ALTI AY SONRA
Psikiatristim anlattıklarımı not almasına rağmen beni iyice muayene edip, sinir hastası olmadığıma ikna olduktan sonra terapi isteyip istemediğimi sordu. Çünkü Cenkay olayı haricinde annemi ve babamı kaybetmek gibi ağır bir travma yaşamıştım ve bunun için desteğe ihtiyacım olabilirdi. Ama zaten annemle babamın kaybı için liseyi bitirene kadar psikolojik destek almıştım. Bunu da öğrendikten sonra beni taburcu etmişlerdi ve eve gelmiştik. Cenkay da bizimleydi ama onu değil görmek, adını bile duymak istemiyordum. Odama çıkmak için merdivenlere yöneldiğimde gözüm kararmıştı. Bana taktıkları serumun yan etkisiydi sanırım. Yengem de sanki fırsat kolluyormuş gibi Cenkay’a ‘’Oğlum, kızı kucaklasana. Burada enişten mi taşısın kızı?’’ demesin mi?
‘’Gerek yok yenge, ben çıkarım.’’
‘’Çekinme Ranacım, hastasın sen sonuçta. Cenkay abin yardım eder sana şimdi, değil mi abisi?’’
‘’Gerçekten gerek yok.’’
‘’Cenkay, bakmasana öyle oğlum. Rana’ya yardım etsene.’’
Hiçbir şey demeden gelip beni kucağına aldı. Tıpkı gece yaptığı gibi. Merdivenleri kucağında benle usul usul çıkıp, odama yöneldi. Kimseye bir şey belli edemediğim için sessiz kaldım ama çığlık çığlığa bağırmak istiyordum. Bir gece önce içimde ne kadar heves varsa, o anda içimi sadece derin bir yas kaplıyordu. Ruhumda yine bir orman yangını vardı.
‘’Yengem haklı, merdivenlerden düşmeni istemeyiz.’’ diye fısıldadı bir de kulağıma yüzsüzce.
Beni odama götürüp yatağıma bıraktığında, arkamızdan gelen dayımlar daha merdivenleri çıkıyorlardı. Odaya girince inmeye yeltendim ama Cenkay beni yatağa kadar bıraktı. Bütün gece benimle paylaştığını inkar ettiği yatağa. O yatağa yeniden uzanmak da midemi bulandırıyordu. Kendime engel olmasam, paramparça edebilirdim. Yakardım hatta! O geceye dair her şeyi paramparça etmek, yok etmek istiyordum.
‘’Bir şey ister misin?’’ diye sordu beni yatağa bıraktıktan sonra. Bana bunu utanmadan soruyordu.
‘’Defol!’’ dedim sadece.
‘’Rana, ben böyle olmasını istemezdim.’’ dedi. Sesinde mahcubiyet vardı ve biraz da pişmanlık. Sabah bana acımasızca davranan o Cenkay neredeydi, bu süt dökmüş kedi gibi davranan, vakur Cenkay nerede?
‘’Kendine sakla! Dinlemek istemiyorum seni artık. Yüzünü bile görmek istemiyorum.’’
‘’Rana, sana bir kere daha söyleyeceğim; ben dün gece sevdiğim kadının yanındaydım. Aklına başka şeyler getirme.’’
‘’Güzide bile gelip bana gece olanlardan haberi olduğunu ve seni bu yüzden terk ettiğini söyledi. O bile, sana engel olamadığı için benden özür diledi. Sen neyden bahsediyorsun hâlâ?’’
‘’Yine yanlış anlamışsın. Güzide kesin başka bir şey söyledi ama sen yanlış yorumladın.’’ Sesinde sanki ‘büyüklük bende kalsın’ der gibi bir tını vardı. İyice sinirlerimi bozuyordu. Bana kafayı yedirmeye yemin mi etmişti bu çocuk ya?
‘’Cenkay, defol git şuradan!’’
‘’Sana son bir kez daha söylüyorum; ben dün gece sevdiğim kadının yanındaydım Rana.’’
Kafasına fırlatacak bir şey bulmak için sağa sola baktığımda dayımla yengem gelmişlerdi. Bu yüzden bir şey yapamadım. Sırf Cenkay gitsin diye yalnız kalıp dinlenmek istediğimi söyledim.
O günden sonra Cenkay’ı bir daha görmedim. Eve hiç gelmedi.
Zaman çabuk geçiyordu. Olanlardan sonra İstanbul’da durmak istemedim. İkinci dönem için öğrenci değişim programına başvurdum ve California’ya gittim. Altı ay kadar bir süre orada kalmak bana iyi gelecekti. Hem Cenkay’dan da onu hatırlatan şeylerden de uzak dururdum. Belki onu unutabilirdim bile, belli mi olurdu?
Onu çok sevmiştim, onunla geçirdiğim gece belki de çocukluğumdan beri mutlu olduğum ilk geceydi. Ama sabah olduğunda bütün dünyayı başıma yıkmıştı. Her şeyi anlardım; beni sevmemesini, istememesini, sabah pişman olmasını ve bunun bir geceden ibaret olmasını istemesini, her şeyi… Bunların hepsini kabullenmekte zorlansam da, kendime yediremesem de anlardım. Ama bana sabah yapmaya çalıştığı şey, iplerin koptuğu yerdi. Bir daha kimseyi sevemeyeceğimi bilsem de, hayatımı yapayalnız geçireceğimi bilsem de, Cenkay’ı ne affederdim ne de kabul ederdim bundan sonra.
Amerika’da okullar kapandıktan sonra İstanbul’a değil, direkt olarak Santorini’ye geçtim. Anneannem ve dedem oraya geçmişlerdi. Onlarla teknede tatil yapıp, sonra da babaannemlerin yanına, Lisbon’a geçecektim. Onların orada bahçe içinde küçük bir çiftlikleri vardı. Orada babamın bana hediye ettiği atım Olaf da vardı. Bana geldiğinde iki yaşındaydı, bense on. Koskoca on iki sene geçmişti. Geçen on iki yılda babamı kaybettim. Bir at kadar yaşayamadı babam hayatımda. Bir yıl içinde üniversiteden mezun olacağım ama mezuniyet törenimde babam yanımda olamayacak.
Lise boyunca okula annesi veya babası tarafından bırakılan arkadaşlarıma çok imrenmiş, bir öpücük isteyen anne babalarına kızıp da onlardan utanan arkadaşlarıma da çok sinirlenmiştim. Ben babama son kez olsun sarılmak için, onların yerinde olmak için nelerimi vermezdim halbuki. İnsan çoğu zaman elindekini kaybetmeden, değerini anlamıyor ne yazık ki.
Lizbon’a geleli on gün kadar olmuştu. Ağustos ayına girmek üzereydik. Zamanımın çoğunu her zaman olduğu gibi yine Olaf’la geçiriyordum. Saatlerce ahırda, onun yanında duruyor, onunla konuşuyor, tüylerini uzun uzun tarıyor, bazen ona kitap bile okuyordum. Hayattaki en iyi dostum olabilirdi. Menfaatsiz ve duyguları gerçekçi… Bir gün yine ahırda Olaf’la birlikteyken telefonum çaldı. Dayım arıyordu.
‘’Efendim dayı?’’ diye telefonu cevapladım.
‘’Kızım, nasılsın dayım?’’
‘’İyiyim dayı, sen nasılsın?’’
‘’Ben de iyiyim kızım.’’
‘’Rana, canım. Nasılsın yengem?’’
‘’İyiyim yenge, teşekkür ederim. Sen nasılsın?’’
‘’Ben de iyiyim canım. Okula diye bir gittin, pir gittin kızım. Nerelerdesin sen kaç aydır? Şubat ayından beri seni bekliyoruz, İstanbul’a gel artık da yüzünü görelim şekerim. Çok özledik.’’
‘’Yengen haklı kızım. Okullar kapanır kapanmaz hemen babamların yanına gittin. Sonra da babaannenlere uğradın ama biz de seni özledik. Artık evine gelsen çok güzel olur.’’
‘’Sizin yıllık yaza elveda tekne turunuz yok mu? Ben gelsem ne olacak? Şurada kaç gün sonra tekneyle açılacaksınız sonuçta. Eylül’de buluşalım işte.’’
‘’Ben sana söyledim hayatım. Rana kocaman, genç bir kadın oldu artık. Bizden sıkılıyor.’’
‘’Yenge aşk olsun ama. Olur mu hiç öyle şey? Siz benim ailemsiniz. Ben sadece burada babamın hatıralarıyla biraz daha vakit geçirmek istiyorum.’’
Babam kendini bildi bileli yazları burada geçirirmiş. Annemle de burada evlenmişler. Benim için Lizbon’daki çiftlik, biraz da baba evi demekti. Hem babaannemle dedem de beni görünce biraz olsun avunuyorlardı. Üstelik Cenkay’ı görmeyi, onunla karşılaşmayı da hiç istemiyordum.
‘’Kızım, kırma bizi. Aylardır yoksun. Hem seni görmeden mi yolculuğa çıkalım? Hadi dayım, gel artık.’’
Dayım da haklıydı. İlk defa ondan bu kadar uzun süre uzakta kalmıştım.
‘’Peki, haftaya gelirim o zaman.’’ dedim. Aslında evimi ve dayımı çok özlemiştim ama Cenkay da orada olacağı için gitmeyi hiç istemiyordum.
Bir hafta sonra dayıma söz verdiğim gibi İstanbul’a döndüm. Neyse ki Cenkay Bey teşrif etmiyorlardı da ben de evimde iyi hissediyordum. Ta ki o güne kadar; dayımla yengemin gemi turuna katıldığı güne kadar.
Aylar önce yaşadığım sinir buhranı gibi bir şeyi yine yaşarım korkusuyla benim başıma Cenkay’ı bakıcı dikmişler ve özellikle seyahat süreleri boyunca evde benimle beraber kalmasını rica etmişler.
‘’Dayı kimsenin bakıcılığına ihtiyacın yok benim. Hem evde bir sürü çalışan var hem de Amerika’da kaç aydır yalnız yaşıyorum, hiçbir şey olmadı. Şimdi de olmaz. İyiyim ben.’’
‘’İtiraz istemiyorum Rana. Zaten bir tarafım tatili iptal edip seni gözünün önünden ayırmamak istiyor.’’
Dayım her yıl yaz sonuna doğru tatile çıkardı ve yengem de kendini ona göre ayarlardı. Hem bu kadar çok çalışan dayım hem de onun tatil yapmasını dört gözle bekleyen yengem tatil yapabilsinler diye mecburen kabul ettim ve daha fazla ses çıkarmadım. Ama bu süreçte ben evde durmayacaktım ki Cenkay’la karşılaşmayayım.
İskeleden dayımı ve yengemi uğurladığımda, tam gemi limandan hareket etmeden önce Cenkay geldi. Aylar sonra karşımda duruyordu. Hiç utanmadan, yüzü bile kızarmadan, sanki her şey normalmiş gibi…