~🥀Hepsi Aşktan🥀~

1823 Words
*** Onca yaşanandan sonra, şu an neden Çekdar’ın altındaydım? Ve o, üstümdeyken neden hala edepsizce konuşuyordu? "Kalk üstümden!" dedim dişlerimin arasından tıslayarak. Ama o, pişkin bir sırıtışla daha da yaklaşarak fısıldadı. "Hazır bu pozisyondayız... bence bu erkek çocuğunu daha çok garantileyebiliriz." İçimdeki öfke kabarıyordu. Hala konuşuyordu, hala! Kendini ne sanıyordu, hala onu affedeceğimi mi düşünüyordu gerçekten? Kalkan elim şiddetle yanağına indi. Tokadın sesi taş duvarlarda yankılanınca, başını yana savurduğunda gözlerini kapadı. Çenesindeki kasların gerilmesinden öfkesini zor tuttuğunu gördüm. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Çaldığı mayolarımı hırsla alarak ayağa kalktım. "BEN ARTIK SANA BOYUN EĞEN O EZİK KIZ DEĞİLİM! ÜZERİMDE HİÇ BİR HÜKMÜN YOK!" diye bağırdım, sesim titremiyordu; güçlüydü, kararlıydı. Gözlerim onun gözlerine mıhlanmıştı. O ise sadece izliyordu. Sessizliğinde, değişimimden rahatsız olduğunun izleri vardı. Çünkü işine gelmiyordu; karşısında artık susturabileceği, eğdirebileceği eski ben yoktu. Bir anda ayağa fırladı. Gözlerimin içine dikildi, göğsünden çıkan uğultulu bir kükreyişle, "Birbirimizi dinlemeden, ikimiz de hatalar yaptık! Beni affetmen eziklik değil kadın, ben kızının babasıyım!" diye haykırdı. Sözleri beynimde çınladı ama kalbim taş gibiydi. "Evet, sen sadece kızımın babasısın. Ama benim hiç bir şeyim değilsin!" dedim, yüzüne bütün nefretimle bağırarak. Seslerimiz evin duvarlarını döverken, birden ince bir çığlıkla bölündü kavga. Ağlayan Kumsal’ın sesi... O an nefesim kesildi. Bir anlık öfkenin arasında kızımın ağlayışı beni kendime getirdi. Saçlarımı geriye savurup hızla odadan çıktım. Kumsal’ın odasına girdiğimde, minik bedeni hıçkırıklarla sarsılıyordu. Onu kucağıma alıp göğsüme bastırdım. Saçlarını okşarken, kokusunu içime çekerek alnına, saçlarına öpücükler kondurdum. Ama o küçücük omuzlar hıçkırıklarla sarsıldıkça, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Onun ağlamasına dayanamıyordum. Daha ilk günden kızıma iyi gelmemişti bu adam. Yeniden evlenip aynı evde yaşamayı düşünmek bile artık kabus gibiydi. Arkamdan gelen suçluluk yüklü ses, içimdeki yarayı daha da kanattı. "Zemheri..." diye fısıldadı, sesinde pişmanlık vardı. Öfkemi boğazıma kilitlemiş olsam da, Kumsal’ın yanında daha fazla taşkınlık yapamazdım. Ona dönüp, konuştum. "Yalvarıyorum... bizi yalnız bırak ve defol git evimden." Bir an gözlerimde cevap aradı ama bulamadı. Hiçbir şey söylemeden geri çekildi. Ayak sesleri, koridorun taş zemininde yankılanarak uzaklaştı. Kapının kapanma sesiyle, sanki içimdeki son güç de kırıldı. Dizlerimin bağı çözülürken, Kucağımda Kumsal'la yere oturdum. Yanaklarımı ıslatan yaşları sessizce sildim. O an fark ettim ki, en iyisi o Kumsal’ın yanındayken benim orada olmamam. Onu huzursuz eden kavgalardan uzak tutmalıydım. Bunu yapmanın tek yolu da Çekdar’dan, onun nefesinden, varlığından olabildiğince uzak durmaktı. *** Sonunda kendime geldiğimde, Güneş batıyor, odanın içine süzülen kızıl ışıklar beni daha da ağırlaştırıyordu. Dışarıdan yükselen bir korna sesiyle irkildim. Nefes nefese, titreyen ellerimle valizleri kapının önüne taşırken, kapının tok sesi duyuldu. Hızla açtığımda, karşıma her zamanki gibi soğuk suratıyla Oğuz çıktı. "Sen Kumsal’ı al gel, ben taşırım bunları." dedi, sesi net ve buyurgandı. Başımı sallayıp tam arkamı dönüp gidecekken, kolumdan tutup kendine doğru çekti. Göğsüne çarpmaktan son anda durdum. Kaşlarını çatmış, gözlerini gözlerime dikmişti. "Ağladın mı sen?" diye sordu. Bir an nefesim kesildi, gözlerimi kaçırdım. "Hayır." dedim kısa, sert bir tonda. Elimi hızla ondan kurtararak Kumsal’ın odasına yöneldim. Kızımı kucağıma alıp dışarı çıktığımda, Oğuz çoktan valizleri bagaja yerleştiriyordu. Arabaya bindiğimde, hemen ardından o da direksiyona geçti ve motorun homurtusuyla yola koyulduk. Yan koltukta, kucağımda oturan Kumsal’ın minik ellerini öptüm. "Prensesim... dedim, gülümserken gözlerim dolu doluydu. Kumsal’ın gözleri parlıyordu, Oğuz’u görünce her zamanki gibi keyfi yerine gelmişti. Küçücük bedeninin kıpır kıpırlığı, yerinde duramayışı bile sevgisini ele veriyordu. "Ver biraz, benim kucağımda kalsın. Sen de dinlen." dedi Oğuz. Sesinde alışmadığım bir yumuşaklık vardı. Kararsızca duraksasam da, sonunda Kumsal’ı ona uzattım. Minik bedeni Oğuz’un dizine oturdu. Kumsal ise durur mu hiç, durmadı. Heyecanla direksiyona uzandı, küçük parmaklarını direksiyonun üzerine koyup doğruldu. Bu halini görünce dayanamadım, telefonu çıkarıp kayda aldım. "Nereye gidiyoruz kızım?" diye sordum gülerek. O ise anlamsız, ama coşkuyla çıkan seslerle cevap verdi. İkimizden bir kahkaha koptu. "Yerim ben bunu, yerim!" diyen Oğuz, küçük kızımı öpücük yağmuruna tuttu. Yanaklarından, kollarından öptükçe Kumsal kahkahalara boğuldu. Ben ise, direksiyondan gözlerini ayırmayan Oğuz’u uyardım. "Yola bak, yola!" Arabanın içinde kahkahalar ve uyarılar arasında, bir anlığına olsa da, içimdeki kasveti dağıtan huzurlu bir an yakalanmıştı. Eğilip şarkıyı açıp, dinledim sessizce. Birden Oğuz düğmeye bastığında tavan geriye kaydı. Gökyüzü üzerimize açıldığında rüzgar yüzüme çarptı. O an, içimde yıllardır sıkışan zincirler gıcırdayarak kırılıyormuş gibi hissettim. "Ayağa kalk." dedi Oğuz. Bu kez sesi emir gibi değildi, sanki “kimse sana karışamaz” der gibiydi. Elini bana uzattığında, tereddüt etmedim. Parmaklarının sıkılığı, yüreğimdeki titremeyi bastırıyordu. Onun kolunun gücüyle doğrulduğumda, göğsümdeki düğüm çözülmeye başladı. Ayakta dururken rüzgar saçlarımı savuruyor, gözlerimi yakıyordu. O yanış ağlamaktan değil, özgürlüktenmiş gibi. Yol önümde akıp giderken, arada Kumsal’a baktım. Küçücük elleriyle direksiyona uzanıyor, kahkahalar atıyordu. Onu gördükçe gülümsemem derinleşti. Ve içimde tuttuğum her şey bir anda taşarak dudaklarımdan döküldü ve şarkıya eşlik ettim. "Hadi gidelim buralardan, Kaderini bavuluna sakla... Kalbine fazla gelenleri, Hayalini bence sakla!" Sesim rüzgarla yarıştı. Ellerim havda ahenkle dans etti. Bana bakan Oğuz’un gözlerindeki parıltıyı gördüm. Beni izliyordu. Bana inanıyordu. Ayıp yapma, el alem ne der demiyordu. Ondan ve Kumsal'dan gözümü almadan, devam ettim. "Yana yana sarılıp uzansak, Tatlı hayallere dalsak, Sen bana ben sana tutsak... Bunların hepsi aşktan!" "Kesinlikle." diyen Oğuz şarkıyı üzerine alınınca, hafifçe gülümseyerek, başımı çevirip yola odaklandım. Tam o sırada yanımızdan roket gibi bir araba geçti. Arabanın camından bir kafanın fırladığını gördüğüm anda kulaklarımı delen ses geldi. "WOOOOW! I FEEEL GOOOOD!" Ali, gövdesini yarıya kadar dışarı sarkıtmış, rüzgarla kavga eder gibi şarkıyı bağıra bağıra söylüyordu. Bir elinde de pet şişe sallıyordu, sanki mikrofonmuş gibi. O an kalbim gırtlağıma fırladı; resmen yüreğim inip çıktı. Ben panikle koltuğa geri yapışırken, Oğuz’la göz göze gelince dayanamadık; aynı anda patladık. Kahkaha arabayı doldurdu. "Senin bu arkadaşının tahtası eksik!" dedim, nefes nefese gülerek. Oğuz başını salladı, direksiyonu tutarken yüzünde yarım bir gülümseme vardı. "Eksik mi? Güzelim onun kafa komple kaba inşaat!" Bu cevabı alınca kahkaham daha da arttı, gözümden yaş geldi. Kumsal da neye güldüğümüzü anlamadan ellerini çırpmaya başladı. Arabanın içinde üç kişi, Ali’nin deliliğine gülerek yolumuza devam ettik. Tatil köyünün girişine vardığımızda, yolun, rüzgarın ve onca kavganın yorgunluğuyla sersem gibiydim. Arabadan indiğimde uykulu gözlerle bana bakan Kumsal’ı dikkatlice kucağıma aldım. Küçük kolları boynuma sarıldığında, kalbimdeki yük bir anlığına hafifledi. Ardımda tek tek diğerleri belirdi. En son Ali göründüğünde şaşırdım; çünkü herkesten önce onun gelmiş olması gerekiyordu. Kaşlarımı kaldırıp sordum. "Neden geciktin?" Omuz silkip pişkince gülümsedi. "Çevirmeye takıldım anasını satayım. Nolmuş yani, kafamı çıkarıp millete kısa bir düet yapmışsam?" Elimi göğsüme götürüp gülerek, "Oh canıma değsin, senin yüzünden yüreğim ağzıma geldi!" dedim. "Sus lan, cimcime." diye karşılık verince gözlerimi devirdim. Tam döndüğümde, tanıdık o keskin bakışlara çarpıldım. Çekdar... Buradaydı. Ve kucağında bir kız çocuğu taşıyordu. Yanındaki arabadan inen Nazya’yı görünce boğazım düğümlendi. Onları da mı getirmişti? diye düşündüm ama hemen içimden savuşturdum. “Beni ilgilendirmez,” dedim kendime. Kumsal’a daha sıkı sarıldım, onun kokusuna sığınıp Oğuz’a döndüm. "Odalarımız nerede? diye sordum. Resepsiyondaki görevli anahtarı uzattı. Tek bir anahtar. Şaşkınca sordum. "Oğuz Bey’in de anahtarını alabilir miyim?" Yaşlı adam listesine baktı, sonra gözlüğünün üzerinden bize doğru bakarak, "Sizler aynı odada kalacağınız şekilde not edilmiş." dedi. Yanımda Oğuz’un derin bir iç çekişini duydum. "Tamam Alev, sen git. Ben boş bir odaya geçerim." dediğinde, görevli hemen araya girdi. "Boş odamız maalesef kalmadı Oğuz Bey. Ali Bey böyle rezervasyon yaptırdı. Yoksa biliyorsunuz, sizler için her zaman öncelik tanırız." İkimiz aynı anda sinirle Ali’ye döndük. O ise pişkince anahtarı kaptığı gibi, "Bana eyvallah, herkese iyi akşamlar!" diyerek elini salladı ve gözden kayboldu. Çaresizce Oğuz’a baktım. "Yapacak bir şey yok." dedim omuz silkerek. Oysa onla aynı odada kalma deneyimi nasıl olacak bilmiyorum, tedirginim. Tam arkamı dönecekken o tok, tanıdık ses yankılandı. "Var." Çekdar’dı bunu diyen. Gözlerinde kıskançlığın aleviyle, "Ben Oğuz’la kalırım, sen de Nazya’yla kalırsın." dedi. Oğuz ve o, aynı odada kalmak mı? Sabaha sağ çıkarlar mıydı? Oğuz’un yüzündeki şaşkın ifade o kadar komikti ki, kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırdım. "Gerek yok Çekdar Bey, siz karınızla kalıp rahatınıza bakın." dedim keskin bir tonda. Ardından hiç istifimi bozmadan Oğuz’a dönüp, "Hadi Oğuz." diye ekledim. Arkamdan nasıl kuduracağını biliyordum... ve bu, içimde gizli bir zafer duygusu uyandırıyordu. Küçük parke taşlarıyla döşenmiş uzun yolda ilerlerken, bungalov evlerinin önünden geçtik. Bizim odamızda öyle olacaktı. Her biri ayrı bir masal köşesi gibiydi; ahşap duvarları, sarmaşıklarla süslenmiş balkonlarıyla insana huzur veriyorlardı. Doğanın ortasında olmak kalbimi yumuşatıyordu. Uzaklardan gelen dalgaların ritmik sesi, çekirgelerin geceye kattığı ezgiyle birleşince içimden derin bir nefes verdim. Bir an için tüm kargaşadan uzak, başka bir dünyadaymış gibi hissettim. "Bu gece kalırım, yarın elbet boşalır bir oda." dedi Oğuz, yorgun ama kararlı sesiyle. Yan gözle bana bakıyordu. Onun niyetini biliyordum: rahatından çok, benim huzurumu düşünüyordu. Cevap vermedim, başımı hafifçe sallayıp önüme döndüm. Odaya girdiğimizde, yorgunluğun ağırlığıyla Kumsal’ı dikkatlice yatağa yatırdım. Küçük gövdesi battaniyenin içinde kaybolurken, ben de yatağın kenarına oturdum. Oğuz valizleri sessizce kenara bıraktı. Tam nefes almaya fırsat bulmuşken, kapının gölgesinde bir siluet belirdi. Çekdar oradaydı. Gözlerindeki keskin bakış, odaya ağır bir gerilim yaydı. "Kızıma özledim." dedi. Sözler sakin görünse de bakışları fırtına taşıyordu. Ama gözleri bana değil, Oğuz’a kilitlenmişti. Onu tehdit olarak gördüğü her halinden belliydi. Oysa asıl tehdit, kapıda duran ve geçmişimden çıkıp gelmiş olan oydu. "Kumsal uyuyor, Çekdar." dedim, sesimde oldukça yorgundu. O ise hiç tereddüt etmeden, "Sorun değil, öpüp gideceğim." dedi. Sanki en doğal hakkıymış gibi... Sabırla derin bir nefes aldım. Kalbimdeki sıkışmayı bastırmaya çalışarak ayağa kalktım. Biliyorum, birazdan odada öyle bir gerilim yükselecekti ki nefes almak bile zorlaşacaktı. Ne ben bunu çekebilirdim ne de kızımın huzuru buna dayanırdı. Adımlarımı sessizce atarak banyoya yöneldim. Kapıyı açıp içeri girdim, ardından arkamdan yavaşça kapıyı kapattım. Soğuk fayanslara yaslandığımda kalbimin gümbürtüsü kulaklarımda yankılandı. Gözlerimi kapatım. Benim işim ne Çekdar’ın gururuyla ne Oğuz’un sabrıylaydı... Benim işim sadece Kumsal’ın huzuruyla. *** Çekdar'dan... Hızlı ve sert adımlarla kalacakları odaya yürüdüm. Her adımım taş zeminde tok sesler çıkarıyordu. Ne demek Oğuz’la aynı odada kalacaklar? Damarlarımda kan kaynıyordu. Odaya girdiğimde, Zemheri Kumsal uyudu dese de dinlemedim. Kalkıp banyoya yönelip kapıyı kapattığında gözlerim Oğuz’a çevrildi. "Burada kalamazsın." dedim, neti bir sesle. O ise zerre umursamaz bir tavırla gömleğinin ilk iki düğmesini açtı, kollarını iki yana salıp karşıma dikildi. Yüzünde kışkırtıcı bir rahatlık vardı. "Ben senin gibi fırsatçı değilim, Çekdar Ağa." dedi, sesi sakindi ama her kelimesi iğne gibiydi. "Onun rahatlığı zaten benim için önemli." Yakasına yapıştım. Nefesini yüzümde hissediyordum. Damarlarımda kan kaynıyordu. Daha da yaklaştım. "O zaman adam gibi gel, benimle aynı odada kal." "Testosteron kokan bir odada kalmak tercihim değil." demesiyle, cevabına ayrı sinirlendim. Zemheri'nin kokusunu tercih ediyordu resmen. "Ulan seni gebertirim!" Yakasını daha iyi kavrayıp geri geri ittiğimde, tam o sırada Oğuz dengesini kaybedince benim de kollarım çözülmedi. Beraberce sendeledik. İkimiz birden yatağın üzerine devrildik. Ben üstte, o altta kalmıştık. Göğsüm hızla inip kalkıyordu, yumruğum sıkılıydı. Oğuz ise hala ciddiyetini bozmamış, gözlerini bana dikmişti. Aramızda tek kelime geçmedi, ama bedenlerimiz gerilmiş yay gibiydi. Tam o anda kapı açıldı. Zemheri içeri girdi. Bizi öyle, üst üste, birbirimize kilitlenmiş bakışlarla görünce... gözleri büyüdü. Sonra dudak kenarı titredi. Ve kahkaha patladı. "Tercihleriniz kadınlardan yana sanıyordum." dediğinde, gülmekten gözleri yaşarmıştı. Ben dişlerimi sıktım, Oğuz tek kaşını kaldırdı. İkimiz de ciddi kalmaya çalışıyorduk. Ama Zemheri’nin kahkahaları tüm odada yankılanıyor, odayı dolduruyordu. "Yeter Zemheri." dedim, ayağa hırsla kalkarak. Ama o gülmeye devam ettikçe, hissettiğim öfke başka bir şeye dönüştü: gururuma dokunan bir alay. Benim için ölümüne bir gerilim olan bu hal, onun gözünde sadece gülünecek bir manzaraydı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD