Koca Çınar

2399 Words
Avuç içlerini yasladığı mermerden aldığı gücü bedenine taşırcasına gözleri kapalı, zoraki nefeslerle yaslandığı bedene yasladı bedenini. Bir kadının verebileceği her şeyi alabildiği kişinin, sorgusuz sualsiz hissettiği gibi yaşadığı ve yaşattığı anın tam ortasındaydı. Hazzı her zamanki gibi tek taraflı yaşamaktan haz etmediği üzere tenine hapsolmuş tenin kadının küçük inlemelerinde depara kalkıyordu hareketleri. Dokunmak, hissetmek, anı yaşamak ve sonunda en dorukta kalmak... Orada kalabilmenin sonsuz olmasını dilediği zamanlardan birindeydi gene. Her şeyin koskoca bir hiçlik duygusuna hapsolmadığı, başından aşağı akan suların dökülerek  hareketlerinin anlamını yitirmediği, bir banyo küvetinde iki kişi olmanın saçmalığına düşmediği, çarçabuk gitmek isteğine kapılmadığı birleşmeleri olsun istiyordu, artık. Yaklaşık sekiz senedir tanıdığı kadının bacakları bedenini çevrelemekten vazgeçip olması gerektiği yere, bedeni ile dik açısına düşerken, omzuna vurdu, arsızca gülüp uzanıp dudaklarına bir öpücük kondurdu. Adam kadının bile bile yaptığı bu harekete karşılık, dudaklarını silmek istediyse de yapmadı. Az evvel yaşadıklarından nasıl bir keyif aldığını hatırlattı kendine, bundan daha çok tiksinip başını yukarı kaldırdı. Duş başlığından akan kaynar su yüzüne fışkırırken nefessiz kalsa da çekmedi kendini. Arınma telaşında hafızasından sildi az evvel yaşadıklarını. Bu hep olurdu! Hayatındaki kadınlarla... evet tam olarak hayatında birden fazla kadın vardı. Hem de çok uzun zamandır! Öyle uzun zamandır birden fazla kadınla, aynı anda, birden fazla şey yaşıyordu ki; usanmış, sıkılmış ve kirlenmişti. Kirlendiği duygusu ise hep aynı noktadan sonra sahip oluyordu fikrine. Bir kadının ona verebileceği o en yüksek noktayı yaşayınca düşüyordu; gaipliğe. Kaybolduğu yerde bulunmayı beklerken bocalıyordu, eksiliyordu. Tamamlanması bir uyku sonrası, bedeni bir başka kadını ya da aynısını arzuladığında mümkündü ancak. Ama biliyordu böylede tamamlanmış sayılmıyordu. Hisar, Serdar'ı en iyi tanıyan kadınlardan biriydi. Hatta onu tek anlayan kadında olabilirdi. Serdar'ın sığınağı, güvendiği, inandığı; bir sevgiliden çok, bir dostu olduğu kadındı. Serdar'ın hep aynı hissiyatla sevişme sonrası yaşadığı buhranı bilirdi. Hatta sevişme anında da neyi ne kadar yapmak istediğinden haberdar davranırdı. Bazen kantarın topuzu kaçardı ama gene de Hisar, Serdar'ı anladığı gibi Serdar da onu anlamaya çalışır, sabreder, ne halde olduğunu hiç çaktırmazdı. Sessizce çıktı küvetten. Bedenine, banyo kapısının arkasındaki askıdan bir havlu alıp sararken, "Açsan bir şeyler hazırlayayım mı?" diye sordu. Adamın çıplak bedenini arkadan izlerken hafifçe gülümsedi. İzlenilesi hatta içilesi güzellikte bir adamdı Serdar ve Hisar onu hak edecek kadar iyi bir kadın olmadığını düşünüyordu. Hayatının hep çamura bulanmış anılarla dolu olduğunu biliyordu. Fahişeliğin genetik yatkınlığı vardı onlarda. Annesinin de yıllarca bir genel evde çalışıp, belalılarından biri tarafından öldürüldüğü sene düşmüştü o dikenli, kasvetli ve kusulası hayatın içine. On üçündeydi ya da en fazla on dördünde... Ne zaman kurtulduğunun karşılığı ise şimdi karşısında başından aşağı akan kaynar suların orta yerinde duran onun bedeninden ayrılmış bedendi. Cevap vermesini bekledi ise Serdar cevap vermedi. Gene kendi kendini yediğinden öyle emindi ki Hisar, sıkıntılı bir nefes alıp verdikten sonra kapıya yönelirken, "Menemen yapacağım!" diye bağırdı. Serdar, menemen severdi! Dakikalar sonra adam üzerinde açık mavi bir gömleğin düğmeleri açık, altına giydiği siyah kotunun üzerine kemerini takarak mutfağa girdi. Uzanıp Hisar'ın dilimlediği karpuzlardan birini eli ile alıp ısırarak yemeğe başladı. Hisar, adamın küçük çocukların arsızlıkla annelerinin etrafında mutfakta dolanmalarına benzer tavırlarını tebessümle izledi. Gülünce gözlerinin etrafını saran kırışıklıkları vardı Hisar'ın, bunu hatırlayıp gülümsemeyi kesti. Serdar'dan tam dört yaş büyüktü ve bu yaşlanmayan adama karşı ölü doğum yaptığı yıllar öncesinden sonra eskisi gibi olamayan deforme bedeni ile mücadele etmek çok zordu. Kendisini hiçbir koşulda kıyaslayamıyordu Serdar'la ama bir şekilde daha olurlu kılmak için gülmese iyi ederdi. Kaz ayağı saçmalıkları ona musallat olmuştu hem de milyonluk bakım kremlerine rağmen. Serdar, Hisar'ın hazırladığı masanın en başına geçti. Çayı demlenmiş fokurduyordu; mutfakta ki ocakta. Göz ucuyla kontrol ettikten sonra çatalını eline alıp karpuzuna peyniri katık etti. Karpuz sol eline transfer olmuştu çoktan. Hisar, onu izlemeyi bırakıp işine döndüğünde bulunduğu yerden sordu, "Gömleğini kuru temizlemeye göndereyim mi, çöpe mi atayım?" Adamı yaklaşık bir saat önce kapısının önünde üstü başı kan içinde almıştı içeri. Adam üzerini değişmek üzere yatak odasına gidip oradan da banyoya geçerken Hisar çelmişti aklını, üzerindekileri çıkarıp küvetin içine kadar onun hamleleri taşımıştı Serdarı. "Çöpe at!" cümlesi ile başını salladı Hisar. Ocağın üzerinden menemen tavasını alıp masaya taşıdı. Serdar böyle severdi, birazdan ekmeğini o tavaya banacaktı ve Hisar onu izlerken parmaklarını tek tek öpmek isteğiyle sarsılacaktı. Ne olacaktı yani ona bu kadar aşıksa, sonlarının ne olacağını düşünmeden mutlu olmak imkansız mıydı? "Çayı getiriyorum," dediğinde Serdar da ekmeğini çoktan banmıştı menemene. "Üzerini giyindiğine göre gece burada kalmayacaksın!" Bunu yapmayı pek sevmiyordu adam biliyordu Hisar. Geceleri onun evinde uyuduğu gün neredeyse bir elinin parmak sayısı kadardı. Hem de sekiz senedir! Kaldığında ise salondaki koltuğu tercih ederdi. Uykusunun hafif olduğunu söyler, Hisar'ın hafif kıpırdanmasında bile uykusunun açılacağından yakınırdı. İnanmazdı Hisar, bilirdi ki Serdar o üzülmesin diye böyle söylüyor. Serdar da bilirdi ki inanmazdı Hisar ama o üzülmesin diye mazeretini bundan öte kılmıyordu.  Kaşlarını kaldırdı adam, yeşil gözleri camdan bilyeler gibi geçti Hisar'ın  yeşile çalan ela gözlerinin sarısına. Kadında çay bardaklarına çayı boşaltırken umursamaz görünmeye çalıştı. Yaklaşık on günden sonra ilk kez gelen adamı hemencecik kaybedecek olmaktan hoşnutsuzdu. Serdar'ın da o eskiden bildiği erkekler gibi daha fazlasını isteme huyu olmadığı için daha uzun kaldığı zamanlar olmazdı. Umursamazlığı dalgın gözlerle gerçekliğini kaybedince, dolduğu bardaktan taştı çay. Henüz tabağına dökülürken panikle kalktı Hisar, mutfağa koşup bir kağıt mendil getirdi içeri. Tabağın ıslaklığını aldığında, Serdar dikkatli gözlerle lokmasını çiğneyerek ona bakıyordu. Gülümsedi Hisar, her zaman ki gibi gülümserken küçülen gözleri kırıştı gene. İçinden lanet okuyarak toparladı yüzünü. "Özlemişim seni," dedi kadın. Serdarın, çiğneme hareketi yavaşladı. Hisar'ın işaret parmağı gömleğinin açık düğmelerinden kalbinin hemen üzerinde ki dövmeye uzandı. Kalbinin üzerinde ki derisi, avuç içi büyüklüğünde siyah renkli bir turna ile kaplıydı. Turnanın başında kısa, gür tüyler vardı ve yan profilden onun göğsünü gören herkese bakıyordu. Hisar, adamın tenine değdiğinde hissettiği o şeyi gene hissetti. Çekildi içi hasretle... Ona gerçekten sahip olamayışının verdiği yoklukla baş etmeye alışkın bir tavırla elini çekerken, Serdar, şekersiz içtiği çayından iki yudum alıp sordu. Biliyordu ki birkaç kelam etmezse onunla, Hisar ardından çok üzülür, çok dağılır, çok yorulurdu... Hisar'ı dinlendiren de, mutlu edende, toparlayan da sadece kendisiydi. Çünkü kadın bunu ilişkilerinin ilk zamanlarında biçare bir yalvarışla istemişti ondan. Daha fazlasına hakkı olmadığını, asla daha fazlasını isteyecek olmadığını ama önemsendiğini bilmeyi istediğini söylemişti. Serdar, o günden sonra daha çok önemsemişti Hisar'ı ama hep bir yere kadar. "Bugün kuaförde ki kıza cımbız saplamışsın?" Serdar duymadan kuş uçuramazdı Hisar, bilirdi ama bunu nasıl öğrenmişti adam onu merak ediyordu. "O kızla da mı yattın?" Kendine has, yan gülüşü ile başını iki yana salladı Serdar. Arkasına yaslanıp çayını eline aldı. Yiyip yiyeceği bu kadardı işte. Daha fazlasını midesi kabul etmiyordu ya da çoğu kez hatır için yiyordu, zaten toktu. Bunu düşünmedi Hisar. Alacağı cevabı merak ederken Serdar, "Kız on yedisinde bile yok!" dedi. Hisar, Serdar'ın en son kaç yaş küçükleri ile beraber olabileceğini bilmiyordu. Serdar'ın her kadına aynı muameleyi yapıp yapmadığından eminse de bu mevzularda içten içe yaşadığı kıskançlığın üzerinde her seferinde tepinmek zorunda kalıyordu. Gene öyle yapıp oda arkasına yaslandı. "Karakolluk olduk, onu da duydun mu?" Serdar, kadının bundan şüphe duymasına karşılık çayından bir yudum daha alıp gözlerini kapayarak kadına cevap verdi. "Tabi ki de duydun. Allahtan komiser ikna etti de şikayetçi olmadı. Hasta bu kuaför milleti ha! Valla!" "Manikür yaparken etini mi kesti?" "Ay hem de ne kesme, canım gitti!" Şen bir kahkaha attı Serdar. Birkaç saat önce yaşadığı çatışmalı işten sonra Hisar ona iyi gelmişti. Bütün gerginliğini birazdan bu evde bırakıp çıkacaktı. Hisar, adamın kan dondurucu, nefes kesici gülüşü ile belli belirsiz tebessüm ederek adamı daha çok güldürmeye meraklı devam etti. "Aslında etimi kesti diye kızmazdım. Koca memeli olmasa... Biliyorsun, memeleri büyük kadınlardan hiç haz etmiyorum." Dudaklarını büzdü Serdar, sanki az önce elleri kadının göğüslerine hiç dokunmamış ve ölçüsünü hiç bilmiyormuş gibi kadının küçük beden göğüslerinin üzerinde ki atletten duruşuna baktı. Anında çekti gözlerini... Şuan kadın göğsü göresi falan yoktu! "Estetik yaptırmak istersen..." Hisar, şiddetle onun sözünü kesti. "Estetik masraflarımı karşılaman yetmez beyefendi, söyle bakalım sen büyük göğüslü kadın mı seversin, küçük göğüslü mü?" diye sordu. Serdar yeni bir kahkaha daha koyuverdi ve çayını son dikişle bitirip ayaklandı. Gömleğinin düğmelerini iliklerken cevap verdi ancak. "Her kadının sahip olduğu bedendeki bana yetiyor. Bıçak altına benim için yatmana gönlüm razı olmadı küçük falan idare edeceğiz artık." Hisar, oyunbaz bir öfkeyle masadan eline geçen ilk zararsız şeyi, çay kaşığını adama doğru fırlattı. Serdar, hafif kenara çekilince kaşık onu teğet geçti. "Hain! Nankör!" "Ne yaptım da nankör oldum şimdi?" "Sekiz senedir aynı beden benim göğüslerim." Başını iki yana salladı Serdar kendinden emin, birkaç adımla Hisar'ın yanına yaklaştığında gömleğinin üstten iki düğmesi iliklenmemişti. Kadının uzanıp tek yanağına yanağını sürtüp, "Yalan söyleme, seni ilk tanıdığımda elli kiloydun şimdi altmış beş!" dedi. Hisar, yanağında ki hisle sarhoş adama çevirdi bakışları. Gözleri haykırıyordu Serdar'a gitme diye. Dudakları ise alaycı bir serseriydi. "Şimdi de bana şişman mı diyorsun?" "Telefonum, cüzdanım ve arabamın anahtarlarını bir koş getir, arkandan bakacağım bir alıcı gözle; olmadı şu estetik işini yağ aldırma operasyonu ile başlatalım." "Şu laflara bak şu laflara... Vursan daha iyiydi be Serdar." Kalktı ayağa Hisar, yatak odasına gitmek için merdivenlere yönelirken konuşmaya devam ediyordu. "Kırk iki yaşındayım ben be adam, herhalde biraz kilo alacağım." Serdar, kadının şaka yapıp yapmadığından çok emin olmadı. Başkası olsa bunu önemsemezdi ama Hisar, başkası değildi. Hayatına girip çıkan kadınların içinde en çok önemsediği ve tek devamlı olanıydı.  Hisar geldiği gibi kalan özel biriydi! Arkasından seslendi bu yüzden. "Kırk iki oldun mu kız sen? Daha otuzunda gibisin!" Az sonra Hisar'ın kapısının önünde vücuduna isabet edecek olan kurşundan habersiz Hisar'ın ona doğru gelirken saçlarını savuruşunu izledi Serdar. Yanına yaklaşınca da kısa süre sonra görüşmek vaadiyle çıktı evden. *** Esma, gün bitiminde odasının kapısını ardından çekerken öğle saatlerinde sözleştiği meslektaşı, ailesinden uzakta yaşadığı şehirde yakın zamanda vaktinin en önemli insanı olmuş Mete'nin odasına doğru yürümeye başladı. Üzerinden henüz çıkardığı önlüğünün ceplerine doğru uzanırcasına aşina bir hareketle ellerini boşluğa daldırınca kendi kendine güldü. Koridordan geçen bir hasta bakıcı da gülüşüne denk gelince ona başıyla selam verip, az önce yersiz boşluğa düşen ellerini yumruk yaptı. Dişlerini sıkarak koridorun bitiminde köşeyi dönüp ilk odanın kapısını henüz yumrukları çözülmemiş ellerinden biri ile vurup, her iki elini de serbest bıraktı. Mete'nin sesi duyulur duyulmaz da kapıyı araladı. Önce başını uzattı, içeride hastası varsa hemen çıkacaktı ki adamın bilgisayarın ekranına gömüldüğünü görünce kapıyı tamamıyla açıp "Randevularınıza hep mi geç kalırsınız Doktor Bey?" diye muziplik yaptı. Mete, randevusunu unutacak boş vermişlikte değildi ama Esma ne kadar önemsendiğinin çok farkında değildi. Onun için iyi bir arkadaştı Mete. Ancak ondan hoşlandığını da biliyordu. Tam olarak oturmayan hislerinin de iki aydır çalıştığı hastanenin şartlarında, Mete'yi çok tanıma fırsatı bulamamış olmasından kaynaklandığını düşünüyordu. Fırsatları olsa daha çok zaman geçirip birbirlerini daha iyi tanıyabilirlerdi. Bunu isterdi Esma, isterdi çünkü ailesinden ilk kez uzak kaldığı yeni hayatında Mete gibi iyi tarafı baskın birine ihtiyacı vardı. Üstelik bir ilişki için yaşı çoktan gelmişti. Annesi sık sık soruyordu hayatında biri olup olmadığını... Tamam belki babası bu bahisleri çok yersiz bulup daha küçüksün gibi lakırdılar ediyordu ama eğer adam akıllı biri ile karşısına çıkarsa babasının da çok mutlu olacağından emindi Esma. Üstelik babasının küçüksün lakırdıları on sene sonra bile sürebilirdi.  "Gelsene Esma, maillerimize anket gelmiş ya bende onu yapıyordum. Tamamlayım çıkalım." Esma içeri girdi ellerini arkasında belinde birleştirip, iki elinin işaret parmaklarını birbirine kenetledi. Mete'yi öylece ayakta tam karşısında izlerken kayıtsız bir tebessüm vardı yüzünde. Adamın keskin mavi gözleri, gülmezken bile hafif çukurlarla yanaklarına yerleşmiş gamzeleri... Gördüğü en yakışıklı adam Mete olmalıydı! Aksi olsa bir şekilde hatırladı ama Mete de dış güzellikten daha öte bir çekicilik vardı oda uysallığı ve iyi yürekli tarafıydı. Hastaneye gelen sosyal güvencesiz ne çok kişinin ücretini üstlenirdi; bilirdi Esma. Mete, Esma'nın öylece dikildiğini fark edince kaldırdı başını. Kaşlarını çattı mavi gözleri düzgün kaşlarının altında ezilirken, "Hayırdır?" diye sordu. Omuz silkti Esma... Mete onu ilk tanıdığında fazla soğuk ve mesafeli olduğunu düşündüğü için kendine aptal diyordu şimdi. Esma tanıdığı en sıcak kanlı kızdı. O hafifçe yukarı kalkıp inen omuzlarından tutup sarılmak isteğini bastıramayınca yeniden ekrana baktı. "Çalışma ortamından memnun musun Esma Aksoy?" Esma o soruları yaklaşık on dakika önce derecelendirmişti. Mete'nin masasının önüne oturdu. Arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne atarken Mete'nin masasında ki kalemlerden birini eline aldı. Parmaklarının arasında çevirmeye başladı. "Değilim..." "O zaman tek yıldız vermiş olmalısın." Mete, ciddi bir merakla Esma'dan tarafa tekrar bakınca midesine sert bir yumruk indi. Bu kız ona pek bilmediği bir şey yapıyordu. Pekala ki her erkek kadar ilişkileri olmuş bir adamdı Mete ama Esma'nın öğrettiği şeyin duyulmuş, bilinmiş tek tarafı yoktu. Kızın yuvarlak hatlı dudaklarının büzülüp de kaşlarının kalkarken badem şeklini almış koyu kahve gözlerinin parladığı anlar eridiği, yok olduğu, sancıdığı zamanlardı. Fena şekilde aşık olduğunun farkındaydı. Hatta bu akşam ki randevusunda biraz cesareti olsa... Bu fikri def etti Mete. Cesarete hemen ihtiyaç yoktu. Önce Esma ne düşünüyor anlamalıydı! "Soruları okumadım hepsine ortalama bir not verdim. Eğer oturdun okuyorsan, güvenlikçilerden biri ile akşam yemeği yemem gerekecek." Kalemi tamamen bıraktı, tek kaşını bilmişlikle havaya kaldırıp, kesin bir sesle sordu, "Şimdi o soruları tek tek okumayı bırakıp işini hızlandırır mısın lütfen?" Mete, Esma'nın kendisi ile olan arkadaşlığının hastane de kimseninkine benzemediğinin farkındaydı. Onunla zaman geçirmek konusunda yaşadığı keyfin karşılıklı olduğunu da düşünüyordu ama adlandırıldığında Esma'nın ne diyeceğini bilmiyordu. Ekranda kalan son dört soruya da üç yıldızlı cevaplar verip, aceleci bir kalkış ile "Ben de çok acıktım!" dedi. Önce önlüğünü çıkarıp askıya astı, sonra bilgisayar ekranının kapanmak için sorduğu soruya Evet yanıtı verdi. Telefonunun zil sesi duyulmamış olsaydı, Mete bu akşamın diğer akşamlar gibi neresi denk gelirse orada yenecek bir yemekle sürdürülmeyeceğini söyleyecek ve bildiği iyi bir yerde rezervasyon yaptırdığını ekleyecekti. Gene söylerdi ama telefonun ekranındaki arama abisine aitti. "Kusura bakma bunu açmak zorundayım," deyip telefonunu yanıtlarken Esma da oturuşunu dikleştirdi. Mete'nin kiminle konuşacağını merak etse de başını eğdi, adamı göz hapsine almak istemiyordu. Mete'nin sesi kulağına değdi. "Efendim Abi?" "Me-te..." Serdar'ın sesi soluk soluğaydı. Boğuk, acı içinde ve zoraki... "Abi?" Mete'nin yüksek ve panikli sesi karşılığında bakışlarını kaldırdı Esma. "Yardımı-na..." "Ne oldu?" "Yaralı-yım!" Mete daha büyük bir panikle bağırdı. "Neredesin, ambulans göndereceğim hemen?" Endişe ile ayaklandı Esma da, sormuyor olsa da sorgular bakıyordu. "Bana kurşun yarası..." "Neredesin?" "Eve geldim." "O halde... Ambulans...." "Dinle, yardım et göğsümü sıyırdı kurşun! Kanamam çok ama sıyrık." "Hastaneye gelmen gerekiyor." "Gelemem, polisle uğraştırma beni! Ne gerekiyorsa burada..." "Abi ben psikyatrım ne anlarım..." "Anlarsın, her gün... Ah!" Mete, mecburi bir kabullenişle elini ağzına kapadı. Sıkıntı bir şekilde masanın arkasından çıkıp "Bekle beni, tampon yap kanamana, telefon açık, kapatma sakın..." Telefonu avucunun içinde Esma'nın meraklı bakışlarının karşısına geçti. Genç kız randevuları için erteleme talep edeceğini sandığı adama önemli olmadığını söylemek üzere dudaklarını aralamıştı ki Mete omuzlarından tuttu onu. Muhtaç bir beklenti içinde, "Yardımına ihtiyacım var," dedi. Esma, basit bir yardım çağrısı alacağının yanılgısında beklerken adamın söyleyeceklerini ,düşeceği dipsiz kuyudan ve düşerken çarpan yerlerinin kanayacağından habersizdi. **
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD