Şeyda, avludan geçen o ağır bakışların ardından sessizliğimi fark etmişti. Elini hâlâ kolumdan çekmemişti. Bu sessiz dokunuş bile bir tür kalkandı bana. Ama içim… içim öyle kolay dinmiyordu.
“Görüyor musun gözlerindeki nefreti?” dedim alçak sesle, dudaklarımı zor oynatarak. “Benim varlığım onları ne kadar rahatsız ediyor...”
Şeyda başını iki yana salladı. “Onların derdi seninle değil Meryem. Onlar, Sarvan’a söz geçiremedikleri her an birilerini suçlayacak. Sen varsın, o yüzden sana. Sen olmasan, başka birini bulurlardı.”
Derin bir nefes aldım. “Yasmin… onun gözlerine bakınca... sanki içimdeki çocuğa bile nefretle bakıyor gibi hissediyorum. Bir zamanlar onun olmasını istedikleri yer benim bedenim. Buna katlanamıyorlar.”
Şeyda, gözlerini kısarak Yezda ve Yasmin’in arkasından baktı. “İnsan, içinde sevgi olmayan bir eve benzer Meryem. Ne kadar süslersen süsle, sıcaklık vermez. Onların bakışında sevgi yok, sadece boşluk ve kibir var. Korkma onlardan.”
Ama korkuyordum. Yüzümde göstermesem de, içimde bir titreme vardı. Bu konakta sadece Sarvan’la değil, geçmişimle, acılarımla, terk edilmişliğimle de yaşıyordum. Her adımımda karşıma çıkıyorlardı. Ve şimdi, onların gözünde yalnızca istenmeyen bir bedendim. Sarvan’ın "berdel" diye aldığı, ama kimsenin "hak ettiği"ni düşünmediği bir kadın.
Elimi karnıma koydum. “İçimdeki bu küçük can… ona iyi bir dünya kurabilecek miyim Şeyda?”
Şeyda gözyaşlarını tutamamıştı artık. Elini elimle birleştirip karnımın üstüne koydu. “Senin sevgin onun için en iyi dünya. Sen yeter ki kendine inan. Konağın duvarları değil, annenin yüreği büyütür çocuğu.”
Başımı Şeyda’nın omzuna yasladım. Ne gözyaşlarımı sakladım, ne de titreyen yüreğimi. O anda avludaki taşlara, eski tahta banka, gökyüzünün gri bulutlarına bir sır fısıldar gibi içimden geçirdim:
Ben bu konağa kendimden başka kimsenin sevgisini taşıyamam belki... Ama bu çocuğa, tüm eksikliklerime rağmen, en çok ben sahip çıkarım.
Arkamızdan ayak sesleri uzaklaştı. Yezda ve Yasmin odalarına dönmüştü. Ama bıraktıkları soğukluk hâlâ havadaydı.
Şeyda başını kaldırdı. “Hadi kalkalım,” dedi nazikçe. “Bu taşlar fazla sert, oturdukça düşünceler daha çok gömüyor insanı.”
Kalktım. Koluma girdi yine. Adımlarımız ağır ama sakindi.
Ve o an, içimde ilk kez net bir hisle söyledim:
Bu konağın bana nefretle bakması sorun değil. Ben, çocuğumun gözlerine güvenle bakabileyim yeter.
Odama çıktığımda bedenimden çok, içim yorulmuştu. Gün ışığı biraz ferahlatmıştı belki ama o gözler… Yezda’nın ve Yasmin’in gözleri, kelimelerden daha çok acıttı. Elimi karnıma koyup yatağa uzandım. Gülümsedim. “Merak etme,” dedim fısıltıyla, “Annen sana bir dünya kuracak… Kimin ne dediği umurumda değil artık.”
Gözlerimi bir süre kapattım. Uyuyamadım ama biraz dinlenebildim. Gözlerimi açtığımda hava iyice kararırken pencereye süzülen alaca ışığı gördüm. Şeyda içeri girdi.
“Akşam yemeği hazır,” dedi yumuşak bir sesle. “Herkes avluda. Gelmek istersen…”
Başımı salladım. “Geleceğim. Hazırım.”
Şeyda saçlarımı hafifçe tarayıp arkamdan örgü yaptı. Üzerime sade, bol bir elbise giydim. Karnım artık saklanamayacak kadar büyüktü. Aynaya bakarken içimden geçen tek cümle şuydu: Artık bu evde sadece kendim için değil, onun için de duruyorum.
Avluya indiğimde tüm gözler bir anlığına bana döndü.
Sofra kurulmuştu. Erkekler bir yanda, kadınlar bir yanda oturuyordu. Süreyya Hanım baş köşede, Yezda Hanım hemen yanında. Yasmin ise annesinin yanında yer bulmuştu. Sarvan, kalabalığın ortasında başını kaldırdı ve beni gördü.
O an her şey sustu sanki.
Sarvan’ın bakışları, kelimelere ihtiyaç duymuyordu. Gözlerinde öyle bir sevgi, öyle bir suçluluk ve hasret vardı ki… Kalbim yerinden çıkacak sandım. Gözlerini gözlerimden kaçırmadı. Dudakları hafifçe aralandı ama bir şey demedi. Sadece baktı. Derin, sevgi dolu bir bakıştı bu. Kendini affettirmeye çalışan bir adamın bakışı.
Sofraya doğru ilerlerken Yezda gözlerini devirip yere baktı. Yasmin suratını astı. Ama ben hiçbirine aldırmadım. Şeyda’nın yanına oturdum. Önüme koyulan tabağa göz gezdirirken bile Sarvan’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.
Konuşmuyor, ama her lokmamda içinden bir şeylerin koptuğunu görebiliyordum. Belki ben de bir şey demek istedim ama dilim tutuldu. Karnıma koyduğum elimle sadece “Ben buradayım,” demekle yetindim.
Sarvan başını hafifçe eğdi. Sanki kalbimden geçenleri duymuş gibiydi.
Süreyya Hanım, “Afiyet olsun,” diyerek sofradan ilk kalkan o olmuştu sonradan bizde yavaş yavaş kalktık. sofranın toplanmasına yardım etmek istesemde Şeyda izin vermemişti. yinede yanında durmustum oda bana ballı süt hazırlamıştı. içtikten sonrada dinlenmem gerektiğini söyleyip beni odaya yönlendirmişti.
Odaya çıktığımda Sarvan belinde havluyla banyodan çıktı. Hamilelik hormonlarım yüzünden onu istiyordum şuan da kaslı bedenini görmek bana iyi gelmiyordu.
"Sen odada olmayınca bende duşa girdim umarım sorun yoktur" dedi Sarvan.
Sarvan’ın sesi yumuşaktı, tedirgindi. Gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu ama ne diyeceğimi bilmez haldeydim. İçimde karmaşık duygular vardı. Öfke, özlem, arzu ve kırgınlık birbirine dolanmıştı. Elimi kapının kolundan çekip içeri adım attım.
“Sorun yok,” dedim kısa bir cümleyle. Sesim ne sertti ne yumuşak. Sadece net.
Sarvan havluyu beline biraz daha sıkıca sardı. Sonra gözlerini yere indirdi, hafifçe başını salladı. “Odaya girdiğinde ben yok olayım istiyorsun… biliyorum,” dedi neredeyse fısıltıyla. “Ama… bazen sadece yüzünü görmek istiyorum, Meryem. İyileştiğini, birazcık da olsa iyi olduğunu bilmek istiyorum.”
Sırtımı yatağın kenarına döndüm, yüzüğümle oynamaya başladım. Çıkarıp çıkarıp geri taktığım o yüzükle… Dışarıdan güçlü görünsem de içim darmadağındı.
Sarvan üzerini giymek için dolaba yöneldi. Kaslı sırtına, omuzlarına gözüm kaydı ama hemen gözlerimi kaçırdım. İçimden “Sakin ol Meryem, o seni incitti…” dedim kendi kendime.
Üzerini giyip yanıma geldi. “İstersen giderim… başka odada kalırım,” dedi. Sesi çatallıydı. Bir yandan pişman, bir yandan umutsuzdu. “Ama seni her gece görmekten, sessizce gelip kokunu içime çekmekten de vazgeçemiyorum…”
“Bunu neden yaptın?” dedim birden. Gözlerim dolmuştu. Ona bakmadan sordum. “Benim sana nasıl güvendiğimi… nasıl sevdim seni… hepsini yıktın.”
Sarvan çömeldi, dizlerinin üstüne. Yüzü tam karşımdaydı. Gözlerimin içine baktı. “Aptallıktı. Asmine inanmamam gerekirdi biliyorum çok pişmanım her gün her gece bunun azabıyla yanıp kavruluyorum. ama affet beni Meryem çok özledim seni bebeğimi" dikkatli bir şekilde parmağını karnıma dokundurdu sonrada geri çekti.
Gözlerim yaşla doluydu ama ağlamıyordum. İçimde taşıdığım kırgınlık, gözyaşıyla hafifleyecek cinsten değildi. Sarvan hâlâ diz çökmüş, yere bakıyordu. Parmağını karnıma dokundurduğu an nefesim kesilmişti, ama hemen ardından geri çekmesi… onun hâlâ temkinli olduğunu, sınırlarımı zorlamadığını gösteriyordu.
“Ben sana güvenmiştim Sarvan…” dedim boğuk bir sesle. “Sen bana bütün bu hayatı cehenneme çevirmeyeceğine söz vermiştin. Herkesin içinde koruyacağına, kollayacağına söz vermiştin. Ama en çok da bana inanacağına…”
“Biliyorum,” diye fısıldadı. “Ve o sözü tutamadım. Ama Meryem… şu an karşında diz çökmüş, bütün hatalarının bedelini ödemeye razı bir adam var. Senin kalbin kırıldıysa, ben o kalbi tek tek tamir etmeye razıyım. Ama… sen artık bana bir şans verir misin bilmiyorum.”
Gözlerimi kaçırdım. O sözleri duymak iyi gelmişti ama kalbimin kapılarını hemen açacak kadar güçlü değildim. Karnıma baktım. İçimdeki can, bu adamdan. Ne kadar öfkeli olsam da o gerçeği değiştiremezdim.
“Şu an senden bir şey isteyemem. Ne affederim diyebiliyorum ne de unuturum… Ama bildiğim tek şey, artık hayatımda daha fazla kırgınlık istemiyorum. Bebeğim için ayakta durmalıyım.”
Sarvan başını yavaşça salladı. “Sen ne istersen öyle olur. Bana sadece yanında olma izni ver Meryem. İstersen hiçbir şeye karışmam… Ama seni yalnız bırakmak da istemiyorum.”
O an, içimde bir şey kıpırdadı. Belki bir parça merhamet, belki hâlâ sönmemiş bir sevgi kırıntısı… ama yine de sessiz kaldım. Sadece başımı yana çevirdim.
Sarvan iç çekti. Ayağa kalktı. Üzerine giydiği gömleğin kollarını düğmelerken sessizdi. Tam kapıya yönelmişti ki arkasını döndü.
“Başka odada kalacağım. Ama… eğer bir gün yalnız hissettiğinde… sadece bir kelime, Meryem. Sadece Sarvan de… ve ben koşarak gelirim.”
Hiçbir şey demedim. Sadece gözlerimle takip ettim. Kapıyı açtı, çıkmadan önce bir kez daha dönüp baktı. Gözlerinde hâlâ sevgi, pişmanlık ve umut vardı.
Sonra kapı kapandı.
Odanın sessizliği bir anda çöküverdi üstüme. Göğsümde taşıdığım tüm duygularla yatağın kenarına oturdum. Karnıma dokundum yavaşça. “Biz güçlü olmalıyız,” dedim. “Senin için… her şeyin en iyisi için…”
Ama içimdeki bir ses de fısıldıyordu: Sarvan hâlâ burada… ve belki bir gün affetmek iyileştirir bizi.
*******
Gece sessizdi. Mardin’in o eski taş konağında yalnızca gecenin serinliği ve uzaklardan gelen köpek havlamaları vardı. Rüzgâr, avludaki asmanın yapraklarını hışırdatıyordu. Herkes uykudaydı. Meryem de…
Yatağında dönüp duruyordu. İçini kemiren düşünceler bir türlü zihnini bırakmıyordu. Sarvan’ın o gece söyledikleri, gözlerindeki pişmanlık… Kalbi her ne kadar kırık olsa da, onun o çaresiz bakışları içini sızlatmıştı. Elini karnına koydu, bebeğin kalp atışlarını duymaya çalışırcasına sessizleşti.
Ve sonra…
bir ses
Karanlığı yaran bir silah sesi duyuldu. Ardından bir tane daha… Ve bir tane daha. Sanki gecenin göğsüne saplanan kurşunlardı.
Meryem yataktan fırladı. Kalbi öyle sert çarpıyordu ki, göğsünden dışarı çıkacak gibiydi. Perdeleri araladığında avlunun alt tarafında silahlı adamların konak duvarına dayandığını gördü. Bağırışlar, panik, ayak sesleri…
Sarvan’ın sesi yankılandı taş duvarlarda. “Herkes yerini alsın! Kadınlar içeri girsin!”
Meryem hızla kapıyı açtı ve aşağı koştu. Koridorları geçerken hizmetçiler, kadınlar korkuyla sağa sola kaçışıyordu. Ama o durmadı. Avluya, Sarvan’ın yanına doğru koştu.
Avluda Sarvan, göğsünü gere gere silahlı adamların tam karşısında duruyordu. Hiçbir korku belirtisi yoktu gözlerinde. Karanlığın içinde bile duruşu vakarlı, dimdikti.
Karşısındaki adam – düşman aşiretin ağası – öne çıktı. Gür sesiyle bağırdı:
“Kız kardeşim sizin konağınıza kaçtı. Onu istiyoruz. Hemen verin!”
Sarvan bir adım öne çıktı. Elini belindeki silaha götürmedi bile. Gözleri karanlığı delen bir öfke ile parlıyordu.
“Bu konak, düşmandan kaçanların sığınabildiği yerdir. Buraya sığınanı biz kimseye vermeyiz. Burda olsa da vermezdim… ama yok!”
Ağanın adamları homurdanarak silahlarını kaldırdılar. Ve o an her şey koptu.
Bir anda ortalık cehenneme döndü.
Kurşunlar havayı yırttı, taş duvarlara saplandı. Sarvan hızla silahını çekip karşılık verdi. Etrafındakilere bağırıyordu: “Kadınları koruyun! Meryem’i içeri sokun!”
Ama Meryem içeri kaçmamıştı. Onun adını duyunca olduğun yerde kalakalmıştı. Gözleri sadece Sarvan’daydı. Ve sonra…
Bir kurşun sesi daha.
Sarvan bir an sendeledi. Omzunu tutarak geriye doğru bir adım attı. Sonra dizlerinin üstüne çöktü.
“Sarvan!” diye çığlık attı Meryem.
Koşarak yanına geldi. Onun yere düşen bedenini kollarına aldı. Gözleri panikle dolaştı yüzünde. Kan… Sarvan’ın beyaz gömleği kanla boyanıyordu.
“Hayır… hayır lütfen…” dedi Meryem, gözyaşları yanaklarına süzülürken. “Beni bırakma. Lütfen, bak… affettim seni. Ne olursun… bırakma bizi…”
Sarvan zorlukla gözlerini açtı. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. “Bebeğim… ikiniz de… iyi olun… tamam mı?” diye fısıldadı.
“Hayır! Böyle konuşma! Yaşayacaksın! Her şey yeniden başlayacak! Yalvarırım Sarvan…”
Sarvan son bir kez karnına, sonra gözlerinin içine baktı. Gözleri doluydu ama içinde yine o sevgi vardı. Yüzüne dokundu hafifçe. “Meryem… seni… sev…”
Ve sonra başı yana düştü.
Meryem’in çığlığı gecenin ortasında yankılandı. Tüm silah seslerini bastıran, kalpten gelen, parçalanmış bir yüreğin çığlığıydı bu…