bc

Tenimdeki Kamuflaj +18

book_age18+
82
FOLLOW
1K
READ
dark
one-night stand
family
HE
stepfather
mafia
gangster
heir/heiress
drama
tragedy
sweet
bxg
lighthearted
serious
kicking
soldier
city
mythology
office/work place
war
love at the first sight
seductive
wild
like
intro-logo
Blurb

"Tenimdeki Kamuflaj" – Aşkın En Tehlikeli Cephesi"+18 – Tutku, savaş ve yasak bir aşk hikâyesi...Kumral saçlarının gölgesinde, yeşil gözleriyle emir yağdıran o adam... Komutan Yiğit Arslansoy, cephelerde soğukkanlı, ölümle dans eden bir asker. Suriye'nin kan kokan sınırlarından İstanbul’un ışıltılı gecelerine döndüğünde, karşısına bambaşka bir savaş çıkacağını bilmiyordu.Maya Yıldız… Esmer teni, uzun siyah saçları ve ateşten farksız bakışlarıyla bir hemşire adayı. Güçlü kadın ama Yiğit’i duyduğu andan beri zihninde bastıramadığı bir arzu kıvılcımı var. Abisinin dilinden düşürmediği komutan artık Maya’nın fantezilerinde yaşamıyor — şehrin tam ortasında, gerçek bir adam olarak karşısına çıkacak.Ve o gece…Barın loş ışıklarında Maya kırmızı rujunu sürerken, tek bir amacı var: Yiğit Arslansoy’u etkilemek. Gerekirse bedenini, gerekirse gururunu kullanacak.Ama unuttuğu bir şey var…Yiğit, sadece savaş meydanlarında acımasız değil. Onun kollarına düşmek, hem tutkunun doruğu… hem de tehlikenin ta kendisi.Tenimdeki Kamuflaj, ölümle yüzleşmiş bir askerin tutkuyla sınanacağı, arzu ve yasak arasında gidip gelen bir aşk hikayesi.Güven, teslimiyet ve bedenin ötesinde bir bağ arıyorsanız...Hazır olun. Çünkü bu cephenin adı: AŞK.

chap-preview
Free preview
1
Gözüm saate takıldığında kalbim bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu. 22:17. On üç dakika sonra o bara gidecek. O... Yiğit Arslansoy. Komutan Yiğit. Abimin en çok saygı duyduğu, en çok çekindiği, en çok anlattığı adam. Benimse... en çok merak ettiğim. Ne garip değil mi? Bir adamı hiç görmeden, sadece onun hakkında anlatılanları dinleyerek etkilenmek. Ama ben etkilendim. Hem de öyle basit bir etkilenme değil. Bildiğin tutuldum. Abim her görev dönüşü, önce yaralarını sarar gibi bana gelir, sonra anlatmaya başlardı: “Komutan Yiğit var ya... soğuk gibi görünür ama adam resmen gölgelerle büyümüş. Korkusuz. Gözünün içine baksan, seni ya sorgular ya da susturur. Adam vahşi.” Susturmak mı...? Ben o sessizliği delmek istiyordum. Buz gibi o gözlerin içine bakıp, “beni de gör” demek istiyordum. Belki biraz da... “beni hisset” demek. Ve şimdi o adam, bu şehirde. Bu gece, barda olacak. Lüks, pahalı, elit kesimin takıldığı bir yer. Benim gibi öğrenci bir hemşirenin adım atmaması gereken bir yer. Ama ben gideceğim. Ve o beni görecek. Hazırlanma süreci, sanki bir tören gibiydi. Sadece kıyafet değil, ruhumla da hazırlanıyordum. Dolabın önünde durdum. Siyah, sırt dekolteli elbiseyi aldım. Omuzlarım açıkta, sırtım boydan boya açık. Diz üstü ama ayakta durduğumda elime kadar çekilen bir kesim. Beni “masumiyetin ötesi” gösterecek türden. İç çamaşırım ise yok denecek kadar ince. Giymesem daha iyi belki. Ama bu gece kuralları ben koymuyordum. Onun gözlerini istiyordum. O baksın. Baksın ve karar versin: “Günahıma ortak olacak mı?” Makyajımı aynada yaparken, gözlerime siyah bir buğu kondurdum. Dudaklarıma vişne tonlarında bir ruj. Çok şey söylemeyen ama çok şey ima eden bir kadın yaratıyordum. Ayağıma topuklu siyah stilettoları geçirdim. Parmak uçlarımda yükselirken, sanki bir kadın değil de bir silaha dönüşüyordum. Tehlikeli bir silaha. Telefonumu çantaya koyarken, ekranda abimden gelen bir mesaj belirdi: “Yarın Komutan Yiğit’le birlikte birliğe geçeceğiz. Adam gece dışarı çıkacakmış, rahat bırak şunu Maya hahaha.” Gülümsedim. "Rahat bırakmak mı?" Ben, bu gece onun aklını almayı planlıyordum. Bara girdiğimde ortam kalabalıktı ama karanlıktı da. Müzik fonda derinden çalıyor, herkes birbirinin yüzüne değil, bardağın içine bakıyordu. Tüm ışıklar loş, ama içimdeki arzu alev gibiydi. Gözlerim onu aradı. Gözlerim, aklımdan çizdiğim o komutanı... O tanrısal bedeni... Ve işte oradaydı. Derin kırmızı koltukların arasında, viski bardağıyla oturuyordu. Siyah gömleği tam oturmuş, bilekleri kalın, elleri sert görünüyordu. Gömleğin en üst iki düğmesi açık, göğsündeki hafif bronz teni ve ince tüyleri görünüyordu. Yüzü... Allah’ım... O gözler! Yeşil. Buz gibi. Sanki baktığı kişiyi yargılıyor. Sanki dünyada affettiği tek şey ölüm. Sanki... ben dahil kimseyi umursamıyor. İşte tam da bu yüzden ona sahip olmak istedim. Dans pistine doğru yürüdüm. Bilerek. Adımlarımı ağır ve çekici tuttum. Kalçam hafifçe sağa kayarken elbisem bacağımı biraz daha açtı. Onun gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim. Bakışları tenimi deldi. Ve ben... kendimi ortaya koydum. Dans etmeye başladım. Müzik vücudumdan akıyor gibiydi. Kollarımı yavaşça başımın üzerine kaldırdım. Belimle dans ettim. Hafifçe başımı geriye attım. Sırtımdaki açıklıktan geçen rüzgar gibi, o bakışlar da tüm bedenime işledi. “Hadi Komutan, gör beni.” Birden göz göze geldik. Kalbim çarpmadı. Durdu. O, gözlerini kırpmadan bana baktı. Dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. Ama gülümseme değil bu. Onay. Merak. Ve tehlike. Barın iç kısmından bir garson geldi, elinde küçük bir not kağıdı vardı. "Hanımefendi," dedi. "Şu beyefendi size bir içki gönderdi." Kağıtta bir şey yazılıydı. “Yakından daha dikkat çekici görünüyorsun. Gel.” Ve bardağın altına odanın numarası yazılmıştı. 201. Kafamdan binlerce düşünce geçti. Bu bir davet değil. Bu bir emir. Ve o emir bana... acımasız bir adamdan geliyor. Adımlarımı yavaşça attım. Her adımda bacaklarım titredi ama geri dönmedim. 201 numaralı özel odaya geldiğimde, elim kapıya uzandı. Kalbim deli gibi atarken, elim sadece bir kez kapıya vurdu. Kapı açıldı. O oradaydı. Elinde bir viski bardağı, omzu duvara yaslanmış. Hiçbir şey söylemeden beni içeri aldı. “İsim?” diye sordu. Gözleri gözlerimdeydi. Ona yalan söylemek istedim ama nedense... boyun eğdim. “Maya,” dedim. Sesim tıpkı dizlerim gibi titriyordu. Onun sesi ise buz gibi: “Neden buradasın Maya?” Baktım. O yeşil gözlerin içine, öylece baktım. “Çünkü senin gözlerinin nasıl baktığını merak ettim,” dedim. “Ve o bakışın... tenimde nasıl hissettirdiğini.” O bir adım yaklaştı. İkincisinde burnumdan nefes kaçtı. Üçüncüsünde... boynumdaydı nefesi. “Tehlikeli oyunlar oynuyorsun, küçük kız,” dedi. “Ben oyun oynamam. Kazanırım.” Elini belime koydu. Tenimden geçen kıvılcım, göğsümde patladı. “Peki ya ben,” dedim. “Kazanılmak istemezsem?” Gülümsedi. “Benim kazanmam için senin istemene gerek yok.” Ve dudakları boynuma indi. O an geldiğinde… her şey sustu. Zaman durdu sanki. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Bedenim titriyordu ama bu korkudan mı, yoksa ondan mıydı bilmiyorum. Yiğit’in gözleri gözlerimin ta içine işlemişti. Onun varlığı bile başlı başına uyuşturucu gibi etki ediyordu üzerimde. Yakındı. Çok yakındı. Dudakları boynumda, elleri belimdeydi. Dokunuşları hem yumuşak hem de emrediciydi. Sanki bedenim onunmuş gibi davranıyordu. Ve ben… direnmiyordum. Ama içimdeki ses çığlık atıyordu. “Maya… daha önce kimse sana böyle dokunmadı. Hiç kimse. Buna hazır mısın?” Hazır değildim… ama o an sanki sadece Yiğit’in teninde erimek istiyordum. Onun sesinde kaybolmak, onun kollarında yok olmak. “Yiğit,” dedim kısık bir sesle, “Ben… daha önce hiç…” Sözümü bitirmeme gerek kalmadı. Bakışları yüzümde gezindi. Dudaklarını bir süre dudaklarımdan çekti. Gözleri bir süreliğine ciddileşti. Ardından çenesini hafifçe yana kaydırarak saçlarımı okşadı. “Biliyorum,” dedi fısıltı gibi bir tonda. “Zaten o yüzden bu kadar güzelsin…” Sözleri içimi titretti. Ama daha da tuhafı, bakışlarında gördüğüm o dizginlenemeyen… açlıktı. Onun arzu dolu gözleri, bana dokunurken bedenimi değil, ruhumu soyuyordu sanki. İç çamaşırımın üzerinde biriken ıslaklığımı o da hissetmişti. Parmaklarını nazikçe kenara çektiğinde, bir iç çekiş bıraktım dudaklarımdan. “Ama…” dedim yeniden, nefesim kesik kesikti. “Canım acır mı?” Bu sefer dudağının kenarı kıvrıldı. “Biraz,” dedi, “ama sonra… sadece zevk.” Ve öyle bir öptü ki beni, korkularım bir anlığına buhar oldu gitti. Elleri bedenimde gezinirken, her dokunuşunda içimden fısıltılar yükseliyordu. Boynuma uzanan dilinin sıcaklığıyla ürperdim. Göğüslerime inen elleri ise titrememe sebep oldu. Parmakları, sanki beni tanıyormuş gibi... hiçbir noktayı atlamadan ilerliyordu. Ve ben… her dokunuşunda daha da fazla açılıyordum ona. “Kendine hâkim olamayacaksın Maya… ama neden olasın ki?” Üzerimdeki ince elbiseyi bedenimden sıyırırken, göz göze geldik. O an, onun gözlerinde gördüğüm şey sadece arzu değildi. Sahiplenme. Güç. Derinlik. Ve sabırla karışık, bir tür vahşi tutku. Alt dudağımı ısırarak gözlerimi kapattım. Ve o an… ilk defa bir erkeğin tamamen benimle bütünleşmesini istedim. Tüm çıplaklığımla. Yavaşça üzerime uzandı. Dizleriyle bacaklarımı ayırırken nefesim boğazımda düğümlendi. Kalbim kulaklarımda atıyor gibiydi. Kafamda sadece tek bir düşünce yankılanıyordu: “Artık dönüş yok…” İlk temas… sanki bedenimde gök gürültüsüydü. Hafifçe sızladı, evet. Ama Yiğit öyle nazikti ki, acı bile sanki bir zevk parçası gibi hissettirdi. Ve sonra… daha derin girdiğinde, bir inilti döküldü dudaklarımdan. O da bunu duyduğunda, gözleri kısıldı, dişlerini sıktı. “Dayanamayacağım Maya… senin bu halin… deli ediyor beni.” Sözleriyle birlikte hareketleri derinleşti. Ve her seferinde, bedenimde bir kıvılcım daha çaktı. Kalçalarım ellerinin arasında, göğüslerim dudaklarıyla birleşirken... varlığımın merkezinde bir patlama oldu sanki. O an, sadece fiziksel değil… ruhsal bir teslimiyet yaşadım. İlk defa biri bana bu kadar çok dokundu. Bu kadar içten, bu kadar koruyucu ve aynı anda bu kadar vahşi… Yiğit’in teni tenime her çarptığında, içimdeki korku yerini arzunun en saf, en vahşi haline bırakıyordu. Ve ben… sadece onun oluyordu. Gözlerimi araladığımda loş ışıkla dolu odaya uyandım. Perdeler kapanmamıştı. Geceden kalma bir ay ışığı hâlâ içeri sızıyordu, tıpkı içimdeki utanç gibi. Yatakta hâlâ uzanıyordum ama bedenim... Ağırdı. Her bir kasım sızlıyordu, özellikle de... Hayır, o noktayı düşünmek istemedim. Dizlerimi hafifçe kırmaya çalıştığımda acı bir zonklama içimi bıçak gibi kesti. Nefesim dudaklarımda takılı kaldı. “Ne yaptım ben?” diye mırıldandım içimden. Gece… Her şey bir rüyaydı sanki. Onun dokunuşları, bakışları, göğsümde gezinen parmakları… Dudaklarım hâlâ onun adını fısıldar gibi titriyordu. Ama bu sabah… Her şeyin yerini bir suçluluk duygusu almıştı. Yanı başımda, çıplak ve huzurlu bir şekilde uyuyan adamı izledim. Yiğit… Komutan Yiğit Arslansoy. Abimin sözünü ettiği, hayranlıkla bahsettiği adam. Şimdi, onun kollarında bir gecenin sabahında… Ben. Omzuna düşen bir tutam saçımı usulca geriye attım. Yüzü ışığa dönüktü, sert hatları yumuşamıştı. Uyurken daha genç, daha masum görünüyordu. Ama onun elleri… Gece boyunca bana kimseye ait olmadığım şekilde dokunmuştu. İçimde bir yer hâlâ onunla kalmak istiyordu. Onun uyanmasını, gözlerini açıp bana bir “Günaydın” demesini, beni kollarına almasını. Ama diğer yanım… Kaçmak istiyordu. Yüzleşmekten korkuyordum. Ya bana pişman olduğunu söylerse? Ya bu onun için sadece bir geceyse? Yavaşça yataktan doğruldum. Her hareketimde bedenim beni uyarıyordu. Acı tatlı bir hatırlatma gibiydi… Onun içimde olduğu her anın yankısı. Aynadan kendime baktım. Saçlarım dağılmış, boynumda ve göğsümde morarmış öpücük izleri… Kalbim bir anlığına yeniden hızlandı. Ben ne yaptım? Kıyafetlerimi toplamaya başladım. Siyah elbisem yatağın kenarına düşmüş, iç çamaşırım yerdeydi. Ayakkabılarım salondaki halının altında yarı kaybolmuştu. Üzerimi aceleyle giyerken içimde bir karmaşa hâkimdi. Onu sevdiğimden mi bu geceyi istedim? Yoksa sadece merak mıydı? Kapıya yönelmeden önce ona bir kez daha baktım. Eli yastığın kenarına düşmüş, nefesi düzenliydi. Dudaklarının kenarında ufacık bir gülümseme vardı sanki. İçim burkuldu. “Hoşça kal,” dedim sessizce. Ayakkabılarımı elime alıp çıplak ayakla koridordan geçtim. Otel odasının kapısını açarken içime serin bir hava doldu. Gece bitti. Ve gerçek başladı. Eve döndüğümde her şey hâlâ üzerime sinmişti. Duvardaki saat geceyi çoktan sabaha devretmişti ama ben hâlâ dün gecedeydim. İçimdeki çığlıklar sessizdi, ama yankısı büyüktü. Kapıyı kapattığım an sırtımı ona yaslayıp yere çöktüm. Ellerim titredi. Kalbim, göğüs kafesime sığmayan bir ayaklanma gibiydi. “Ne yaptın Maya?” dedim kendi kendime. Ama aklımın en sessiz köşesi bile cevap vermedi. Çünkü her yanım Yigit’in iziyle doluydu. Parfümü saçlarıma sinmişti. Tenimde hâlâ ellerinin ısısı, boynumda dişlerinin bıraktığı iz... Ve bacaklarımın arasında... O yanma... O ipeksi sızlama... Bir yandan lanetliyordum kendimi, bir yandan da gözlerimi kapatıp o anlara yeniden dönmeyi istiyordum. Dizlerimi karnıma çektim. Gece boyunca kaçtığım şey aslında kendimdi. Yigit'ten değil, ona nasıl teslim olduğumdan korkmuştum. Ama kaçmak hiçbir şeyi silmemişti. O geceyi düşündükçe dudaklarımda istemsiz bir kıvrım oluştu. Yatağa uzandım. Yorganı dizlerimin arasına sıkıştırırken kendimi kandıramadım. Dokunuşları hâlâ üzerimdeydi. İç çamaşırlarımı çıkarmaya bile çekinmiştim. Bacaklarımın arasındaki hafif acı, bedenimin dün gece ne kadar istendiğini hatırlatıyordu. Ve bu hoşuma gidiyordu. Bu beni korkutuyordu. Telefonumu aldım. Ekranı kaydırırken nefesim sıklaştı. Arama geçmişini sildim. Ama onun adını yazmaktan kendimi alamadım: “Yigit K.” Fotoğrafını gördüğümde boğazıma bir yumru oturdu. Sert bakışları, çene hattı, asker yeşili üniformayla verdiği o karizmatik poz. Yine o fotoğraftı... O gece üzerimdeydi. Tam da bu haliyle... Bir an için parmaklarım onun adının üzerine kaydı. Bastım. Profili açıldı. Gizli bir hesaptan bakıyordum. Her ayrıntıyı ezberlemek istiyordum. Takipçilerini inceledim. Kimseyi takip etmiyordu. Bir tek kurum sayfaları... Ve bir tane kadın. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Kadının profiline girdim. Öylesineydi. Belki de önemli bile değildi. Ama o an kıskançlık damarlarıma zehir gibi yayıldı. "Ne saçmalıyorsun Maya," dedim kendime. "Bir gecelikti bu. Sadece tutku... Sadece... acımasız bir yakınlaşma..." Ama sonra yastığa başımı koyduğumda gözlerim doldu. “Bir daha göremezsem onu?” Bu soru beynimi kemirdi. Kalbim isyan ediyordu. Sırf asker diye, sırf aramızda sınırlar var diye ondan uzak durmak... Olmazdı. Olmamalıydı. Aklıma bir fikir geldi. Telefonu hızla kenara attım, laptopu açtım. Gizli sekmede tarayıcıyı açtım. “Komando eğitim üsleri – saha içi görev alanları” yazdım. Ama sonuçlar geneldi. İçimden bir ses, onun peşine düşmemi, yerini bulmamı söylüyordu. Bir başka ses ise "Sakın yapma!" diye bağırıyordu. Ama ben ortadaydım. Ne kaçacak kadar güçlü, ne unutacak kadar umursamaz... Yatakta sağa sola döndüm. Parmaklarım boynumdaki izi okşadı. Oradaydı hâlâ. İçime kadar işlemişti. Sadece tenime değil, aklıma da, kalbime de... Onu bir daha görmeliydim. Bu kez kaçmamalıydım. Belki... Belki yeniden giderim o bara. Belki onu yine orada bulurum. Belki kader bir daha kapımı çalar... Belki de ben çalarım onun kapısını. Bu sabah, odama doğan gün ışığıyla değil, içimde kıvranan hislerle uyandım. Kaslarım sızlıyor, özellikle de bacaklarımın arasında hâlâ dün gecenin izi gibi yankılanan bir acı var. Ama bu acı, sıradan bir sızı değil. Her hatırlayışımda içime garip bir sıcaklık yayılıyor. Tüm bedenim, onun dokunuşlarının yankısını taşıyor gibi. Kaçtım evet… Ama ondan mı? Yoksa kendi zayıflığımdan mı? Hâlâ karar veremiyorum. Yatağın içinde doğrulup battaniyeyi üzerimden attım. Aynadaki halime bakmaya cesaret edemedim ama yüzümdeki yanaklarımdan taşan utançla karışık bir kıpkırmızılığı hissettim. Beni böyle etkileyen bir adam daha olmamıştı. Onun bakışları, sesindeki buyruk tonu, her şeyiyle beni bir girdaba çekmişti. Ve şimdi, tekrar aynı girdaba çekilmek istiyorum. Aklımda tek bir düşünce vardı: Onu yeniden görmek. Telefonumu elime alır almaz internete girdim. Sosyal medya profillerine göz gezdirmeye başladım. "Yüzbaşı Yiğit K.," diye arattım. Fotoğrafları nadirdi, ama bulduklarım beni saatlerce ekran başında tuttu. Üniformalı hali, kamuflaj içindeki bakışları... Her biri içimi ürpertti. Her resmine baktığımda, o geceyi yeniden yaşar gibi oldum. "Yine aynı yer, aynı adam... Ama bu kez onun gözünde farklı bir şekilde yer almak istiyorum," dedim kendi kendime. Tam o sırada evin kapısı çaldı. Aklım hâlâ Yiğit’in resmindeydi. Kapıyı açtığımda karşılaştığım kişi şaşırtmadı: Teyfik. Abim. Askeri disiplinini hiç kaybetmemiş haliyle, omzunda bir çanta, üzerinde sade bir t-shirtle içeri girdi. Gözleri yorgun ama sevgiyle parlıyordu. "Küçük kardeşim! Bakayım sana… Yine zayıflamışsın," diyerek beni kendine çekti. Sarılırken, içimdeki karmaşa daha da büyüdü. Çünkü Teyfik, Yiğit’le birlikte görev yapmıştı. Ve o anda bilmediği şey, aklımdan geçen tek isim Yiğit’ti. "Ablanla konuştuk, bu akşam bir yemeğe davetliyiz. Yiğit’in evine," dedi umursamaz bir tonla. O an kanım çekilmiş gibi oldu. Kalbim, göğsümden fırlayacak gibiydi. "Y-yiğit’in mi?" dedim kekeler gibi. Teyfik başını salladı. "İzin almış. Yeni bir görev öncesi vedalaşma gibi bir şey olacak. Bazı eski arkadaşlar da çağrılmış. Beni de özellikle davet etti. Sen de geliyorsun." "Ama ben… Gitmesem?" "Maya, ne saçmalıyorsun. İyi olur, sosyalleşirsin. Hem çocuk sana bir zarar verecek değil ya," diyerek güldü. Ona anlatamazdım. Yiğit’le bir gecede yaşadıklarımızı kimseye anlatamazdım. Hele ki abime… Odasına geçip üstünü değiştirirken ben de odama döndüm. Dolabımın karşısında dakikalarca kıyafetlere baktım. Şık, etkileyici ama sade bir şeyler bulmalıydım. Onun karşısına çıktığımda kendimi gizlemek değil, kendimden emin görünmek istiyordum. En sonunda siyah dar kesim, diz altı bir elbise seçtim. Hafif dekolteli ama zarifti. Saçlarımı ensede gevşek bir topuzla topladım. İnce altın küpelerimi taktım. Dudaklarımı hafifçe renklendirdim. Hazırdım. En azından dışarıdan öyle görünüyordum. Teyfik arabayı sürdü. Yol boyunca konuşmalarını duymazdan geldim. Kalbim güm güm atıyordu. Nihayet o büyük demir kapılardan geçip geniş bir bahçeye sahip lüks villanın önüne geldiğimizde nefesim kesildi. Yiğit buradaydı… Ve ben az sonra onunla yüzleşecektim. Kapı açıldı. Hizmetli bizi buyur etti. İçeriye adım attığımızda büyük bir salon, yüksek tavanlar, camdan avizeler ve zarif bir dekorasyonla karşılaştım. Ama hiçbir şey Yiğit’in varlığından daha etkileyici değildi. Salonun köşesinde, siyah gömleği ve bileklerine kadar sıvanmış kollarıyla durmuş, konuşuyordu. Bizi fark ettiğinde gözleri doğrudan bana kaydı. Bakışları üzerime saplandı. Dudaklarının kıyısı hafifçe kıvrıldı ama gözleri... Gözleri beni çözümlüyordu. O an her şey durdu. İçimden geçen tek cümle şuydu: "Beni unutmamış." Kalbim sanki yerinden çıkacak gibiydi. Ayağımı her adımda daha da yavaşlatmak istesem de Teyfik’in neşeli sohbeti, Yiğit’in sessizce arkamızdan gelişini duyamayacak kadar dalgındım. Göz ucumla fark ettiğim şey ise Yiğit’in gözlerini üzerimden neredeyse hiç çekmemesiydi. Sanki az önce beni ilk kez görmüş gibi… Oysa o bedenimi gecenin en karanlık saatlerinde ezbere ezberlemişti. Ama şimdi… şimdi başka bir şey vardı gözlerinde. Daha derin bir iştah. Daha sabırlı bir arzu. Daha bilinçli bir istek. Gözlerinin altındaki o uykusuzluk çizgileri, dudaklarının kenarındaki belli belirsiz kıvrım… Sanki sabaha kadar benim tenimde uyanık kalmış gibiydi. Belki de kalmıştı. Teyfik’in, “Abi seni de masaya alalım artık, Maya elleriyle hazırladı her şeyi,” deyişiyle irkildim. Masada dört kişiydik. Ben, Teyfik, Yiğit ve Yiğit’in kız kardeşi Ceyda. Kız... bana önce ölçüp biçen gözlerle baktı ama sonra sıcak bir gülümsemeyle elini uzattı. Sanki Yiğit’in gözleri her an üzerimdeymiş gibi hissediyordum. Elleri dizlerimin üstünde dururken bile sanki parmak uçları derimle oynuyordu. Oysa masanın öbür ucundaydı. Göz göze gelmemeye çalıştım. Ama bakışlarını her kaldırışımda onun göz bebeklerinde kaybolmaktan kurtulamıyordum. Yemeğe konsantre olmam gerekirken aklım hâlâ gecenin ince detaylarında dolanıyordu. Onun sıcak nefesi, dudaklarının boynuma inen ısırıkları, bacaklarımın arasındaki hâlâ dinmeyen yanma… Ceyda kahkahalarla bir şey anlattı. Teyfik’le beraber gülüştüler. Yiğit sustu. Yemeğini yavaşça yerken yalnızca bana bakıyordu. Çatalının ucundaki parça havuç, benim tenimde geziniyormuşçasına dikkatliydi. Benimse iştahım çoktan kaçmıştı. “Ben… lavaboya gidebilir miyim?” dedim sessizce. Yiğit aniden sandalyesini geri itti. “Koridorun sonunda solda,” dedi. Sesi düşük, tok ve anlam yüklüydü. Kalktım. Yavaşça yürürken topuk seslerim yankılandı mermer zeminde. Arkama bakmadım. Ama onun geldiğini biliyordum. Kapının tokasına elimi attığımda nefesimi tuttum. İçeri girdim, kapıyı kapatmadan… belki de bilinçli olarak aralık bırakarak… İki saniye sonra Yiğit içeri girdi. Kapıyı kilitledi. O küçük, loş lavabonun içinde nefesimiz bile birbirine karıştı. Aynada yansıyan gözlerimize baktım önce. Göz göze gelmemizle içimde bir şey çatladı. “Güzel giyinmişsin,” dedi. “Ama ben bu elbiseyi… başka bir şekilde çıkarmayı tercih ederim.” Gırtlağımdan çıkan ses bir şey söylemeye yetmedi. Yalnızca gözlerimi kaçırdım. “Ne oldu Maya?” diye fısıldadı. “Beni görünce kaçacağımı mı sandın?” Sırtımı aynaya yasladı. Göğsüme doğru eğildi. Dudakları boynuma değmeden önce sanki nefesini içime çekmiş gibiydim. “Geceyi unuttun mu?” Hayır... unutmadım. Unutamazdım. “Bacaklarının arasındaki sızıyı ben verdim sana…” dedi kulaklarıma, parmaklarını belime geçirerek beni kendine doğru çekti. “Ve yine ben alacağım.” Kalbim kafesinden fırlayacak gibiydi. Sanki bir savaş vardı içimde. Ama vücudum teslim olmuştu bile. Ellerim boynuna gittiğinde nefesimiz birbirine karışmıştı. “Burada olmaz,” dedim. Ama sesim, inleyerek söylenmiş bir yalvarma gibiydi. “Olur…” diye fısıldadı. “Çünkü sen de istiyorsun.” Ellerim elbisenin altına kaydığında onun parmakları kalçamda sabitlenmişti. Beni lavabo tezgahına oturttuğunda gözlerimiz hâlâ birbirine bakıyordu. Dudaklarımla dudakları buluştuğunda zamanın akışı durmuş gibiydi. Dili dilime karıştığında gözlerim istemsizce kapandı. Ellerini tenimde hissediyordum. Elbisemin dizime kadar sıyrılışını, iç çamaşırımın kenarlarına değen sabırsız dokunuşlarını… Ayaklarımın altındaki karıncalanmayı… “Yine istiyorum seni Maya,” dedi. “Ama bu sefer…” Dudaklarını kulak mememe bastırdı. “Bu sefer gözlerime bakarak isteyeceksin.” Bir şey diyemedim. Ama gözlerim… gözlerim çoktan cevap vermişti. O anda içimde bir kıvılcım çaktı. Lavabonun küçüklüğü, sessizlik, diğerlerinin salonda olması... Hepsi adrenalinle harmanlanmış bir arzuya dönüşmüştü. O kadar yakındı ki bana, bacaklarımın arasında hâlâ geceye ait olan sıcaklık tekrar alevlendi. Ve bu sefer söndürülmeyi beklemiyordu. “Eğer tekrar istersen,” dedi, dudaklarını dudaklarıma değdirerek, “sadece bakman yeter.” Kapıdaki sessizlik ağırlaştı. İçimdeki fırtına ise dışarıdan sessiz ama yıkıcıydı. Dudaklarımı ısırarak başımı öne eğdim. Ve sadece fısıldadım: “Bakıyorum zaten…” Yiğit kapıyı açtı. Ben aynada saçlarımı düzeltmeye çalışırken gözleri hâlâ üzerimdeydi. Lavabonun aynasında sadece bedenim değil, arzularım da çırılçıplak görünüyordu. Bu gece... henüz bitmemişti.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.8K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

HÜKÜM

read
222.8K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook