
“Demek, evleneceğim kız sensin.”
Sesin geldiği yere doğru istemsizce döndüm ve nefesim kesildi. İri yarı siyah takım elbiseli bir adam sırtını duvara dayamış, içtiği sigaranın dumanını havaya savuruyordu. Etrafımı, benzer üç beş koruma odluklarını düşündüğüm adamlar yavaşça çevirdi. Yüreğim ağzıma geldi.
“B... Bana mı dedim?” diye kekelerken elim çantamın sapına kenetlendi.
Adam sigarasından bir nefes daha çekti ve beni baştan aşağı ağır ağır süzdü. Gözlerindeki değerlendirici bakış, tenimde yanık izi bırakıyor gibiydi. Dudaklarının kenarında küçük, ama samimi olmayacak kadar tehlikeli bir kıvrılma belirdi.
“Fena parça değilmişsin,” diye mırıldandı sanki kendi kendine.
“Ne oluyor? Manyak mısınız siz?” diye bağırdım sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. Adrenalin, yorgun kaslarıma hızla yayılıyordu.
Adam, son bir nefes çektikten sonra sigarasını asfalta attı. İşlemeli siyah ayakkabısının ucuyla üzerine bastı, ezdi. Hareketi yavaş ve kasıtlıydı. Sonra başını kaldırıp gözlerime dikti.
“Ben Serter,” dedi her heceyi bastıra bastıra. “Ve benimle geliyorsun küçük hanım. Öz babanın, Levent amcanın bana son emanetisin.”
Koruma çemberi daraldı. Serter, ceketinin yakasını düzeltti.
“İstersen güzelce gelirsin. İstersen...” diyip yarım bıraktı cümlesini, anlamı gözlerinde tamamlanırken.
Çantamı daha sıkı kavradım. Babamın karanlık geçmişi, ne yazık ki beni bulmuştu. Ve onun ta kendisi gibi dikbaşlı bir mirasçı olarak karşılarında duruyordum.

