"Günaydın"
"Günaydın...” diyen Semih bana bir iki dakika dikkatlice baktı. “Günaydın da sen makyaj mı yaptın Kübra?" Yuh. Bu ne dikkat be? Profesyonel kuaför müsün mübarek?
"Ne makyajı ya." deyince Semih'in eli yanağıma gitti. Yüzümü geriye çektim hemen.
"Yemem merak etme." diye trip atan Semih'e cevap vermedim. Ne diyecektim ki? Sırf annemin doğum gününü kutladım diye babam beni dövdü, yüzümde fondöten var o yüzden, ama bu daha bir şey değil sen asıl kolumu gör mü?
"Kız hasta falan mısın sen, ne diye uzun kollu giyindin bu sıcakta?" deyip sırasına oturan Tuğçe'ye içimden en nadide küfürlerimi savurup "Biraz üşüyorum sanki." deyince Semih tekrardan bana döndü.
"Revire gidelim, bir baksınlar." diyen Semih'e "Gerek yok." deyip çantamdan kitabımı çıkartmaya koyuldum. Ne diye bu kadar ilgi gösteriyorlardı ki? Hastaysam iyileşirim ya da ölürüm bir köşede. Bırakın işte. Umursanmamaya alışığım ben. Asıl ilgi kötü gelebilir bana, asla alışık olmadığım için.
Semih "Kalk işte kızım ya." diyerek kolumu tutunca çığlık atasım geldi acıdan. Hayır ben kalkarım, ne diye tutuyorsun kolumu? Acıdan kendimi yere atıp şımarık çocuklar gibi kendimi yerden yere vurarak “Çok acıdı.” diye tepinesim vardı şu an.
"Ya bırak." diye bağırıp kolumu çekince tüm sınıf bize bakmaya başladı. Semih'se kaşlarını çatıp çıktı sınıftan.
Öğle tatiline kadar sınıfa gelmedi Semih. Sonradan sınıfa gelen Ozan'a olanları anlatınca aramış ama cevap alamamıştı. Sadece birazcık bağırmıştım ne vardı bunda bu kadar sinirlenecek? Revire gidersem morartılar görünebilirdi ve olay babama giderse daha sıkı bir dayak yiyeceğime emindim. Herkese rezil olmam da cabası.
Öğle tatiline kantine inince Semih'in orada olduğunu gördük. Bizimkiler yanına giderken ben Tuğçe'yi çekiştirip kantin sırasına girdim.
Arkamdan "N’aber sarışın?" diye bir ses duyunca "İyi Fatih, senden?" deyip arkamı döndüm. Evet, ben lafta her zaman iyiydim.
"Vayy daha bakmadan tanıyorsun artık."
"Bu okulda bana senden ve Fuat'tan başka sarışın diye seslenen yok Fatih ve Fuat az önce onumden geçip gitti. Ve de farkındaysan seslenmen için de bir ismim var." Yani babam benim için büyük bir fedakârlık yapıp isim koymuş değil mi ama? Bunu söylemekle kalmayıp, her sene bando mızıka eşliğinde kutlamamız gerekirdi bence.
"Sarışın da güzel." Pardon da neresi güzeldi tam olarak acaba?
"Kübra siz oturacakmışsınız, ne istiyorsanız ben alırmışım." deyip araya kaynak yapan Can'a "mış?" diye sordum merakla.
"Semih dedi." Dönüp Semih'e bakarken eliyle ‘Gel.’ işareti yapınca Tuğçe'yi çekiştirip parayı Can'a uzatarak "İki tost al o zaman. Görüşürüz Fatih." diyerek bizimkilerin yanına gittim.
"Küsüz sanıyordum." diyerek Semih'e bakınca "Ne alâka?" diyerek baktı bana.
"Ne bileyim? Çekip gidince..." Doğal olarak düşünmem gereken o değil miydi? Sinirlenmediyse neden öyle çekip gitmişti ki?
"Gidesim geldi." deyip yemeğine gömülen Semih'e mal mal bakışımı masaya gelen kızlar böldü. Bu çocuğu anlamakta neden bu kadar zorlanıyordum acaba?
Kızlardan birisi "Sen Can'ın sevgilisi misin?" diye sorunca Semih'in yediği yemek boğazında kalmış, diğerleri saf saf kızlara bakıyordu. O değil de kızlardan biri Semih’i mi kesiyordu? Aman be! Bana neydi canım!
"Ne alâka?" diyerek sinirle kızlara baktım. Yok canım, ne kıskanması!
"Maçta öyle demişsin de."
O sırada tostlarla yanımıza gelen Can acınası bakışlarını üzerime dikmişti. ‘Evet.’ dersem bir daha kız falan tavlayamazdı, ki bu onun için dünyanın sonu demekti.
"O günkü kızlardan pek hoşlanmamıştı Can. Kurtarmak için dedim. Yok öyle bir şey." Kızlar gülerek masadan ayrılırken Can'ı dürtüp "Esmer olan senden hoşlanıyor." deyince ondan önce egosu konuşarak "Tüm kızlar benden hoşlanır." cevabını verdi.
"Cancım şu egonu aradan alır mısın lütfen? Masada kalabalık yapıyor da." Can bana uyuz bakışlar atarken masadaki herkes gülüyordu.
"Kübra biraz konuşabilir miyiz?" deyip dibimde biten Fatih'e masadaki tüm herkes birden sinirli bakışlara bürünürken ayağı kalktım. Tamam erkekleri anlarım da bu Tuğçe'ye ne oluyordu Allah aşkına? Kötü bir çocuk degildi ki Fatih. O da biliyordu.
Bizimkilerden uzaklaşınca Fatih konuşmaya başladı.
"Neden uzak davranıyorsun bana?"
"Ne alâkası var? Uzak falan davranmıyorum."
"Can çağırınca hemen gittin yanımdan. Semih'le sevgili falan mısınız?"
"Hayır, nereden çıktı o?" diyerek savunmaya geçtim. "Can sizin yerinize ben tost alırım deyince sıradan çıktık. Hepsi bu."
"Ama benim yanıma da oturabilirdin." Tövbe ya!
"Onlar benim sınıf arkadaşım Fatih."
"Ve ben de senin teklifini kabul etmediğin kişiyim değil mi?" Cidden çatmıştım sabah sabah! Arkadaş kalmak istemeyen sendin yani. Ben ne yapabilirim ki?
"Bak, onunla bir alâkası yok. Oldu bitti. Sadece sen de kendi arkadaşlarınla oturursun diye düşünmüştüm."
"Peki neden kabul etmedin?"
"Hâlâ aynı konuyu mu tartışacağız Fatih?" Kimseye açıklama yapmak zorunda değildim ben. İstemiyorsam konu kapanmalıydı.
"Neden istiyorum. Sence de hakkım değil mi?"
"Ben bir cevap vermek istemiyorsam değil. Görüşürüz." deyip bizimkilerin yanına geri döndüm. Çocuğa “Ben görmediğim birinden hoşlanıyorum.” diyemezdim ya. Kendi kendime söylerken bile deli gibi hissediyordum zaten kendimi, bir de başkalarına açıklama yapamazdım. Hem bir neden olmadan da çıkmak istemiyor olabilirdim, ne diye üzerime geliyordu ki?
"Ne dedi?" diye soran Ozan'a "Hiç." cevabını verdikten sonra buz gibi olan tostumu yemeye devam ettim.
***
Eve geldiğimde babamı salondaki koltukta yatarken buldum. Annem... Babama pansuman mı yapıyordu o?
Biraz daha yaklaşınca babamın yüzünün kan içinde kaldığını gördüm. Kim dövdüyse fena benzetmişti.
"Ne oldu, manzara çok mu hoşuna gitti?" Hem de nasıl!
"Ben... Annemin elinde pansuman malzemeleri görünce." Sadece zil takıp oynayasım geldi.
"Eğlencen bittiyse odana. Gözüme gözükme bugün." Benim de istediğim buydu zaten. Sadece, bunu kimin yaptığını merak ediyordum, bir teşekkür falan edebilirdim mesela.
Odaya geçip de telefonum çalınca çantamdan çıkartıp arayanın ismine baktım.
"Efendim Semih?" dedim cevaplarken. Sesimin iyi çıkması için ilk defa ekstra bir çaba sarf etmeyeceğim için mutluydum da ayrıca.
"Ya ben ilk derslere girmedim ya, ödev falan var mı diye soracaktım."
"Yok."
"Sen nasılsın peki?"
"Son yarım saattir gayet iyiyim, sağ ol." deyip güldüm. O da güldü ben gülünce. Neden bilmiyorum ama ben gülümseyince gülüyordu zaten hep, tıpkı o gülünce benim de dudaklarıma yayılan gülümseme gibi...
"Neyse. Daha fazla saçmalamadan kapatayım ben. İyi geceler." deyip kapattı. Hah! Okuldaki neredeyse tüm kızların konuşmak için deli olduğu kişi az önce utanmış mıydı? Sanırım ne o okulu ne de Semih'i çözemeyecektim. Okulu değil de, Semih’i çözebilmek isterdim. Gözlerime bakınca gözlerimi kaçırmadan anlattığı şeyi anlayabilmek, saçma sapan yerde gülüşlerinin sebebini bilmek isterdim. Ya da herhangi bir kız yanına yaklaşınca kalbimdeki teklemenin nedenini bilsem de yeterli olurdu sanırım...
Biraz ders çalıştıktan ve tabi ki de birazdan daha fazla olarak internette dolaştıktan sonra acıktığım gerçeğiyle yüzleşip odadan çıktım.
"Ben seni gözüm görmesin demedim mi?" Kızınım ben senin be adam, kızın!
"Acıktım."
"Açıkmışmış. Zıkkım ye. Odana." diye bağıran babama bakmadan odaya geri döndüm.
Ne yapmıştım ben ona? Neden bu kadar kötüydü ki? Neden? Bir insan öz kızını neden sevmezdi ki?
Gözyaşlarım bana ihanet edip akmaya başladığında yorganın altına girip ağlamaya devam ettim. Ağlamaktan başka yapabileceğim bir şey de yoktu. Annem kapıyı tıklatıp cevap alamayınca odaya girerek “Kübra?” diye seslendi. Ses vermedim. Zaten babamla mutlu değildi, görüyordum. Onu daha fazla mutsuz etmek istemedim.
Yatağın yanına oturup “Geçecek.” dedi. “Ne olur biraz daha sabret güzel kızım benim.”
Yorganın altından çıkıp da “Gerçekten geçecek mi?” diye sormadım. Geçmeyecekti. Onun şu an başımı okşarken titreyen eli, ‘Geçecek.’ derken tedirgin çıkan sesi bile bunun bir nevi kanıtıydı zaten.
Her gün. Her Allah’ın günü... Şu eve girdiğimde tek istediğim birazcık huzurdu benim. Tamam, babam konuşmasın razıydım. Ona da razıydım. Ama kendi kızına bu kadar düşman olması... Canımı yakıyordu bu durum.
Sizin hiç parkta çocuklar şen şakrak oynarken yandı mı canınız? Kızını salıncakta sallayan bir baba görünce ağlamaya başladınız mı hıçkırarak? Baba sıfatını taşıyan o adamın gülümsemesini görmedim ben hiç, göremeyecektim de. Gerçi bu saatten sonra gülse de bir işe yarar mıydı bilmiyorum.
Bazen keşke diyorum. Keşke ölüp gitsem de kurtulsam bu işkenceden. Sonra annemin bana gülen gözleri geliyor aklıma. İşte o an çelişkiye düşüyorum. Sadece annem için...Sadece her şeye rağmen bana gülümseyerek “Kızım.” diyen güzeller güzeli annem için...