Çağan
Yine aynı zırvalıklar... Bu adam kesinlikle sorunlu olmalı. Maalesef bu da benim işim.
Şimdi şu kızı bulalım bakalım. ''Gece Akyol.''
Birkaç ufak araştırmanın ardından Gece Hanım'ın, ünlü iş adamı Fatih Akyol' un kızı olduğu öğreniyorum. İyi de biz iş adamlarıyla pek uğraşmazdık. Hem bana ne ki iş adamlarından?
Sinirle ağzıma bir sakız atıyorum.
Ah, bu adam kesinlikle sorunlu olmalı! Ben bir profesyonelim, basit işlerle uğraşamam ki!
Telefon sesiyle arkama yaslanıyorum. 'Ahmet Bey(!)' arıyor. Beklesin birazcık değil mi ama?
Gece'nin resimlerini incelerken telefonu açıyorum. Derin bir nefes alış... Birileri sakinleşmeye mi çalışıyor, ne? Yüzüme yayılan gülümsemeyle sakızımı patlatıp konuşuyorum. ''Evet?''
''Neden geç açtın?''
'Sana ne?' demek vardı ama neyse. ''İşim vardı, ne oldu Ahmet?''
''Kızı buldun mu? Patron soruyor.''
Oldum olası bu adamdan nefret etmişimdir. Kendini öyle önemsiyor ve beni öyle sinirlendiriyor ki!
''Buldum... Da...''
''Da?''
''Biz niye iş adamlarına bulaştık ve neden ben?''
''Sandığın kadar basit bir iş değil! Ayrıca ben de nedenini bilmiyorum. Patron kime, ne diyorsa o olur!''
Telefonu sinirle suratına kapatıyorum. Bunlar benim sabrımı mı sınıyor? Yeteneklerimi basit işlere kullanmak için fazla iyi olduğumu düşünüyorum.
Bir tıkırtı... Ve fotoğraflar!
'Afet-i devran' dedikleri bu olsa gerek...
Bu kızla başka zamanda, başka bir koşulda karşılaşmak ne kadar mükemmel olurdu.
Simsiyah uzun saçları, aynı renk ve hafif çekik gözleri... Diğer bir resim, iri gamzeleri, küçük burnu...
Bu kız kesinlikle çok güzel!
Bir süre hayretle fotoğraflara bakarken başımı kaşıyorum. Demek lise öğrencisi... En az 20 gösterdiğine yemin edebilirim! Ama 17 yaşında... Küçükmüş de... Of!
Bedenimin öfkeyle kaplandığını hissediyorum. Bu işi niye bana verdiler? Gece'den ne istiyorlar? Bu kadar küçük birisinin bizim karanlık camiamızla ne işi olabilir ki?
Burnuma kötü kokular geliyor ve kendimi gerçekten de çok öfkeli hissediyorum.
Şu bir gerçek ki kesinlikle sabrım sınanıyor!
***
Arabamı okulun önüne çekiyorum. Özel okula sahte bir kimlikle kaydolmak zor olmasa gerek... Sırıtarak saçlarımı düzeltiyorum.
'Lise 4' olmak için fazla mı müthişim, ne?
Arabayı okuldan uzak bir yere park ettikten sonra iniyorum.
Üzerimdeki formaya göz gezdiriyorum. Kesinlikle öğrenci gibi görünüyorum. Biraz fazla gelişmiş ve gereğinden daha çekici bir öğrenci ama lisede böyle bir sürü erkek olduğundan eminim. Gömleğin kollarını kıvırıp kravatı aşağı indiriyorum.
Adımlarımı hızlandırıp kalabalığın arasında okulu tararken derin bir nefes alıyorum. Etrafım seslerle dolu olduğuna göre teneffüste bizim 'velet'ler. Kıskanan, imrenen, inceleyen ve gözüyle bedenimi âdeta yiyen kişileri yok sayarak ilerliyorum. Tam umursamazca üst kata çıkacakken resimlerden bile daha güzel olan masum avımı görüyorum.
Birkaç dakika olduğum yere çakılıp onu izliyorum. Saçlarını yukarıdan toplamış, hafif inek görünümlü hâliyle bile güzelliğinden bir şey kaybetmemiş. Neden hep böyle zor şeyler beni bulur ki?
Bütün arkadaşları içime düşerken o sadece bakışlarımı fark edip kaşlarını çatıyor. Sonra omuz silkip sınıfa girdiğini görüyorum.
Sinirle üst kata çıkarken kendi kendime söylenmeye başlıyorum.
Ne kadar umursamaz ve elde edilemez sert kızı oynarsa oynasın, karşımda bir şansı olduğunu mu sanıyor?
Eh, öyleyse feci şekilde yanılıyor. Yakında bunu kendisi de anlar.
***
Kayıt işini biraz zorla olsa da sonunda hallediyorum.
Ah para, sen nelere kadirsin? Yaşımın 18 olduğuna inanmayan müdürcüğümüzü biraz nakitle yola getirmek ne de zordu!
Elime tutuşturulan kağıda bakıyorum sıkıntıyla. 12/F
Sınıfın önünde durup etrafa göz gezdiriyorum. Gece'nin sınıfı tam çaprazımda...
Sınıfın kapısını açıp içeri giriyorum. Tüm gözler anında bana çevriliyor. Masanın üstüne oturmuş bir adam kaşlarını çatıyor. ''Evladım çık dışarı, kapıyı çal ve öyle gel!''
Öğretmeni şaşkınca inceliyorum. Benim zamanımda lisede böyle öğretmenler var mıydı acaba?
''Pardon?'' diyorum soru dolu bakışlarımla adamı süzerken.
''Kapı çalmadan girilmez!'' Gözlüğünü hafifçe indirip bana bakıyor. ''Sen yeni misin?''
''Sence?''
Benim sözümün ardından sınıfta gülüşmeler başlıyor. Bir an bu adamı evire çevire dövme arzusuyla dolup ellerimi sıkıyorum. Sakin ol Çağan!
Masadan yavaşça inip yanıma geliyor. ''Benimle düzgün konuş!''
''Ne gibi?''
Bu davranışıma sınıf tamamen şaşkın bakışlarla karşılık veriyor. Sanırım fazla şımarık ya da fazla kendini beğenmiş biriyim. Ama gelmişim 23 yaşıma, kimse bana durduk yere laf atamaz!
''Sen... Sen...''
Elini mi kaldırıyor bu gözlüklü muallim? Kafamı iki yana sallayıp onun hamlesine odaklanıyorum. Acaba bana dokunmaya çalıştığı an elini kırsam mı?
Yok, yok bu biraz fazla olur... Buna çatlak kâfi!
''Sakin olun hocam...''
Gülmemek için dudağını ısıran ve gözleriyle beni yemeye çalışan sarışın bir fıstık hocanın yanına geliyor. Bana susmamı işaret edercesine bakıp hocaya bir şeyler söylüyor.
Öğretmen olduğu şüpheli olan adam kaba bir sesle ''Çık dışarı seni aptal!'' diye bağırıyor.
''Müdür Bey derse gir dedi hoca... Yani hocam!'' diyorum ona tehditkâr bir bakış atarak. Bu adamı dövsem de akıllanmaz, en iyisi yorulmayayım.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıyor. Bir süre ne yapacağını düşünüp gözlerini açarken sırıtmaya başlıyor. ''Öyleyse... Yerine geç bakalım!''
Tam boş bir sırayı gözüme kestirmiş oturacakken kolumda bir sıcaklık hissediyorum. Arkamı dönüp öğretmene bakıyorum.
''Sırana demedim yavrum... Benim dersimde yerin tahtanın yanı!'' diyor gülmeye başlarken.
Sakinliğimden ödün vermeyerek onu delirttiğimi fark edip gülümsüyorum. Tahtanın yanına geçip aynı şekilde konuşuyorum ben de. ''Aynı ilkokul öğretmenleri gibi desenize... Bence gözlerinizde bir problem olmalı... Kapıda 12/F yazıyor.''
Onu yeterince sinirlendirmenin huzuruyla arkama yaslanıp tek ayağımı duvara dayıyorum. Sınıfta ''Ooo...'' sesleri yükseliyor. Adam öfkeyle yerine geçip susmalarını emrediyor. Sonra ''Nerede kalmıştık?'' diye soruyor titremesini saklamayı çabalarken.
Ben de onu boş verip kollarımı göğüs hizamda birleştiriyorum. Sınıfı süzmeye başlıyorum. Kızlardan birkaçı gerçekten çok güzel. Özellikle hocayla konuşan kızda bir süre takılıyorum.
O da bakışlarımı fark edip bana gülümseyerek bakıyor. Sarı saçları, yemyeşil gözleri ve az önce dikkatimden kaçmayan vücuduyla gerçekten harika bir güzelliğe sahip. Dolgun göğüslerini ve dudaklarını saymıyorum bile!
İçimi gıdıklayan dürtülerimi güdülememek adına bakışlarımı kızdan çekip yere odaklıyorum. Böyle saçmalıklarla uğraşmamalı, işime odaklanmalıyım. Ayrıca hepsinin liseli olduğunu da kendime sık sık hatırlatsam iyi olacak.
Önce Gece'yle tanışmak için bir plan bulmam gerek benim. Acaba ne olabilir, diye düşünürken zil çalıyor. Düşüncelerimi bölüp ayağımı indiriyorum.
Öğretmen sınıftan çıkarken bana öfkeyle bakıyor. Adam kapıyı çarpıp sınıftan çıkarken omuz silkiyorum.
Sarışın fıstık anında bana yaklaşıyor. Gözlerini kısıyor, beni süzüp konuşmaya başlıyor. ''Kiminle oturmak istersin?'' diye soruyor davetkâr bir sesle. Bakışları onun yanına oturmam için parlıyor âdeta!
Sorusu bana öyle saçma geliyor ki yüzümü buruşturmadan edemiyorum. ''En yakın arkadaşımla,'' diyorum alayla. ''Kafa mı buluyorsun benimle? Seçme şansım olduğunu sanmıyorum. Boş bir yere oturmak genelde tercihimdir.''
Dudaklarını hafifçe yalayıp gülmeye başlıyor. ''O zaman benimle oturmalısın?''
Soru cümlesi olmayan ama bir soru gibi cevap bekleyen sözleriyle dudak büküyorum. Bir süre etrafa göz gezdirip onun yanına oturmaya karar veriyorum. ''Fark etmez!''
''Öyle olsun bakalım.''
Arkasını dönüp sanki deminden beri içime düşen o değilmiş gibi öylece çekip gidiyor.
Derin bir iç çekip ellerimi saçlarımın arasından geçiriyorum. Aklımda sürekli aynı soru dolaşıyor. Ben Gece'yle nasıl tanışacağım?
Kapının önünde dikilirken gözlerim Gece'nin sınıfına odaklanıyor. Orada olmadığını görünce can sıkıntısıyla kafamı eğip elimi cebime atıyorum. Tam telefonumu çıkartırken üstüme bir şey sıçrıyor. Pis koku ve ıslaklık hemen bana ne olduğunu belli ediyor sanki...
Lanet olsun, ayran mı bu?
Elimi hızla kaldırıp bağırıyorum. ''Çüş, hayvan!''
Yumruğumu tam insanlıkla bağdaşmayan kişiye geçirecekken öfkem bir sesle duruluyor. İnce bir ses... Hayatımda böyle bir ses duyduğumu sanmıyorum. Ne kadar da güzel.
''Çok... Çok özür dilerim. İnan isteyerek olmadı.''
Kafamı kaldırmamla sakinleşmem bir oluyor. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz!
Gece tüm güzelliği ve korkusuyla yüzüme, daha doğrusu yumruğuma bakıyor.
''Üstüm mahvoldu,'' derken elimi indiriyorum.
''Ben... Gerçekten isteyerek yapmadım... Arkadaşlarım şakalaşmaya çalışıyordu. Beni ittirdiler ve ayran döküldü, gerçekten çok özür dilerim.''
Kızaran yanaklarına bakıp sinirli kalmak mümkün mü acaba?
''Ne yapacağım şimdi ben?'' derken sesim daha sakin çıkıyor. Hiç olmadığı kadar sakin çıkıyor onun karşısında...
''Ben... Bilmiyorum.''
O güzel, dolgun dudaklarını ısırırken karşımda ezilip büzüldüğünü hissediyorum.
''En iyisi eve gideyim ben... Bir dahakine dikkat et!''
Mesafeli bir sesle arkamı dönüyorum. Aslında içimden geçen tek şey, orada sadece o ve ben varmışız gibi onu sarıp öpücüklere boğmak. Böyle bir güzelliğe insan nasıl karşı koyabilir ki?
Tüm dürtülerimi engellemek adına işimin özüne odaklanıyorum. Çağan, o senin işin, diyor içimdeki öfkeli taraf bir anda.
Bir nevi artık işler değişmiş sayılır. Sonuçta isteseydim bile bu kadar güzel bir senaryo meydana getiremezdim. Eminim yarın Gece, göz göze geldiğimiz bir an benden tekrar özür dileyecek... Ben de bunun peşini bırakmayıp devamını getireceğim. İşte bu kadar!
Nedense içimden hiç de böyle olması geçmiyor, harika!
Okuldan koşarcasına çıkarken burnumu kapatıp kusma isteğiyle başa çıkmam gerekiyor. Arabama binip gaza basıyorum. Evime girdiğim gibi gömleği üstümden atıyorum. İğrenç kokuyor!
Keşke ayranı döken başkası olsaydı da onu dövüp bu karmaşadan kurtulsaydım.
Banyoya giriyorum hızla. İşte en sevdiğim yer! Gömleği parçalarcasına çıkartıp çöpe atıyorum.
Kendimi suyun altına atıyorum sonra... Ilık su bedenimi temizlerken inancımı tazeliyorum.
Su bedenimde gezerken ve bedenim suyla arınırken sanki yaptığımın kötü şeyler de temizleniyormuş gibi hissettiriyor. Sanki bir gün yaptığım şeylerin acısı, günahı çıkarmış gibi...
Yıllardır böyle düşünmek bana iyi geliyor. Bunu ne zaman yapsam sahiden de rahatladığımı hissediyorum.
***
Sudan çıkıp çıplak belime bir havlu sarıyorum. Huzurun verdiği rahatlıkla odama girip üstüme bir tişört ve eşofman altı geçiriyorum. Saçlarımı, çekmeceden aldığım havluyla gelişigüzel kurulayıp oturma odasına geçiyorum. Kendimi rahat ama dağınık koltuğuma atıyorum. En sevdiğim şey bu evin sessizliğini sindirip düşünmek zaten...
Yarın Gece'yle tekrar konuşma fırsatı bulacağımdan adım gibi eminim. Bir ay içinde tavlar mıyım bu kızı?
Yok, yok... Bu diğerleri kadar basit sürmez herhalde...
Benden istenen neydi?
Aklımda bir sürü düşünce dolaşırken kendimi sadece benden istenene odaklıyorum. Şimdilik kesin bir açıklama yapılmadı ama öncelik onu kendime bağlamam yönünde.
Bir an benden isteneceklerin listesi ve Gece'nin daha da karartılacak hâli gözümde canlanır gibi oluyor. İstemsizce Fatih Bey'e acıyorum. Kızından alacağım şeyler onun sonu olacak...
Masadaki dağınık dosyaları elime alıyorum tek harekette. Fatih Bey ve Gece hakkında yazan şeylere göz gezdiriyorum.
''Eşinin ölümünden sonra kendini tamimiyle kızına adadı.''
Adam kendini tamamen kızına adamış. Her resimde nasıl gözleri güler ki bir insanın? Nasıl sadece kızının yanında mükemmelleşir ki?
Fatih Bey... Ruhunuzu bir köşeye atıp buralardan kaçmak ister misiniz?