BÖLÜM 1:SÖZ
Avluya sabah güneşi düşmüş, taş duvarlarda beliren gölgeler Elvan’ın yüzüne vurmuştu. Tandırın dumanı usul usul yükselirken, bir yandan çamaşır iplerine asılı beyaz tülbentler rüzgârda hafifçe savruluyordu. Baharın ortasıydı ama Elvan’ın içi ayazdı. Kalbinde, aylar öncesinden sızlamaya başlayan o korkunun adı konmuştu artık: Evlilik.
Ama bu, sıradan bir evlilik değildi.
Bir yığın töre kuralının arasında sıkışmış, kadınların suskun kaderiyle mühürlenmiş, kaçınılmaz gibi gösterilen bir yoldu ona çizilen. Amcasının oğlu Veysel’le... doğduğundan beri birlikte büyüdüğü, kardeşi gibi gördüğü ama asla kalbine yakın hissedemediği Veysel’le evlendirilecekti.
Söz, Elvan on iki yaşındayken verilmişti.
O zamanlar anlamamıştı. Sadece annesinin bir gece sessizce ağladığını, babasının başını öne eğip amcasına “İkimizin de yüzü yerde kalmasın,” dediğini duymuştu. Anlamasa da ezberlemişti: "Kız bizim kanımız, dışarı gitmeyecek." Onların toprağında, kadınlar toprağa aitti. Evliliği bile dışarıya veremezlerdi.
O sabah, babasının sesi tüm evin duvarlarını titretti:
— Elvan! Çabuk hazırlan. Gelenler var, içeri geleceksin!
Sesinde öfke yoktu; daha beteri vardı: Kesinlik.
Elvan avludan geçerken eli istemsizce eteklerine yapıştı. Sanki adımlarını geri çekecek olsa bile töre ipiyle bağlanmış gibiydi. Her adımında boğazına daha çok oturan bir şey vardı, tarif edemediği bir sıkışma... Nefes, sadece ciğerlerden gitmezdi; bazen insanın umudundan da kesilirdi.
Odanın kapısı aralıktı. İçeride babası Mahmut Bey, amcası Ramazan,Veysel ve birkaç yaşlı kadın oturuyordu. Annesi Ayşe ise köşeye sinmişti, başı önde, elleri dizlerinde kenetli. Bir tek o Elvan’a bakmaya cesaret edememişti.
Babasının sesi yankılandı:
— Gel kızım. Yabancı yok, aile içindeyiz.
“Yabancı yok…” Bu laf Elvan’ın içini daha çok yaktı. Çünkü onun kalbinde, bu odadaki herkes birer yabancıydı artık.
— Kızım, amcanla konuştuk. Veysel'le olan sözümüzü yerine getireceğiz. Artık büyüdün. Hem yaşın geldi, hem de töre böylesini uygun gördü. Aile, aileyle evlenir. Malımız nasıl dışarı gitmiyorsa, kızımız da gitmeyecek. Kökümüz sağlam kalsın, budağımız kurumasın.
Ramazan araya girdi:
—Dedemiz böyle derdi, Mahmut. Biz de aynısını sürdürüyoruz. Elvan da akıllı kızdır, karşı çıkmaz.
O an Elvan’ın gözleri doldu. Dışarıda tandırdaki duman bir anlığına göğe karıştı, ama içerideki hava daha da ağırlaştı.
Babası sanki kızının gözyaşlarını hiç görmüyormuş gibi devam etti:
— Bu iş bitecek, Elvan. Söz sözdür. Hem Veysel seni sever. Kötü biri değil ki. Daha ne ister bir kadın?
Elvan başını kaldırdı. Dudakları titredi ama bir şey söylemedi. Gözlerini Veysel’e çevirdi. Veysel sessizdi, biraz da suçlu bakıyordu. O da bu oyunun parçasıydı ama kurban değildi. İstiyordu. Belki severdi ama Elvan sevmiyordu. Ona göre Veysel hâlâ birlikte çamurdan ev yaptıkları çocukluk anılarındaki Veysel’di.
Annesinin sesi nihayet duyuldu, zayıf ve titrek:
— Belki... belki biraz daha vakit tanısak Elvan’a... Okulu da var...
Babasının gözleri karardı.
— Sen de mi karşı geliyorsun Ayşe? Kızın iyiliğini istiyoruz. Bu toprağın kuralı bu. Hem ne okulu? Kadının yeri bellidir. Yuvadır.
Elvan artık sessiz kalamayacağını anladı. Gözyaşlarını silmeden, titreyen sesiyle konuştu:
— Baba... Veysel benim kardeşim gibiydi. Olmaz. Ben böyle bir evlilik istemiyorum.
Odanın içindeki hava bir anda kesildi. Babasının kaşları çatıldı, amcası yutkundu.
— Ne diyorsun sen kızım?
— Söz benim değil. Bu benim hayatım. Sevmediğim biriyle evlenemem. Kan bağımız olan biriyle hiç...
Bu cümle, yılların töresini duvara çarpmış gibi oldu. Babası ayağa kalktı, sesi yükselmedi ama gözleri çok şey söyledi:
— Biz senin için en doğrusunu biliriz. Senin bildiklerin bizim örfümüz kadar eski değil.
Elvan'ın gözlerinde kararlılık ilk kez bir ağırlık kazandı. İçinde usul usul büyüyen isyan, artık fısıltı değil çığlık olacaktı. Elvan arkasını döndü, kapıya yönelirken son bir kez durdu:
— Benim hayatım, sizin törenizle başlayamaz. Ama belki benim sözümle biter.
Bu yazgı, kırılacaktı.