"Çalmak ya da çalmamak işte bütün mesele bu." Gözlerimi ağırca yumduktan sonra bedenimi kastım. Tanrım... O çok güzeldi çok ama çok güzel. Şu göz alıcı kıvrımlar... İnce ve asil duruş. Bakanın bir daha bakmayı isteyeceği türden eşsiz bir güzellik. Dürtülerime hakim olmak adına derin bir nefes aldım. Onu çalmak gerçek anlamda çalmak. Bu güzeliği koleksiyonuma dahil etmek istiyordum. En eşsiz ve nadide parçam olabilirdi. Derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. İşte tam karşımdaydı. Aramızda yarım metre anca vardı. Cam dikdörtgen bir fanusun içinde alıcıları için sergileniyordu. Batı Roma İmparatorluğundan kalma seramik, çift başlı kartal kabartma ve defne yaprak işlemeli vazo. Rengi ilk gün ki kadar parlak ve canlıydı. Ellerimi dizlerime koyarak eğildim. "Sen çok güzelsin yavrum. Odamın köşesinde çok güzel duracaksın."
"Vazoyla flörtleşmeyi bırak." diye fısıldadı kulağıma irkilerek geriye doğru kaçıştım. Ne ara gelerek dibime sokulmuştu aklım almıyordu. Ellerim kalbimin üzerinde ona kızgın bir bakış attım. Siyah dantelli eldivenlerini muazzam bir zerafetle çıkarırken, "Bu vazo müzayede için." dedi. Sesi her zaman olduğu gibi despottu. "Benim için çalarsın Liset. Benden çalamazsın."
Omuz silktim. "Beni tanıyorsun."
"Sahtekar, dolandırıcı ve şerefsiz olmanı kastediyorsan," Gözlerimiz sert bir şekilde birbirine saplandı. ",kuzenimi iyi tanıyorum. Aynı bana benziyor."
Sırıttım. "Bu kanımızda var."
Elini sarı saçları arasına daldırdı. Başında ki peruğu çıkarırken aceleciydi. O şeyden en az düşmanları kadar nefret ettiğine emindim. Kestane renkli saçları omuzları üzerine dökülüverdi ve beline salındı. Arkasına geçerek önce saçlarını omzuna yatırdım sonra gümüş renkli elbisenin iplerini çözmeye başlamıştım. Belinden tutarak onu boy aynasının önüne yönlendiriverdim. Güney Afrikadan gelir gelmez beni buraya çağırtmıştı. Bir saattir işlerinin bitmesini bekliyordum -müzayedenin- beklerken de dediği gibi vazo ile flörtleştiğim doğruydu. Deliklerden ipleri çekiyordum. Hızlı olsana Liset, diye mırıldandığını işittim ama küçük bir intikam kulağa fena gelmiyordu. Başımı yana eğdim. Aynada ki yansımamızda güzel uzun kirpiklerini bıkkınca kırpıştırarak bana bakıyordu. Parmak uçlarımda yükselerek arkadan kollarımı ona sardım ve çenemi omzuma koydum.
"Küçük Hırsızını özlememiş gibi davranıyorsun." Yalan hüzünlü bir ifadeyle dudak büzdüm. "Yokluğumda kafayı yemedin mi yani?"
"Dürüst olmak gerekirse kafayı bırak ne zaman yemek yediğimi bile bilmiyorum." Gözleri boşluğa düştü ve hafifçe gülümsedi. "Varlığın için -gerçekten varsa, oradaysa- Tanrıya minnettar olmadığım tek bir gün bile yok."
"Ah, sorduğuma pişman etme." İmayla güldü ve ben yanağına hafifçe bir çimdik attım. "Beni sevdiğini ve yokluğumda süründüğünü ve de varlığımın bir lütuf ile ayrıcalık olduğunu söylesen yeterli olurdu."
"Bunu asla söylemem." Gözlerini devirdi ve tebessüm etti. "Ancak ilk söylediğimde ciddiydim."
Arkadan ona daha sıkı sarılarak alnımı omzuna yasladım. Yüzüm görünmüyordu. Dolan gözlerimi ondan saklıyordum. Emelie Owen. En yakın arkadaşım ve biricik suç ortağım benim. Elini elimin üzerine koyarak sıktı. Aptalcaydı. Ama şahit olduğum zamanları asla aklımdan silinmeyecek olan travmatik izlerdi ve ben sadece şahitlik etmiştim. O ise birebir o korkunç zamanları yaşamıştı. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak yaralıydı. Kendini iyileştirmişti. Kabuk tutsak bile kanardık. Yara aşınırdı. Yara iyileşsede kabuk düştüğünde iz aşındığı yerde kalırdı. Bu kadar duygusallık yeterdi. İşime geri dönerek elbisesinin iplerini çözdüm. Emelie sessizce paravan arkasına gitti. Bir kadeh sarap alarak tekli berjere attım kendimi.
"İşe dönelim. Duygusallık ikimize göre de değil." diye söylendim eski kaygısız halime dönerek. "Beni buraya alelacele neden getirtmiştin?"
"Yarın akşam iki kişilik bir uçuşumuz var. Özel jet. Yolculuğubsevdiğin gibi ayarladım." Paravana elbisesini astı. Sarkan kumaşı görebiliyordum. Yüzüm buruştu çok ama çok yorgun hissediyordum. "Klasik iş dışında özel bir şeyin peşindeyim."
Şaraptan bir yudum aldım. "Bensiz halledemez misin?"
"Özel bir şeyi sen çalacaksın." Saçlarını toplarken paravanın arkasından çıktı. Siyah uzun kollu bir bluz ve dar skini bir kot pantalon giymişti. Uzun botlarının topukları döşemelere çarpıyordu. Bar kısmında duran şarap şişesinin mantarın çıkarıp kafasına dikti. Elinin tersiyle ağzını sildi ve çenesi hala havadayken bana baktı. "Nereye gideceğimizi merak etmiyor musun?"
Bacak bacak üzerine attım. "Söylemeni bekliyorum."
"Akıllı kuzenim benim." Şarap şişesini havada sallandırdı. "Artık sormuyorsun. Cevapları vermemi bekliyorsun. Doğru zamanı."
"Söyle Emelie."
"İtalya." Yaramaz bir şekilde gülümsedi ardından sırıttı. "Belki şu hayalet nişanlını görürüz."
Bıçağı sebze katlı et dilimine sürt, kes, ufak bir pay al, çatalı sapla ve lokmanı ağzına at. Leziz. Bu işi iyi beceriyordum. Ayda bir kez gercekleşen aile yemeğimiz için mütavazi ve leziz bir seçenekti. Üstelik bu yemek benim doğum gününe denk gelmişti ama kimsenin hatırladığı yoktu. Buna rağmen yapabildiğim tek yemeği bu kadar güzel yapabilmekten gurur duyduğumuz yüz ifadem dahil hiçbir şekilde saklamıyordum. Üstelik insanlara kırılmayı bırakalı çok olmuştu. Hemen karşımda oturan Emelie çatalıyla yemeğini oynuyordu. Yaklaşık yedi dakika otuz on yedi saniyedir masadaydık. Ama o sadece üç lokma zorlayıcı bakışlarım sayesinde almıştı. Sonra benimle tamamen göz kontağını kesmişti. Hemen ortamızda masanın başında oturan Eledon Peruggia yemeğine tüm sükunetiyle odaklanmıştı. Şarabını tazelemek için şişeye uzanacağı anda bile Emelie onun yerine bakma zahmetine bile girmeden kadehini doldurmuştu. Sonra şişeyi kulağına yaklaştırıp salladıktan sonra kalan az şarabı kafaya dikmişti. Garipsememiştik. Bu onu usulüydü.
"Teslimat nasıl gitti?" Eledon ilk kez konuşmuş ve yine işle ilgili merakını dile getirmişti. "Bir sorun yaşanmadı umarım."
"Kusursuzdu. Benim gerçek bir Rus olduğumu bile düşündüler." Eledon bakışlarını kaldırdı. "Para olması gerektiği gibi kasanda. Kendi payımı da aldım. Sana zahmet çıkarmadım dayı."
Francois Bernand'ı öldürdükten sonra babamın sağ kolu ya da ortağı ya da yardımcısı Emelie olmuştu. Hiçbir tabir ona uymuyordu. Sağ kol gibiydi aynı zamanda patron. Yardım ettiği kadar emirde verirdi.
Eledon başını salladı. "Aferin."
"Lisette ya sen malları gümrükten geçirirken sorun yaşadın mı?"
"Gümrükten geçmedi. Deniz yoluyla sorgulanmadan sınırdan geçirildi. Kara Pazara gelir gelmezde Mrs. E'ye devredildi." diye açıkladım. "Temiz işti."
Eledon yine başını salladı. "Aferin."
Emelie bir yudum su içti. "Lisette her geçen gün kendini hırsızlık dışında geliştiriyor."
Bunu iltifat olarak kabul edecektim.
"Kendine içlerinden bir hediye seçebilirsin." Eledon nefes verdi. "Yirmi dört oldun ve ben o eski genç adam değilim."
Resmen ağıt yakıyordu!
"İyi ki doğdun ben."
Eledon güldü. "İyi ki doğdun Liset."
"Alacağım şey o ejder heykeli olacak. Zümrütten gözleri ve duman renkli olan." Babam seçimimden memnunca başını salladı. Gözlerim Emelie'ye düştü. İmayla sordum. "Birileri daha doğum günümü kutlamayacak mı?"
"Eledon Peruggia karşısında kendimden asla taviz vermem." Belimi dikleştirerek duvar suratıyla bana baktı. "Yalnız kaldığımızda ikinci sürprizi görürsün."
"İkinci mi ilki neydi? Ne kaçırdım?"
Emelie kollarını göğsünde birleştirdi. "Benim söylemem uygun olmaz." Sanki bu anı keyifle seyretmek ister gibi yerini aldı. "Sevgili dayımdan duymalısın."
Bir an duraksayarak, "Baba." dedim. "Sürpriz ve sen mi?"
"Emelie laf cambazlığı yapıyor." Sesi aniden beni huzursuz etti. "Ben bir babayım. Nasıl yaşarsam ya da işim ne olursa olsun. Ve senin iyiliğini istiyorum. Çocukluğumdan beri aile işimizi yakından uzaktan biliyorsun. Ancak Emelie gibi aile işimiz için uygun değilsin. Bir oğlumda yok senden başka çocuğumda. Ama yeğenim var. Aile işimizin başına o geçecek. Varisim o."
"Aile işi ya da yönetmek ile ilgilenmiyorum zaten." Eledon bir süre sessizce bana baktıktan sonra cevap vermedi. "Emelie'nin önüne engel olarak çıkmam. Yani rakip. Ki yönetmek beni sınırlandırır bense özgürlüğüme düşkünüm. Sürpriz ve bu meselenin ne ilgisi var anlamadım."
Emelie yüzük parmağını ovalarken sırıttı. Ona dil çıkardım.
"Bir adam var. Büyübaban Arman'ın topraklarından. İtalyan. Bizimkine benzer işler yapıyor. Alışık olduğun için yadırgamazsın." Anlamıyordum. Şimdilik. Eledon'un sesi mideme kramp ve sancılar ekliyordu. "Senden yaklaşık dokuz yaş kadar büyük. Ancak genç ve güçlü bir erkek. Bildiğim kadarıyla gayrimeşru çocuğuda yok. O kızımı emanet edebileceğim biri ve yeni bağlar kurmak için harika bir zamanlama."
"Ne demek istediğini direkt söylesen dayı." İfadesi keyifliydi. "Lisette saf saf bakmaya devam ediyor. Jetonu düşmedi."
"Adı Dante Costa." Eledon derin bir nefes aldı. "Senin için potansiyel bir eş adayı. Bunu normalde asla yapmam ama o güveneceğim türde biri o adam. Ailesi köklü Cosa Nostra'nın kurucularından. Babası dahil ortaklığımıza asla ihanet etmedi."
Emelie bıyık altından gülerken, "O herif babasını infaz ettirmişti." diye mırıldandı. "Kayınbabasına acıyacağını sanmam."
"Şimdi evet dersen." dedi babam onu duymazdan gelerek. "Düğün bahar zamanında gerçekleşebilir. Dante de seni tanımak istiyor..."
Çılgına dönmemem duyduklarımdan sonra imkansızdı.
"KESİNLİKLE HAYIR!" Ayaklanırken sandalyem devrilmişti. Masaya ellerimi vurdum. "Tanımadığım bir mafya bozuntusu bir adamın soyismi ile damgalanacağıma, kendimi Sein nehrine atarım.
Zihnime düşen o anı başımı silkerek def ettim. Babamı o akşamın üzerinden geçen üç ay boyunca görmemiştim. Beni bulmaya çalışmıştı ancak izimi kaybettirmeyi başarmıştım. Emelie bana yardım etmişti. Hayır desemde Eledon Peruggia bildiğini okuyacaktı. Evlilik kelimesi bile tüylerimi diken diken ederken mihraba yürürken ve o yüzüğü parmağıma geçirirken ki halimi düşününce gözlerim kararıyordu. Evlilik işte bu kadar ödümü koparıyordu. Yeni insanlar tanımaya açıktım ancak benim için tanıdık kaldıkları sürece geçerliydi bu. Tek gecelik ilişkilerden ilerisi olmazdı. Ben tek birine sadık kalabilecek türden biri değildim. Her zaman güler yüzlüydüm, komik olmasalar bile insanlar yaptığım esprilere kahkahalara gülerlerdi ve biraz flörtöz olduğumda altıma alamayacağım erkek yoktu. Sanırım bir şeylere bağlanmak özgürlüğümü kısıtlayacağından diğer türlü bir hayatı kendime asla yakıştıramıyordum.
"Kendin git." diye tersledim. "İtalyan mafya bozuntusu kırmızı listede beni ararken oraya gitmek aptallık olur."
"Yanında ben varken bin metre yakınına bile yaklaşamaz." Dişlerini sıkıyordu. "Eledon Peruggia bile izini ben istemediğim sürece bulamazken bir tefeciden korkmana gerek yok."
"Mafya." diye düzelttim. "Onu biraz araştırdım. Adam cidden sıkıntı. Hemde boğaza takılacak büyük bir lokma kadar sıkıntı."
"Eğer." Parmağını havaya kaldırarak beni susturdu. "Eğer benimle İtalya'ya gelirsen bu son olur. Benim emrim altında edindiğin son iş olur."
"Cidden mi?"
"Aslında bunu normal zamanda da isteseydim seni zorlamazdım." Söylediğinde samimiydi. "Eskisi gibi yaşamak zorunda değilsin. Ancak şimdi ki iş benim için bir başkası için değil."
Ayağa kalktım. "Ne çalmamı istiyorsun?"
"Bir yüzük." Dilini dudağında gezdirdi ve şarap şişesi elindeyken kapıya yürüdü. "Ayrıntıları sonra konuşuruz. Şimdi dinlen ben öyle yapacağım."
Kapıyı açtı ve sessizce odadan ayrıldı. Derin bir nefes alarak kendimi koltuğa attım. Sinir bozucu emrivaki hali hiç çekiliyordu. Orada fazla zaman kaybetmeyerek Paris'te kaldığım daireye gitmiştim. Nana beni gördüğüne şaşırmıştı ancak istifini hiç bozmadan uykusuna geri dönmüştü. Sürpriz gelişlerime alışıktı ve hala ev arkadaşı olmamıza rağmen ondan hoşlanmıyordum. Kaldığım odaya kapandım. Valizimi bir köşeye bıraktım. Yorgundum ve hafif kafası güzel. Doğrudan yatağıma atladım. Yastığıma sarıldım. Derince esnedim. Ancak o gece gözüme bir gram uyku girmedi. Çünkü ne zaman gözümü kapatsam nadiren rüyalarıma giren mavi gözlü o adam beni derinliklerde huzursuz ediyordu. Uykuma musallat olmuştu. Onun bir ismi yoktu. Bir yüzü. Siluetten ibaretti. Hatırlamadığım tek seferlik bir geceden kayıp bir hayaletti. Eninde sonunda tekrar hatırlayacağım ana kadar, unutulup, kaybolup giderdi.
Yine de oradaydı.
Derinlikte.