2. BÖLÜM | Atanma

1296 Words
Artvin / Yusufeli / Günümüz... Köyün üstüne düşen sis, sabahın ilk ışıklarıyla yavaşça aralanırken güneş ışıkları pencereden içeriye usulca süzülüyordu. Soba, akşamdan kalma sıcaklığını korumuş, odaya hafif bir ısı veriyordu. Şule, ne olur ne olmaz deyip bir kaç parça kıyafetini koyduğu el çantasını kapının hemen yanına bırakmış, aynada eşarbını düzeltiyor. Gözleri ne kadar kendinden emin bir şekilde baksa da içinde ufak bir heyecan vardı. O anda koridorda annesinin ayak sesi yankılandı. Annesinin elinde küçük bir kese vardı. Kesenin içinde eşinden kalma hafif yıpranmış, siyah deri kaplı bir Cevşen. Cevşeni çıkartıp titrek bir elle Şule'ye uzattı. Şule Cevşene bakınca içinde bir hüzün belirdi. Babasına olan özlemi sardı yüreğini. "Bu babanın cevşeni. Yanında dursun. Hep bana güç verdi. Şimdi de sana güç versin." Şule annesinin elinden cevşeni aldı. Başını eğdi. Dudakları titrese de gözyaşı dökmedi. Babasının yokluğunu artık sessizce kabullenmişlerdi. "Teşekkür ederim annem. Emin ol yanımdan hiç ayırmayacağım." derken kolları kendiliğinden uzandı annesine doğru. Sımsıkı sarıldı annesine. Bir süre bu şekilde kaldıktan sonra ayrıldı ve az önce bağladığı eşarbını çözüp babasının cevşenini boynuna geçirdi. Eli bir kaç saniye cevşenin üzerinde gezindi. Kapının tıklatılması üzerine hızlıca eşarbını geri bağladı. Bu sırada annesi kapıya gidip gelen kişiye Şule'nin hazır olduğunu söylüyordu. Çantasını alıp kapıya yöneldi Şule. Ömer, hazır bir şekilde Şule'yi bekliyordu. Ömer ve Şule aynı yaştalardı. Ömer, köyden komşularının oğluydu. Şule İlahiyat fakültesi mezunu, Ömer ise muhasebe bölümü okumuştu. Annesiyle vedalaşıp arabaya geçti Şule. Bir süre gittikten sonra Ömer merakla sordu: "Atanırsan kesin gideceksin yani?" O sırada dikiz aynasından arkada dışarıyı izleyen Şule'yi buldu gözleri. Şule başını hiç çevirmedi. Sakinlikle cevapladı: "Evet." Ömer'in gözünde o an hayal kırıklığı oluştu. "Şule..." dedi Ömer. Ama cümlesinin devamı gelmeden Şule konuşmaya başladı. Kısa ve öz... "Artık kendine bir yol çiz. Beni boşuna bekleme. Evlenmeyi düşünmüyorum." Ömer sus pus oldu. İçindeki hayal kırıklığı daha da büyüdü ve ardından tekrar gözünü yola çevridi. Otogara kadar kimseden ses çıkmadı. Zaten Şule mecbur olduğu için Ömer'le gelmişti. Ömer her gün işe gidip geliyordu. Annesi Rize'ye gideceğini söyleyince Ömer Şule'yi bırakmayı teklif etmiş, kadıncağız da adamı kıramamıştı. "Bıraktığın için sağol. Söylediklerimi lütfen yanlış anlama. Kişisel algılama olur mu? Başkası olsa ona da böyle derdim." Ömer sadece başını salladı. Ne diyebilirdi ki? Bu kısa konuşma sonrası arabadan inip otobüsünün kalkacağı peronu buldu Şule. Çok geçmeden otobüs hareket etti ve iki buçuk saatlik yolculuk başladı. ***** Otobüsten inince okuldan arkadaşı Fadime karşıladı Şule'yi. Sıkı sıkı sarıldı iki arkadaş. Ardından arabanın içinden annesine bağıran çocuğa baktı Şule. "Ya ne kadar büyümüş. Görüşmemizin üzerinden çok geçmedi oysa." Kapıyı açıp yeğenini kucağına aldı ve kollarının arasına sarmaladı. Kardeşi yoktu Şule'nin. Ama Fadime ona kardeş gibi oldu okul zamanında. İki karadenizli Konya'da birbirini bulmuştu. Mezun olduktan sonra da devam etti bu dostluk. Güzel dostluklarının başladığı yer... Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yol, iki arkadaşın sohbeti ve Şule'nin yeğenini sevmesiyle geçti. Bu Şule'ye iyi gelmişti. Az da olsa içindeki heyecanını bastırmıştı. Mülakatın olacağı yere gelince binanın önünde durup başını kaldırdı Şule ve tabeladaki yazıyı okudu. [ Müftü Yusuf Karali Dini Yüksek İhtisas Merkezi. ] Derin bir nefes alıp verdi. Omzuna dokunan elle başını arkadaşına çevirdi. "Yaparsın sen. Sana güveniyorum." Tebessüm etti Şule. "Hayırlısı olsun." "Amin. Biz seni burada bekliyoruz." deyip tebessüm etti Fadime. "Peki. Görüşürüz." dedikten sonra basamakları bir bir çıkmaya başladı Şule. Her bir basamak içindeki heyecanı körüklerken o sadece kendini teskin etti. "Altı üstü bir mülakat. Ne olabilir ki?" Kapıdan girdiği vakit bir görevli karşıladı. Mülakatın olacağı alana geçtikten sonra içerdeki kişinin çıkmasını bekledi bir süre. Eli babasının cevşenine kaydı. Parmakları ondan güç alırken, duası döküldü dudaklarından. "Hayırlısıyla... Hayırlıysa..." Tek kelime iki anlam. Bu anın ve geleceğin getireceklerinin bilinmezliğiyle çıkmıştı ağzından. Kapı sesine çevirdi bakışlarını. Ve ardından ismi yankılandı koridorda. "Şule Cansever" Usulca kalktı yerinden. Cesaretini topladı. Genelde soğukkanlı olmuştur ama şu an hayatının dönüm noktası dediği bu olay onu bir hayli germişti. Kendisi için ayrılan sandalyeye geçti. Masanın üzerinde sadece bir tane Kur'an'ı Kerim vardı. Karşısında saçı sakalı ağarmış üç yaşlı erkek, bir tane de orta yaşlarda bir kadın oturuyordu. "Hoşgeldiniz" dedi kadın usulca. Başını biraz eğip "hoşbuldum" dedi Şule. Kısa bir tanışma ve bilgi alışverişi ardından Kur'an'ı Kerim tilavetine başladı. Tertil üzere, harflerin hakkını vererek okudu. Sesi beklediğinin aksine sakindi. Okuduğu sayfadan kısa bir tercüme sonrası ezber olduğu kısımlardan ezberini dinlediler. Sonra can alıcı kısma geldi sıra. İslami ilimler sorusu: "Bir kadın kocasından boşandı. Ardından bir ay sonra başka birisiyle evlenmek istedi. Evlenebilir mi?" Hızlıca aklındaki bilgileri yokladı Şule. "Evlenemez. İddet süresini beklemesi gerekir." "Peki nedir bu iddet? Ve süresi ne kadardır?" "Boşanmış kadının hamile olup olmadığını anlaması ve taraflara düşünme süresi verilmesidir. Kadının hamile olduğuna dair bir şüphesi yok ise üç hayız süresi beklemesi gerekmektedir. Bu herhangi bir sebepten dolayı adet görmeyen kadınlar için de geçerlidir. Eğer evliliği eşinin ölümüyle sona ermişse kadın hamile değilse dört ay on gündür. Evlilik nasıl sonlanırsa sonlansın eğer kadın hamileyse doğum yapar yapmaz süresi sona erer." Adam anladım der gibi başını salladı ve elindeki kağıda bir şeyler not alıp başını kaldırdı. "Teşekkür ederiz Şule hanım. Çıkabilirsiniz." "Ben teşekkür ederim." deyip ayaklandı ve salondan çıktı Şule. Bir an bacakları boşalmış gibi hissetti ve kendisini kenarıdaki koltuklardan birine bıraktı. ------------- Ev sessizdi. Odada sadece döküm sobanın üzerinde kaynayan çaydanlıktan çıkan buhar sesi hakimdi. Şulenin gözleri önündeki ekranı dikkatle izliyordu. Sistemdeki yoğunluktan dolayı sayfa dondu. Kalbi küt küt atarken sayfayı tekrar yeniledi. Duruşu kendinden emin, omuzları dikti. Ellerini dizlerinin üzerinde birbirine kenetledi. Parmakları çıkacak olan sonucun sabırsızlığını üzerinde taşıyarak titrekçe birbirine kenetlendi. Atandıktan sonraki ilk görev yeri olduğu için az çok heyecanlıydı. Kalbinin sesi artık kulaklarında yankılanmaya başlamıştı. İçinden defalarca kez tekrarladığı dua bu sefer dudaklarından fısıltıyla döküldü: "Hayırla çıksın Allah'ım. Gönlümde de hakkımda da hayırlısı neyse o olsun." dedi teslimiyetle. Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi. Son bir kez sayfayı yeniledi. İki dudağının arasından bıraktığı nefesi içindeki heyecanı hafifletmeye yetmemişti. Boş ekran beyazdan siyaha döndü. Gözleri satırlarda hızla gezindi ve bir satırda takılı kaldı. [ Şule Cansever- Mardin/Kızıltepe İlçe Müftülüğü Kız Kur'an Kursu ] Önce hiçbir şey hissetmedi. Bir kaç saniye gözleri ekranda kaldı. Zihni kelimeleri ayırt etmeye çalışıyordu. Sonra bir an başını hafifçe önüne eğdi. Hafif bir tebessüm belirdi yüzünde. İçinde ne korku vardı, ne de şaşkınlık… Sanki içten içe biliyormuş gibi… Sanki orası onu çağırıyormuş gibi… "Demek Kızıltepe." Sesi fısıltı şeklinde çıkmıştı. Ardından derin ama huzurlu bir nefes aldı. Usulca oturduğu sandalyede ardına yaslandı. Bakışları pencerinin dışına kaydı. Ve düşünceler ardı ardına sıralandı. Mardin Artvin'e baya bir uzaktı. Annesini burada tek başına bırakmak içine sinmezdi. Babasından sonra annesi Şule için daha da değerlenmişti. Bir şeyin değeri yokluğunda daha çok gösteriyordu kendini. Babasının ani gidişi hem kendisinde hem de annesinde derin bir iz bırakmıştı. Şule düşüncelere dalmışken yan odadan annesinin sesi duyuldu. "Şule, kızım. Ne olmuş baktın mı sonuçlara?" Sesinde hem merak hem de hüzün vardı. Eşinin hatırasını bırakıp gitmek gelmiyordu içinden. Ama kızı için gerekirse kapıyı çekip gidecekti. Şule yerinden kıpırdamadı. Sesi sükunetle, teslimiyetle çıktı. "Baktım anne. Mardin Kızıltepe'ye atanmışım." Kalktı, usulca camın önüne yürüyüp kollarını bağladı. Bahar gelmişti ama Artvin hala kışı atlatamamış, o soğuk hava insanın iliklerine kadar işliyordu. Annesi kapının eşiğinde belirdi. Gözlerinde hem sevinç hem de endişe vardı. Ağır adımlarla gelip şefkatle Şule'nin omzuna dokundu. "Uzakmış kızım." Şule annesinin endişesini anlayabiliyordu. Ne burayı bırakmak istiyordu ne de kızını tek başına oralara göndermek. Şule başını çevirdi. Annesiyle göz göze geldiler. İki kadının birinin gözlerinde kararlılık ve teslimiyet, diğerinde hüzün ve endişe vardı. Hafifçe tebessüm etti Şule. "Evet. Uzak. Ama nedense içimde en ufak bir korku yok." Annesinin eli Şule'nin elini buldu. "Ben seni oraya göndermeye korkuyorum ama sen sanki hiç korkmuyorsun kızım." "Korkmuyorum annem. Eğer oraya gidiyorsam bir sebebi vardır. Belki... Birininin duasına cevap olacağım, yada belki de kendi dualarıma bir cevap bulacağım." Annesi duygulandı. Hafif gözleri doldu ama karşısında dimdik kararlı duran kızına hayranlıkla baktı. Ve onu güçlü bir kadın olarak yetiştirebildiğine şükretti. Şule küçüklükten beri korkusuzdu. Şimdi de hayatın ona neler getireceğini bilmeden kararlılıkla o yolda yürüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD