Sarvan
bir hafta olmuştu yaralarım iyileşmişti zaten önemli bir yara da değildi sadece Meryem benimle ilgilensin diye yaptığım acitasyondu. Beni affetmişti bunun için yüz kere daha vurula bilirdim. ama ondan önce konağıma gelip bana saygısızlık yapan insanlardan sorgulaması gereken bir hesap vardı.
Dağdelen aşiretiyle uzun süren bir husumetimiz vardı. Adem Dağdelen onu hiç sevmezdim herkesin nefretini kazanan bir ağaydı. ama kimse sesini de çıkarmıyordu ona karşı. Ama asla benim olduğum yere de ayak basamazdı tabi en son yaptığı şeyi saymazsak.
Bununbedelini en ağır şekilde ödeyecekti. kimse benim haneme gelip beni tehtid edemezdi. Kızkardeşinin kaçma sebebi ise daha beterdi. Adem kendine kuma almak için kardeşini bedel olarak vermeyi düşünüyordu. kızın babası kendi kızını ademe verme karşılığında kardeşini istemişti bu şerefsizde kardeşini gözden çıkarmıştı.
Kızda babası yaşında adamla evlenmemek için kaçmıştı. Eğer ki gerçekten gelip benim konağıma sığınsaydı yine onu o şerefsiz abisine vermezdim.
Şimdi ise aşireti toplayıp benden Adem denen şerefsizin canı için barış sağlamak istiyorlardı. Ama ben barış değil o şerefsizin canını istiyordum.
Aşiret ağalarının toplandığı büyük divan odasında taş duvarlar arasında yankılanan sesler, gerginliği daha da artırıyordu. Koca odada herkes yerini almıştı. Dağdelen aşiretinden gelenler baş köşeye kurulmuş, karşılarına da bizim aşiretin büyükleri oturmuştu. Gözler üzerimdeydi ama ben yalnızca dik duruyordum. Hakkı olan her adam gibi.
Cihan Dağdelen söze girdi, usul usul ama içi boş cümlelerle. "Sarvan Ağa… olan oldu. Kan döküldü. Biz artık barış istiyoruz. Adem'in yaptıkları bizim yüzümüzü de yere eğdi. Aşiretimiz onun yaptığını sahiplenmiyor. O artık bizim ağamız değil. Yerine ben geçtim."
Kafamla hafif bir onay verdim ama bir kelime etmedim daha. Devam etti. "Barışın sağlanması için… bazı fedakârlıklar yapmaya da hazırız. Kız alıp verelim. Senin kuzenin Şeyda’yla benim evlenmem… ve Adem’in kaçan kız kardeşinin de sizin yiğitlerinizden Gökhan’la evlenmesi, iki taraf arasında yeni bir sayfa açar. Ne dersin Sarvan Ağa?"
Cümlesi biter bitmez herkes gözlerini bana dikti. Sandalyemde doğruldum, ellerimi dizlerime bastırarak ayağa kalktım. Herkes sustu. Gözüm, Şeyda’ya kaydı. Gözlerinde belli belirsiz bir korku, bir de mahcubiyet vardı. Gökhan’ın kaşları çatılmıştı, onun gibi bir adamın, bir kadını zorla alacağına ihtimal dahi veremezdim. Tam da bu yüzden sesimi biraz yükselterek konuştum.
"Barış dedikleri şey, iki tarafın da rızasıyla olur. Benim aşiretimin evlatları mal değil, pazarlık unsuru hiç değil. Şeyda da Gökhan da benim ailemdir. İkisi de kendi rızası olmadan kimseye verilmez. Barış böyle sağlanmaz Cihan Ağa."
O an babam, Ahmet Ağa söze karıştı. "Oğul... Kan duracaksa, bunun yolu bazen gönül istemese de bu olur. Hepimiz yaptık, biz de böyle öğrendik. Şeyda iyi bir kızdır. Gökhan da aklı başında bir delikanlıdır. Olmaz bir şey değil."
Babamın sözleri sırtıma bir bıçak gibi saplandı. Ama gözüm yine Şeyda’yı aradı. Başını önüne eğmişti ama o suskunlukta bile feryat vardı.
"Babam da olsa…" dedim gözlerimi babama çevirerek, "Benim gözümde rızasız yapılan her iş zulümdür. Barış için kan dökmediğimiz gibi, masumların hayatını da karartmayız. Ben bu şartlarla barışa karşıyım. Aşiretimin adını taşıyan biri olarak, bunu böyle bilin!"
Odaya bir sessizlik çöktü. Gökhan başını dikleştirip bana minnetle baktı. Şeyda’nın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Cihan’ın kaşları çatıldı ama ses etmedi. Ne derse desin, o masada onun sözü değil, benim kararım geçerliydi. Ve ben kararımı çoktan vermiştim. Bu topraklarda adalet varsa, rıza olmadan bir adım atılmazdı.
O sessizlik… işte o sessizlik bir tufanın habercisiydi. Sözlerim o taş duvarlar arasında yankılanırken, bir anda yüzler gerildi. Cihan'ın dudakları birbirine bastı, ama ondan önce başka sesler yükseldi.
"Olmaz böyle şey!" dedi Hakkı Ağa, Dağdelen’in kuzey kolunun başı. Yüzü buruştu, sesi taş gibi sertti.
"Biz buraya barış için geldik, ama senin uslubun savaşa gebe Sarvan Ağa!"
"Kan döküldü mü döküldü!" dedi bir diğeri, sesinde yaşın ve yorgunluğun ağırlığı vardı. "Olan gençlerimize olur, olan kadınlarımıza olur. Barış için kıymet ödenir. Siz kıymeti geri çeviriyorsunuz!"
Bir başkası yumruğunu dizine vurdu. "O zaman ne diye geldik buraya? Şeyda’yla Cihan evlenirse kan kapanır, bu fırsat da kaçarsa, vallahi her dağın arkasında pusuda adam bekler!"
Her biri bir ağızdan konuşmaya başladı. Sesler iç içe geçti. Kimisi "Barış istiyoruz," dedi, kimisi "Kanla temizlenir bu leke!" Gözler öfkeyle parlıyordu, dudaklardan nefret taşıyordu.
Ama o hengâmenin ortasında… ben Cihan’ın bakışlarını fark ettim. Herkes bağırırken o hiç konuşmadı. Sadece Şeyda’ya bakıyordu. Sanki herkes susmuş da, onun için sadece o kadının varlığı kalmış gibi. O bakış… tehlikeli bir sükunetin taşıdığı bir şeydi. Sahip olamayacağına öfke mi, elde etme arzusu mu… bilemedim. Ama içime kötü bir his çöreklendi.
Derken bir ses, herkesi susturdu.
"Kabul."
Benim kardeşim. Yanımda dimdik duran, ama yumruklarını sıkan o delikanlı.
"Gökhan ne diyorsun?" dedim usulca ama gözlerini benden kaçırdı. Başını hafifçe eğdi, sonra doğrulup konuştu:
"Eğer başka yolu yoksa… eğer barış böyle sağlanacaksa… ben razıyım."
Kalbim sıkıştı. Gözüm bir an Şeyda’ya kaydı. Başını kaldırdı, gözleri Gökhan’a değdi. O bakışta kırgınlık, hayal kırıklığı, utanç ve bir de… derin bir hüzün vardı. Dudakları titredi. Gözünden bir damla yaş süzüldü, yanaktan süzülüp çenesine aktı. Herkesin ortasında, sessiz bir feryat gibiydi o damla.
"Sen de razı mısın Şeyda?" dedim, gözlerimle onu zorlamadan ama net bir şekilde.
O an gözlerini kaçırmadı benden. Dudaklarını ısırdı, elleri eteğini sıktı, bir adım geriledi. Kalabalık onun etrafında değildi artık. Sanki tek başına, uçurumun kıyısındaydı. Ve o uçurumun ucunda, ailesi, onuru, kalbi vardı.
"Ben… ben de razıyım," dedi.
Ama sesi bir itiraf gibi değil, bir teslimiyet gibi çıkmıştı. Duyanın içini kesen türden.
İçimde bir öfke kıvılcımı çaktı. Yumruğumu sıktım. Ama gözlerimle Gökhan’a döndüm. O da bana bakıyordu. Ne dediğimi gözleriyle sordu.
Ben sadece yavaşça başımı salladım. Sen bilirsin. Ama o baş sallayışta, yutkunarak bastırdığım her şey gizliydi.
Kalabalık yeniden konuşmaya başladı. Bazıları memnun, bazıları şüpheli. Ama benim için artık o divan bir savaş meydanı gibiydi. Sessizce oturdum yerime. Başımı düşürmedim ama kalbimi susturmak kolay olmadı. Çünkü ne Gökhan'ın razılığı razılıktı… ne de Şeyda'nın “evet”i gerçekti.
Ve ben, Sarvan Korkmaz… bugün ilk kez bu taş duvarlar arasında, bir barış anlaşmasına bu kadar çok benzeyen bir ihanete şahit oldum.
Ama bu iş burada bitmeyecek.
Yemin ederim, o kızın gözünden düşen her damla yaşın hesabı… bir gün mutlaka sorulacak.
Ağaların birer birer kalkıp dağılmasıyla divan salonu hafifledi ama benim içim ağırlaştı. Herkes rahatlamış gibiydi. Yüzlerde bir “iş bitti” ifadesi vardı. Barış yapılmış, sözler verilmişti. Artık kimsenin yüreği ağzında değildi. Ama benim yüreğim... midemin içinde değil, boğazımda düğüm düğümdü.
Gökhan önümde yürüyordu, omuzları biraz düşüktü ama adımları kararlıydı. Onun ardından çıktım divan odasından, sonra bahçeye, ardından konağın arka tarafına kadar sessizce takip ettim. Kimsenin olmadığı bir köşeye geldiğinde hızlandım. Bir anda omzundan tuttum, çevirdim.
“Ne halt ettin sen?” dedim dişlerimin arasından, gözlerim öfkeyle kıvıl kıvıldı.
“Sarvan, dinle—”
Yumruğum önce konuştu. Çenesi yana savruldu, sendeledi. Ardından gömleğinin yakasından tuttum, kendime çektim.
“Nasıl yaparsın bunu ha? Şeyda’nın gözlerinin içine bakarak nasıl evet dersin! Hiç mi düşünmedin onu? Hiç mi bakmadın o kızın haline!”
Gökhan gözlerini kaçırmadı bu sefer. Dudakları çatlak gibiydi ama sesi netti.
“Kan dökülmesin diye yaptım! Onun bir damla yaşına bin can feda olsun ama… sen de biliyorsun Sarvan, başka çaremiz yoktu.”
Yumruğumu yeniden sıktım ama bu sefer vurmadım. Geri çekildim. Nefesim göğsüme sığmıyordu. Başımı yukarı kaldırdım ama gözümde Şeyda’nın gözyaşı vardı, o anı bir türlü silemiyordum.
Gökhan bir adım daha yaklaştı.
“Olmasi gereken buydu Sarvan anlamıyormusun. O kız da kurtulmayı hakediyor nasıl kaçtığını sende biliyorsun eğer ben evet demesem hem aşiret arasında kan dökülecek hemde o kız ölecekti yaşatmazdılar onu"
Konuşamıyordum artık. Elim havada kaldı, sonra usulca düştü. Arkama döndüm, ama bir adım bile atamadan… arkamdan gelen o ince, titrek sesi duydum.
“Sarvan abi..."
Şeyda’ydı. Ne zaman gelmişti, duymamıştım. Gözleri hala kızarıktı ama bu sefer ağlamıyordu. Yüzünde acının yanında bir kararlılık vardı. Yanıma geldi, durdu. Göz göze gelemedim onunla. Ona bakmaya gücüm yoktu. O gözlerdeki kırgınlığı ben doğurmuştum çünkü. Ben koruyamadım onu, yapamadım.
Ama o... o bana sarıldı. Sessizce. Başını göğsüme yasladı, elleri titriyordu.
“Senin suçun değil,” dedi fısıltıyla. “Kimse beni zorlamadı. Ben kendim evet dedim.”
O an içimden geçeni bile anlatamam. Çünkü yalan söylüyordu. O evet, bir razı oluşun değil… bir kırgınlığın çığlığıydı. Gökhan evet deyince, oda ona olan Kırgınlıkla evet demişti. Şeydanın Gökhan'ı uzun yıllardır sevdiğini biliyordum ama Gökhan hiç ona o gözle bakmadı Şeyda da sevgisini kalbine gömdü. ama Gökhan'ın bu gün başka bir kız yaşasın diye Şeydayı kurban etmesi onu kırdı. evet demesi de bu yüzdendi.
Sırtını okşayamadım. Ellerim havada kaldı. İçim paramparça olmuştu. Onu kaybetmemek için savaşmam gerekirdi belki ama şimdi… elimden yalnızca onu seyretmek geliyordu. Ve işte en zor olan da buydu.
Ben Sarvan Asil Korkmaz . Bir aşiretin ağası. Ama bir kadının özgürlüğünü koruyamayan bir adam.
Ve Şeyda'nın gözyaşlarıyla mühürlenen bu barışın... bedelini en çok ben ödeyeceğim. Bunu çok iyi biliyordum.
*****
Gece.
Karanlık, konağın avlusuna çökmüştü. Herkes odasına çekilmiş, sessizlik çığlık gibi asılı kalmıştı taş duvarlara. Adımlarım usul, ama yüreğim gürültülüydü. Ay ışığı avlunun taşlarını gümüşe boyamıştı. Gözüm orada bile Şeyda'nın gölgesini arıyordu ama yoktu. Bu gece, herkes susmuştu. Ben hariç.
Meryem’in odasının kapısını tıklatmadım. Hafifçe ittim ve içeri girdim. O pencerenin önündeydi, saçlarını toplamış, dışarıyı izliyordu. Kapının açıldığını duyunca döndü, gözleri bana değdiğinde yüzünde bir gülümseme aradım. Yoktu. Ama sevgi oradaydı. Her zaman olduğu gibi.
Hiç konuşmadan yanına gittim. O bir şey demedi. Ben başımı usulca dizlerine bıraktım. Tüm ağırlığımı. Tüm kırgınlığımı.
Bir süre konuşmadım. Sadece nefesimi tuttum. Sonra boğazımdaki yumruyu yutmaya çalışır gibi kısık bir sesle fısıldadım:
“Koruyamadım, Meryem…”
Parmakları saçlarıma süzüldü. Dokunuşu öyle tanıdık, öyle güven vericiydi ki… içimde tuttuğum fırtınalar yavaşça çözülmeye başladı.
“Şeyda… o benim canımdı. Benim küçük kız kardeşim gibi. O kadar masumdu ki, ona dünya kötülüğü dokunmasın isterdim. Ama beceremedim. Onu kaderin ellerine bıraktım. O ‘evet’ dedi… ama o evet… razılık değildi, Meryem. O bir kırgınlıktı. Gökhan’a… bana… hayata...”
Gözüm doldu. Gözyaşlarım dizlerine aktı. Konuşmak zorlaştı.
“Ben bu kadar güçlü olup da… bu kadar aciz olmayı ilk kez yaşıyorum. Bir konağı koruyorum ama bir yüreği koruyamadım.”
Meryem’in sesi yumuşacık geldi, adeta rüzgar gibi:
“Sen elinden geleni yaptın, Sarvan. O istemeseydi… sen onu vermezdin. Bunu biliyorum.”
Parmakları hâlâ saçlarımda dolaşıyordu. Ellerinin sıcaklığı, içimdeki fırtınayı dindirmeye çalışıyordu. Başımı kaldırmadan devam ettim:
“Ama yeterli değilmiş, Meryem. Yaptıklarım yetmedi. Gücüm, sözüm… sevgim. Hepsi bir yerde eksik kaldı. O yüzden bu kadar yanıyorum.”
O anda o zarif kadın eğildi, başımı iki eliyle kavradı. Saçlarımın arasına dudaklarını kondurdu. Sessizce.
“Bazı savaşlar kaybedilmek için verilmez Sarvan,” dedi usulca, “ama bazı yaralar da, elinden geleni yapanların yüreğinde en derin iz olur. Sen yandın çünkü kalbin vardı. Kalbi olan her adam bir gün böyle yanar.”
Gözlerimi kapattım. Sessizce ağladım.
“Ben seni böyle de severim,” dedi sonra. “Yenilmişliğini bile, gururun gibi taşımayı bilen adam olarak severim.”
Onun kucağında bir çocuk gibi yatarken, içimdeki öfke ve çaresizlik yerini hüzne bıraktı. Bu gece… ilk kez bir omuz bulmuştum yaslanacak. Ama yüreğim hâlâ Şeyda’nın gözyaşlarında asılıydı.
Ve ben, Sarvan Asil Korkma... kız kardeşini koruyamayan onun kurban edilmesine engel olamayan adam.
Onu vazgeçirmek istedim ama Gökhan olan kırgınlıği o kadar fazlaydı ki geri dönmedi sözünden. Bir kere hayır deseydi razı olmak zorunda olamazdım. korurdum onu kanmı dökülür umrumda olmazdı.
ama vazgeçemedi. Küçük kız kardeşim Cihan Dağdelenle evliliğe razı oldu. ne için peki kim için. benim içinmi aşiret içinmi değermidyi peki.
Değmezdi