Omzuma yapışan o kan…
Avuçlarımda yatan Sarvan’ın başı…
Etrafımdaki kargaşa, bağırışlar, silah sesleri… Hepsi bir uğultu gibi uzaktan geliyordu artık. Sarvan’a bakıyordum sadece. Nefes alıp almadığını anlamaya çalışıyordum. O an dünya durmuştu. Kalbim göğsümü yırtacak gibiydi.
“Sarvan! Lütfen! Beni duyuyor musun?” diye bağırdım, ama sesi çıkmıyordu artık. Gözleri kapalıydı. Dudakları kıpırtısızdı. Ama… hâlâ sıcaktı bedeni. Evet! Yaşıyordu! Bir mucize gibiydi bu bile…
“Ambulans çağırın! Çabuk olun! Sarvan’ı kaybedemem!” diye bağırdım konağın içine. Gözyaşlarım yüzümden süzülürken karnımı tutuyordum bir yandan. İçimdeki can da, dışarıdaki sevdiğim de tehdit altındaydı. Yıkılmamam lazımdı.
Dakikalar saat gibi geçti. Derken ambulansın sireni duvarları titretmeye başladı. Sedye getirdiler. Ona dokunmak istedim, ama görevli bir hemşire nazikçe elimi tuttu. “Sarsmamamız lazım hanımefendi, lütfen...” dedi.
“Sadece… elini tutayım,” dedim titreyerek. Ve tam sedyeye alınırken Sarvan’ın parmakları benimkini güçsüzce sıktı. Gözlerini açmadı ama… o küçük dokunuş bana umut verdi. Hâlâ buradaydı.
Hastaneye geldiğimizde acil bölümün kapıları açıldı, doktorlar, hemşireler, sedyeciler Sarvan’ı etrafımda bir duvar gibi sardı. “Omuzdan girmiş… iç organlara zarar vermemiş gibi görünüyor… ama iç kanama olabilir, hemen ameliyata alalım,” dediler.
Ben koridorda kala kaldım. Duvarı tutmasam yere düşecektim. Karnımdaki bebeğime sarıldım. Gözlerimi kapadım, dua etmeye başladım. Ne olur… ne olur onu almayın elimden.
Saatler geçmek bilmedi. Bembeyaz bir sandalyede oturuyordum. Başım ellerimin arasındaydı. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Şeyda sonunda geldi, yanımda oturdu. Elimi tuttu.
“Dayan Meryem,” dedi. “O güçlüdür. Dönüp sana, size kavuşacak.”
Derken… kapı açıldı. Üzerinde hâlâ ameliyat önlüğü olan bir doktor çıktı. Yüzü yorgundu ama gözlerinde rahatlatıcı bir ifade vardı.
“Kurşun omzuna saplanmış. Kemik parçalanmamış, sinir zedelenmesi de yok. Sadece kas dokusunda hasar var. Kurşunu çıkardık. Dikiş attık. Ciddi bir iç kanama da yok. Normal odaya alıyoruz. Bir iki saate kadar uyanmasını bekliyoruz.”
Şoktaydım. Sanki dünyayı yeniden duyabiliyordum. Ayaklarım hafiflemişti. “Görebilir miyim?” dedim zorlukla.
“Az sonra, odamıza alındığında evet,” dedi doktor. Hafif bir tebessümle omzuma dokundu. “Şanslıymış.”
Sarvan yaşıyordu.
Sarvan kurtulmuştu.
Ve ben… ben artık affettiğimi bilerek, onu bir kez daha kaybetmemeye yemin ederek bekliyordum.
Odasında, gözlerini yeniden açacağı o anı…
Yanına ilk onun elini tutarak gidecektim. Ve bu kez hiçbir şeyin aramıza girmesine izin vermeyecektim.
****
Odaya alındığını söylediklerinde kalbim öyle hızlı çarpmaya başladı ki, sanki yıllardır görmediğim birini yeniden görecektim. Belki de gerçekten öyleydi. Bu defa başka… Bu defa kalbimin en derininden, en saf hâliyle görmeye gidiyordum onu.
Doktor kapıyı açtı, “Artık girebilirsiniz,” dedi. Ayaklarım titreyerek yürüdüm. Koridorun soğukluğunu bile hissetmiyordum artık. Tek düşündüğüm… onun nefes alıp almadığıydı.
Oda loştu. Sarvan hastane yatağında, omzu bandajlı şekilde yatıyordu. Yüzü solgundu ama huzurlu görünüyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı. Kalbimi sıkan yumru biraz gevşedi.
Yanına oturdum. Elini tuttum. O güçlü, sert ellerin şimdi nasıl da narin olduğunu gördüm parmaklarımın arasında. Parmağıma dokunduğu o geceyi düşündüm. Karnıma bakışını… beni kaybetme korkusuyla dolu sesini…
Başımı eğdim, alnımı avuçlarına dayadım. “Sarvan…” dedim fısıltıyla. “Sana kızdım, hem de çok… kalbimi kırdın, beni paramparça ettin ama… seni sevmekten vazgeçemedim.”
Gözlerimi kapadım, yutkundum. Gözyaşlarım usulca yanaklarıma aktı.
“Seni affettim,” dedim. “Duyuyor musun beni? Affettim… Hem de kalbimin tam ortasından. Çünkü ben senden başka kimseye ait olamadım, olamam da. Bizi… beni… bizi bırakma Sarvan. Lütfen…”
O an, parmaklarımda bir kıpırtı hissettim.
Sarvan’ın eli, benimkini sıktı. Küçük bir hareketti ama benim için dünyaların dönmesiydi. Başımı kaldırdım, ona baktım.
Gözkapakları ağır ağır aralandı. O tanıdık bakış… o gözlerdeki sıcaklık… tekrar karşı karşıyaydık. Yaşıyordu. Uyanmıştı. Ve bana bakıyordu.
Zayıf bir sesle konuştu, dudakları neredeyse kımıldamıyordu ama her kelimesi yüreğime çivilendi:
“Meryem…” dedi. “Ben seni… seni öyle çok sevdim ki. Ne yaptıysam… gururla değil… korkuyla yaptım. Seni kaybetmekten öyle korktum ki… hata yaptım. Ama bir daha asla… asla bırakmam seni.”
Yanağımı avucuna bıraktım. Gözyaşlarım artık sessizce akıyordu.
“Söz mü?” dedim titreyen bir sesle.
Gülümsedi. Hafif, yorgun ama gerçek bir gülümsemeydi.
“Ömrüm yettiğince… her nefesimde sen, Meryem.”
Kapı hafifçe aralandı. Sarvan’ın eli hâlâ elimdeydi ama içeri giren hemşirenin sesi bizi dünyaya geri çekti.
“Hanımefendi… hastamızın biraz dinlenmesi gerek. Müdahalemizden sonra en kritik saatleri atlattı ama vücudunun toparlaması için uyuması önemli.”
Başımı yavaşça salladım, ama elini bırakmak istemiyordum. Sanki onu yeniden kaybederim korkusuyla avuçlarımı bırakırsa bir şey olurdu. Ama o, yorgun gözleriyle bana baktı, başını zar zor yana çevirdi.
“Gitme değil… sadece biraz dinlen… olur mu?” dedi. Bu hâliyle bile beni teselli etmeye çalışan bir Sarvan vardı karşımda.
Elimi dudaklarına götürdüm, minnetle öptüm. Sonra usulca bıraktım elini, ayağa kalktım. Son bir kez yüzüne baktım, dudaklarımdan dökülen “Seni seviyorum…” fısıltısıyla odayı terk ettim.
---
Koridora çıktığımda Süreyya Hanım gözleri dolu, elleri göğsünde birleşmiş hâlde ayakta duruyordu. Yanında Gökhan vardı, Şeyda ise sandalyede oturmuş, endişeyle bekliyordu. Sarvan’ın babası ise pencere kenarında, elleri arkasında, başı eğik.
Beni görünce herkes toparlandı. Gözler üzerimdeydi. Ama ben sadece annesine baktım.
“İyi…” dedim. Gözlerim dolsa da gülümsedim. “Sarvan uyandı. Konuştu. Bilinci yerinde. Doktorlar da çok umutlu. Birkaç güne toparlanacak.”
Süreyya Hanım’ın ağzından neredeyse bir dua döküldü. Elini göğsüne koyup derin bir nefes aldı. “Şükürler olsun… Şükürler olsun evladım…” dedi.
Gökhan gözlerini kapatıp başını yukarı kaldırdı. Şeyda elini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Sarvan’ın babası ise hâlâ sessizdi. Ama yüzü dönüp bana baktığında, o gururlu adamın gözlerinde endişenin, pişmanlığın ve belki de minnetin izlerini gördüm.
“Sağ olun… oğlumun başında yalnız bırakmamışsınız,” dedi alçak bir sesle. Kalbim yumuşadı. “O benim her şeyim,” dedim. “Onu kaybedemezdim.”
---
Sabah olduğunda Sarvan taburcu oldu. Onu dikkatlice arabaya bindirdik. Sol omzu sarılıydı. Hafif morluklar yüzünü kaplamıştı ama gözleri canlıydı artık. Dönüş yolunda göz göze geldiğimizde gülümsedi.
“Evimize gidiyoruz,” dedi.
Ben de başımı sallayıp parmaklarımı parmaklarına doladım. “Evet. Bu kez gerçekten evimize…”
Konağa vardığımızda herkes kapıda bekliyordu. Hizmetçiler, adamları… herkes sessizce Sarvan’ı selamladı. Onu nazikçe koluna girip odasına çıkardım. Merdivenleri ağır ağır çıktık ama o her adımda daha da dimdik yürüyordu. Sanki hayatını geri almıştı.
Odasına vardığımızda yatağını özenle hazırlamışlardı. Sarvan kımıldarken dişlerini sıktı ama gururuna yedirmedi.
“Yatmana yardım edeyim,” dedim.
“Sen yardım edersen hemen iyileşirim,” diye cevapladı hafif bir gülümsemeyle.
Yavaşça oturdu, sonra yatağa uzandı. Omzu dikkatlice yerleştiğinde gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Yatağın yanına geçip yorganını düzelttim. Tam ayrılacakken sesi beni durdurdu.
“Meryem…”
Başımı çevirdim. Elini uzatmıştı. “Yanıma gel.”
Tereddüt ettim. “Yaran… acır…”
“Sen dokunursan acımaz,” dedi sadece. Gözlerinde o tanıdık güven vardı.
Yavaşça yanına uzandım. Omzuna değil, göğsüne… kalbinin tam üzerine başımı koydum. Kolunu nazikçe bana doladı. Yaralı olan değil, sağlam koluydu bu ama öyle güçlüydü ki… sanki dünyaya meydan okurdu.
İçime çektim kokusunu. O eski, tanıdık lavanta ve sabun karışımı… kalbimin evine dönmüştüm.
“Biliyor musun…” dedim fısıltıyla. “Ne olursa olsun… seni sevdiğim için kendime hiç kızmadım. Kızsam bile geçiyor… çünkü bu sevda… kolay silinmiyor.”
Sarvan saçlarımı okşadı. “Senin kokunu özlemişim… Sesini… tenini… inadını bile… Her şeyini özlemişim Meryem.”
Gülümsedim, gözlerimi kapattım. Kalbi göğsümün altında usulca atıyordu. Ritmi, nefesimle aynı hizadaydı. Sessizlikte sadece onun kalbinin sesi vardı artık. Ve o ses, içimde ne varsa susturuyordu.
İlk defa… gerçekten güvendeydim.
İlk defa… gerçekten birinin kalbinde dinleniyordum.
Ve bu kez… sabaha umutla uyanacaktım.
Çünkü Sarvan yanımdaydı.
Çünkü kalbim ilk kez… gerçekten evindeydi.
Sarvan’ın nefesi yavaş yavaş düzenli bir ritme girdi. Yorgun bedeni, sonunda huzurun koynuna sığınmıştı. Parmakları hâlâ belimdeydi ama gevşemişti. Başımı göğsüne yaslamış, gözlerimi kapatmadan onu dinliyordum. Her nefesinde içime huzur doluyordu. Her kalp atışında, "buradayım" diyen bir yankı vardı sanki.
Yavaşça başımı kaldırdım. Gözlerim Sarvan’ın yüzüne takıldı.
Uyuyordu.
Kaşlarının arasındaki çizgi silinmişti. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Uyurken bile güçlü, uyurken bile benimdi.
Parmak uçlarımla yanağının kenarını nazikçe okşadım. Onu böyle izlemek… bana hayatın en büyük mucizesi gibi geldi. Bir zamanlar kaybetmekten korktuğum adam, şimdi nefesiyle içimi ısıtıyordu.
Sağ elimi yavaşça karnıma götürdüm. Avuç içimle o minik kıpırtının olduğu yere dokundum. Sanki içimdeki sessiz dünya, onun göğsüyle bir olmuştu. Sarvan’ın kalbiyle bebeğimizin varlığı arasında görünmez bir bağ oluşmuştu sanki. İkisini birden seyrederken gözlerim doldu.
“Baban yanımızda…” dedim fısıltıyla. “Hem de iyi… çok iyi. Gördün mü, minik kalbim? O hiç bırakmadı bizi… şimdi yanımda. Ve sen… sen onu hissediyorsun, değil mi?”
Elimi biraz bastırdım, sanki içimdeki minik cana dokunmak ister gibi.
Gözümden bir damla yaş usulca yanağıma süzüldü. Ama bu gözyaşı hüzünden değil… şükürdendi. Kalbime yeniden düşen inançtandı.
Başımı tekrar Sarvan’ın göğsüne yasladım. Elim hâlâ karnımdaydı. Ve o an içimde çok net bir şey bildim:
Artık yalnız değildim.
Ne içimdeki bebek…
Ne baş ucumda uyuyan adam…
Ne de ben…
Biz artık bir aileydik.
Sarvan’ın göğsünde usulca uykuya daldım.
Kalbimin sesi, onun kalbinin sesine karışarak…
Gelecek bir ömürlük hikâyeye ilk cümleyi yazıyordu.