Yine uzun, bitmek bilmeyen bir nöbetin ardından gözlerim yanıyordu. Saat sekiz olmuştu. Koridorun ışıkları bile gözümü alıyordu artık. Çantamı omzuma takarken telefonuma baktım; Yusuf Sinan’ dan gelen kısa ama net mesaj oradaydı. “Saat sekizde hastane önündeyim.” Yorgunluğuma rağmen içim bir anlığına ısındı. O genelde işten sonra sessizce eve geçerdi ama bu kez beni almaya geliyordu. Küçük bir jestti belki ama benim için büyük bir şeydi. 24 saatlik nöbetlerim sonrasında bana yemek ısmarlıyordu genelde. Yanımda Berzan vardı, birlikte çıkıyorduk nöbetten. Kapıdan dışarı adım attığımda serin hava yüzüme vurdu. Kaldırımın karşısında, farları kapalı, Yusuf Sinan ’ın arabası duruyordu. Elleri direksiyonda, sakin bir şekilde beni izliyordu. Göz göze gelmemek için Berzan’ a döndüm. “Bugün iyi

