çok güzeldi. Bal rengi gözleri ile uyumlu teni ve gayet düzgün fiziği ile Vedat denen adamın ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Erkekler böyleydi işte... Önce her şeye evet, elde edince hayır! Dünyada ne kadar erkek varsa Allah hepsinin belasını versin! diye geçirdi içinden Kerime... Öğlene kadar hiç uyanmadan ve iş telaşı olmadan uyuduğu günler hayatında ne kadar azdı... Okul yılları ve çalışma hayatı derken tembellik yapmaya hiç fırsatı olmamıştı. Antalya'ya geldiği ilk günü hiç unutamıyordu. Elinde küçük bir valiz, cüzdanında az bir para ile küçük bir otele girmiş, bir yıla yakın bu otelde, tabiri caiz ise köle gibi çalışmış, otel sahibi iflas edince kendini bu sahil otelleri zincirinin bir halkasında bulmuştu. Ömer Usta olmasa burada işe girmesi imkansızdı. Onun yanına denenmek amaçlı geldiği ilk gün Ömer Usta, seni işe aldım demişti. Sadece bir günde nasıl karar verdiğini aylar sonra öğrenmişti. "Sen yemek değil, sanat eseri yapıyorsun Reyhan."demişti. "Soğan seni değil, sen soğanı ağlatıyorsun." Çok gülmüştü o gün Reyhan. Aşçılık konusunda yetenekli olduğunu kanıtladığı için kendisi ile gurur duymuş, ilk defa bu işi seçtiği için çok mutlu olmuştu. Annesi öğretmen olsaydın keşke derdi her zaman... Hem çocukları seviyorsun hem de tatili çok... İnsan yüreğinin götürdüğü yere gitmeliydi. Bugün yine telaşla başlamıştı. Haziran ayının ilk günleriydi ve otel doluydu. Öğle ve akşam yemeği için hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordu. Ömer Usta bir geminin kaptanı gibi kocaman mutfakta çalışanlara emirler yağdırıyor, her şeyin mükemmel olması için tüm enerjisini harcıyordu. Menüleri sabitti. Her gün türk mutfağından onlarca çeşit çıkarıyorlar, yemek salonuna açık büfe olarak sunuma hazırlıyorlardı. Reyhan oradan oraya koşarken, yemekleri kontrol ediyor, salataların çeşitlerini inceliyor, en ufak bir pürüz çıkmaması için elinden geleni yapıyordu. "Reyhan!" Ömer Usta'nın kendisine seslendiğini duyunca, etlerin piştiği ızgaranın orada bulunan adama doğru koştu. "Efendim Ustam." "Bunların sosu hazır mı?" "Hazır." Ömer Usta bugün her zamankinden çok daha gergindi. Kara kaşlarını çatmış, etlerin rengine bakıyordu. "Dikkat edin de yanmasın etler." Reyhan onun aksine rahattı ve gülümsedi. "Senin neyin var Ömer Ustam? Bugün neden bu kadar gerginsin? Biz bu işi her gün yapıyoruz ve hiç bir sorun çıkmıyor." "Neden mi? Yeni genel müdür geliyor." "Yeni müdür mü? Ama... Saffet Bey'e ne olmuş ki?" "Sanırım emekli olmuş." "Emekli olacağını söylüyorlardı ama birden bire..." "Valla ben de çok üzüldüm. İyi adamdı. Halimizden anlıyordu. Her insan yöneticilik yapamaz. Geldiği yeri gök kubbe sanıp, insanlara tepeden bakan, eziyet eden, halden anlamayan ne insanlar gördüm ben. Saffet Bey başkaydı. Şimdi yerine kim gelecek bilmiyorum ama gelen gideni aratır derler." "İnşallah aratmaz. Hayırlısı diyelim Ömer Ustam. Sonuçta biz işimizi yapıyoruz. Kaç kez göreceğiz ki onu?" "Valla duyduğum kadarıyla..." Reyhan'a doğru eğilerek, sesinin tonunu biraz daha düşürdü Ömer Usta. "Gelecek olan adam büyük patronun kızıyla nişanlıymış. İç güveysi gibi bir şey diyorlar." "Burada dedikodu ne çabuk yayılıyor?" "Ateş olmayan yerden duman tüter mi? Kesin doğrudur." "İyi de bu bizi ilgilendirmez." "Sonradan gören, parayı ve koltuğu sonradan bulan biri ise işimiz var. Ben hiç haz etmem öyle adamlardan. Bir kadına tutunup, yükseklere çıkan adama adam demem." Güldü Reyhan. "Daha görmeden, bilmeden adamı bitirdin be Ustam. Dur hele bir. Saffet Bey gibi biri de olabilir. Belki daha da iyi. Önyargılı olma." "Yok yok. Güvenirim ben hislerime." Haklıydı Ömer Usta... Zenginlerin dünyasında, asgari ücretle emeğini satan insanların ne yazık ki değeri yoktu. Onların belki de bir günde harcadığı para için, bir ay boyunca ter döken, beş kuruşun hesabını yapan işçilerin nasıl geçindikleri umurlarında değildi. Patronun kızını yakından tanımasada otelde gördüğü bir kaç kez gözleri ister istemez ona kaymıştı. Lüks yaşamını yansıtan giyim tarzı, iyi okullarda okuduğunu belli eden havası, çalışanlara karşı soğuk tavrı nasıl biri olduğunu ele veriyordu. Yani öyle birinin nişanlısının nasıl bir yapıya sahip olduğunu tahmin etmek de kolaydı. Tencere kapak misaliydi hayat... Herkes kendi dengini bir şekilde buluyordu. Tıpkı kendisi ve Vedat gibi. Kerime her ne kadar Vedat ile evlenme kararını onaylamasada hayat önüne ondan daha iyisini çıkaramazdı. Hem daha iyi de ne demekti ki? Her insanın iyi ve kötü yönleri mutlaka vardı. Mantık evliliğinin çok daha uzun sürdüğünü söyleyen insanlar haklıydı. Aşk tek başına işe yaramıyordu. Para olmayınca aşkta bitiyordu. Karakterler uyuşmayınca, tahammül azalınca, aynı eve girince akla kara belli oluyordu. "Akşam yemeğinden sonra çalışanlarla toplantı yapacakmış." dedi Ömer Usta. "Hepimizin saat tam dokuzda eğitim salonunda olmamızı emretmiş. Adam daha başlamadan emir veriyor. Ne yapacaksa?" Düşüncelerinden sıyrılıp, ona cevap verdi Reyhan. "Besbelli kendini tanıtacak." "Bizimle tanışmak isteyen girer aramıza, işimizin başındayken bir selam verir, kolay gelsin der. Kısa da olsa sohbet eder." "Boş ver Ustam sen bunları. Ne istiyorsa yapalım. Hepimizin paraya ihtiyacı var. Ne emrederse yapmak zorunda değil miyiz?" "Sen de ne iyi niyetlisin Reyhan. Az açık göz ol kızım. Eline vur ekmeğini al. Ezdirme kendini. Burası olmazsa, başka bir yer olur. İşini iyi yapan aşçı bulmak kolay mı?" "Değil ama benim kısa sürede olsa işsiz kalmak gibi bir seçeneğim yok. Aileme para yollamam gerek. Sonra banka kredim var." "Geldiğin günden beri borç ödüyorsun. Ne gülmez yüzün varmış. Sizinkiler de yıktı borçları üstüne, rahat içinde yaşıyorlar. Ayıp valla." "Benim bir şikayetim yok ustam. Bu günler de geçecek. " "En iyisi sen evlen kızım. Hiç değilse ailenin derdinden kurtulursun." "Ailem bana hiç dert olmaz ki... Onlar benim canım. Ne için okuttular bizi? Niçin evlat yetiştirdiler? Elbet bakacağız onlara." "Anaya babaya eyvallah da ağabeye bakmak nedir? Koca adam utanmıyor bacısının alın terini yemeye." Yine gülümsedi Reyhan. Ömer Usta'nın kendisini kızı gibi sevdiğini ve korumaya çalıştığını biliyordu. "Hadi bırakalım bunları da işimize dönelim Ömer Ustam. Hadi..." Akşam yemeğinin telaşı da bitince ortalık durulmuş, mutfak sıkı bir temizlik sonrası sessizliğe gömülmüştü. Reyhan birden bire başlayan baş ağrısı yüzünden hiç rahat değildi. Arasıra yoklayan migren, ilaç alsa da çabuk geçmiyordu. Tek isteği bir an önce gidip yatmak ve dinlenmekti. Ancak toplantı olacağı için beklemek zorundaydı. Toplantı salonunun en arka sıralarından birine oturmuş, başını ellerinin arasına gömmüş, salonu dolduran otel çalışanlarıyla birlikte yeni müdürün gelmesini bekliyordu. Bütün gün başında bulunan bone de ağrılarını sanki daha fazla arttırıyordu. Ancak çıkarırsa, darmadağın olmuş ve kirlenmiş saçları hiç hoş görünmezdi. Kerime yanına oturmuş, tüm gün temizlik yaptığı odaların nasıl olduğunu anlatıyordu. "Kendi evin gibi kullan ya... Ne pis insanlar var. Bir gecede çarşaflar bu kadar mı kirlenir? Yastıkların yüzleri resmen saç boyası. Yıkansada çıkmıyor. Valla bu otel benim olsa hepsinin parasını bunlardan keserim. Banyoları hiç anlatmayım..." Reyhan her gün aynı şeyleri duyduğu arkadaşına başını sallayarak cevap veriyor, gözlerini kapatmış, baş ağrısının geçmesini bekliyordu. Hala konuşuyordu Kerime. "Saat dokuz dedi ama dokuz buçuk oldu. Nerede kaldı bu adam? Yeminle çok yoruldum. Ayaklarım ağrıyor. Dinlenmek istiyorum." "Ben de..." dedi Reyhan usulca. "Geçmedi mi ağrın Reyhan?" "Biraz daha azaldı ama geçmedi." "Neyse kuzum sabredelim. Gelsin bakalım yeni müdür. Ne diyecekse desin de yatalım." Salonun kapısı açılınca herkes ayağa kalktı. Reyhan da ağır ağır ayağa kalkmış, ancak yarı kapalı gözlerle yere doğru bakıyordu. İçeri giren adam kalabalığın önünde yerini alınca, "Oturun."dedi. Çalışanlar yine oturdu ve pür dikkat onu izlemeye başladı. Reyhan göz ucuyla yeni müdüre bakıp, yine başını yere devirdi. "Hepinizi burada neden topladığımı biliyorsunuz." Kerime dudakucuyla ve sessizce söyleniyordu. "İnsan bir selam verir. Şuna bak... Tipi yerinde ama içinde koca bir öküz var." "Kerime..."diye usulca onu uyardı Reyhan. Müdür konuşmasına devam ediyordu. "Otelin yeni müdürüyüm. Adım Fırat Kocabaş." Adamın soyadını duyunca kıkırdadı Kerime. "Ah... Bak bildim. Ninemin bir camışı vardı. Onu kocabaş diye severdi. Soyadına bak ya." Kahkaha atmamak için kendisini zor tutuyordu Kerime. Reyhan ona hafif bir omuz atsa da geç kalmıştı. "Komik olan ne?" diye seslenen adamın, ses tonu soğuk ve kızgınlık doluydu. Kerime kendisine bakan adamın, yaptığı şeyi fark ettiğini görünce korkudan titremeye başladı. Söylediklerini duymuş olması imkansızdı ama kesin kıkırdadığını duymuştu. Şimdi ona cevap verecek ne cesareti, ne de uyduracak yalanı vardı. Sadece o değil, salonda bulunan herkes ona doğru bakıyordu. "Soruma cevap verin! Komik olan ne?" Reyhan ne olduğunu anlayınca hızla başını kaldırdı ve bakışlarını genç adama dikti. Öfke, kibir, kendini beğenmişlik... O an aklından geçen şeylerin sebebi karşısında duran adamdı. Kerime'yi hesap soran bir yüz ifadesi ile izlerken, bakışlarındaki küçümseme fark edilmeyecek gibi değildi. Ah Kerime... İşini mi kaybetmek istiyordu? Başına ne gelirse çenesini tutamadığı için geliyordu. "Cevap verin" diye bağırdı adam. Kerime adamın sesiyle yerinden sıçradı. Saniyeler için de gözleri dolarken, Reyhan'ın ayağa kalktığını gördü ve sesini duydu. "Bendim... O değil bendim efendim..." Adamın öfkeli bakışları Reyhan'ın yüzüne kayınca, Kerime donup kalmış, titreyen çenesini engellemek için dudaklarını ısırıyordu. "Sen değildin!" dedi adam. İnanmadığı çok açıktı. "Bendim..." Allah'ım sen yardım et... Salonda başlayan fısıldaşmalar, gözlerini yakan aydınlatma ve üzerindeki baskı başındaki ağrıyı şiddetli bir hale getirirken, bir kaç ayda bir gelen migren atağını hissediyordu Reyhan. İki elinin parmak uçlarıyla alnını ovarken, görüş alanı bulanıklaşmaya başladı. Midesi bulanıyor, bacakları titriyor, karşısında cevap bekleyen adama ne diyeceğini de aynı anda düşünmeye çalışıyordu. Şimdi değil! Migren atağının bu akşam olması doğru zaman değil! Ayakta durmak için tüm gücünü harcamasına rağmen yapamıyordu. Önündeki sandalyeden iki eliyle destek alıp, gözlerini kapatarak derin bir nefes çekti ve aynı anda inledi. Kerime onun durumunun hiç iyi olmadığını fark edince "Reyhan!"diye telaşla seslenerek, genç kızı tek kolunun altına aldı. Hemen sonra onları izleyen adama baktı. "Migren! Onun migreni var. Ve sanırım şuan atak geçiriyor. Daha önce de olmuştu." O an aklına gelen ilk şeyi söyleyiverdi. "Az önce ağrıdan inledi. Yani... Şey... Bizi yanlış anladınız. Reyhan..." Genç adam sorgular bakışlarını ikisinin de üzerinde gezdirirken, bir kaç saniye düşündü. "İkiniz de dışarı çıkın!"dediğinde Kerime bulundukları durumdan kurtuldukları için sevinirken, Reyhan için de üzülüyordu. "Teşekkür ederim. Lütfen kusura bakmayın. Lütfen... " "Çıkın dedim!" Kerime Reyhan'ı kollarıyla desteklerken, ikisi de ağır adımlarla salonun kapısına yöneldiler. Kahrolası çenesi yüzünden daha ilk günden, bu adamın hedefi olmak hiç iyi olmamıştı. Salondan çıkarken, genç adamın bakışlarındaki ben size sorarım ifadesi ürkütücü ve sinir bozucuydu. Kim bulmuştu bu adamı? Kim? Nasıl bir insandı? Tavırları ve yüz ifadesi çalışanlarına hiç değer vermediğini açıkça belli ediyordu. Onu inceliyordu Kerime... Soğuk, resmi, itici ve kabaydı. Saffet Bey gibi sıcakkanlı, samimi ve şirin bir adam olsaydı ya... Hem de çok gençti. Yaşı otuzun çok üstünde olamazdı. Oldukça uzun boyu, zayıf ama kaslı bedeni kasıntılı bir halde dururken, iki elini keten pantolonun ceplerine sokmuş, üzerindeki spor dar kesim gömlek ve oldukça pahalı görünen giyim tarzı ile müdürden çok baba parası yiyen zengin veletlere benziyordu. Müdür dediğin takım elbise giyerdi değil mi? Koca bir otelin başına, yaşı kadar kişiliği de tam oturmamış, insanın halinden anlamayan birini getirmek, hangi zekanın bir ürünüydü acaba? Kimin torpili ile buraya gelmişti? Kara kaşı ve kara gözüne aldanan Çiçek Hanım'ın kendine koca olarak seçtiği adam tam da ona göreydi işte! Sosyete dedikleri çöplüğün içinden kendileri gibi insanların çıkması zaten olacak iş değildi. Sadece bir kaç dakikada adam hakkında aklından geçen onlarca düşüncede yanılmadığından da adı gibi emindi. Odalarına ulaştıklarında Reyhan'ı yatağına yatırmadan üzerini değiştirmesi için yardım etmeye başladı. "Çok özür dilerim Reyhan..." diyerek sessizce af dileniyor, aynı anda genç kızın pijamalarını giymesine yardım ediyordu. "Allah benim belamı versin. Hoş zaten verdi. Dilimi eşek arısı soksun. Nerede nasıl davranacağımı hala öğrenemedim ya... Allah beni kahretsin! " "Kerime..." Reyhan usulca onu uyardı ve yatağına uzandı. Göz kapaklarını açık tutmakta zorlanıyordu. "Kendine bela okuma. Boşver... Unutalım." Kerime de kendi yatağına oturdu. "Biz unutalım da bakalım o herif unutacak mı? Bu ne ya? Valla kızım bu adam tam bir bela. Gördün mü bize nasıl bakıyordu?" "Görmedim." Görmemişti Reyhan. Çektiği ağrıdan başka hiç bir şey düşünemediği için ne adamın yüzünü, ne de tavırlarını doğru düzgün incelememişti. Aklında kalan tek şey soğuk bakışları ve sesiydi. "Ya bizi işten atarsa?" Kerime'nin endişesi ve korkusu sesine yansıdı. "Ne yaparım o zaman? Oğlumu nasıl alırım? Nereden iş bulurum? " "Hadi uyu Kerime..." "Hiç uykum yok. Neden bu kadar cahilim ben? Senin gibi aklı başında biri neden değilim? Beni korumak için kendini öne attın. Niye Reyhan? Senin de paraya ihtiyacın var. Hem ben işe yaramaz, alt tarafı oda hizmetçisiyim. Sen benim gibi değilsin. İşin de çok iyisin. Okumuş, tahsilli ve olgun bir kızsın. Ben neyim? Liseyi bile bitiremedim. Bir mesleğim yok. Elle tutulur hiç bir şeyim yok." "Kendine yüklenmeyi bırak..." "Hayır doğruyu söylüyorum." "Diploma insanı insan yapmıyor..." "Bak bunda sonuna kadar haklısın. O adamın diploması var ama insanlığı yok." "Uyumak istiyorum..." "Uyu canım benim... Teşekkür ederim Reyhan. Bugün yaptığın şeyi hiç unutmayacağım. Ben bana iyilik yapılmasına alışkın değilim. Hayatıma kim girdi ise kazık atıp gitti. Kendi ailem bile arkamda durmadı. İyi sen varsın... İyi ki..." Sabah uyandığında çok daha iyiydi Reyhan. Başağrısı geçmiş yerini yorgunluk ve halsizlik almıştı. Kerime daha erken uyanmış, işinin başına gitmişti. Bir ara odaya gelip, Ömer Usta'nın dinlenmesi için bugün izin verdiğini söylemişti. İzin günü olmamasına rağmen, toparlanmak için bu teklife hayır dememişti. Hem dün akşamdan sonra müdürle karşılaşmamak çok daha iyi olacaktı. Olayı büyütmemesini ve unutmasını umut ederek, duşa girmiş, Kerime'nin getirdiği kahvaltıyı yemiş ve ilaçlarını alarak yine uyumuştu. Uyandığında öğleni devirmişti. İzin günlerinde yapacak çok bir şeyi zaten olmuyordu. Bazen çarşı merkeze iner, bir kaç şey alır, kitapçıya uğrar, bir kafede çay içer, sahilde yürür ve otele geri dönerdi. Telefonundaki aramalar Vedat'a aitti. Onunla her gün konuşmuyordu. Arayan soran Vedat'tı. Sanki sözlü değil de iki arkadaş gibi sohbet ediyorlar, bazen konuşacak hiç bir şey bulamıyorlardı. Vedat işlerinden bahseder, inşaat halinde olan dairenin planını anlatır, düğün için yapacaklarını sıralardı. Sanki başka birinin evlilik planlarını dinliyormuş gibi geliyordu. Ona alışmayı ve onu sevmeyi zamana bırakmıştı. Annesi ve babası da evlendikten sonra birbirlerini sevmişlerdi. Pekala kendisi de evlendikten sonra Vedat'ı sevebilirdi. Yatağından yeni kalkmıştı ki telaşla odaya giren Kerime'nin sesi ile irkildi. "Seni görmek istiyor!"diyerek girdi içeri Kerime. Nefes nefese kalmış, eli ayağa titriyor, korkudan zor konuşuyordu. "Kerime sakin ol. Ne oldu?" "Müdür! Allah'ım müdür seni odasına istiyormuş Reyhan. Nasıl sakin olayım?" Reyhan usulca ayağa kalkarak, banyoya yöneldi. Elini yüzünü yıkarken, Kerime de peşinden geldi. "Ne olacak şimdi? Ne diyecek? Aslında belli. Toplantıda olanların hesabını soracak." Kerime telaşlı olsa da Reyhan gayet sakindi. Havluyla yüzünü kuruladıktan sonra giysi dolabına yöneldi. İş kıyafetlerini ve bonesini aldı. "Olanları değiştiremeyeceğimize göre... " "Bende seninle geleyim Reyhan. " "Hayır sen gelmiyorsun." "Ama..." Üzerini giyinirken, ona doğru baktı Reyhan. "Dün akşam size yalan söyledim. Aslında arkadaşım sizin soyadınıza güldü çünkü o isim ninesinin camışına aitmiş mi diyeyim?" "Ben derim." "Saçmalama... Gerçeği söylemek bazen işleri daha zor hale sokar." "Ama sen yalan söyleyen biri değilsin." "En yakın arkadaşım için yalan söyleyebilirim. Çünkü bu işin ucunda annesini bekleyen bir çocuk var." "Reyhan..."diyerek arkadaşına sarıldı Kerime. "Ya seni işten atarsa?" "Yapacak bir şey yok. Atarsa ben de başka bir iş bulurum." Yine birbirlerine baktılar. "İş bulmak kolay mı?" "Sen dedin. İyi bir aşçıya herkes iş verir. Benim için endişelenme." "Allah razı olsun... Ama sakın o adamın karşısında kendini ezdirme. Patronsa patron. Canavar değil ya... Senin gibi elemanı zor bulur!" "Kendimi kimseye ezdirmem Kerime. Sakin olabilirim ama saf değilim. Saçma sapan bir olayı gurur meselesi yapan ve büyüten bir adama boyun eğecek değilim." "Tabii ki değilsin. Git! Kendine yakışan cevabı ver. Ama bil ki seni işten atarsa, ben de seninle gelirim. Burada asla durmam. Verecekleri para batsın." "Hadi işine dön Kerime. Ben de Müdür Bey'le tanışmaya gideyim. Bakalım derdi neymiş?" Beyaz kumaş pantolonu ve gömleğini giydikten sonra, kıvırcık ve uzun saçlarını bonenin altına gizlemeyi başararak, odasından çıktı Reyhan ve idare katının olduğu iki katlı binaya doğru yürümeye başladı. Bu binaya daha önce bir kez gelmişti. İşe ilk girdiği gün evraklarını teslim etmek için uğramış, bir daha işi düşmemişti. Galiba bugün de ayrılış evraklarını alacaktı... Olsun... Her işte bir hayır mutlaka vardı. Ezilmek, para için hor görülmek ve küçümsenmektense işsiz kalmayı tercih ederdi. Kendinden emin adımlarla, müdürün odasının bulunduğu kata çıktı. Kapıdaki sekretere kim olduğunu söyleyince, genç kız telefonla müdürü aradı. Sonrasında ona baktı. "Sizi bekliyor. İçeri girebilirsiniz Reyhan Hanım." "Teşekkür ederim." dedi Reyhan gülümseyerek. Genç kız da ona gülümsedi. Nihayetinde ikisi de burada çalışıyordu. Birbirlerinden üstünlükleri elbette ki yoktu. Tek fark o masa başında, her gün şık giysiler ve yüzünde hoş bir makyajla otururken, kendisi mutfakta yemek yapıyor, şık ve bakımlı olmak zorunda kalmıyordu. Müdürün kapısını çalmadan önce derin bir nefes aldı ve kapıyı usulca tıklattı. İçeriden gelen ses dün akşamki gibi soğuktu. "Gel!" Bela geliyorum demez ama belaya bulaşmak için bazen insan kendi kaşınır... Hadi bakalım...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
223.4K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
520.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook