Mevsimlerden papatyayı severim..
Sonra seni.
Sonra yine seni
Ve hep seni…
Cemal SÜREYA
Semih'ten;
"Bu bizim dövdüğümüz Doruk'tu değil mi? Bu kadar sinirlendiğine göre doğru hatırlıyorum." diyen Ozan’a bakmadan "Sus da geliyorsan arabaya bin." diyerek arabaya bindim.
Tabi ki de benimle geliyordu. Seneler önce de beni yalnız bırakmamıştı. Şimdi de bırakmayacaktı. Her şeyi birlikte yaşamıştık biz. Ben bi tık fazlasını yaşamış olsam da, onlar da ne hissettiğimi biliyor ve en az benim kadar üzülüyorlar bu duruma.
Kübraların evlerinin önüne gelince Kübra'yı en son bir ölü gibi kapıdan çıkartışım geldi gözümün önüne. Resmen kâbus gibiydi o günler... Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerin dağılmasını sağladıktan sonra kapıyı çaldım. Ve Bingo!
Kapıyı açan Doruk'a güzel bir kafa atıp yere serdikten sonra yumruk atmaya başladım. Arada darbe alıyordum ama umurumda değildi. O Kübra'ya dokunan kolunu kırmadan ölsem de umurumda olmazdı.
"Lan şerefsiz! Nasıl dokunursun sen ona?"
O arada yanımıza gelen Selin teyze “Yapmayın, durun.” diye bağırıyordu ki şu an pek umurumda olduğu söylenemezdi. Nasıl dokunurdu ona ya? Nasıl cesaret ederdi tekrar gelmeye? Ya yanlış bir şey söylerse? Ya berbat ederse her şeyi? Ya yanlış tek bir şey yaparsa?
Ozan çocuğu öldürmeden rahat bırakmayacağımı anlamış olacak ki beni çocuğun üzerinden çekip tuttu.
"Bana bak. Geldiğin yere siktir olup git yoksa bir dahakine anneni falan da dinlemem öldürürüm seni." dedim, kolumu tutan Ozan'a aldırmadan onun üzerine yürürken.
"Ya annemi de alıp gidersem?"
"Doruk! Seneler önce seni benim ellerimden alan Pelin teyzeydi. Ve şimdi o yok. Yemin ederim hiç düşünmeden öldürürüm seni. Kübra'ya bir daha dokunmaya kalkarsan ya da tek kelime edersen hiç acımam bu kez sana anladın mı?" diyerek bağırdım. Yapabileceklerimi en iyi o biliyordu, anlamamış olması da mümkün değildi bu yüzden.
Doruk anladığını belirtir bir biçimde kafasını sallayınca Selin teyzeye son bir bakış atıp arabaya bindim. Tamam, Doruk onun oğluydu ama onun yaptığı şerefsizliği en az benim kadar o da iyi biliyordu. Ve ben Kübra'nın geçmişini temizlemeye çalışırken, bir şerefsizin gelip her şeyi mahvetmesine izin vermezdim. Ben o iyi olsun diye her şeyi yaptım. Her şeyi... Bana ölüm gibi gelen zamanlarda ayrı kaldım ondan, yeter ki o iyi olsun diye...
Onca ayrılığa rağmen görmeden, dokunmadan sevdim ben. Hani ‘Öyle aşk mı olur?’ derler ya, olmazı olurdum belki de, gözlerimiz arasındaki mesafeye rağmen kalbimi onunkinin yanından bir saniye bile ayırmayarak. Onu her gün görmeme rağmen yanına gidemedim, ağlayan sesini duymama rağmen göz yaşlarını silemedim belki ama ondan habersiz onunla ağladım gizli gizli. Aramızdaki mesafeye rağmen hep sarıldım ben ona, kemiklerini kırarcasına, sıkı sıkı. Ayakta duramazken bile, aşkıma değnek diye dayanarak koştum ben hep ona.
O bana ilk defa “Seni seviyorum.” dediği gün kalbim atmaya başladı sanki. O bana ilk defa aşkla baktığı gün geleceğimi gördüm. O beni ilk öptüğü gün yeniden nefes aldım. Bütün bunlara rağmen sırf o iyi olsun diye bu kadar zaman nefessiz kalmama rağmen uzak durmuşken, şimdi her şeyin mahvolmasına izin vermezdim.
***
Semih ve Ozan öğle tatilinden bir ders önce okula gelince hiç muhatap olmadan ayağa kalkıp yer verdikten sonra yerime oturdum.
"Küs müyüz?" Hah! Tabi ki de cevap vermeyecektim. Zaten sınıfa giren hoca da beni cevap verme derdinden kurtarmış oldu. Ama bu durum Semih'i durdurdu mu? Tabi ki de koca bir hayır.
Semih sıraya başını koyup, gözlerini bana dikerken, elimi de tuttuktan sonra parmaklarımı öpmeye başladı. Hadi ama ciddi durmaya çalışıyoruz şurada! Git başka yerde şirin ol çocuğum...
Benim gülümsediğimi görünce o da gülerek gözlerime bakmaya devam etti.
"Semih, iki dakika ciddi ol ya, dersteyiz." diye fısıldadım.
"Sence umurumda mı?"
"Bence olmalı. Bırak beni izlemeyi de derse odaklan."
"Ama sen daha çok ilgimi çekiyorsun."
"Hoca bakıyor. Sussana!"
Semih'i bir güzel azarladıktan sonra dersi dinlemeye çalıştım. Hadi ama, hanginiz gözünüzü size dikip bakan birinin bakışları altında derse odaklanabilirsiniz ki? Üstelik o kişi bu kadar tatlıysa?
Ders bitince derin bir of çekip Semih'e döndüm.
"Ya manyak mısın sen? Niye tüm ders beni izliyorsun?"
"Peki sen niye bu kadar güzelsin?" Şu an bir domates olsa kızarma yarışı yapabilecek kadar çok kızardığımdan emindim.
"Yüzüne ne oldu senin?" diyerek kaşlarımı çattım. Bu erkekler resmen kavga etmeye yer arıyorlardı.
"Lafı çeviriyoruz he?" Ama bu kadar da güzel gülünmez ki zalimin evladı... "Tamam... Önemli bir şey değil. Küçük bir kavga diyelim."
"Ne diye kavga edersiniz ki hiç anlamıyorum ben. Bu erkekler neden insan gibi konuşamıyorlar?"
"Bazıları insanlıktan anlamıyor da ondan. Hadi ya kantine inelim." diyen Ozan'ın peşinden kantine indik biz de. Haklıydı, bunun en büyük örneği ile aynı çatı altında yaşarken hak vermemek imkânsızdı.
"Kübra konuşabilir miyiz?" deyip yanımıza gelen Fatih'e "Konuşamaz." cevabını veren Semih'e diktim gözlerimi. Benim dilim yok muydu yahu?
İnadına "Olur." deyip Semih'in elini bıraktıktan sonra kantinin çıkışına doğru ilerledim. Çıkışa yakın bir yerde durunca Fatih de durup konuşmaya başladı.
"Semihle çıkıyorsunuz görünüşe göre."
Bize sinirle bakan Semih'e dönüp "Evet." dedikten sonra Fatih'e çevirdim bakışlarımı.
"Bu yüzden mi ayrıldın servisten? Yani eğer benden falan rahatsız olduysan ben ayrılabilirim."
"Saçmalama. Hem servisten falan ayrılmadım ben."
"Kaç gündür yoktun. Ben de öyle sandım."
"Okula bugün geldim zaten. Kuzenim bıraktı, o yüzden yoktum. Seninle hiçbir alâkası yok. Düşman değiliz biz."
"Ben yanlış anladım o zaman. Semih'in bana bakışlarını da görünce, ne bileyim."
"Dediğim gibi yok öyle bir şey."
Bu sırada daha fazla dayanamayan Semih, dibimizde biterek "Konuşma bitmiştir umarım." deyip elimden tuttuktan sonra beni çekiştirmeye başladı.
"Kolum kopacak Semih."
"Ne konuştunuz iki saattir?" Kol dediğin nedir ki zaten değil mi! Al çıkartıp vereyim de senin olsun.
"Servise binmiyorum ya kaç gündür. Benim yüzümdense ben çıkarım servisten dedi de."
"İyi ya çıksın."
"Ya sanki azılı düşmanımdan bahsediyoruz. Ne yaptı çocuk bize?"
"Sana çıkma teklifi etti, daha ne yapsın?" Gözlerimi kısarak Tuğçe'ye baktım. Bir tek ona söylemiştim ve o da Semih'e mi yumurtlamıştı?
"Kübra yemin ederim önceden söylemiştim. Kötü bir niyetim yoktu. Hem sen de kimseye söyleme falan dememiştin."
"Acısını fena çıkaracağım orası ayrı da..." Semih'e dönüp devam ettim. "Çocuk seninle çıkmadan önce teklif etmişti Semih, kabul etmeyince de üstelemedi zaten. Durduk yerde rakip ilan etme kendine."
"Hah! O mu rakip olacakmış bana?"
"İyi o zaman. Kıskanmanın da bir alemi yok." diyerek omuz silktim. Saçma sapan tripler çekecek kadar dertsiz bir hayatım yoktu maalesef. Bu yüzden her tartışmamızda uzatmadan affediyordum ya zaten. Sadece mutlu olmak istiyordum birazcık.
Semih tekrar ağzını açmıştı ki "Boncodo." deyip tıkınarak yanımıza gelen Can'a döndü bakışlarımız. Hayır yani, Fuat yanında insan gibi yemek yiyip efendi gibi yanımıza oturuyor. Nasıl oluyor da arkadaş oluyorlar anlamıyorum cidden.
"Semih senin yüzüne ne oldu lan? İlk günlerden yengeden dayak yemeye mi başladın?"
"Hm..." deyip olayı kapatmaya çalışan Semih yemeğini yemeye devam etti.
Tam masadan kalkacağımız sırada kızın biri gelip de Ozan’la konuşmak isteyince Tuğçe'nin gözlerinden ateş çıkacak sandım bir an. Aşk kokusu alıyorum, hem de buram buram. Ciğerlerime kadar.
"Ne hakkında?"
"Senin... Benim..."
"Yok arkadaşım. Konuşmayız. Seninle ben diye bir konu olmayacağı için, olmayan bir konu hakkında konuşmak da saçmalık olur." deyip alenen kızı reddeden Ozan'ın sırtını sıvazlayıp “Aferin koçum.” diyesim geldi bir an. Can olsa derdim de, diğerleri pek yemiyordu açıkçası.
"Oğlum gay falan mısın lan sen? Her kızı tersliyorsun?"
Can'ın bu sözü üzerine Ozan'ın verdiği cevapla ağzım beş karış açık kaldı.
"Senin gibi her kızın üzerine atlamak mı erkeklik oluyor? Ben senin gibi bütün kızları değil, kalbimi hak edecek tek bir kızı istiyorum." Ve bunu söylerken Tuğçe'nin gözlerine kaçamak bakışlar atan Ozan'dan anlaşıldığı üzere, grubumuzda aşık bir çift daha vardı sanırım...
***
Eve gelince Doruk'un olmadığını görüp anneme sorduğumda “Gitti.” cevabını aldım. Gitti de ne demekti, daha yeni gelmemiş miydi bu çocuk? Daha fazla ortalıklarda dolanıp da babam gelince yüz yüze gelmemek için ders çalışma bahanesiyle odama kaçtım. Gerçekten de dersim vardı ama ilk işim Semih'ten Ozan'la ilgili laf almak olacaktı. Tuğçe'nin onu sevdiğine emindim ve Ozan'ın bu günkü bakışlarının da boş olmadığının farkındaydım. İkisi de birbirini seviyorsa bu işi biraz daha hızlandırabilirdim bence.
‘Pişt, yakışıklı ne yapıyorsun bakalım?’
‘Çocuklarlayız.’
‘He, rahatsız etme beni diyorsun yani.'
‘Ya saçmalama. Ne yaptığımı söyledim.’
‘Ne yaptığını değil, kimlerle olduğunu söyledin.’
‘Tamam, söylerim ama kızmak yok.’
‘Söyle.’
‘Kızmak yok.’
‘Tamam.'
‘Bizimkilerle gece kulübüne geldik, ama Can'ın babasının burası.’
‘Can'ın babasının olunca kızlar olmuyor mu?’ Mesajı yazarken sinirden titreyen ellerim pek de hayra alamet değildi. Ne demekti gece kulübü?
‘Kızmayacaktın.’
'Tabi ki kızmayacağım. Çünkü kızmam için önce seninle konuşmam gerek!’ Mesajı gönderdikten sonra telefonu kapatıp ders çalışmaya başladım. Ozan ve Tuğçe işini daha sonraya bırakabilirdim, şu an daha önemli işlerim vardı şahsen. Mesela trip atmak gibi... Neydi bu Allah aşkına? Benim Fatih’le konuşmam bile olay olurken kendisi gece kulübüne gidiyordu!
Ben hâlâ derslerle boğuşuyorken ama aklım Semih'te ve bir elim telefondayken annemin yemeğe çağıran sesiyle ayağı kalktım.
"Annecim baban geç gelecekmiş. Hadi yiyelim biz."
"Ne kadar da üzüldüm, anlatamam." diye mırıldanıp sofraya oturdum. Yemekten bir iki kaşık almıştım ki kapının yerinden sökülecek gibi çalınmasıyla yerimden zıpladım. Annem kapıya doğru giderken peşinden gittim ben de. Ve o kapıyı açarken, burada görmeyi beklediğim son kişi belirdi kapıda. Semih.
"Niye kapalı kızım o telefon kaç saattir? Delirtecek misin sen beni?"
"Semih saçmalamayı keser misin? Annem var burada." Diyerek gözlerimi kocaman açıp ona baktım. Ben anneme henüz bir sevgilim olduğunu bile söylememişken, kapıya kadar gelmek de neyin nesiydi? Gerçi ben annemle her şeyini paylaşan biri değildim ama...
Annem “Siz konuşun.” diyerek içeri geçince kapıyı hafif kapatıp dışarı çıktım ben de. Semih kolumu sıkıp "Neden kapalı o telefon diye sordum." derken bir an gözleriyle öldürecek sandım.
"Mesaj atıp rahatınızı bozmak istemedim, ondan." Hayır en son yürek falan yedim de hatırlamıyor muydum ben acaba?
"Bir daha... Bir daha asla kapanmayacak o telefon Kübra anladın mı beni?" Cevap vermeme fırsat vermeden bana sarılan Semih'le birlikte şok olmuş bir şekilde dikilmeye başladım. O kadar şaşırmıştım ki sarılmak bile gelmiyordu aklıma. Daha iki dakika önce bana bağıran kendisi değil miydi?
Semih benden ayrılıp "Sakın, anladın mı?" deyince ‘Tamam.’ anlamında kafamı salladım.
“Ben bu kadar merak edeceğini tahmin edemedim. Özür dilerim.”
Semih gülüp bana sarılınca telefonu kapatmakla ne kadar aptalca bir şey yaptığımı anladım. Daha önce dayak yemiştim ve o bunu biliyordu, ne kadar endişelenmişti Allah bilir? Resmen salağın en önde bayrak taşıyanıydım.
"Semih, ben içeri mi girsem artık? Üşüdüm. Hem annem içeride, yanlış anlayacak."
Ben öyle deyince üzerime kaşlarını çatarak bakan Semih "Sen burada dur." deyip içeri daldı. Bir süre sonra elinde benim hırkam ve çantamla çıkan Semih'e baktım öylece.
"Ne bunlar?"
"Giy şunu." diyerek hırkayı bana uzatınca giyindim.
"Baban bugün geç gelirmiş. Fark etmez yokluğunu. Yarın okula birlikte gideriz, akşam bırakırım ben seni eve."
İçimden ‘O benim varlığımı da fark etmiyor zaten.’ desem de sesli söylemeye dilim varmıyordu bir türlü. Kendime bile tekrar edemezken, başkalarına söyleme fikri ağır geliyordu. Semih asla bir yabancı değildi benim için ama her şeyimi anlatabileceğim kadar da yakın değildik henüz. Arabaya binerken "Annemle ne ara bu kadar samimi oldunuz siz ya?" diye sordum.
"Bilirsin şirin insanımdır ben, kimse hayır diyemez bana."
Haklıydı. Kızlar bile “İvit ivit.” diyerek peşinde dolaşıyorlardı. Sevgilim diye demiyorum ama çok tatlıdır kendileri. “ Annem öyle kolay izin vermezdi ama...” derken gözlerini devirdi.
“İzin istedim o da verdi, uzatmasak?” dediğinde başımı sallayarak camdan dışarıyı seyrettim. Belki annem de sırf babamla huzursuzluk çıkmasın diye yollamıştı beni, ya da Semih’le birlikteyken çok daha huzurlu olduğumu görüp biraz daha mutlu olmamı istemişti.
Bir süre sonra araba durunca bir evin önünde durduğumuzu fark ettim.
"Yuh! Kendi evine mi getirdin beni? Annenle babana ne söylemeyi düşünüyorsun acaba?"
"Benim odama dışarıdan da giriliyor merak etme. Tanışmak istersen seve seve tanıştırırım tabi orası ayrı." diyerek sırıtan Semih’e bakıp "İstemem." deyip evi dikkatle incelemeye başladım. Resmen bizim evin beş katı falandı sanırım. Ayrı oda girişini bırak, kaç girişi vardı Allah bilir.
Arabadan inince Semih elimden tutarak beni yönlendirmeye başladı. Karşıdaki kapıya doğru yürüyüp kapıyı açınca aşağı inerek odasına geçtik. Pardon, ayrı bir ev resmen burası. Oda deyip de hakaret etmek istemem şimdi. Banyosu, mini buzdolabı, oyun konsolu ve karşısında üçlü koltuk, kocaman bir plazma, kum torbası ve benim yatağımın üç katı bir yatak.
"Beğendin mi?"
"Güzelmiş."
"Senin kadar olamaz." deyip elini yanağıma koyan Semih'in bana yaklaşmasıyla kalbim duracak sandım bir an. Biraz eğilip alnını alnıma yaslayıp kollarını belime doladı. Gözleri, o kadar güzel bakıyordu ki gözlerime... Ve şu an o kadar güzeldi ki... Hiç kıpırdamadan hep böyle kalalım istedim. Ömür boyu böyle kalabilirdim şahsen.
"Seni çok seviyorum ben Kübra. Bırakma beni olur mu?"
"Bırakmam." O bana böyle bakarken, bu kadar güzel severken bırakacağımı nasıl düşünebilirdi ki? ‘Benden önce bir sevgilisi falan olmuştu da terk mi etmişti acaba?’ diye düşünmeden edemedim. Sormak için ağzımı açacakken Semih'in dudaklarıma değen dudakları bırakın soruyu, tüm dünyayı unuturdu bana.
Hani çok değer verdiğiniz camdan bir eşyanız çatlar da atmaya kıyamaz ve kırılmasın diye özenle davranırsınız ya elinize alırken, öyle öpüyordu beni. Elindeki tek değerli varlığı benmişim de beni kaybetmekten korkuyormuş gibi. İlk defa biri bu kadar değer verdiğini hissettiriyordu bana, ilk defa biri bu kadar seviyordu beni...
***
Sabah Semih'in bana bakan gözlerine bakarak uyanmak o kadar güzel bir duyguydu ki anlatamam sanırım. Hayat, babamın sevgisini alıp Semih'i vermişti sanki bana. Olsun, o da yeterdi ki. ‘Hem de ne yetmek.’ diye fısıldadı iç sesim. Haklıydı. Sonunda ayrılık bile olsa yaşadığım, yaşayacağım en güzel zamanlardı bunlar. Tüm ömrüm boyunca unutamayacağım, unutmak istemeyeceğim...
"Saat kaç?"
"Daha erken ya. Neden uyandın ki?"
Ben ve erken uyanmak mı? Hadi canım, şaka yapıyor olmalıydı!
"Ciddi misin? Okula daha var mı yani?"
"İki saat kadar. Ve evimle okul arası on beş dakika."
"Sen neden uyandın ki o zaman?"
"Bilmem. Seni seyretmek daha cazip geldi."
Yaaa ama...
Ben böyle can çekişerek kızarıp bozarırken Semih'in gülüş sesi geldi kulaklarıma.
"Çok mu komik?"
Elini yanağıma sürtüp cevap verdi. "Hayır. Çok güzel."
"Güzel olan ne?"
"Utanırken kızarman, başını öne eğmen, dudağını dişlemen. Her şeyin... O kadar güzel ki."
Ben yüzümü elinden çekince yine güldüğünü duydum.
"Ne?"
"Yine yaptın."
"Ya. Niye bile bile utandırıyorsun ki o zaman?"
"Ama çok tatlı oluyorsun."
***
Okula girerken Semih'in arabasından inmemle kızların gözleri bize döndü. ‘İki günde nasıl da kaptı çocuğu.’ der gibi bakıyordu hepsi. Ya da dün Doruk'la okula geldiğim için ‘Her gün başka biriyle, maşallah.’ diyorlardı ki hiçbiri umurumda değildi açıkçası.
"Pişt, hayırdır siz böyle birlikte okula gelmeler falan." diyerek Türkçeyi katlederek yanımıza gelen Fuat'a gülümsedim.
"O nasıl bir cümledir ya?"
"Ben fen öğrencisiyim yenge. Bendeki Türkçe bu kadar." Onların daha zeki olmaları gerekmiyor muydu?
"Nerde seninki?"
"Benimki? He Can, gelir birazdan. Yoldaymış."
"Oğlum siz yeni sevgililer gibi her dakika mesajlaşıyor musunuz?" diyen Semih'e, Fuat "Yeni sevgilisi var ya nasıl da biliyor bak." deyip cevabı yapıştırınca bastım kahkahayı.
"Senin beni koruman gerekirdi, biliyorsun değil mi Kübra?"
"Ya ama çok komikti." deyip gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırınca benden önce onlar güldü bu sefer.
"Oo gençler, muhabbetiniz bol olsun." diyerek ortama dalış yapan Can'la birlikte kafamızı onun geldiği yöne çevirirken, bahçeye birlikte giren Ozan ve Tuğçe'yle haince gülümsedim. Benden habersiz bir işler dönüyordu ama, hadi hayırlısı.
Hep birlikte okula girip de içeride ayrılırken Can’ın “Ben de ya, fen çok zor. Ne olur beni de alın.” diyerek Türk filmindeki ayrılık sahnelerindeki gibi elini Semih’e uzatması ve tabi ki de Semih’in ona hareket çekmesiyle kahkaha attım. Aynı şey bana yapılsa onu yapan kişiyle asla konuşmazdım ama onlardan hiç birinin birbirine küsmeyeceğini bilecek kadar çok iyi tanıyordum artık. Gerçek dostluk... Benim bildiğimden çok daha farklı olmalıydı.
Dersin ortasında Ozan arkasına yaslanıp "Ben bu blok dersi icat edenin." diye söylenirken ben de kafamı sıraya gömmüş uyukluyordum. Sabahçı oluşumuzu anlarım, ama iki dersi birleştirmek nedir arkadaş? Bir dersi zor çekiyoruz biz sabah sabah. Beş dakika ara ver yine yap dersini. Sonra bu öğrenciler neden böyle? Hayır bir de ilk iki ders tarih. Matematiğe bile razıyım ben, en azından soru çözerken zihnim açılır. Ama tarih nedir arkadaş ya? Zaten uykum var, hoca anlattıkça biri başımda zorla uyu deyip hipnoz ediyormuş gibi kapanıyor gözlerim.
"Kübra, tarih dersinde uyunur mu be?" diyerek beni dürten Semih’e inanmayan gözlerle baktım. Bence bu ders uyumak için icat edilmiş bile olabilirdi.
"Semih, delirdin mi sen? Asıl bu derste uyunur. Mıy mıy iki saattir anlatamadı bir savaşı arkadaş, ne bitmez savaştır bu böyle. Bence adamlar gerçek savaşı bile daha kısa sürede bitirmişlerdir yani.”
Semih gülüp dersi dinlemeye devam ederken tekrar gözlerimi kapattım.
Baktım dersin biteceğini yok, uyuyamıyorum da, bari kafamı kaldırıp biraz dinliyor gibi yapayım dedim ki zil çaldı.
"Ayy tam da dersi dinlemeye karar vermiştim oysa ki."
Semih "Hı hı." diye mırıltılar çıkartıp kalkmam için beni dürtünce kalkamadığıma kanaat getirdim.
"Blok diye ders mi olurmuş ya? Ayaklarım uyuştu kaç saattir, kalkamıyorum işte."
"Kalkma zaten, coğrafya sınavı var. Bir tekrar yapalım." diyen Tuğçe'nin sesiyle olduğum yerde kalakaldım.
"Tekrar yapmak için önce çalışmak gerekmez mi?"
"Derken?"
"Çalışmadım ki. Unuttum ya onu ben."
Tuğçe "Aferin." deyip önüne dönerek beni kaderimle baş başa bırakınca kafamı tekrardan sıraya gömüp, coğrafya kitabını kafamın üzerine koydum.
"Kübra. Ne yaptığını açıklamak ister misin hayatım?"
"Bir teneffüste ders çalışmak ancak bu kadar olur Semih, ne bekliyorsun ki? Zaten bir şey anlamıyorum o dersten, üstüne bir de çalışmadım. Böyle kitaptaki bilgiler beynime akar belki, bir umut."
Ozan ve Semih kahkaha atınca kafamı hafiften kaldırıp "Öyle demeyin ama ya, umut fakirin ekmeği." deyip acıklı bakışlar attıktan sonra geri koydum kafamı sıraya. Şu saatten sona kıçımı yırtsam yüksek not alamazdım zaten.
Teneffüs bitene kadar kukumav kuşu gibi öylece başım sırada, coğrafya kitabı kafamın üzerinde yatmıştım. Zil çalıp da hoca gelen kadar da kıpırdamadım yerimden.
"Kübra pek bir neşeli gördüm seni." deyip arkasını dönen Ozan'a "Ya sorma, zil takip oynayacağım şimdi. Bana ne arkadaş makinin bitki örtüsünden." deyince Semih ve Tuğçe inanmayan gözlerini bana dikmiş ve Tuğçe "Maki bitki örtüsü türü zaten." diyerek cahilliğimi yüzüme iyice vurmuştu.
"Coğrafya ile aramızda anlaştık biz o konuda bir kere tamam mı? Ne diye cahil muamelesi yapıyorsun bana?"
"Bence sen direk kâğıdı boş bırakıp çık Kübra, inan daha az rezil olursun."
Tuğçe'nin kafasına vurup "Dön önüne be." dedikten sonra umutsuzca kâğıdı beklemeye başladım. Korkunun ecele faydası yoktu, ben sınava giremiyorsam sınav bana girecekti sonuçta. Ne yapalım? Kader...
Sınav kâğıtlarını açınca “Ya Bismillah.” diyerek giriştim kâğıda, ama iki soru çözüp bıraktım sonra. Zirvede bırakmak en mantıklısıydı zaten. Evet, sıfır benim için büyük bir zirveydi coğrafyada.
Ben kalemimle oynarken önümden hunharca çekilen kâğıdım ve tekrardan önüme konan başka bir kâğıtla birlikte ne olduğunu anlamadan bakakaldım bir süre.
Hoca "Sınavı biten kağıdını ters çevirip çıksın." deyince Semih önümdeki kâğıdı ters çevirip “Çıksana.” diyerek dürtükledi beni. İyi de ikimizin sınav kâğıdı aynı değildi ki gruplar vardı. Semih'e şaşkın bakışlar atıp çıktım sınıftan.
Zilin çalmasını dört gözle bekleyip, çalınca sınıfa daldım direkt.
"Kübra, o kadar erken çıktığına göre boş bıraktın sanırım." deyip bana gülen Tuğçe'ye kısa bir bakış atıp Semih'e döndüm.
"Manyak mısın be sen? Gruplarımız farklıydı bizim, nasıl kâğıt değiştirirsin?"
Bu dediğimde beraber Ozan da arkasını dönüp neler olduğunu anlamaya çalıştı.
Pişkin pişkin “Senin önüne koyduğum kâğıtta benim adım vardı zaten." diyen Semih’e bakıp "Ne?" diyerek çığlık attım şaşkınlıktan.
"Delirdin mi sen? Hadi ben zaten sıfır alacaktım. Ama hoca görse sana da sıfır verirdi. Onu da bırak disipline giderdin."
"Ne olmuş?" Allah’ım neden hiçbir zaman bu kadar cool olamıyorum ki?
"Ne demek ne olmuş? Benim yüzümden disipline gidebilirdin diyorum."
"Senin sorularını çözmesem sen de sıfır alırdın."
"Olabilir."
"Benimki de olabilir o zaman." Tam ağzımı açmışken ne ara yanımıza geldiklerini anlayamadığım Fuat ve Can ikilisinden, Can konuşmaya dalıp "Uzatacaksanız ben kantine ineyim, yada siz şu saçma konuyu kapatın da hep beraber inelim." diyerek sınıftan çıktı. Diğerleri de giderken, Semih kolunu omzuma atıp beni de çekiştirerek çıkarttı sınıftan.
Tamam, kabul. Semih'in bu yaptığı hoşuma gitmedi diyemezdim ama benim aklımdaki asıl soru, onun beni ne zaman bu kadar çok sevmeye başlamış olmasıydı. Ne ara kendini riske atacak kadar çok aşık olmuştu ki o bana? Ben mi beceremiyordum sevmeyi yoksa? Hah! Sevgi nedir bilmeyen bir insan için bu soru ne kadar mantıklıydı tartışılır gerçi ama...
***
Dersteyken bizimkilerin müzik çalışmalarına gitmeleriyle sessiz sedasız ders dinledik Tuğçe'yle. Zil çalınca havanın serinlemesine aldırmadan bahçeye attık kendimizi.
"Yeminle biz ölelim diye yapıyorlar he. Ne biçim ders programı bu arkadaş?"
"Edebiyat candır kızım, deme öyle."
"Senin için Can olabilir de benim için Fuat resmen."
Tuğçe ona mal mal baktığımı fark etmiş olacak ki "Hani Can eğlenceli, Fuat biraz daha sessiz sıkıcı bir tip ya." deyince "Sen espri yapma Tuğçe. Allah’ını seversen sus. İki gram beynin var onu da esprilerle ziyan etme." diyerek ters ters ona baktım.
"Aman be."
O sırada yanımıza gelen dört kızla birlikte ne olduğunu anlamayan gözlerle Tuğçe'ye dönmüştüm ki kızın bana ettiği lafla ne olduğunu gayet de iyi çözebildim bir anda.
"Sabah Semih, öğlen Can, dün başka bir çocuk. Söylesene sırada Ozan mı var yoksa Fuat mı?"
"Neden? Benden önce sen mi vereceksin?" Kız böyle bir cevap beklemediğinden olsa gerek bir an afallayıp kendini toparladıktan sonra cevap verdi.
"Ha, verdiğini inkâr etmiyorsun yani."
"Etsem de inanmayacağın ve inansan bile umurumda olmadığı için inkâr etmek ya da seni ikna etmek gibi bir amacım yok. İstediğini düşünebilirsin. Saçmalıkların bittiyse defolsan diyorum."
Ben kıza alaycı bakışlarımı yollarken, Tuğçe her an dalabilecek gibi bakıyordu hepsine.
"Gitmezsek ne olur?"
"Keyfiniz bilir, gitmeyin." deyip omuz silktikten sonra Tuğçe'ye döndüm. Ama kız rahat durmuyordu ki!
"Semih seni birkaç hafta sonra şutlayacak, biliyorsun değil mi?"
"Belki... Ama senin gibi hiç yüzüme bakmamasından iyidir." Sanırım golü doksana atmıştım. Nerde benim tezahüratım?
Kız artık sinirden kudururken gayet sakin cevaplar vermem onu daha da kudurtuyor olmalıydı.
"Bakmadığını nerden biliyorsun?"
"Ya manyak mısın? Bana ne baktıysa baktı. Bi git artık. Çattık be!"
O sırada yanımıza gelen bir kız "Hayırdır Özge, iki kıza dört kişi?" deyip olaya müdahale etti.
"Sana ne!"
"Doğru. Ama herhangi bir kavga çıkarsa, saçlarını benim elimde gördüğünde şaşırma diye dedim sadece."
Bu nerden çıktı şimdi ya?
"Kavga falan çıkmayacak, arkadaşlar ikiliyordu zaten."
"Yoo hiç de ikilemiyorduk." diyen Özge'nin arkadaşına bakıp "Doğru, sizin gibiler dört ayaklı olur genelde." deyince zekâ seviyeleri düşük olduğundan olsa gerek biraz geç anladılar ettiğim hakareti. Ama bu kadar düşük zekâlı insanlarla tartışamazdım ki ben? Bir kaç ansiklopedi okuyup öyle gelmelilerdi bence. Ya da ben o ansiklopedileri direk kafalarında parçalasam çok daha etkili olurdu kesinlikle.
"Ne dedin sen lan?"
"Neden senin beynin basmadı mı ne dediğime? Herkesin içinde bu kadar belli etme geri zekâlı olduğunu."
Kızın biri bana tokat atmaya kalkınca, az önce gelen kız olaya dalıp kızın elini ters çevirdikten sonra saçını tutup geriye çekince acı dolu bir çığlık yükseldi kızdan. Bir başka çığlık duyunca Tuğçe'nin de başka bir kıza dalmış olduğunu gördüm. ‘Benim neyim eksik.’ diyerekten ben de Allah ne verdiyse daldım Özge'ye.
Yalnız erkeklerin neden kız kavgasına bayıldığını da anlamış oldum böylece. Özge'yi yere fırlatınca eteği bir açıldı ki! Resmen HD... İnsan bir şort falan giyer be.
Herkes etrafımızı sarmışken kimseyi umursamayıp oturdum kızın karnına. Ben ona vururken arada kollarımı çizip kan içinde bırakmıştı pislik.
Etraftaki herkes birinin adını bağırırken, birinin beni çekiştirmesiyle mecbur kalktım kızın üstünden.
"Kızım manyak mısınız siz? Bu haliniz ne?"
"Hah! Hem orda burda kızlara yüz ver, hem de ben kızlara dalınca çemkir. Yok ya!"
"Kübra delirdin mi?" diyen Semih'ten gözlerimi alınca Ozan'ın Tuğçe'yi çoktan köşeye çektiğini ve yanımıza gelen kızı Fuat ve Can'ın zor zapt ettiklerini gördüm.
Gözümü kavga ettiğimiz kızlara çevirince onları da birilerinin tuttuklarını gördüm. Salağın biri bağırıyordu hâlâ.
"Bırak ya. Tutmayın küçük enişteyi. Yediği dayak az gelmiş belli ki. Bırakın da az daha dövelim." Yeni kızın bu söylediğine herkes kahkahalarla gülerken Semih beni diğerlerinin yanına çekiştirdi.
O sırada bahçeye gelen müdür yardımcımız, “Kavga edenler odama.” deyince yeni kızı tutmayı bırakan Fuat "Kavga edenler değil, çıkartanlar olmasın o." diyerek direk müdür yardımcısıyla muhatap oldu. E tabi, benim de okulun sahibi babam olsa müdür yardımcısıyla böyle konuşacak göt olurdu sanırım.
"Fuat, kimin kavga çıkardığını öğrenmem için odama gelmeleri gerekiyor."
"Zamanında müdahale etseniz öğrenirdiniz zaten. Kavga çıkartan onlar." deyip karşıdaki kızları gösterince, bize tek bir kelime bile sormadan koruması hoşuma gitmişti. Sanırım bu dünyada edinebileceğim en iyi dostlara sahiptim.
"Onlar daha çok dayak yemiş gibi duruyor ama."
"Vallahi hocam bir metrelik boylarına bakmadan bize dayılık tasladıkları için bu haldeler. Ben gayet sakin bir şekilde gitmelerini defalarca söyledim arkadaşlara. Kusura bakmayın ama onlar adam gibi laftan anlamıyorsa suç bizim değil." Tamam, öğretmenlere çıkışmışlığım vardı ama ben iyice aştım kendimi. Müdür yardımcısına kafa tutmak falan...
Bizi bırakıp giden müdür yardımcısının arkasından Fuat yanındaki kızı çekiştirip “Hadi.” deyince kız kısa bir çığlık atıp çocuğun koluna bir tane geçirdi.
"Lan manyak mısın sen?" deyip kolunu tutan Fuat'ın canının yandığını anlayıp ‘İyi ki karşı tarafta değilmiş bu kız.’ diye düşündüm.
"Çekme sen de o zaman."
"İyilik yapanda suç zaten. Revire götürecektim. Yürüyün hadi."
Semih de hiç konuşmadan beni çekiştirirken alttan alttan gülümsediğini görüp gülümsedim ben de. Onu kıskandığımı anlamıştı ve inkâr edemeyecek bir durumdaydım şu an. İnkâr etmek gibi bir niyetim de yoktu zaten, kıskanmıştım. Acaba cidden arasında bir şey olmuş muydu o kızla?
"Birileri fena kıskanmış bakıyorum."
"Ne alâkası var ya. Onlar saldırdı hem." Tamam kıskandığımı itiraf edecektim, ama tabi ki ona değil.
"Evet, evet. Anlıyorum."
Semih hâlâ gülerken sinirli bir bakış attım ona.
"Senin o kızla aranda bir şey oldu mu?"
"Saçmalama Kübra ya. Hem hani başlatan onlardı."
"Onlar başlattı diyorum." deyip sinirle ayağımı yere vurdum.
"Ben de siz başlattınız demedim zaten. Kıskandın dedim."
"Neyini kıskanacağım be!"
"Sence?" deyip eliyle kendini gösterdi. Göstermese hiç de belli olmuyordu yakışıklılığı çünkü.
"Kendini beğenmiş!"
Herkes bizim bu halimize kahkaha atarken, ben de kavga etmenin verdiği rahatlıkla revire girdim. Tamam, dayak da yemiştim belki ama sevgilime sarkan bir kızı yolmak bayağı iyi gelmişti.
Revirde tanıştığım, bizimle birlikte kavgaya giren kızın adının Yıldız olduğunu ve o kızlara gıcık olduğu için kavgaya dahil olduğunu öğrendim.
"Hadi sizi evlere bırakalım. Bayağı yorulmuşsunuzdur." diyerek dalga geçen Semih'e baktım sinirle. Benim onu kıskandığımı itiraf etmem için iki saattir konuşup sinirlerimi bozuyordu ama etmeyecektim işte.
"Biz gideriz ya, zahmet etmeyin siz. Hem sen gelmezsen yolda çeneni dinlemek zorunda da kalmam."
Kızların koluna girip Ozan'ın getirdiği çantamı alarak dışarı çıktım.
"Tamam ya, neden kızıyorsun? Konuşmam." Semih ağzına fermuar çeker gibi yapıp Tuğçe'yi itekleyerek kolunu omzuma attı.
"Neden hep ben ya?"
"Yıldız daha yeni. Ona da sıra gelir merak etme." Hepimiz gülerken somurtan Tuğçe de bir süre sonra gülmeye başladı.
Müdürden izin kâğıtlarını kopartan biricik Fuat'ımıza teşekkür ettikten sonra arabaya bindim. Semih dalga geçerken sinirleniyordum ama gerçekten de yorulmuştum.
"Eve mi bırakayım?"
"Yoo. Şöyle sokak ortasına falan at istersen Semih." Semih dediğime kahkaha atıp konuşmaya devam etti.
"Öyle değil ya. İstersen bize de gidebiliriz."
"Yok, eve gideyim ben."
Yüzü düşse de "Tamam." deyip bizim eve doğru sürmeye devam etti. Tamam, ben de babamı görmeye meraklı değildim ama her dakika da Semih’le beraber kalamazdım. Kimseyi hayatıma bu kadar dahil edip, benimle beraber üzmeye hakkım yoktu.
Eve gidince daha erken olduğu için evde kimsenin olmamasının verdiği huzurla salonda oturdum. Tamam, annemi seviyordum da bir eksiklik vardı işte. Böyle her şeyi olup da başka bir oyuncak bebek isteyen küçücük çocukların hissettiği türden bir eksiklikti. Belki de şımarıklık...
.