Cenkay, dışarda penceremin camına vuran yağmur şiddetlendikçe hareketlerinin şiddetini daha da artırıyordu adeta. Gökyüzü gri bir örtüyle kapanmış, sanki dünyayı bu anın tanıklığından uzak tutmak istercesine bir duvar çekmişti. Yağmur damlaları camda ritmik bir melodi çalarken, odanın içindeki hava ağırlaşıyor, nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Cenkay’ın gözlerindeki o keskin ifade, söylediklerime bozulduğunu, sinirlendiğini, hırslandığını açıkça ortaya koyuyordu. Bir eliyle saçlarımı ensemden kavradı, sertçe çekti; diğer eliyle çenemi yakaladı, parmakları tenimde iz bırakırcasına sabitlendi. Sesindeki o tehditkâr tını odanın sessizliğini delip geçti:
“Kim lan onlar?”
Soru, içimde bir fırtına kopardı. Kalbim göğsümde çırpınıyor, ona duyduğum o bastırılmış, gizli sevgiyle karışık korku beni ele geçiriyordu. Ama ben sustum. Sustum, çünkü ona ne kadar âşık olduğumu bilmesini istemiyordum. Bu, benim sırrımdı; göğsümde sıkı sıkı kilitlenmiş, kimsenin ulaşamayacağı bir sandıkta sakladığım bir gerçek.
“Rana, kim dokundu sana?” diye tekrarladı, sesi daha da derinleşti.
Onun bu sorusu, içimde bir yerleri kanatıyordu. Sesindeki öfkeyi çözmeye çalışıyordum; kıskançlık mıydı bu, yoksa sadece sahiplenme mi? Cenkay’ın kalbinde bana dair bir yer yoktu, bunu biliyordum. Onun için ben, sadece bir arzu nesnesiydim; bir anlık tutku, bir gecelik zafer. Ama yine de bu soruları sorarken gözlerindeki o ateş, içimde bir umut kıvılcımı yakıyordu. Belki, diye düşünüyordum, belki bir gün beni gerçekten görür.
“Kim?” diye üsteledi, sesi daha sert, daha kararlı.
Sanki okyanusun dibine batmıştım da, onun sesi kıyıdan bana ulaşıyordu; bulanık, uzak, ama bir o kadar yakıcı. Kendimden geçmiştim. Ellerinde kayboluyor, ateşiyle tam kül olacakken, közlerimden yeniden kor oluyordum. Ona dokundukça içimdeki o gizli aşk daha da büyüyordu.
“Kime izin verdin?” dedi bir kez daha, sabrı tükenmiş gibiydi.
Ellerimi ona uzattım, yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Parmaklarım sakallarının sert dokusuna sürtündü, teninin sıcaklığı avuçlarımı yakarken içim titredi. Ona dokunmak, ona bu kadar yakın olmak, kalbimi paramparça ediyordu. Çünkü biliyordum ki, bu yakınlık onun için sadece bedensel bir şeydi; benim içinse her şeydi.
“Sen…” diye fısıldadım, sesim titrek ama kontrollü. Bu bir yalan değildi, ama tam bir gerçek de değildi. Ona âşıktım, evet, ama bunu asla açıkça söyleyemezdim.
“Rana, bana yalan söyleme!” dedi, sesi keskin bir bıçak gibiydi. Gözleri ruhumu delip geçiyor, içimdeki her sırrı çözmeye çalışıyordu. Ama ben o sırrı ona vermeyecektim.
Baş parmağımla alt dudağını okşadım, dudaklarının dolgunluğu parmağımın altında titrerken gözlerime baktı. “Sadece sen…” diye fısıldadım tekrar, bu sefer sesimdeki çaresizlik daha belirgindi. Bu sözler, hem ona bir cevap, hem de kendime bir teselliydi. Çünkü o içimdeyken, bana bu kadar yakınken, aklıma başka kimse gelmiyordu. Gelmesini de istemiyordum.
“Sadece sen… Ah, Cenkay…” diye mırıldandım, sesim inlemelerimin arasında kaybolurken. Adını söylemek bile içimi yakıyordu; her hecesi, ona olan sevgimi daha da derinleştiriyordu.
Cenkay, halimden bir şeyler sezmiş gibi görünse de, bunu umursamadı. Onun için önemli olan tek şey, o an beni tamamen ele geçirmekti. Gözlerindeki sorgulayan ifade kayboldu, yerini saf bir arzu aldı. Öfkesi, hırsı ve beni sahiplenme isteği, onun hareketlerine yön veriyordu. Kocaman elleri göğüslerimi avuçladı, parmakları tenimde sertçe dolaşırken içimde gidip gelmeye devam etti. Güç almak için göğüslerimi sıkıyor, bedenimi kendine çekiyordu. Sabah uyandığımda mosmor izlerle karşılaşacağımı biliyordum, ama bu beni durdurmadı. Tam aksine, Cenkay etimi sıktıkça, canımı acıttıkça, ona olan gizli sevgimle karışık bir haz içimde büyüyordu. Bu acı, ona yakın olmanın bedeliydi ve ben bu bedeli ödemeye razıydım.
Ellerimi karnında gezdirdim, kaslarının sert hatlarını hissettim. Bir bacağımla belini sardım, ona daha da yaklaşmak istiyordum; ama bu, sevgimi göstermek için değil, sadece o anı yaşamak içindi. Cenkay ise kontrolü eline almak istercesine beni ani bir hamleyle yüz üstü çevirdi. Başım yataktan aşağı sarkarken, dizlerim yatağa gömüldü. Arkama geçtiğinde nefesim kesildi. Bir parmağını içimde hissettiğimde bedenim titredi, ama kalbim başka bir nedenle sarsılıyordu. Onun erkekliğini arkama sürttüğünü, sırtımda dilini gezdirdiğini hissettim. Dili tenimde iz bırakırken, inlemelerim kontrol edilemez bir hal aldı. İkinci orgazmımı yaşarken, bedenim zevkten sarsıldı; ama içimde bir yerlerde, ona olan sevgimin bu zevkle asla tatmin olamayacağını biliyordum.
Cenkay, benim boşaldığımı fark ettiğinde, o da şiddetle içimi doldurdu. Hareketlerinin gelgiti öyle güçlüydü ki, başım yere çarpacak gibi oldu. Tam o anda ensemdeki saçlarımı kavradı, sertçe çekti ve başımı geriye yatırdı. Belimi kırdım, kalçamı olabildiğince yükselttim. Saçlarımı tutmayan eliyle kalçama bir şaplak attı, ses odada yankılanırken “Aferin kızıma,” dedi. Sesi sahipleniciydi, ama sevgiden yoksundu. Bu söz, onun için bir oyun, bir zaferdi; benim içinse kalbimi bir kez daha kıran bir bıçak.
Dakikalarca içimde gidip geldi. Zaman kaybolmuştu; ne kadar geçtiğini bilmiyordum, sadece onun ritmi ve bedenimin ona verdiği tepkiler vardı. Yağmur hâlâ pencereye vuruyor, sanki bu anı gizlemek istercesine bir perde çekiyordu. Cenkay’ın elleri bedenimde dolaşırken, her dokunuşu beni hem yükseltiyor hem de yere çakıyordu. Saçlarımı çektiği anlarda boynum açığa çıkıyor, kendimi ona tamamen teslim ediyordum; ama bu teslimiyet, sevgimi gizlemek için bir maskeydi.
Bir ara başımı hafifçe çevirip ona bakmaya çalıştım. Gözlerimiz buluştu. Onun bakışlarında vahşi bir arzu vardı, ama sevgi yoktu. Dudakları hafifçe aralandı, nefesi hızlandı. İçimdeyken bana bakması, o an başka hiçbir şeyin var olmadığını hissettirse de, bu his benim için bir yanılsamaydı. Onun için bu, sadece bir geceydi; benim içinse her şey.
“Cenkay…” diye fısıldadım, sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Adını söylemek, ona dokunmak, kalbimin bir parçasıydı; ama o bunu asla bilmeyecekti.
Cevap vermedi, sadece dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirdi. Bu tebessüm, onun zaferinin işaretiydi; benim içinse bir yenilgi. Hareketleri hızlandı, nefeslerimiz sıklaştı. Bedenim onun ritmine uyum sağladı, ama kalbim hep bir adım gerideydi. Kalçama attığı her şaplak, içimde bir dalga yaratıyor, beni uçurumun kenarına yaklaştırıyordu; ama o uçurumda, sevgimin karşılıksızlığı beni bekliyordu.
Orgazmın eşiğindeyken gözlerimi kapattım, sadece hissetmeye odaklandım. Onun sıcaklığı tenime işliyor, bana bir an için her şeyi unutturuyordu. Ama içimde patlayan o son dalga, beni ele geçirdiğinde, adını haykırdım. Sesim odada yankılanırken, Cenkay da kendini bıraktı. Birbirimize karışmıştık, ama bu birleşme sadece bedenlerimiz içindi.
Sonunda hareketleri yavaşladı, nefesi normale döndü. Saçlarımı bıraktı, elleri bedenimden çekildi. Yavaşça üstümden kalktı ve beni sırtüstü gelecek şekilde yatakta çevirdi. Eğilip dudaklarımdan öptü yeniden. Bu defa garip bir şefkat vardı. Belki ona yaşattığım haz için bir teşekkür belki de halime acımıştı… Bilmiyorum.
Yatağa uzanırken beni göğsüne çekip kollarının arasına aldı. Alnımı göğsüne dayayıp birkaç saniye gözlerimi kapattım. Dudaklarını başımın tepesinde, saçlarımda hissettim.
‘’Odanda su var mı?’’ diye sordu. Hırıltılı nefesiyle.
Maskelerimi sakladığım mini buzdolabında vardı.
‘’Dolapta var.’’ dedim, makyaj masamı göstererek.
Beni yatakta bırakıp, su almaya gitti ve ikimize de birer şişe su alarak yatağa döndü. Bir şişeyi tek dikişte bitirdi. Kendi suyumun daha kapağını açamamıştım ben. Elimdekini ona uzattım.
‘’Al…’’
Elimden alıp kapağını açtı ve bana geri verdi.
‘’Sen iç diye uzattım. Çok susamışsın.’’
‘’Ben de kapağını açamadım sandım. Eğer hâlâ şişe kapağı açabiliyorsan yeterince iyi bir performans sergilememiş olmalıyım.’’
‘’Canım kaldı, Cenkay. Bir tek o kaldı, ona da mı göz diktin?’’
Gülerek beni kendine çektiğinde elimi ağzına kapattım.
‘’Sus! Bizi duyacaklar.’’
Ağzındaki elime bir öpücük bıraktı. Sonra bileğimden indirip dudağıma bir öpücük bıraktı.
‘’Hadi, iç suyunu yavrum.’’
Peş peşe birkaç küçük yudum aldıktan sonra şişeyi komodinin üstüne bıraktım. Beni göğsüne çekti ve kollarıyla sararken, benimle birlikte uzandı. Kendimi teslim etmek istemesem de, göğsüne sinmekten alıkoyamadım.
‘’Sana kim dokundu Rana? Benden önce kim dokundu?’’
‘’Ne yapacaksın ki? Ne önemi var?’’
‘’Bilmek istiyorum.’’
‘’Çok mu önemli Cenkay? Ben sana kimlerin dokunduğunu soruyor muyum?’’
‘’Ben hep seni hayal ediyorum. Kime dokunsam ellerimi senin teninde hayal ediyorum.’’ İşaret parmağını dudaklarıma getirdi ‘’senin dudaklarını dudaklarımda haya ediyorum.’’ baş parmağını ağzımdan içeri bıraktı. ‘’Erkekliğimi senin ağzında hayal ediyorum. Kollarımda adımı sayıkladığını hayal ediyorum.’’
Nasıl olmuştu, bilmiyorum ama kucağında oturuyordum. Uzanıp dudaklarını öpeceğim sırada fısıltıyla ‘’Cenkay… Ben seni seviyorum.’’ dedim.
Karşımda şaşkınlığıyla dururken, dudaklarına dudaklarımı bastırdığım sırada gözümden düşen bir damla yaşa engel olamadım. Bir elini yanağıma getirdi ve gözümden akan yaşı sildi.
Kalkıp, az önce bahsettiğim viskimi dolaptan çıkardı. Kapağını açıp, bana uzattı. Ne yapmaya çalıştığını anlamadım ama bir yudum aldım. Sonra elimden alıp o da bir yudum aldı. Sırayla birer yudum almaya başladık. Şişenin yarısına geldiğimizde aldığı yudumla dudaklarımızı birleştirdi ve üstüme çıktı.
‘’Çok güzelsin Rana.’’ diye fısıldadı dudaklarıma.
Elindeki şişeyi komodinin üzerine bıraktı. Yatağa yeniden yerleşti ve beni göğsüne çekti.
‘’Uykun geldi mi?’’
Soru muydu bu? Uyku değil, resmen ruhumun bedenimden terkini naklen izlemiştim. Gözlerim açık olsa da beynim çoktan uyumuştu. Yaşadıklarımın gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu anlayamayacak haldeydim resmen.
Kollarımla belini iyice sardım ve göğsüne usul usul sindim.
‘’Her gece benimle uyu.’’ diye mırıldanırken bilincimin iyice gittiğini hissediyordum.
Kulağıma hayal meyal dolan sesleri, silik bir şekilde anımsıyorum. Cenkay sanki sabaha kadar uyumamış, başımda bana şiir okumuş gibi…
‘’Güzel Rana’m, uyu şimdi,
Gecenin sakin kollarında dinlen,
Düşlerin yumuşak örtüsüyle sarıl,
Bir dilek fısıldadı ruhun bu gece,
Ve o düşte, sana ben vardım,
Senin oldum, ey nazlı hayal!
Bak, şimdi seni sarmalarım,
Kollarımla örterim narin varlığını,
Lakin şafak sökerken, uyanış yakın,
Dizlerin benim elimle kanayacak,
Hayal tatlı bir şefkat sunar,
Oysa gerçek, keskin bir bıçak taşır!
Hazinemsin sen benim, ey kırılgan çiçek,
Lakin uyanışında çamura gömüleceksin,
Beni düşledin yanında, bir gölge gibi,
Sabah, boşluğumla kucaklayacak seni,
Gerçek, kemirir içimi sessizce,
Sen benim ebedi düşümsün,
Ben ise senin için bir gölge, bir yalan!
Bu gece, ikimiz için bir rüyaydı yalnızca,
Ne fazla, ne eksik, bir anlık aldanış,
Uyu, güzel Rana, uyu sonsuzca,
Gözlerin gerçeklerin kahrına açılmasın,
Kaderin ipliği çekildi,
Ve biz, düşlerin kuytusunda kaybolduk!''